1 Nisan 2006 Cumartesi

İÇ KARARTAN BİR MANZARA VAR

(Umran Dergisi)


Van Cumhuriyet Savcısı Ferhat Sarıkaya’nın hazırladığı Şemdinli olaylarıyla ilgili iddianame  geçen ay gündemi altüst etti. Genelkurmay Karargáhı’nda acil gündemle toplanan komutanlar, Orgeneral Büyükanıt hakkındaki iddiaları ele alıyor ve sonucunda komutanlar, "Bu hukuki değil, siyasi bir saldırıdır. Buna asker değil hükümet cevap vermelidir" görüşünde birleşiyor. Aynı gün akşam Başbakan Erdoğan’la bir araya gelen Genelkurmay Başkanı Org. Hilmi Özkök, Şemdinli iddianamesiyle TSK'ni yıpratma girişimlerinin zirveye ulaştığını söylüyor.

Sauna çetesinin içinden eski bir Emniyet Genel Müdür Yardımcısı ve Özel Kuvvetlerde görevli bir Yüzbaşı çıkıyor. Yine çetecilerle aynı fotoğraf karesinde görülen, bir zamanlar irtica operasyonları ile ortalığı kasıp kavuran, yaman savcı,  bu emniyet görevlisi için, "iyi çocuktur" diyor. Benzer ifadeyi Org. Büyükanıt Şemdinli sanığı astsubay için kullanıyor. “eskiden tanırım, iyi bir askerdir gibi ifadelerle koruma altına almış hissi veriyor.. Bu olayın tüm failleri Jandarma Genel Komutanlığı’na mensup iken KKK’nın alelacele konuşması dikkat çekiyor.  Türk askerinin başına çuval geçirilirken uzun süre sus pus olanların Şemdinli olayında hemen sıcağı sıcağına konuşmaları ilginç karşılanıyor.

Diğer taraftan, emekli Deniz Kuvvetleri Komutanı bir oramiral yolsuzluktan mahkum oluyor ve askerlikle ilişkisi kesiliyor. TSK tarihinde ilk defa, henüz görevi başındaki bir korgeneral hakkında, "görevini kötüye kullanmak" suçundan dava açılıyor. Bursa Jandarma Alay Komutanı bir albay, "Çağrı" isimli çete operasyonunda, otopark mafyasına yardım ve yataklık ettiği iddiasıyla tutuklanıyor. Milyarlarca dolarlık akaryakıt kaçakçılığı ile ilgili yakalanan 66 kişiden aralarında emniyet amiri ve komiserlerin de bulunduğu 23 kişisi polis çıkıyor.

Peki ülkenin ve halkın yedeği var mı?

Kimsenin ülkeyi düşündüğü yok. Her kesim kendi siyasi beklentilerini gerçekleştirmek, kendi cebini doldurmak, sahip olduğu güç ve imkanları elden bırakmamak için tehlikeli senaryolar sahneye koymaktan çekinmiyor.

Ülkemizde, başbakan, bakanlar idam edildi cumhurbaşkanı hapis yattı. Şu anda yüce divanda yargılanan eski başbakan ve bakanlar var. Suçu olmayan çıkar  yiğitçe yargı önünde kendini savunur ve aklanır. Aynı savcılık Vali ve Kaymakam için de soruşturma açılmasını istedi ama İçişleri Bakanı soruşturma izini vermedi. Söz konusu kişi asker veya rektör olunca neden  darbe çığırtkanlığı yapılıyor? Ayrıca niçin bir askeri bürokrat hakkındaki iddianame TSK'ya saldırı olarak algılanıp mesele saptırılıyor.  Türk ordusu eşittir Büyükanıt mıdır? Ayrıca bu ülkede birilerinin dokunulmazlığı mı var?  Hukuk karşısında herkes eşit olmalıdır. Sivil veya bürokrat her meslekten insan için yargı yolu açık olmalıdır. Söz konusu bir asker olunca niye kıyamet kopuyor, konu başka yerlere çekiliyor. Bu kadar gürültüyü anlamak mümkün değil.

Genelkurmayın açıklaması iddianame hazırlayanları açık bir şekilde tehdit etmektedir. Bu kadar ağır bir üslupla saldırıdan sonra, bundan böyle bir savcının çıkıp, herhangi bir generale suç duyurusunda bulunması zor olacaktır. Genelkurmay, Org. Büyükanıt hakkında soruşturmaya izin vermeyerek bir anlamda Şemdinli dosyasının kapatılmasını istemiş oluyor. Üstüne üstlük bir de savcıyı "kasıtlı olmak", “siyasi iddianame hazırlamak", “etki ve telkin altında kalmak"la suçluyor. İddianamede  yüksek rütbeli komutan adının  suçlamalara   dahil edilmesini, "hukukun etik kurallarının dışına çıkmak" şeklinde yorumlayan açıklama savcıyı  ahlak dışı davranmakla suçlamaktadır. Savcının iddianamesi ne kadar siyasi ise Genelkurmay'ın cevabı da hukuki bir metinden ziyade yargıya verilmiş siyasi bir muhtırayı andırmaktadır.

28 Şubat sürecinde otobüsler dolusu yargı mensubunun askerin verdiği brifinglere koşarak gittiği günler daha unutulmadı. O zaman yargıyı  kim siyasallaştırıyordu?. Zamanında şahitsiz, ispatsız hukuk dışı "andıç"lar çıkartan, bunlarla insanları işinden  edenlere karşı bir tavır göstermeyen Genelkurmay, bu açıklaması ile  yargı bağımsızlığını ciddi bir şekilde tehdit etmekte, savcıyı suçlamaktadır. Bu ülkede ağzı olan konuşacak, durumdan vazife çıkartacak, ama dokunulmazlık üniforması altında hesap sorulmayacak öyle mi? Bu sayede  sistemdeki çarpıklıklar da böylece ortaya dökülmüş oluyor. Tüm diğer vatandaşlar gibi Sayın Büyükanıt da, suçlamalar karşısında yargılanma, aklanma, temize çıkma imkanına sahiptir.. Böylesi bir tutumun, Silahlı Kuvvetler'in yıpratılmasına değil, tam tersine ülkemizde zedelenen adalet fikrinin güçlenmesine hizmet edeceğini düşünüyoruz. Üstelik  Büyükanıt'ın, “yargılanmaktan ve kendini bizzat savunmaktan onur duyacağını” söylediği de malumlarınızdır.

Bu ülkeye seven herkes dürüst olmalı, hak hukuk çiğnemeden, adalet mekanizmasını yıpratan açıklamalar yapmak yerine gerçeklerin ortaya çıkmasına yardımcı olmalıdır. Savcılığın iddiaları askerin değerini düşürmez.  Askerin bu olayı şanına yakışır olgunlukla karşılaması ve adalet önünde alnının ak olduğunu ortaya koyması kendisine olan güvenin artamasına vesile olacaktı. Böylece bu millet, askerin bazı mihrakların ve politik hırs sahiplerinin tetikçisi olmadığını, bu milletin ve vatanın bekçisi olduğunu anlayıp takdir edecektir.

CHP, hem sol, hem statükocu

Dikkat edilirse, CHP'de sadece  Hakkari Milletvekili Esat Canan Şemdinli konusunun üzerine gidilmesini ve Büyükanıt hakkındaki iddianın araştırılmasını istiyor. Baykal ve diğerleri, ne Şemdinli olayıyla ne de Sauna çetesiyle çok ilgili değiller. Bu gibi illegal yapılanmaları görmezden geliyorlar. Karıştırılarsa sanki bir ucu kendilerine dokunacakmış gibi bir hava var.

Emekli Org. Kemal Yamak, Özel Harp Dairesi'nin CHP içinde de örgütlendiğini açıklamıştı. CHP'nin bu konuyu tartışması gerekirken, bir anda mal varlığı  polemiklerine girdi ve konu Baykal tarafından o hale getirildi ki kontrgerilla tartışmaları unutuldu gitti. Devlet içindeki illegal yapılanmayı tartışmak yerine, güya orduyu korumak adına savcı ve hükümete karşı kampanya yürüttü.  Şemdinli iddianamesinin "orduya darbe" olduğunu  söyleyen CHP lideri,  hedef saptırarak, Türkiye'nin geçmişiyle hesaplaşmasına engel olmuştur. Ordu'nun   siyasete müdahalesine hiç temas etmeyen CHP,  Baykal'ın  "siyaset orduya müdahale etmeyecek" sözüyle güya orduya sahip çıkmış görünüyor.

Baykal, "Ordu, 28 Şubat sürecinde sivil kamuoyunun oluşmasına katkı sağlamış önemli bir baskı gurubudur" diyerek açıkça darbe şakşakçılğı yapmaktadır. Cumhurbaşkanlığı seçimi konusunda hükümetin gerekli duyarlılığı göstermemesi durumunda, "tarihte pek çok örneğini gördüğümüz olumsuz sürecin Türkiye'de işlemeye başlayacağını" söyleyen Baykal, alenen, Cumhurbaşkanını bu Meclis'in seçmesi durumunda ordunun darbe yapacağı mesajını veriyor. Her nedense, İmam-Hatip, Kur'an Kursu, Başörtüsü ile ilgili konularda her vesile ile beyanatlar savurup, buyruklar verenlerden ise hiçbir ses çıkmıyor.

Dünyada sol, statükoya müdahale edip alternatif üretmek demektir. CHP ise bugüne kadar hiçbir proje üretememiş, daima statükoya arka çıkmıştır. YÖK gibi darbe ürünü kurumlara sahip çıkan tavrıyla hem statükoyu koruyor hem de solcuyum diyor.

MEB'in yerine YÖK'ü mü koyalım?

Tam bir derebeylik olan YÖK, Milli Eğitim Bakanlığı'nın öğretmen yetiştirmeye yönelik plan ve programların hazırlanması ile öğretmen yetiştirme yetkisinin kendine ait olduğunu iddia ediyor. MEB tarafından yapılmak istenen pedagojik formasyon eğitimine yönelik uygulamanın hukuki dayanağı olmadığını ve yargıya başvuracağını bildiriyor.

Başbakanlık Müsteşarı Ömer Dinçer'in itirazını kararın üzerinden 5 genel kurul geçmesine rağmen görüşmüyor. Böylece zaman aşımı taktiği ile dava açma süresini geçirtmek istiyor. Hem ceza veriyor, hem de çirkin taktiklerle mağdurun hakkını aramasını önlüyor.

Meslek liselilerin Açık Öğretim Liselerine müracaatlarının geçersiz olduğuna dair gazetelere korsan ilanlar veriyor. Üyeler tarafından imzalanmış  bir kurul kararı olmadan alel acele gazetelere ilan vererek insanların aklını karıştırıyor. Geleceğe ümitle bakması gereken gençliğin geleceğini karartıyor. YÖK'ün ideolojik saplantıları artık ülkeye zarar veriyor.  

Gerilim kimin işine yarıyor?

Başörtüsüne aşırı tepki verenler Türkiye'yi gerilim içinde tutmak için bu konuyu planlı bir şekilde kaşıyorlar. Bu tartışmadan  çıkarı olanlar konuyu sürekli sıcak tutmaya çalışıyorlar. İşi rejim tartışmasına kadar götürüp, rejimin tehlikede olduğunu propoganda ediyorlar.

Merkez Bankası Başkanvekili Erdem Başçı'ya yapılanlar gerçekten utanç verici. Başcı'nın eşinin başının örtülü olması Türkiye'nin bir numaralı gündemi oldu. Hükümeti hırpalamak için bunu yapanlar aslında ülkeyi hırpalıyorlar. Niçin bu ülkede Serdengeçti'nin hanımının başının açık olduğu tartışılmaz? Her konuya başörtüsünü dolayarak Müslümanları aşağılamaya, toplumdan dışlamaya çalışıyorlar. Müslümanların özgüvenlerini yitirmelerini istiyorlar. Zulümde bu kadar ileri gidenler zannediyorlar ki hücum ettikçe karşı taraf gerileyecektir. Hayır, bu zulmü Müslümanlar hiçbir zaman kabullenmeyecek ve mücadeleye devam edecektir. Bugün elinizdeki fiziksel güce dayanarak kısmi sonuçlar almış olabilirsiniz ama zihinsel olarak yenilmeyeceğine inanmış bir topluluk var karşınızda. Başörtüsü üzerinden Müslümanlara karşı verdiğiniz aşırı ideolojik tepkiler geri tepecek, psikolojik savaş aracı olarak kullandığınız bu  sembol, bumerang etkisiyle bir gün size dönecektir.

Özel hayatın sınırları bu kadar zorlanabilir mi? İnsanların yedi sülalesini araştırıyorlar. Van Savcısını ta köyüne kadar gittiler. Hanımının başının açık olduğundan, okey oynadığından tutun, neredeyse ne zaman hapşırıp öksürdüğünü yazdılar. İnsanların üzerine leş kargaları gibi üşüşüyor, özel hayatını didik didik ediyorlar. Genelkurmay Başkanı'na, "Efendim daha sert bir açıklama bekliyorduk" diyerek darbe çığırtkanlığı yapıyorlar. Anayasa neden darbe propagandası yapan gazetecilere işletilmiyor?  Bazı gazeteler ve gazeteciler açıkça darbe propagandası yapıyor. Bu insanlardan neden hesap sorulmuyor?

Türkiye'yi medya derebeyliği mi idare edecek? Medyanın adam kayırma veya harcama politikalarına, Köşkü yönlendirme manevralarına göre mi Türkiye idare edilecek? Devletin ve milletin kurumları arasına nifak tohumu saçmak vatan hainliğine  eşdeğer bir suçtur.

BOP’un  içinde ABD'nin dümen suyunda

Bir taraftan Derviş'in salvoları ekonomiyi kısmen dalgalandırırken  , diğer taraftan Bush Yönetimine yakınlığı ile bilinen ABD'deki Güvenlik Politikası Merkezi (Center for Security Policy) Başkan Yardımcısı, Pentagon ve CIA danışmanı Alex Alexiev, Erdoğan hükümetinin yönetimindeki Türkiye'de kaygı verici "hızlı bir İslamlaştırma" eğiliminin bulunduğunu, Türkiye'yi İslamlaştırmak için ciddi bir çaba olduğunu öne süren açıklamalar yapıyor. "İslamcı Radikalizm ve Uluslararası Terörizm" programının da başında bulunan. Alexiev,   Türkiye'de laikliğin ciddi bir biçimde tehdit edildiğini öne sürerek, "Mustafa Kemal tarafından kurulan Türk toplumunun laik geleneklerine karşı Erdoğan rejiminden topyekün bir saldırı var" iddiasında bulunuyor ve eğitim, yargı sistemi, finansal kurumlar, kültür ve özellikle silahlı kuvvetler olsun, hemen hemen toplumun tüm alanlarında Türk laikliğinin halen ciddi bir biçimde tehdit edildiğini ve “eğer Türkiye, İslamcılığa yenilirse ABD'nin ulusal güvenliğinin ciddi bir sorun ile karşı karşıya kalacağını” söylüyor. 

Bu gelişmeler olurken bir de bakıyorsunuz Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, BOP'un içinde olduklarını, BOP projesinde ABD ile birlikte hareket ettiklerini, amaçlarının da İslâm dünyasına özgürlük ve demokrasi getirmek olduğunu söylüyor. Hızını alamayan Gül, "özgürlük ve demokrasi olmasaydı, biz de iktidara gelemezdik" diyor.

İktidar olmayı, belediyelerde sürekli kaldırım taşlarını değiştirmek, alt üst geçit yapmak, ekonomiyi IMF’e, sosyal ve siyasal politikaları AB'ye, dış politikayı ABD'ye ciro etmek zanneden muhteremler, dayandıkları kitlenin hangi taleplerini yerine getirdiklerine bir bakmalıdırlar. İktidar olmayı makam koltuklarına oturmak, makam arabalarına binmek, yandaşlara ihale dağıtmak zannedenler, öncelikle YÖK karşısında nasıl madara olduklarını, laikçi düzenbazların karşısında sürekli gerileyerek Müslümanları ne kadar rencide ettiklerini  düşünmelidirler.

ABD'nin getirdiği özgürlük(!) ve demokrasiyi(!) Irak'ta görüyoruz. Felluce'de yaptıkları katliamları, camiye sığınmış yaralı insanı nasıl katlettiklerini, pis postallarıyla mabetleri nasıl kirlettiklerini, aşağılık işkence ve tecavüzlerini gördük. En son Hadise kasabasında çoğu kadın ve çocuk olan  sivillere yaptıkları katliam basına yansıdı. Şimdi de direnişin kalelerinden biri olan Samarra'ya saldırıyorlar. Yakında oradan da Felluce'ye benzer görüntüler servis edeceklerinden korkarız.  ABD'nin bölgedeki gayri meşru çocuğu, terör devleti İsrail, dayısından aldığı cesaretle kudurmuşçasına saldırıyor. Filistin’deki Eriha cezaevinde tutuklu bulunan Filistinli liderleri kaçırmak için düzenlediği baskında çok sayıda Filistinliyi  katlediyor. Bu da  yetmiyormuş gibi esir aldığı Filistinlileri  çırılçıplak soyarak  aşağılayarak sokaklarda teşhir ediyor. Yol kesip arabadan indirdiklerini kameraların önünde donlarına kadar soyarak yerlere yatırıyor ve görüntülerini dünyaya servis ediyor. 

Muhafazakârlık araştırması

Boğaziçi Üniversitesi’nden Doç. Dr. Hakan Yılmaz’ın muhafazakarlık kavramı ve bunun Türk toplumundaki yerini anlamak amacıyla yaptığı araştırma,  dünyada esen muhafazakarlık rüzgârının Türkiye'de de estiğini gösteriyor. Muhafaza edilmesi gereken kurumlar ise önem sırasına göre aile, din, devlet ve millet şeklinde sıralanıyor. Elde edilen sonuçlar araştırmaya özel bir ilgi uyandırıyor. Toplumun %93'ü başörtüsünden rahatsızlık duymuyor. "Başını örtmeyen Müslüman sayılmaz" düşüncesine vatandaşın %80'i katılmıyor. Araştırmada “aile”nin en “çok korunması gereken kurum” olarak öne çıkması,  aile değerlerinin çözülmesi ve tehdit edilmesi karşısında, değerlerin korunmasına yönelik reflekslerin  harekete geçtiğini gösteriyor.

Ancak her ne hikmetse, başta Milliyet olmak üzere bazı gazeteler , bu anketten Türk toplumunun hoşgörüsüzlüğe doğru gittiğine dair sonuçların çıktığını manşetlere taşıdılar. Sanırsınız ki,  hoş görmedikleri insanları yok etmek üzere diğerleri seferber olmuş durumda. Sonuçları şaşı okuyanlar “halkın % 19’u tek başına bir evde yaşayan kadınlardan rahatsız oluyor”u öne çıkararak, “% 80’i bundan rahatsız olmuyor”u göz ardı ettiler.

Türkiye’de bir hoşgörüsüzlük sorunu gerçekten de vardır, ama bu tek taraflı işlemektedir. Müslümanlara karşı fiili ve sistematik bir saldırı orta yerde dururken,  eşcinsellere, kulağı küpeli erkeklere iyi gözle bakılmıyor diye “insancıllık oynamak” pişkin bir ikiyüzlülüktür. Sistematik bir saldırı kapsamında fiili müdahale ile başörtülüleri en temel haklarından yoksun bırakan, insanlara hayat tarzı dayatanlar  kendisine "çağdaş" veya "modern" payesi veren bu küçük azınlıktır. Başı açık olmaktan dolayı Türkiye'de haklarından mahrum edilen kimse var mıdır?

Türkiye'nin yeniden inşası gereklidir

Ordu, yargı ve siyaset kim olursa olsun, bu ülkede herkes yerini ve haddini bilmek ve gereğince davranmak zorundadır. Dünyaya müesses nizamın ideolojisi ile bakanlar, ilkel doğmalarıyla Türkiye'ye nizamat vermek isteyenler, kendi siyasal görüşlerini hukuka karıştıranlar, kendilerine hukukun üstünde dokunulmaz statüler biçen güç odakları, ülkenin geleceği için bir tehdit oluşturmaktadırlar. Köklü bir değişimin sancılarını yaşayan Türkiye'nin yeniden özgür ve onurlu bir gelecek inşa etmesi gerekiyor.

 

DOHA SALDIRISI BİR DÖNÜM NOKTASI KAOTİK BİR KIRILMA VE DİPLOMASİNİN ÇÖKÜŞÜ

  Metin Alpaslan   – Umran Dergisi/Ekim 2025-374. Sayı Terör ve işgal devleti İsrail’in 9 Eylül’de uluslararası hukuku ihlal ederek, Doha’da...