(Umran Dergisi)
TÜRKİYE'DE BÜYÜK BİR OYUN OYNANMAK İSTENMEKTEDİR
Danıştay'a
yapılan saldırı, bazı çevreler tarafından tıpkı 28 Şubat sürecinde olduğu gibi
istismar edilmeye başlandı. Saldırıda hayatını kaybeden M.Yücel Özbilgin'in
cenazesi, CHP'liler tarafından laik-demokratik Cumhuriyete bir saldırı olarak
lanse edilerek, 'Mollalar İran’a', Türkiye Laiktir Laik kalacak', 'Hükümet
istifa' sloganlarıyla bambaşka bir mecraya çekilmeye çalışıldı.
Saldırganın
ideolojik kimliği açıklanmasına ve saldırının asıl maksadının belli olmasına rağmen, CHP ve bazı çevrelerin
olayı istismara çalışması Çankaya hesaplarında kartların erken açıldığını
göstermektedir. Kemal Anadol ve Kenan Evren saldırının Cumhuriyete karşı bir ‘Kubilay
olayı’ olduğunu söylüyorlar. Ertuğrul Özkök, "Bu, Türkiye
Cumhuriyeti’nin 11 Eylül'üdür" diyor. Sağduyu ve itidal
tavsiye etmek yerine karanlık odaklarca tezgahlanan siyasi cinayetleri dindar
kesimler işlemiş gibi göstererek
toplumsal histeriyi kışkırtmak için kullanıyorlar. Cinayet ve kan
üzerinden siyasi çıkar sağlamaya çalışan çevrelerin bu provokasyonu, Türkiye'de
ekonomik ve siyasi kriz yaratarak, ülkeyi istikrarsızlaştırmak isteyen dış
güçlerin isteği ile örtüşmektedir. Türkiye’nin
dip akıntıları, ülke menfaatlerini bir yana bırakarak ideolojik takıntılarıyla
mide bulandırıcı taktikler uygulamaktan çekinmiyorlar.
Bilindiği
gibi, 28 Şubat öncesinde de Uğur
Mumcu’nun öldürülmesi gibi karanlık siyasi cinayetlerin cenaze törenleri ve
sonra Susurluk olayına karşı başlatılan 'Bir dakika karanlık' eylemi,
bir anda yön değiştirmiş ve Susurluk
çetesi unutularak bir takım güçler zamanın hükümetine karşı eylemlere
girişmişti. Şimdi de Uğur Mumcu olayının farklı bir versiyonu sahneye
konulmaktadır.
TERÖR STATÜKOCULARIN ÜRÜNÜDÜR
Sistemin klasikleşmiş iki sendromu ‘şeriat’ ve ‘bölücülük’ yeniden birlikte sahneye konuldu. 12 Eylül ve 28 Şubat benzeri PKK ve irtica ajitasyonları ile oluşturdukları militarist hava ile inisiyatifi ellerinde tutan gerilim tacirleri, sahip oldukları imkanları ellerinden kaçırmamak için yine iş başındalar. Ülkeyi düşünmekten çok kendi iktidar ve statükolarını düşünenler, olağandışı yöntemlerle toplumsal gerilimlerin artmasını istiyorlar. Bu amaçla, müdahaleyi haklı çıkartacak bir kaos ve kan gölü ortamı oluşturmak için 12 Eylül ve 28 Şubat manüplasyonlarına benzer olayları tahrik ediyorlar.
Hakkari’de, çocukları taşıyan servise yönelik iğrenç saldırının Şemdinli davasının bir gün öncesine denk gelmesi manidardır. Bu provokatif saldırıyı gerçekleştirenlerin amacının, sanıkların elini rahatlatmak, kardeş kavgasını körüklemek ve cuntacılara harekât sahası kazandırmak olduğu gayet açıktır.
Eylem öncesi, görgü tanıklarının jandarmaya
verdiği bilgi ve eşkallere göre, yöre insanına benzemeyen biri gözlüklü, diğeri
sakallı iki kişinin bomba tertibatını parkeli yola döşedikleri, daha sonra olay
mahalline hakim bir tepeden çocuk servisinin geçiş güzergahını izledikleri,
servis otobüsünün geçişi sırasında bombayı patlatmayıp, arkadaki koruma aracı
geçişini tamamlayınca patlattıkları ve böylece sadece yaralamalı bir eylem gerçekleştirdikleri öğrenilmiştir.
Psikolojik harbin gereği olarak, servisteki yöre halkı çocuklarının “asker
çocukları” diye basına servis edilmesi de dikkat çeken bir başka
ayrıntıdır. Hakkari’de çocuklara yönelik bombalama eylemi bahanesiyle tankları şehir merkezinde yürüten cunta ekibi, benzer eylemleri başka yerlerde
de gerçekleştirerek tıpkı Sincan’da olduğu gibi olağanüstü bir konjonktürün
oluşmasını planlamaktadır
ZAMANLAMAYA DİKKAT!...
9 Mart 1971 Cuntasının İstanbul ayağını yürüten İlhan Selçuk, kabaran
darbeci refleksleri ve Cumhuriyet
Gazetesinin Çankaya temsilcisi ile olan muhabbetinden aldığı cesaretle,
gazetesindeki imzasız başyazıda, "2007’ye
doğru Türkiye Cumhuriyeti büyük bir sınav yaşayacak ve gerilimden geçecek gibi
görünüyor” diyordu. Yine bu yazısında hem Cumhurbaşkanını Anayasada olmayan yetkilerle donatıyor, hem de
yasal olmayan bu yetkileri kullanmasını 'taraf
tutmak diye nitelendirmenin hukuk devleti mantığına aykırı davranış olacağını' söyleyerek
karakuşi bir mantık sergiliyordu.
Durup dururken Cumhurbaşkanı Harp
Akademilerindeki o konuşmayı niçin yaptı?
İçeride ve dışarıda bir sürü sıkıntı varken
toplumu germekten öte bir işe yaramayan bu tür konuşmalar niçin yapılır?
Cumhurun başı olması gereken bir insan niçin topyekun savaştan bahseder. Menfur olayın harareti henüz geçmeden şaibe
altındaki bir sürü rektörü Çankaya'da toplamanın bir anlamı varmıdır? Bazıları
mahkemelerde yargılanan rektörleri korumanın Cumhuriyeti korumak olduğunu
söylüyorlar. Ya rektör suçlu çıkarsa, o zaman Cumhuriyeti nereye koyacaksınız?
Bir temsil makamı olması gereken Cumhurbaşkanı bazen bir muhalefet partisi
başkanı gibi, bazen de icranın başı gibi davranarak sınırlarını ziyadesiyle zorluyor.
Bu
arada, Demirel de sükunetini bozarak
kamuoyunda görünmeye başladı. Demirel ülke gezisine çıkıp, her vesile ile erken
seçimi gündeme getiriyor ve darbe dönemlerine gönderme yaparak, “erken seçim yapılsaydı, darbeler
olmazdı” diyor. “Sezer'in bir
bildiği var ki konuşuyor” gibi laflar ediyor.
Halef ve selef bu iki zat toplumsal barışa katkı sağlamak yerine, huzur bozucu konuşmalarıyla gerginlik operasyonuna katkı sağlamaktadırlar. Ecevit'in önüne fırlatılan Anayasa kitapçığı ile 2001 krizi patlamıştı. Bu defa, İlhan Selçuk muhabbetinin gerdiği ortamda piyasalarda 12 Mayıs sarsıntısına sebep oldular.
Saldırıdan bir gün önce Baykal, "Cumhuriyet tarihinin en önemli kırılma noktalarından birine yaklaşmış bulunuyoruz" demişti. Ayrıca, "Türkiye sert bir tartışmanın içine giriyor. Bunun sorumlusu iktidardır" diyerek hem durup dururken ortamı kendi sertleştiriyor, hem de suçluyordu.
Bir taraftan Erzincan’da 4 çocuğu yitirirken, diğer taraftan Güneydoğudan gencecik asker cenazeleri geliyor. Buna rağmen Kürt-Türk çatışmasını bir türlü sahneye koyamadıkları için, bu defa, Cumhuriyet Gazetesi’ne üst üste 3 bomba atılarak laikçi-şeriatçı ayrımına dayalı ikinci bir toplumsal kriz devreye sokulmak istendi. Bu da yetmedi, Danıştay’a bir saldırı düzenledi. Saldırgan, müzakere salonuna kadar giriyor, silahını çekerek beş üyeye birden ateş ediyor. Danıştay üyesi bir hanımefendi, teröristin güya ‘Allah’ın askerleriyiz’ diye bağırdığını, tetiği çekmeden önce ‘tekbir’ getirdiği söylüyor. Daha sonra bunun yalan olduğu ortaya çıkıyor. CNN Türk kanalı olaydan hemen 20 dakika sonra, ‘Danıştay'a Türban saldırısı’ diye duyuruyor olayı ve daha hiçbir şey belli değilken 2 ölü olduğunu bildiriyor. Aynı saatlerde Amerikanın CNN'i de olayı "İslami militanların" yaptığını dünyaya servis ediyor.
Bu adamın türban için Danıştay’a girip cinayet işlemediği çok açık. Bu saldırı, son aylarda oluşturulmak istenen cepheleşme sürecinin son perdesidir, büyük bir oyunun parçasıdır. Devamının da gelebileceği muhtemeldir. Bu nedenle, aklı başında herkes soğukkanlı davranmak zorundadır. Benzer olaylar Türkiye’de daha önce de yaşandı. Önce puslu bir hava oluşturulur. Ardından ‘ses getiren eylemler’ düzenlenir. Bu eylemler sayesinde halk kamplara bölünür, devletin zirvesinde didişmeler başlar, kurumlar arasında çatışmalar baş gösterir. Ve sonuçta her zaman olduğu gibi Türkiye kaybeder.
Danıştay 2. Dairesi’nin başörtüsü konusunda olumsuz; hatta kabul edilemez kararlar vermesi, her kesimden ağır eleştirilere muhatap oldu ve kolayca hedef seçildi. Şimdi kimliği karmakarışık görüntülü bir adam çıkıyor, karardan aylar sonra infaz yapıyor. Karanlık bir senaryo ile karşı karşıya olduğumuz çok açık. Saldırının, duyguların kabardığı 19 Mayıs Bayramından iki gün önce yapılıp ortalığın köpürtülmesi de ilginç bir tesadüf.
Bu arada Uğur Mumcu'nun abisi Avukat Ceyhan Mumcu ilginç bir açıklama yapıyor. Geçen pazartesi günü birinin yanına gelerek, “Türkiye'de kan gövdeyi götürecek” dediğini açıklıyor. Mumcu, kendisine gelen kişinin ismini açıklamak istemediğini belirterek, “Bana, ‘Ben istihbaratçı değilim. Ama sizin ve Uğur'un eşi Güldal Mumcu'nun hayatından endişe ediyoruz. Başka isimlere de saldırı düzenlenebilir. Bu işi MOSSAD yapacak. Türkiye'yi İran konusundaki tarafsızlığından ayırmak istiyorlar. Türkiye, İran ile çatıştırılacak.’ dedi.” şeklinde açıklama yapıyor. Bunun üzerine 16 Mayıs 2005 tarihinde bir basın açıklaması yazdığını belirten Mumcu, Türkiye’yi yönetenlerin ve kamuoyu öncülerinin dikkatini çekmeye çalıştığını söylüyor.
CHP’NİN TAVRI
Belli gazetelerde irtica haberlerinin tırmanışa geçtiği
bir dönemde bu saldırı gerçekleştiriliyor. Saldırıya uğrayanların can derdinde
olduğu saatlerde hemen olay mahalline üşüşen
CHP'lilerin saldırıyı politik ranta dönüştürmeye çalışmaları duyarlı ve
sorumlu bir siyaset anlayışı ile bağdaşmıyor. Daha olayın aslı faslı ortaya
çıkmamışken, Baykal'ın, "Siyasete kan bulaşmıştır"
tarzındaki ifadesi, tıpkı Şemdinli iddianamesi sırasında sarf ettiği, "Bu bir sivil darbedir" ifadesi
gibi tehlikeli ve tahrik edicidir.
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin yaklaşmasıyla
beraber alevlenen laiklik tartışmalarının ön saflarda, giderek daha kavgacı bir
üslup kullanan CHP lideri Baykal yer alıyor. Aylardır her ortamda “Mayıs-Haziran
çok karışık olaylara gebe” mesajını veriyor. “Sine-i millet”e dönme kozunu
kullanarak önce erken seçim istiyor. Erken seçim istemesinin nedeni, hiç
şüphesiz, halk iradesi için beslediği hassasiyet değil. Öyle olsaydı, sandıkta
elde edemediğini devletin sivil ve askerî kesimlerine dayanarak elde etmeye
çalışmazdı. Hesabı basit: Muhtemel bir erken seçim kampanyasını, laikliği
kurtarmak adına Erdoğan veya başka bir AKP’linin Köşk’e çıkışını durdurma
kavgası üzerine, yani bir laikler-laiklik karşıtları kutuplaşması üzerine
kurarak, bir cepheleşme oluşturarak
oylarını artırmak istiyor.
Baykal’ın tutumu, laiklikten çok kendi koltuğuyla
ilgili şu endişeden kaynaklanıyor.
Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olmasından sonra yapılacak seçimlere AKP yeni bir genel başkanla girecek ve
muhtemelen yine birinci parti olacak, CHP ise ağır bir yenilgiye uğrayacak.
Çünkü yapılan anketlerde AKP’nin CHP’nin
iki katı oy aldığı görülmektedir.
Birbirini izleyen iki genel seçimde önce Erdoğan, sonra yeni bir lider
yönetimdeki AKP karşısında ağır yenilgi alan, üstelik cumhurbaşkanlığını
Erdoğan’a kaptırmış bir Baykal’ın yola devam edebilmesi çok zor. Koltuğunu
bırakmak zorunda kalabileceğini düşünmek Baykal’ı hırçınlaştırmaktadır.
TERÖR KİMİN İŞİNE YARAMAKTADIR
Bu tür kirli ve karanlık oyunlar kimin
işine yarıyor ve karşı tarafta kimleri mağdur etmek için kullanılıyorsa, ona
göre müsebbiplerini aramak gerekiyor. Eylemin arkasında ülkede darbe ve kaos
ortamını besleyici bir odağın bulunduğu akla geliyor.
Bu defa irtica tehdidin hangi amaçla kullanıldığına baktığımızda, bu saldırının laikçi kesimlerle Müslümanlar arasında husumet oluşturmaya, mevcut çatışmayı daha da şiddetlendirmeye yönelik bir eylem olduğu anlaşılıyor. Çünkü bu karanlık olay vesilesiyle yine Müslümanlara saldırmaya başladılar. Yavaş yavaş irtica senaryoları sahneye konulmaktadır. Bu kavganın körüklenebilmesi için yeni Müslümler, Fadimeler, Kalkancılar bulunacaktır. Bu tür olayların üstüne atlayıp rejim krizi çıkarmak isteyenler psikolojik harbin bir parçası veya piyonu durumundadırlar.
Olayın iç ve dış dinamiklerden kaynaklanan iki boyutu vardır. Birincisi Cumhurbaşkanlığı seçimi olup, kriz yaratarak istemedikleri birinin Çankaya'ya çıkışını engellemek. “Cumhuriyetin son mevzii Çankaya Köşkü” gibi savaşçı tanımlamalarla tavsif ettikleri Cumhurbaşkanlığı müesses nizam için çok önemlidir. Türkiye'yi erken seçime zorlayıp, istedikleri kimseyi seçtirmek için her türlü oyunu tezgahlayacaklardır. Bunun için laikçi cephedeki erimeyi durdurmak ve laikçi hassasiyetleri kuvvetlendirmek istiyorlar.
İkincisi ise ABD'nin İran'a muhtemel müdahalesidir. Şeriat , irtica yaygaraları ile dindar insanları zan altında bırakarak, İran karşıtlığını körüklemek suretiyle Amerikan saldırısına zemin hazırlamak. ABD, Türkiye'yi İran üzerine sürmek istemektedir. Başörtüsü konusu, İran'a yönelik bir nefret duygusunun artırılarak İran'a saldırının psikolojik ortamını oluşturmak için kullanılmaktadır.
UZUN DÖNEMDİR DEVAM EDEN
STRATEJİK BİR PLAN
Türkiye'de bu tür tezgahlar her zaman kurulmuştur. Ana muhalefet lideri, Sezer ile ağız birliği etmiş gibi, "saldırının hedefinde Anayasa vardır" diyor. Sisli havayı sevenler panik havası oluşturarak saldırırdan yararlanmayı fırsat olarak görüyorlar. Bir hayli işlerine gelen bu olayı tam bir seçim malzemesi olarak kullanıyorlar. Benzer saldırı Adalet Bakanlığı'na yapıldığı zaman hiç kimseden ses çıkmamıştı.. Kimse protestoda bulunmamıştı. O saldırıda devletin bir kurumuna yapılmıştı. Ama kimse bu saldırı, Anayasaya ve Cumhuriyete karşı yapılmıştır deyip Anıt Kabir’e yürümemişti.
Kuvayı Milliye yapılanmaları, Müdafaayı Hukuk dernekleri hepsi planlı hazırlığın parçalarıdır. Olayın sıcağı sıcağına derhal bindirilmiş kıtalar Danıştay önüne yönlendiriliyor. Sabaha kadar bina önünde gösteriler yapıyorlar. Aralarında emekli generaller var. Ateşli nutuklar atıyorlar. Yargı mensupları cüppelerini giyerek Ataya şikayet için bir mabede gider gibi Anıt Kabir'e yürüyorlar. Bir kabiri şikayet mercii haline getirmek Cumhuriyetin özü olan "ilerleme" ve "aydınlanma" ile nasıl bağdaştırılıyor anlamak zor.
Diğer taraftan; Başkentte bazı resmi kurumlar, çalışanlara bu törenlere "katılma mecburiyeti" getiriyor. Kamu kurumları, "Katılmanız şart" diyerek çalışanları baskı altına alıyor. Bu kurumlardan biri de Gazi Üniversitesi... Gazi Üniversitesi Rektörlüğü, öğretim üyelerine ve görevlilerine, "yoklama alınacak. Katılımınız şart" duyurusu yapıyor.
YETER ARTIK .... YAPTIĞINIZ AYIPTIR
Baykal, "Kimsenin başı zorla açılmıyor, ama zorla kapatma başladı" diyor. Bu sözleri sarf ederken insan biraz utanır ama maalesef bu siyaset baronlarının beslenme kaynağı işte bu çirkin siyasettir. Sanki bu ülkede o zulümler hiç yaşanmamış gibi halkı aptal yerine koymak ancak Baykal gibilere yakışır. Tam tersine, bu ülkede kimsenin başı zorla kapatılmadı, ama zorla açıldı. Kız öğrenciler coplandı, yerlerde sürüklendi, bileklerine kelepçe takıldı. 13-14 yaşındaki kız çocukları okullarının önünden alınıp, polis minibüslerine doldurularak 40-50 km uzaklıktaki kenar mahallelere götürülüp bırakıldı. Bu emirleri 28 Şubatçı yöneticiler verdi. Başı açık hiç kimse böyle bir muameleye maruz kalmadı. Bunların derdi başka. Anadolu kadınının başörtüsüne diyeceğim yok diyorlardı. Ama Eskişehir’den Başbakanı ziyarete gelen bir gurup başörtülü kadını dillerine doladılar. Yalan dolanla milletin kutsallarına saldırarak siyaset yapmak ancak ahlaksız ahmakların işi olabilir.
Milletin bütün hassasiyetlerini kırıp döküyor, bütün değerlerini ayaklar altına alıyor, sonrada özel yetiştirilmiş bir manyağı bulup, tahrik ederek eline silahı verip cinayet işletiyorlar. Bu çok çirkin bir senaryodur. Yapılan şey ayıptır ve günahtır. Saldırıyı yapanlarla, bu durumdan siyasi rant elde etmek isteyenler aynı amaca hizmet etmektedirler.
HERKES AKLINI BAŞINA ALMALIDIR
Türkiye, bir avuç azgın azınlığın “Atatürk” ve “Laiklik” istismarına meydan vermemelidir. Cumhuriyeti, Atatürk'ü ve Laikliği militan cephenin istismar malzemeleri olmaktan çıkarmak, her tür iç ve dış provokasyona karşı tedbir almak, bütün kurumların temel görevidir. Hiçbir gerekçe şiddeti meşrulaştıramaz. Hiçbir sebep terörü haklı gösteremez. Hele ki insan hayatına kasıt varsa; kökeninde ne olursa olsun, şiddetle lanetlenmelidir. Sadece saldırganlar değil, bu işin perde arkasındaki kurgucular ve bu olaylardan rant devşirenlerin de afişe edilmesi gerekmektedir
Cenaze törenleri sırasında bindirilmiş kıtaların yaptıkları provokasyonları deşifre etmek yerine, bu tür eylemlerin çok faydalı olduğunu ve devam etmesi gerektiğini söylemek, sorumlu mevkilerdeki insanlara yakışmamaktadır. Bu tür eylemleri telin etmek yerine terör odaklarını sevindirecek tarzda beyanatlar vermek ateşe körükle gitmektir. Deliller ortaya çıkmadan sorumluluk sahibi kişi ve kurumların peşin hükümle olayı başörtüsü ile ilişkilendirmesi ve hükümete karşı bir kampanyaya dönüştürmesi vahim bir hatadır.
Olay politik çıkarlara, siyasi hedefler alet edilmeyecek kadar vahim bir olaydır. Siyasi aktörler bu tür meseleleri kendi kısa vadeli çıkarların alet edemezler. Bu tür eylemleri, tıpkı 28 Şubat’ta olduğu gibi toplumun bir kesimini mağdur etmek için kullanmak, belki kısa vadede bazı kesimlerin işine yarayabilir, ama uzun vadede hem ülke zarar görür, hem de kendileri.
Olayın sıcağı sıcağına acısı yaşanırken Sezer ve Danıştay Başkanının ideolojik demeç vermesi yangına körükle gitmektir. Olayın değerlendirilmesinde üst düzeydeki algılamada çirkinlik ve tarafgirlik vardır. Hatırlanacağı üzere, önceki Yargıtay başkanı zamanında malum bir dava vesilesiyle dört tane hakim Yargıtay Başkanının kendilerine baskı yaptığını açıkladıkları halde, HSYK sadece Başkanın emekli olmasını istemişti. Ama Van Savcısı Sarıkaya hemen aforoz edildi.
Bu tür şiddet olaylarına meydan vermemek için, haksız uygulamalara son verilmesi ve yargının adil davranması gerekmektedir. Ülke insanını sürekli dışlayarak, sürekli gererek bu olaylara sebebiyet verenler biraz da kendilerini sorgulamalıdırlar. Yargının ideolojik davrandığı yerde adaletin işi bitmiştir. Halkı çaresizleştirmek, "Anamı ağlatan kadı, kimi kime şikayet edeyim" noktasına getirmek ülkeye yapılacak en büyük kötülüktür.
Akil oldukları kendinden menkul koca koca adamların taraflı demeçler vermesi olayları daha da körüklemektedir. Sokağa dökülen insanların başörtülülere sataşması, ülkeden kovmaya kalkışması, örtülüleri artık sokağa çıkartmamaktan söz etmesi çok tehlikeli gelişmelere kapı aralamaktadır. Misilleme şeklinde tersinden eylemlere başvurabileceği ihtimalini insan düşünmek bile istemiyor. Türkiye'yi nasıl bir badireye sürüklediklerinin farkında mıdırlar acaba?