1 Ağustos 2003 Cuma

YENİ DÜNYA DÜZENİ’NDE SİNDİRİLEN İSLAM ALEMİ VE CANLANAN MÜSLÜMANLAR

KÜRESEL ANLAYIŞ VE ABD TERÖRÜ

Tarihin dönüm noktalarından birini yaşıyoruz. Çok uluslu şirketlerin kasasını doldurmayı tek amaç olarak gören yeni küresel anlayış ve onun iktidarını temsil eden ABD öncüllüğündeki güç ittifakı, insanlığı ve özellikle İslam alemini tehdit etmektedir. Türkiye’de ve dünyada müslümanlar sürekli dayak yemektedir. Yeni dünya düzeni dedikleri şeyin İslam ile sorunu vardır. ABD’nin yanında isen iyi müslümansın, değilsen kötü ve tehlikeli müslümansın.

Dünyada global 28 Şubat yaşanmaktadır. Zaten kanaatimizce de 28 Şubat 11 Eylül’ün kostümlü bir provasıdır. Türkiye’de planlanan bir olay olmayıp, küreselleşme kapsamında değerlendirilmelidir. Bin Ladin operasyonu olarak lanse edilen 11 Eylül, aslında İslam’ın yeniden tarih sahnesine çıkışını engelleyen planlı bir harekettir. Dünyanın 28 Şubatıdır. Hazırlıklar 11 Eylül öncesine dayanmaktadır. 28 Şubat ve 11 Eylül sonrasında İslam hedef tahtası haline getirilmiş, 11 Eylül ile tüm dünyada anti-İslam kampanyayı kışkırtmak üzere sadece düğmeye basılmıştır. ABD Körfez savaşıyla nasıl Orta doğuya yerleştiyse, Afganistan operasyonu ile de Orta Asya’ya yerleşmiş, bu vesileyle bölgede öteden beri gelişen İslami muhalefeti de böylece yok etmek istemiştr. Özellikle 11 Eylül’den sonra İslam coğrafyasında baskı ve zulümler artmıştır. Amerika, önce Afganistanı işgal etmiş, ülkeyi önceki durumundan daha beter hale getirmiştir. Daha sonra Irak’ı işgal etmiş, kaos ve yoksulluk bataklığına sokmuştur. Şimdilerde İran ile uğraşmaktadır. Daha sonra sıranın kime geleceği ve kimin başına ne gibi belalar açacağının bilinmesi zorunludur

Bin Ladin tehlikesi oluşturarak terörist avına çıkan ABD ve Batı, İslam dünyasında kabadaylık yapmakta,  Müslümanları esir gibi toplamakta, pervasızca silah kullanmaktadır. Terörizmle mücadele adı altında yüzlerce müslümanı İslam coğrafyasından toplayıp Guantanamo üssüne hapseden Amerika, bu insanları hala sorgusuz sualsiz orada tutmakta, işkencelere maruz bırakmaktadır. Aralarında 18 yaşından küçük çocukların ve 70 yaşında ihtiyarların da bulunduğu bu insanlar intihara sürüklenecek kadar zulüm ve işkence görmektedirler. Kimse bunun hesabını sorma cesaretini gösterememektedir.

İSLAMİ İMAJIN YIPRATILMASI

Dünyada ve Türkiye’de İslami hayatın geriletilmesi, İslami hayatın önüne set çekilmesi operasyonu ile karşı karşıyayız. Büyük bir kuşatma altında, bir saldırı çemberindeyiz. İslam’ın her türlü sivil, kamusal, ve politik yansımalarını bertaraf ederek, İslamı tamamen toplumsal hayatın dışına iterek, dar kalıplar arasına sıkıştırmak istemektedirler.

İslam, hem uluslararası planda hem de ülke planında, sistemli biçimde imaj yıpranmasına maruz bırakılmıştır. Uzunca bir dönem var ki, İslam ile ilgili ya cinayetler, ya terör örgütleri, ya kısır tartışmalar gündeme gelmekte, bilgi açlığı içindeki genç nesiller din denince hep olumsuz, şüphe uyandırıcı, inanç sarsıcı görüntülerle karşılaşmaktadırlar. Özellikle 28 Şubat sürecinde ekranlara yansıtılan zikir görüntüleri ve bazı mürşid tiplemeleri İslamı doğru algılamanın ve tebliğ gayretlerinin önündeki engeller olmuşlardır.

Müslüman halklar, İslam Aleminin her yanında baskıcı ve zalim yönetimler altında haksız uygulamaların kurbanı durumundadırlar. Büyük bir zenginliğin üstünde oturmalarına karşılık, yönetimi elinde bulunduran kukla rejimler nedeniyle, İslam coğrafyası fakirliğin, ezilmişliğin ve zavallılığın sembolü haline gelmiştir.

İSLAM ALEMİ’NİN HALİ PÜR MELALİ

Müslümanlar dünya nüfusunun dörtte birini teşkil etmesine rağmen dünya ticaretinin ancak yüzde sekizini ellerinde tutabilmektedirler. Dünyada gelişen olayların ya figüranı ya da mağduru durumundadırlar. Dünya geneline baktığımızda sadece müslüman ülkelerde kan ve gözyaşı vardır. Filipinlerdeki Müslümanları terörist diye katleden Amerikanın, yaptığı  kampanyalar sonucunda kimlerin terörirst ilan edildiğine bir bakın hele; İsrail Filistin’i, Hindistan Keşmir’i, Çin Doğu Türkistan’ı, Rusya Çeçenistan’ı terörist ilan ediyor. Bu yerlerin hepsi müslüman toprağı. Bu topraklarda müslamanların zulüm, kan ve gözyaşı görmesi yetmiyormuş gibi böylece onurları da kırılıyor maalesef.

Filistin’de cereyan eden olaylar insanlık aleminin yüreğini kanatmaktadır. Filistin’de tüm dünyanın gözleri önünde bir katliam yaşanıyor. İsrail isimli Siyonist çetenin hiçbir kural, kanun, anlaşma tanımaksızın yıllardır sürdürdüğü işgale karşı ciddi bir tepki göstermeyen uluslararası kuruluşlar, sahte barış çağrılarıyla bu katliamlara göz yummaktadırlar. Yaptıkları zulme boyun eğmeyen Filistin halkının haklı ve meşru direnişi ile işgalcilerin saldırganlıklarını eşit görüp, ikisine birden karşı çıkmak, ikisini de kınamak gibi ahlak dışı, insanlık dışı, adaletten uzak tavırlar sergileyerek, yaşanan zulmü ve katliamı sadece seyrediyorlar. Bu da yetmiyormuş gibi, saldırganlıkların vahşet boyutlarına ulaştığı bir ortamda tank modernizasyonu adı altında Türkiye’den İsrail’e yüz milyonlarca dolarlık kaynak aktarılmak suretiyle bu Siyonist çeteye moral destek pompalanmıştır. Yoksullaştırılan halkın ekmeğinden, suyundan kesilen paralar, ek vergiler ve zamlar ile halktan metazori alınan paralar, Siyonistlere peşkeş çekilmiş; işgale, katliama, vahşete açıkça destek verilmiştir. Bu eli kanlı terörist  devlete destek verenleri, Türkiye’yi bu işgalci çete devletinin stratejik ortağı yapanları, bu çocuk katillerinin  müttefiki olanları, bu işgalci çeteye destek olanları, bu suçlara  ortak olanları tarih ve millet  hiçbir zaman affetmeyecektir.

İslam son iki yüz yıldır yenilenlerin dini oldu. Bu topraklarda ve dünyanın birçok yerinde Batı karşısında bozgundan hasarsız çıkmış bir nesil yok gibidir. Yenilginin yarattığı eziklikten kurtulmak için çalışmak yerine, parlak geçmişin hayallerine sığınarak, ya hamasi duygularla teselli bulmaya çalıştık, ya da başımız sıkışınca Batı’nın hakemliğinden medet umduk. Bir türlü Batı’nın bize nasıl baktığını anlamadık. Bugünkü düşkün halin gerçek nedeninin, Batı’nın zenginlik ve gücü elde ettiğinden beri, kendi kültürünü üstün ilan etmesinin ve ekonomik menfaatlarını her şeyin üstünde tutmasının neticesi olduğunu göz ardı ettik.

İSLAMİ HAREKETLER UZUN SOLUKLU BİR MÜCADELEYE HAZIR MI?

Asırlardan beri cahili ve egemen güçlerin boyunduruğu altında yaşayan ve tefrikalara ayrılan müslümanlar mevcut hali değiştirmek için bir mücadele gayreti içinde çalışmalar yapmaktadır. Ancak bu çalışmalar birçok ortak doğruyu paylaşmalarına rağmen, önemli ayrılık ve farklılıklar gösterdikleri de bir gerçektir. Aynı bölgede ve aynı zamanda  mücadeleyi üstlenen birçok farklı  grup ortak çalışmalarla güçlerini birleştirip aynı hedefe  yönelemedikleri için eldeki potansiyel zayıflamakta, hatta bazen israf edilmektedir.

Mevcut  oluşumlar ve  fikrini yaymaya çalışan birçok organize gurup, taşıdıkları  duyarlılık ve direniş ruhuna rağmen, zihinsel ve yapısal problemlerini  çözebilmiş değillerdir. Amacına uygun şekillenmeyen bu   grupların hala çözmek zorunda oldukları çok büyük problemleri vardır. Hareketleri başarıya ulaştığı takdirde, ne yapacakları hakkında belirli bir programları yoktur 

Görüş ayrılıkları ve çeşitli yönlere çekişmeler, İslam dünyasını şekilsiz, fikir ve kültür alanında bir şey üretmeyen  insan kitlesi haline getirmiştir. Müslümanlar köksüz ve kural tanımaz şer istilasının mahkumu  haline gelmiş ve giderek pragmatist ve oportunist bir hal almaya başlamışlardır. Kısa süreli zafer ve iktidar hayalleri ile insanları avutmak uzun soluklu olması gereken mücadeleyi sekteye uğratmıştır.

Birçok konuda yeterli donanımları yok;  hangi durumlarda nasıl davranılacağı bilinmiyor, üzerinde ittifak edilen özgün bir toplum projesi yok, Avrupa Birliği örneğinde olduğu gibi, sosyal ve siyasal tutumlara ortak bir akıl değil, gereksiz ümitler, korkular ve heyecanlar biçim veriyor, hareket tarzları iyi düşünülmüş projelere değil, el yordamına dayanıyor.

Müslümanlar muhalif olmanın ötesinde bir politika üretememiş, sadece hayır demiştir. Doğru dürüst hiçbir hazırlıkları yoktur. Uzun siyasi tarihlerine rağmen ciddi manada belirgin bir siyasi mutabakat ve fikir birliği geliştirebilmiş değildirler.  Meselâ, küresel dağılımı yapılan bir tek İslami gazete yahut dergi yoktur.

Müslümanlar henüz yeterli ve kendini hissettirebilir bir İslami kimlik oluşturamamıştır. Kuran’ın tarif ettiği insan tipi pratikte görülememekte, problemli ve ruhsal bunalımlı insanlar yetiştirilmektedir. Dindar hüviyetli liderlerin omurgasız ve yamuk siyasi duruşları, İslam-siyaset ilişkisine olumsuz imajlar yüklemiştir. Bu konuda yarın yine aynı hatalara düşülmemesi ve faturanın bütün Müslümanlara çıkmaması için şimdiden hassas değerlendirmeler yapma zarureti vardır. 

İslami cemaatler, yetişkinler planında  kendini koruma hasssasiyeti içinde olsalar bile, çocuklarını koruma, çocuklarına sahip çıkma ve kendilerini çocuklarına taşıma noktasında maalesef başarılı değildirler.

KÜRESELLEŞME KARŞISINDAKİ GÜÇ “İSLAM”

Her şeye rağmen, yine de insanlığın içinde bulunduğu binbir sefaletten sorumlu olan küreselleşme ağalarının karşısında durabilecek yegâne sistem İslam’dır. Küreselleşmenin öngördüğü yaşam biçimi ve empoze etmeye çalıştığı adaletsiz dünya anlayışı, İslam’ın öngördüğü yaşam biçimi ve tevhidi anlayış ile uyuşmamaktadır. Bunların karşısında bir blok oluşturabilecek, direnme kabiliyeti olan tek güç İslam olduğu içindir ki, soğuk savaşın sona ermesinden sonra birinci tehdid olarak ilan edilmiştir. Nato düşman konseptini değiştirip İslamı birinci tehdid olarak ilan ettiğinde, Türkiye de Milli Askeri Stratejik Konsept’i (MASK) değiştirip, dini, tehdid sıralamasında birinci sıraya oturtmuştur. Yeni konsept’de Bosna’da, Cezayir’de, Çeçenistan’da, Filistin’de çok müslüman kanı akıtıldı. Dünya da birçok din varken Batı’nın sadece İslamı muhatab alması ve düşman olarak görmesi sebepsiz değildir. Çünkü İslam’ın kendine ait bir hukuk anlayışı ve potansiyel bir hayat gücü vardır.

Halkına yabancı ve düşman bir avuç oligarşik azınlığın yönetimindeki çoğu İslam ülkesinde yıllardır ekonomik, siyasi ve dini baskılar altında ezilen yığınlar, yerleşik otoritelere ve global sömürüye karşı yükselen bir ret ve şiddet dalgasının potansiyelini oluşturuyor. İnsanoğlu fıtrat dışına itile itile fıtrat dışı yönelişi kusacak bir noktaya geldi. Dünyada hızla yayılan Allah’a yöneliş olgusuna Müslümanlar ses vermeli, İslam’ın rahmet iklimi adına, İslam’ın evrensel barış çağrısını kıta kıta yankılanacak bir yüksekliğe taşımalıdır.

İnsanımız kendine yönelme alışkanlığı kazanmalı, kendini fark etmeli, kendine dönmeli, daha fazla dünyevileşmeden manevi bakımdan güçlenmelidir. Başkaları hakkında gereğinden fazla bir güç vehmederek sızlanmaktan ziyade ‘‘ biz nerede hata yaptık? ’’ sorusunu kendisine sormalıdır. Bilinmelidir ki ; Müslümanlar kendilerini ve  güçlü oldukları alanları fark eder ve buna göre tavır geliştirirlerse  kimse onlara güç yetiremez.

ÖNCE ÖZELEŞTİRİ YAPALIM

Batı emperyalizminin fiili ve fikri boyunduruğu altında bulunan bugünkü İslam coğrafyasının bu düşkünlük ve şaşkın halini sadece 200-300 yıldır Batı karşısında alınan mağlubiyetlere bağlamak yanlıştır. Kimseye kızmadan önce, toplum olarak kendi yanlışlığımızı aramamız, kendimize dönüp bakmamız , fikri ve siyasi alanda  düşkünlüğe sebep olan kendi kimliğimizi sorgulamamız gerekmektedir. Zihin tembelliğini yenmeden, gücümüzü ve verimliliğimizi artırmak için emek, zaman ve para harcamadan bir yere varmamız mümkün değildir. İşimizin üzerinde yoğunlaşmadan sadece dövünüp hayıflanarak geleceğimizi oluşturamayız. Yüce ALLAH, ‘‘Onlar nefislerinde olanı değiştirmedikçe, Allah bir kavmin durumunu değiştirmez’’ buyuruyor (Ra’d, 11). Bir toplum, dengeli bir hayat çizgisine dönüş yapmadıkça, doğruluk ve dirlik yolunu izlemeye başlamadıkça, içinde bulunduğu kötü durum iyilikle yer değiştirebilir mi? Bir yerde herhangi bir toplum güçsüz ise, musibetlerden belini doğrultamıyorsa, zillet içinde yaşıyorsa, yoksulluk çekiyorsa, hayatına kaos egemense, bunun nedeni, o toplumun hayat biçiminin sapkınlığa, boş vermişliğe ve bozgunculuğa dayanıyor olması değil midir?

Şöyle yapılmalıdır, böyle yapılmalıdır diye sadece akıl vermeye, taşeron kullanmaya, meseleleri başkalarına havale etmeye gerek yoktur. Aklımızın, vicdanımızın ve inancımızın kabul etmediği bu yanlış gidişata, bu haksızlığa karşı durmalı her türlü demokratik platformda var olmalıyız. İnandığımız değerlerin hakkını vermeliyiz. Maddi ve manevi değerlerimizi öğüten bu çark mutlaka kırılmalıdır. . Yüce Allah şöyle buyuruyor; “ Ey iman edenler! Siz kendinize bakın. Siz doğru yolda olunca dalalette olup sapan kimse size zarar veremez.” (Maide, 105)

Kimseye kızmadan dönüp kendimize bir bakalım. Bugünkü durumumuzun kendi suçumuz olduğunu göreceğiz. Cenab-ı Allah; “Kavuştuğun her nimet rabbindendir. Kavuştuğun her musibet kendindendir” buyuruyor (Nisa, 79). Yunus ise; “Cehennemde ateş arama, herkes od’unu buradan götürür” diyor.

Kendisini oluşturmadan kitleleri oluşturmaya,  kendisini değiştirmeden toplumu değiştirmeye çalışan birçok çaba ve hareketin Türkiye’de ve İslam coğrafyasının birçok yerinde sonuca gidemediğini, yığınların plansız ve programsız bir şekilde bir araya gelmeleriyle toplumsal değişimin sağlanamayacağı bilinmelidir.

Yüce ALLAH, ‘‘ Allah onlara zulmetmedi, fakat onlar kendilerine zulmediyorlar’’ buyuruyor (Al-i İmran 117). Akıllı ve düşünen insanlar olarak bu mesaj olaylar karşısındaki şu zelil halimizi ve buna karşı sorumluluğumuzu yeterin0ce hatırlatmıyor mu?

NE YAPMALI?

Hızla gelişen ve değişen dünyada birçok yıkıcı etkenlere maruz kalan Müslümanlar, çağın gereklerini yerine getirecek yönetim şeklini ortaya çıkarmaya ve inançları ışığında sosyal, siyasi ve ekonomik düşüncelerini yeniden oluşturmaya, her alanda inancına uygun sosyal bir yapı oluşturmaya çalışmalıdır.

İslam'ın geleceği şekillendirmesi ve tarihin motor gücü olabilmesi için öncelikle insanların buna uygun bir davranış biçimi geliştirmesi ve bir değişim süreci başlatması gerekmektedir. Aksi halde ne olacağını Cenaba-ı ALLAH şöyle bildiriyor; ‘‘ Allah yerinize  kendisinin onları sevdiği, onlarında kendisini sevdiği müminlere karşı alçak gönüllü, kafirlere karşı ise güçlü ve onurlu, Allah yolunda cihada eden ve kınayıcının kınamasından korkmayan bir topluluk getirir.’’ (Madde, 54)

Bilgisiz hareketler, sadece duygulara ve sloganlara dayalı yüzeysel ve ilkesiz kalkışlar, başarısız olmaya mahkumdur. Temel konularda doğru ve sabit ölçülere ulaşılmadığı ve temel esaslarda anlaşılmadığı müddetçe, ortak bir hareket anlayışının ve istikrarlı beraberliklerin mümkün olmayacağı aşikardır. Dengelerin sürekli değiştiği Türkiye’de, hizmet kuruluşları, gündemi ve yapılması gerekenleri tespit etmek için çeşitli platformlarda değerlendirme toplantılarını sürekli hale getirmelidirler.

Mücadeleyi tepkisellikten ve antitez olmaktan çıkarıp, kendi tezlerini ve projelerini üreten, toplumun gündemine kendi tezlerini sokabilen, topluma çözümler sunan, alternatif siyasetler, alternatif organizasyonlar ve ona uygun alternatif davranış sistemleri geliştiren bir yapılanmaya ihtiyaç vardır.

Faaliyetler, mevcut düzeninin kısmen iyileşmesine katkıda bulunacak mevzii ve sınırlı hasın çabalar şeklinden çıkarılmalı,  eldeki potansiyel güç israf edilmeden, geleceğin inşasına yönelik olmalıdır. Allah (C.C.),   ’’ Cihada ile, hacılara su dağıtmayı; cihada ile, Kabeci onarmayı bir mi sandınız? ’’ diye buyuruyor (Tevbe, 19). Bir takım hayır faaliyetleri ile dünya ve ahretini kurtaracağını zanneden insanımız koyun sürüsü gibi güdülmeye itiraz etmeli, düşünmeli, akkıl etmeli, olan biteni görmeli ve rotasını ona göre çizmelidir.

Hareketleri başarılı olduğu takdirde ne yapacakları hakkında belirli hiçbir programları olmayan  yapılanmalara yol gösterici olmalı; öncelikli sahaları tespit ederek,  ilgi, dikkat ve kaynaklarımızı israf etmeden stratejik ve kritik faaliyetlere tahsis etmeliyiz. Çalışmaların ana konulara odaklanması sağlanmalıdır. Yüce ALLAH, ‘‘İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten men eden bir topluluk olsun; işte onlar kurtuluşa erenlerdir’’ buyuruyor (Al-i İmran, 104). Evet bu ayet müslümanlara seslenmekte, daima hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten alıkoyan bir topluluk bulunmasını emretmekte, kesin bir üslupla farz kılmaktadır. Bu emre muhatab her müslümanın sorumluluğu vardır, hiç kimse bundan muaf değildir. Eğer herhangi bir dönemde, bu önemli vazifeleri ifa edecek bir topluluk bulnmazsa, o toplum şerden, isyandan, günahtan, zulüm ve kötülükten uzak kalamaz, gerçekten kurtuluşa erenlerden olamaz.

Şimdi bize iş düşmekte, şerefli, insani ve müreffeh bir geleceği kazanmanın imtihanı önümüzde durmaktadır. Bütün eksikliklerimize, bütün sakil ve düşkün taraflarımıza rağmen bu var olma mücadelesini kazanmak ve gelecek nesillere emanet etmek mecburiyetimiz vardır.

Geleceğimiz düzen politikacılarının insafına ve merhametine terk edilemez. Uzun vadeli düşünmek, onurlu, kimlikli, sabırlı ve örgütlü olmak gerekmektedir. Mücadele uzun solukludur, kesintisiz olarak devam etmelidir. Unutmayınız ki “kayaları eriten dalgaların şiddeti değil, devamlılığıdır”. Kararlı olanlar ancak toplumu değiştirebilirler ve toplum tarafından takip edilirler. Her gecenin bir sabahı, her yokuşun bir inişi vardır. Bugünkü kötü ve karanlık günlerin daha hayırlı ve aydınlık günlere tebdili, inancımızın arkasına birikim, güç ve irademizi koyduğumuz zaman mümkün olabilecek, Allah’ın vaadi o zaman gerçekleşecektir.

DOHA SALDIRISI BİR DÖNÜM NOKTASI KAOTİK BİR KIRILMA VE DİPLOMASİNİN ÇÖKÜŞÜ

  Metin Alpaslan   – Umran Dergisi/Ekim 2025-374. Sayı Terör ve işgal devleti İsrail’in 9 Eylül’de uluslararası hukuku ihlal ederek, Doha’da...