(Umran Dergisi)
Şimdi Menemen olaylarının 75. yıldönümü vesilesiyle devletin en tepe noktasındakiler de dahil olmak üzere yine irtica konusu işlenmeye başlandı. Sanki Türkiye’nin başka önemli bir meselesi yokmuş gibi, Cumhurbaşkanı bu konuda mesaj yayınlayarak, "bağnaz düşüncelerin birey, toplum ve devlet yapısını etkilememesi için duyarlı olunması" çağrısında bulunarak, ilerici atılımların sürdürülmesi gerektiğni bildiriyor. Aynı şekilde Genelkurmay başkanı da bir demeç vererek “irtica” tehlikesine dikkat çekiyor ve gençliğin bu gibi akımlara karşı tehlike içinde olduğunu belirtiyor. CHP’nin ise yıldönümü törenleri vesilesi Menemen’e büyük bir gurupla çıkartma yapacağı bildiriliyor.
Bu Arada, Başbakan’ın Konya’da herkes tarafından tanınan ve saygı gören Tahir Büyükkörükçü’yü ziyareti, “Gizli Şeyh Ziyareti(!)” heber başlığı ile “Başbakan ulema’sını ziyaret etti” şeklinde servise konuluyor.
Patronlar Kulübü TÜSİAD, Başbakan’ın katılmadığı, ama Cumhurbaşkanı’nın “onur konuğu olarak ilk defa katıldığı toplantısında, Mustafa Koç, Rektör Yücel Aşkın’a reva görülen muameleyi ve uzun gözaltı süresini tasvip etmenin mümkün olmadığını açıklıyor. Bu toplantıda aynı zamanda Cumhurbaşkanı ile fikir birliği içerisinde, seçim barajının düşürülmesi tartışması açılarak yeni bir gündem oluşturuluyor. Her zaman olduğu gibi TÜSİAD yine üstüne vazife olmayan konularda gündem oluşturmaya, siyaseti yönlendirmeye devam ediyor. Babası Rahmi Koç’da, Orhan Pamuk Davasını yanlışlığını beyanla, Türkiye aleyhine bir durum yarattığını söylüyor. Bu arada Disk Başkanı Süleyman Çelebi de, “Mustafa Koç’un söylediği sözler altına imzamı atıyorum” diyerek TÜSİAD’a destek veriyor.
Yine bir şeyler mi oluyor? Efendim Başbakan güya “Gavur İzmir” demişmiş. Başbakanlık sözcüsü ise, Başbakan, İzmir’in “solun kalesi” olduğunu kastetmiştir açıklaması fayda etmiyor. CHP’nin protesto için Menemen’e bir huruç hareketi yapacağı açıklanıyor.
28 Şubat döneminin 5’li çetesini andıran bir kampanyanın başlangıç sinyalleri gibi gözüken bu gelişmelerden başka, daha ne gibi konular ile Türkiye meşgul ediliyor? Gündeme bakmaya devam edelim.
Bir taraftan “üst kimlik”, “alt kimlik” tartışmaları ile ortalık toz duman oluyor. Ülkenin bu kadar meselesi varken bu gibi kısır tartışmlarla enerjisini heba edilmesi ülkem adına gerçekten üzüntü vericidir. Bu güzel vatanın dinamiklerini kavrayamamış, hala çağdışı doğmalarıyla hareket eden bir zihniyet ilkel takıntılarıyla ülkeyi germeye devam ediyor. İstanbul’un herhangi bir sokağında herhangi bir apartmanına girin ve dairelerin kapısını çalıp etnik kimliklerini sorun. O apartmanda Türk, Kürt, Laz, Çerkez, Boşnak, Arnavut, Gürcü v.s. kökenli insanların nasıl kardeşçe yaşadıklarını, etnisitenin onlar için hiç de önemli olmadığını, bu vatan için canlarını seve seve vereceklerini göreceksiniz. Türkiye’nin problemi alt kimlik, üst kimlik gibi konular değildir. Türkiye’nin problemi, hala vazgeçilmez doğmalarıyla hareket eden milletin hassasiyetlerini hiçe sayanlardır. Bu milleti birleştiren harcın İslam olduğunu, bu milletin İslam’ın bayraktarlığını yaparak kıtaları aştığnı göz ardı edenlerdir.
Türkiye’de yaşanan “bölünme sendromu” aslında bölünmeyi arzu edenlerin ekmeğine yağ sürmektedir. Konunun sürekli gündemde tutulması, sürekli tartışılması bölünmeyi hızlandırmaktan başka bir şeye yaramamaktadır. Ne yaparlarsa yapsınlar bu kirli savaş toplum katmanlarını etkileyememiştir. Hakkaride şehit edilen Ağrı’lı Mehmetçiği başka türlü nasıl izah edebilisiniz.
Türkiye’nin toplumsal gerçeklerini ve kültürel kimliğini inkar eden baskıcı yönetim anlayışı, Türkiye’nin bugünkü içler acısı halinin baş sorumlusudurlar. Bu ülkede yaşayan insanların çalışacağı bir işe, huzur ve güven içinde yaşayacağı bir eve, düşüncelerini özgürce ifade edeceği bir ortama, inancını özgürce yaşayacağı bir ülkeye ihtiyacı vardır. Devletin asli görevi de işsizliği, yoksulluğu, açlığı, güvensizliği, ayırımcılığı ortadan kaldırıp adalet sağlayarak insanını mutlu etmektir.
Yakın zamanda yeni asgari ücret açıklandı, tamı tamına 380 TTL. Bozdur bozdur harca. Kamu-Sen ve Türk-İş’in yaptığı araştırmalara göre, halen Türkiye’de açlık sınırı 727 YTL, nerdeyse asgari ücretin iki katıdır. Yoksulluk sınırı ise, 1893 YTL olarak açıklanmış olup, bu da nerdeyse asgari ücretin beş katına yaklaşmaktadır. Dolayısıyla, asgari ücret bir sefalet ücretidir. Böyle bir ücretle insanca yaşamak mümkün değildir.
Dini duyguları ve manevi değerleri tahrip noktasında, medya, sermaye, sivil ve askeri bürokrasi hep beraber bu kadar saldırıya devam ederlerse, gelinecek nokta, bunalım, terör ve kaostur. İslami değerlere, Kur’an’a, Kur’an Kursuna, başörtüsüne irtica diye saldıranlar, manevi bunalımın, terörün ve ekonomik sıkıntıların baş müsebbibi olduklarını bilmelidirler.
Türkiye’de herkes yerini, görevini ve haddini bilmelidir. Anayasa, kanun ve hukuka aldırmadan yetkilerini aşan konularda beyanatlar savuran, kendilerini milletin ve temsilcilerinin üzerinde gören kişi ve kuruluşlar, bunca sorun, sıkıntı, bunalım varken milletin değerleriyle uğraşmayı, suni gündemler oluşturmayı bırakmalıdırlar.
Bugünün “sıcak sorunları” olan ekonomik kriz, gelir dağılımındaki adaletsizlik, siyasal temsil krizi, sivil-asker ilişkileri sorunu, laik-anti laik çatışması, Alevi-Sünni farklılaşması, Kürt-Türk ayrışımı, ilerici-gerici kalıp yargıları, çağdaş-dinci veya başörtülü-başörtüsüz biçimindeki kırılmalar ekseninde oluşan kimlik bunalımı toplumsal bağları giderek zayıflatmaktadır.
Bir insan öğütme makinesi gibi çalışan mevcut eğitim sistemi, millet evladının beynini yiyen bir canavar gibi. Mevcut eğitim sistemiyle gençlik diri diri toprağa gömülmekte. Uyuşturucu kullanma yaşı 11 yaşına kadar inmiş. İslam dışı bir hayata özendirilen gençlerde misyon ve ideal yok artık. Koyu bir cehalet ve köksüzlük anaforunda yuvarlanan gençlik, bu ülkede neye inanıp, neye inanmayacağını bilemez hale gelmiştir. Ne milli dava kalmış, ne dini dava.
İrtica geliyor diye kandırdıkları gençleri çığ gibi büyüyen alkol, uyuşturucu ve suç bataklığına atarak köklerinden kopardılar.
Üniversite gençliği arasında yapılan bir ankete göre, Gençliğin %75’i bu ülkede yaşamak istemiyor. Artık ’’bu memlekette yaşanmaz’’ sözü gençlik arasında sıklıkla duyulur hale gelmiştir. Ülkesi ile insanları arasındaki en hayati bağ olan aidiyet bağı silinmektedir.
Bu faciayı nasıl önleyeceğini düşünmek, özgür, adil ve onurlu bir Türkiye için çalışmak yerine, hala suni gündemlerle ülkenin enerjisini tüketenler millet ve tarih huzurunda hesap vereceklerini ve bu vebalin altında kalacaklarını bilmelidirler.