(Umran Dergisi)
Müslümanların güçlü olması, küresel hegemonyanın
önünde en büyük engeldir. Bu nedenle, bir yandan "Ilımlı İslam" politikaları ile İslam'ı kendilerine göre
ehlileştirme operasyonlarına devam ederken, diğer taraftan Müslümanlara en
hassas noktalarından saldırarak tahrik ve
aşağılama yoluna gitmektedirler. Kendi kutsallarını tüketmiş Batı, bu
defa bizim kutsallarımıza saldırıyor. İslam'ı terörize ederek bir umut olmasını
önlemek ve güçsüzleştirmek istiyorlar. 11 Eylul saldırılarının ardından "haçlı" zihniyetiyle İslam ve
Müslümanları karalama kampanyasına hız veren ABD, egemenliğini güçlendirecek
senaryolar devreye sokmaya devam ediyor. Müslümanları tahrik ederek taşkınlık
yapmalarına sebep olmak ve sonra da "bakın ben bunlarla savaşıyorum"
diyerek yeni saldırılarına kılıf hazırlıyor. İran'a saldırmadan önce Hıristiyan
dünyasını bütünleştirerek dayanışmayı artırmak için psikolojik olarak
hazırlıyorlar.
İçeride kadın erkek karışık Cuma namazında saf tutuluyor, dışarıda karikatür
saldırıları bu amaca yönelik olarak tezgahlanıyor. İslam dünyası bir anda pimi çekilmiş bir
bombaya dönüştürülüyor. Yakıp yıkan bir İslam görüntüsü bütün dünyaya servis
ediliyor, şiddet ve İslam aynı fotoğraf karesinde bir araya getiriliyor. Sonra
Trabzonda misyonerlik yapan bir papaz öldürülerek dikkatler başka yöne
kaydırılıyor. İç ve dış medya anlaşmış gibi bu olaya geniş yer veriyor. Yer
yerinden oynuyor. İtalya'da büyük törenler yapılıyor. Papazın aziz ilan
edileceği söyleniyor. Böylece dinler arasında çatışma noktaları oluşturarak
ABD'nin medeniyetler çatışması tezine destek veriliyor.
Türkiye'nin laikçi çevreleri de, Batı'nın,
İslam'ı Türkiye'nin hayatından tümüyle tasfiye etme işini kendilerine havale
ettiğini kavrayamayacak kadar zihinsel sığlık ve ufuksuz duruşlarıyla Batı'ya
gönüllü taşeronluk yapıyorlar. 28 Şubat ve sonrasında, laikliği koruma adına uygulamaya
konulan bütün icraatlar, aynen devam ediyor. Başörtülüler halâ üniversitelere
giremiyor, 8 yıllık eğitim hiçbir değişiklik olmadan aynen sürüyor, ilköğretimi
bitirmeden Kur'an kurslarına gitmek yasak. İlköğretimin beşinci sınıfından sonra
çocuklar yaz kurslarına veya hafta sonu kurslarına gidebiliyordu. Ancak Danıştay,
bunun da anayasanın laiklik ilkesine aykırı olduğu iddiasıyla kanunun iptali
için Anayasa Mahkemesi'ne başvurdu. İmam Hatipler de dahil hâlâ bütün meslek
okullarının önünde katsayı engeli mevcut. Danıştay, meslek liselerinde okuyan
ve mezun olanların açıköğretim liselerine geçmesine imkan sağlayan Milli Eğitim
Bakanlığı yönetmeliğinin yürütmesini durdurdu. Din eğitimini irtica ile özdeşleştirdiklerinden dolayı, gençliğin
dinden uzaklaşması için ellerinden ne geliyorsa yapmaya devam ediyorlar.
YASAĞIN SINIRLARINI
GENİŞLETİYORLAR
28 Şubat'ın sıcak günlerinde başörtüsü yasağında
Türkiye'yi Tunus'a benzetmeye çalışacaklarını belirtmiştik. Şimdi Danıştay,
okul dışında başını örten bir öğretmenin yönetici olmasını engelleyen
bir karar verdi. Bayrak Garnizonu sahası içinde bulunan anaokulunda göreve giden
bir bayan öğretmenin kimliğinde başörtülü fotoğraf görülmesi üzerine garnizon
tarafından inceleme başlatılıyor. İki gün sonra başı açık fotoğraf yapıştırdığı
öğretmen kimliği ile gelmesine rağmen garnizon sahasına alınmıyor. Çünkü
dediklerine göre, "komutan acayip çok kızmış"mış.
Başörtüsü yasağını önce Çankaya'ya, oradan da sokağa yayma girişimleri ile sınırlarını her gün genişletiyorlar. Önce
"kamusal alan" dediler,
şimdi bunu "sokaksal alanı"
eklediler. Bir müddet sonra bu "evsel
alan" olacak. Yandaki komşu "çocuğum olumsuz etkileniyor"
diye başörtülü komşusundan şikayetçi olacak. Hiçbir
yasal dayanağı olmayan yıllardır devam eden başörtüsü yasağının dozunun her
geçen gün biraz daha artığını görüyoruz.. Başörtülüleri üniversite alanlarından
kovduk şimdi sokağa bunu yayabiliriz diye düşünüyorlar. Kamunun
hassasiyetlerini dikkate almayan, ülkenin
değerlerine yabancı bu kişiler, "yasaklayarak ortadan kaldırma" yöntemiyle sorunu çözdüklerini
zan ediyorlar.
İş, eğitim ve öğrenimlerinden mahrum bırakılan
kadınlar, maruz kaldıkları bu zulüm yetmiyormuş gibi, bir de hukukçu kılıklı
YÖK Başkanının kadınlık onurunu zedeleyici, hakaret içerikli ve kışkırtıcı bir
tavırla sarfettiği "Çocuk, kadınlığından utanarak türban takan
öğretmenini görüp, acaba annem ayıp mı yapıyor, diye sormaya başlar"
herzesini yumurtluyor. Bugün eğitim gören 16 milyon çocuğun en az 11-12
milyonunun annesi başörtülüdür. Başını örten 20 milyonu aşkın genç kız
ve kadın için bu değerlendirmeyi yapanlar asıl
utanması gerekenlerdir. Sen Kurul Başkanı olunca Türkiye'de babanın çiftliği
oluyor öyle mi? "Öğretmen okulda başı açık, pazara çıkınca
türbanlı olamaz"mış. Emriniz olur beyefendi.
YÖK ve üniversiteler hukuka, özgürlüklere, herkese kafa
tutuyor. Kimseden pervaları yok. Hükümet de bugüne kadar attığı geri adımlarla
bunlara zafer sarhoşluğu yaşatıyor. Devletçi iklim zemininde oluşturulan
Türkiye'nin bugünkü siyasi ve idari yapısı, kamu imkanlarının, gücü elinde
bulunduranların daha da güçlenmesi yolunda kullanılmasıyla, "emir-komuta ilişkisi" içinde
işleyen bir kışla sistemini andırmaktadır.
Cumhurbaşkanı, sivil ve askeri bürokratlar sürekli insanların nasıl
yaşayacağı ile ilgili beyanatlar veriyorlar.
Ülke insanı ilokukuldan itibaren
bürokratların buyruklarını duymaya başlıyor. Türkiye'de özgürlüklerin önündeki
en büyük engel yargı ve askeri bürokrasidir. Diğer unsurlar uygulamalarındaki
cüret ve cesareti buralardan almaktadırlar.
BU SEFER DE YARGI DARBESİ Mİ?
Artık yargı her şeye müdahale etmeye başlamıştır. Güya Türkiye'de kuvvetler ayrılığı prensibi vardır. Meclis kanun çıkarıyor, Anayasa Mahkemesi iptal ediyor. Hükümet Kararname çıkarıyor, Cumhurbaşkanı imzalamıyor. Yürütme yönetmelik çıkarıyor, Danıştay iptal ediyor. O zaman bu ülkede niçin seçim yapılıyor? Niçin Meclis açılıyor, niçin hükümetler kuruluyor? Ülkeyi bir avuç atanmışa teslim edelim, memleketi kendi doğmalarıyla idare edip gitsinler. İdeolojik saplantılarla hareket eden bazı hakimler gereksiz tartışmalara sebep olarak, ülkenin enerjini boşa harcamaya devam ediyorlar. Hiç hakları olmadığı halde hem halkın nasıl giyineceğine, nasıl düşüneceğine karar veriyorlar, hem de yargı kararlarının tartışıldığından şikayet ediyorlar. Böyle tartışılacak kararlar alırsanız, elbette halk da bunu tartışır. 28 Şubat'ın etkin bir generali "iki savcıyla işi bitirdik" demişti. 28 Şubat sürecinde yargı mensuplarının brifinglere katılarak postmodern darbeyi desteklemesi uzun süre tartışılmıştı.
TARTIŞMALI KARARLAR
YARGIYA GÜVENİ SARSIYOR.
Yargı tartışma konusu olmaktan çıkarılmalıdır
Çok sayıda kanun, CHP ve Cumhurbaşkanı’nın müracaatları üzerine Anayasa Mahkemesi’nce iptal ediliyor. Anayasa Mahkemesi, Danıştay, Yargıtay ve yerel mahkemelerde düşünce ve inanç özgürlüğüyle ilgili davalarda değerlendirmeler katı laiklik yorumuna göre yapıldığı için yaşam ve ifade hürriyetini zora sokan uygulamalar yaşanıyor.
Eski Anayasa Mahkemesi Başkanı Mustafa Bumin, emekliye ayrılmadan önce yaptığı konuşmada, "başörtüsü yasağını kaldırmak amacıyla çıkarılacak tüm yasal düzenlemelerin Anayasa’ya ve laiklik ilkesine aykırı olacağını" öne sürerek yargının tutumunu peşinen deklare etmişti. Yargıtay Başkanı Osman Şirin de Meclis'te 312. maddeyle ilgili değişikliklerin görüşülmesi sırasında, bu maddeyle ilgili davalarda kanun metninin yüzde 5, Yargıtay’ın yorumunun ise yüzde 95 oranında etkili olduğunu söylemişti. Yargının en üst düzey yetkililerinden bu ifadeleri bazı davalarda hukuktan çok başka hassasiyetlerin devreye girdiğini gösteriyor.
Yargı, kendisini devletin yerine koymakta, devlete karşı bireyi değil, devleti, bireye karşı korumaya çalışmaktadır. Halbuki özgürlükçü sistemlerde yargı, öncelikle bireyin haklarını korur. Asla kendini devletin hukukunu koruyan konumda göremez. Mevzilerini korumak isteyenler, yüksek yargıyı kullanarak ideolojik bir taarruz gerçekleştiriyorlar. Mahkemelerin kararları ile ilgili tartışmalara bakıldığında, yargının hukukun değil, bir azınlığın tercihlerini topluma dayatan totaliter bir ideolojinin baskı aracı haline getirildiği kanaati hakim. Yargının kamu vicdanında kabul görmeyen hukuka aykırı yorumları, siyasi ve ideolojik yaklaşımlarla aldığı kararlar yargıya olan güveni zedeliyor. Nitekim anketlerde yargı kurumlarının sürekli olarak geriye gitmesi de bu yıpranmanın açık bir göstergesidir.
Danıştay’ın başörtüsünü sokakta
da yasaklayan hukuka aykırı kararı özel hayata müdahaledir, keyfi uygulamalara
yol açacaktır. Bir öğretmenin okuldan çıktıktan sonra başörtüsü takmasına
kimsenin engel olamayacağını bilmeleri gerekir. İnsanların tercih hakkını elinden alıp
çizgiyi bu kadar aşarsanız artık orada totaliter bir zihniyet söz konusudur. Karar,
inancından dolayı sokakta başını kapatmak isteyenlerin haklarını ihlal etmek
anlamına geliyor. Kararların uygulanma kabiliyeti yoktur. Özel hayatlara bu
kadar müdahale edilirse başkaları da diğerlerinin özel hayatlarına karışır.
Ülkenin selameti için buna izin
verilmemelidir.
Kurumların başına çöreklenen kişilerin kişisel
düşünce ve tercihleri egemen ideolojinin isteğine dönüşmemelidir. YÖK Başkanı'nın
"Kürsüde aç, pazarda tak kabul edilemez." açıklamaları da
son derece yersizdir. Danıştay’ın tartışmaya sebep olan kararları insan onurunu
kırıcı, incitici özellik taşıyor. Kamu iktidarını elinde tutan yetkililer,
sahip oldukları yetkileri akıllarına estiği gibi kullanamazlar.
Yargı kararları ile yasak oluşturulamaz. Temel haklar alanında yapılan her düzenlemenin kanun ile yapılması zorunludur. Mevzuatta hüküm bulunmadığından, Danıştayın, "başörtüsü yasağı" için dayanak yaptığı kararlar herhangi bir kanuna dayanmamakta, hukuki bir metinden ziyade, kişisel ve hayali yorumlar, ideolojik saplantılar içermektedir.
AİHM VE AVRUPA'NIN ADALETİ
Öte yandan AİHM, başörtüsü yasağı ile ilgili olarak İstanbul’daki bazı İmam Hatip okullarında okuyan öğrenci ve velilerin başvuruları ile, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde öğretim üyeliği yapan Sevgi Kurtulmuş’un talebini reddetti. Mahkeme, Leyla Şahin davasındaki kararın bir emsal olduğu yorumuyla, red kararını o davadadaki hükümlere dayandırdı ve Türkiye’de laikliğin özel önemine(!) vurgu yaptı. Mahkemenin, bundan böyle benzer konudaki başvuruların davalaşmasına izin vermeyeceği belirtiliyor.
Bu mahkemenin Müslümanlar lehine dini bir konuda aldığı lehte bir karar yok gibi. İlerleme Raporlarındaki dinle ilgili bölümlerde Müslümanların sorunlarıyla ilgili bir tek satır olmadığını da biliyoruz. AB yoluyla dini özgürlüklerimizi alacağız hayali bir kez daha hüsranla bitti. Avrupa'nın genlerinde bulunan ırkçılık ve İslam fobisi inşallah şimdi daha iyi anlaşılmıştır. AKP'nin ve bazı Müslümanların AB'yi tüm sorunlarımızın tek çözüm adresi olarak görmesi hazin bir trajedi idi. Bu kararlardan ve özellikle karikatür krizinden sonra, akıllarını başlarına alıp kendi değerleri temelinde bir dünya inşa etmek için çalışacaklarını ümit ediyoruz.
DESPOTLARA SÖYLEYECEK SÖZÜMÜZ VAR!
Devam edin beyler, iyi yapıyorsunuz. Böyle davrandıkça siz kaybediyorsunuz. Çünkü millete karşı, onun değerlerine karşı savaşılmaz. Sayenizde Müslümanlar bilinçleniyor. Koyun sürüsü gibi güdeceğinizi sandığınız Müslümanlar sizi, ilkel takıntılarınızı, müesses nizamın ideolojisini, topluma yönelik çürütme ve yozlaştırma faaliyetlerinizi yakından görüyor, sizleri yakından tanıyor. 28 Şubat'da bu millete etmediğinizi bırakmadınız, sonuçta hiç istemediğniz adamlar ezici bir çoğunlukla iktidara geldi. İslam coğrafyasına bir bakınız. Nerde baskı ve zulüm varsa orada İslami hassasiyetleri önceleyen partiler ve guruplar ön plana çıkıyor, kendilerine halkın teveccühü artıyor.
İşte HAMAS, İşte Mısır'da Müslüman Kardeşler. Cezayir'de FIS'ın gelişini kanla bastırmışlardı ama artık o metod da fayda etmiyor. Birer birer düşüyor kaleleri. HAMAS'ın seçim zaferi hepsini kara kara düşündürüyor. "Nerden çıktı bunlar?" diyorlar. Halid Meşal'in Türkiye'ye gelişinden nasıl da telaşlandılar. ABD ve İsrail bile bu kadar yaygara koparmadı. Kuruluşundan bu yana büyük katliamlara imza atmış çocuk katili İsrail, Konya semalarında uçuş talimi yaparken sesi çıkmayan "İsrail lobisi"nin kalemşörleri Prof Ahmet Davutoğlu'nu hedef göstermeye başladılar. HAMAS ile PKK'yı birbirine karıştıran İsrail'e, yalakalık yapan üç-beş yazar çizer nasıl kıyamet koparıyor. Türtkiye'nin bölgede inisiyatif almasından çok İsrail'i düşünen, ABD ve İsrail tetikçiliği yapan kiralık kalemlere yazıklar olsun.