(Umran Dergisi)
CANI SIKILDIKÇA İRTİCA DİYENLER KİMİN YANINDA
30 Ağustos’ta terfi eden bir
general devir teslim töreninde yaptığı konuşmada önce bölücü terör tehdidinden
bahsediyor, hemen arkasından, “Türkiye’yi ortaçağ karanlığına götürmek
isteyen ‘Din temelli yapı’ olduğunu” söylüyor. Daha sonra sözlerine, “
Bu hainler..........” diye devam ediyor. Bölücü terör tehdidi ile din
temelli bir yapı tehdidi(!) iddiasını yan yana koyarak açıkça Müslümanlara
hakaret ediyor. Bu ülkenin dinini, inancını, tarihi mirasını, kültürel
kaynaklarını hiçe sayarak halkına “hain” diyen bu zihniyet, bu tür
törenlerde mutlaka din ve dindara saldırma yapma gereğini neden hissediyorlar.
Ülke insanına hakaret ederek, hak ve özgürlüklerini gasp ederek kişiliklerini
lime lime ederek zorla meşruiyet alanının dışına itmek isteyenler kime hizmet
etmektedirler acaba?
Derdi gücü din ve dindarlar olanlar bilmelidirler ki, yarın savaş çıksa cepheye en önde o irticacı dediği
kesim koşacaktır. İnancının gereklerini yerine getirmeye çalışan insanları
potansiyel suçlu görüp hainlikle itham etmek bu ülkeye yapılacak en büyük
kötülüktür. Bu ülkeyi seven biri olarak kabul edilmeniz için resmi ideolojinin
bütün kutsallarına teslim olmanız mı gerekiyor? Kendi fikrinden olmayanları
gericilikle suçlayanlar asıl dönüp kendi doğmalarına baksınlar. Paşa birlik ve
beraberlikten ne anlıyor önce onu açıklasın. Milletini sindireceksin, dinini
yaşıyor diye irticacı diyeceksin, okullara sokmayacaksın, kamu alanına
sokmayacaksın, önünü kesmek için her şeyi yapacaksın ve ondan sonrada milleti
birlik ve beraberliğe çağıracaksın. Bu milletin tepesine oturan oligarklar,
ülkeyi adam gibi yönetmek, milletin değerlerine saygı gösterip sahip çıkmak
yerine, cüppelerini, çizmelerini giyerek millete göz dağı vermeyi
bırakmalıdırlar.
Nasıl bir din temelli yapı ki,
dindarlar bu kadar mağdur edilebiliyor. Devletin belli makamlarına gelmiş
kimselerin görevi, toplumu tehdit ederek susturmak değil, adaletli davranarak
insanları mutlu etmektir. Ekmeğini
yediğiniz milleti itham etmeyi bırakın
da, işinizi layıkıyla yapın ki, millet sizi bağrına bassın. Kullandığınız tankı
uçağı bile çocuk katili İsrail’de tamir ettiriyorsunuz. Dilinize doladığınız
ortaçağın karanlık devrini biz Müslümanlar yasamadık, bizde o zamanlara altın
devir yaşanıyordu. Avrupa’nın
koyu bir cehalet içinde yüzdüğü o çağda İslâm toplumlarının geliştirdiği bilim
ve kültür üstünlüğünü biraz tarih
bilinci olan herkes bilmektedir.
CİHAD İZZET VE
AYDINLIK, GEVŞEKLİK İSE ZİLLET VE KARANLIKTIR.
Hegemonların
dünyayı bir satranç tahtası gibi kullandığı, izzet ve şerefi ayaklar altına
alınmış Müslümanların zillet altında
yaşadığı, sahibi ve çobanı olmayan bir koyun sürüsü gibi, kurtların iştahları kabardıkça, içine dalıp darma
dağınık ettikleri İslam coğrafyası ile
karşı karşıyayız. Yeryüzünde adaleti sağlamakla
mükellef olan Müslümanların, maalesef “Hak”ı ikame ve batılı yok etme noktasındaki duruşları hiç
de iç açıcı değildir. İslam dünyası, düşünce, kültür, eğitim ve siyasi alanda
işgal altındadır. Sadece toprakları değil, zihinleri de işgal edilmiştir.
Yasadığımız rahatı ve konforu terk edip zora talip olmak ve bu yolda mütecavizi men ve mazlumun hakkını kurtarma sorumluluğumuz vardır. Mütecavize hayran bir hayatı yaşayıp, sonrada tecavüzden şikayet ediyoruz. Namaz, oruç, hac ve zekat nasıl vazgeçilmez ibadetler ise, her Müslüman’ın dinini hem yaşaması hem de yaşatması için maddi ve manevi gayret göstermesi, malı ve canı ile Allah için çalışması en az diğer ibadetler kadar üzerine farzdır. Cephede Müslüman’ı tek başına bırakmak caiz değildir. Tecavüze uğradığı zaman onu korumak ve gerektiğinde onun için savaşmak İslam’ın farz kıldığı bir görevdir.
Bir Müslüman’ın zelil düşmesi bütün Müslümanların zelil düşmesi demektir. Bu düşkünlük hali bugün Müslümanları perişan etmiştir. İslâm bu aşağılık katillerle en çetin şekilde savaşmayı emretmiş, karanlık ve zalim yönetimlere rıza gösterenleri ise lanetlemiştir. Resulullah’ın "Haksız olarak birisinin dövüldüğü yerde durmayın. Çünkü, böyle bir yerde durup da zulme uğrayana yardım etmeyenin üstüne lanet yağar." sözü bunun en açık delilidir. Müslüman, kardeşine bir kötülük ve zarar geldiği zaman onun yardımına koşmaya ve zulmü def edip adaleti tesis etmelidir.
Kur’ân-ı Kerim’de, iman ve salih amel hep beraber zikredilmiştir. Bunun karşısında, kalpleri hastalıklı olanlardan ve münafıklardan da bahsedilir. Münafıkların namaza tembel tembel kalkışları anlatıldığı gibi, toplumsal sorunlar karşısındaki ihmalkar tavırları da iman zaafına bağlanmıştır. Bazen müminlerden geride kalıp kadınlar gibi oturanlar, bazen de boş gözlerle bakan münafıklardan ve çeşitli bahaneler ileri süren tiplerden bahsedilmiştir. Bu tiplerin mevsimin sıcaklığına itirazları, mahsulün toplanması veya evimiz açık türü mazeretleri hep iman zaafı olarak görülmüştür.
Kur’an’la kendisini ıslah etmeyen, Fatiha suresinde Allah’a verdiği sözleri unutan bugünün Müslümanlarının, mevcut zillet halinden kurtulamayacaklarına ve kusuru bir başkasında arama yaklaşımının da kendini aldatmaktan başka bir şeye yaramadığını görmeleri gerekir. Üzerine düşeni yapmak yerine, kabahati başkalarına yükleyen, suçu başkalarında arayan, kendi eksiğini sorgulamayan Müslümanlarda ilgisizlik, duyarsızlık almış başını gidiyor. Davası “keyif” olanlar, sıkıntıya gelmeyenler, “kıl beşini, gör işini” anlayışıyla işinde gücünde olanlar, yaptıkları ufak tefek yardımlarla, haftada bir bazı sohbetlere katılarak bir iki sayfa meal okumakla sorumluluktan kurtulduklarını zan ediyorlar.
HUGO CHAVEZ KADAR ŞAHSİYETLİ OLMAK
Suudi bazı sözde din alimleri, “Hizbullah’a yardım etmenin haram olduğuna” dair alçakça bir fetva yayınlıyorlar. İslam dünyası işgal altında iken bu tür fetvaları yayınlamak, tıpkı Irak’ta olduğu gibi ABD’nin Şii dünyası ile Sünni dünya arasına koyduğu nifakı daha derinleştirmeye katkıda bulunmaktır. İslâm dünyasındaki zaafları ve kaosu derinleştirmeye çalışan Amerikan projelerine destek vermektir. Nasıl bizdekiler sadece “ilke ve inkılapları” düşünüyorsa, Suudiler de Şiilerle olan tarihi ihtilafın bir yana bırakıp İslam ümmetinin geleceğini düşünmek, ümmetin tüm mensuplarına sahip çıkmak yerine “Vahhabilik”i önceliyor.
Ümmetin şeref ve izzetini canı pahasına savunan Müslümanların yanında olmak yerine ya mezhebi takıntılarını dinlerinin önüne çıkarıyor, ya da sadece kendi iktidarlarını düşünüyorlar. Ne ölen masumların hayatıyla ne de bir ülkenin hayasız bir saldırıyla yerle bir edilmesiyle ilgililer. Ne suçlunun cezalandırılması, ne de mazlumun ahına ses vermekle ilgileniyorlar. Kimi mezhebi değerlerinin, kimi de “Çağdaş değerlerinin tehdit altında olması”ndan dem vurarak esas tehlikenin bombalar altında ezilenlerden geldiğini söyleyecek kadar vicdansız ve utanmaz olabiliyorlar.
İçinde bulunduğumuz coğrafyanın değiştirilmesi
operasyonunun artık başladığını bizzat ABD Dışişleri Bakanı Rice söyledi.
Geleceğin dünyasını kurmaya çalışan küresel hegemonya, İslâm dünyası ile terör imajını yan yana koyarak, İslâm
coğrafyasını üs, İslâmiyet’i de tehdit olarak kullanıyor. Bush’un “İslami
faşistler” gibi asla kabul edilemeyecek düşmanca ifadesi boşuna söylenmiş
bir söz değil. Kimse “Ne demek istiyorsun” diye soramadı. Bir taraftan
katliam yaşanırken, yüzlerce kadın, çocuk, sivil katledilirken despotik
yönetimler kendi statükolarının devam
etmesi pahasına bu kabadayılığa ve sınır tanımaz katliama ses çıkarmadılar.
Tıpkı İncirlikte üslenen ABD uçaklarının Irak’ bombaladığı
gibi, bu defa Konya’da eğitim gören
İsrailli pilotlar, bir ay Lübnan"a bomba yağdırdı. Şimdi de İran’ı
hedefe koyan İsrail, askerlerini Bolu Dağ Komando Tugayı’nda eğitmek istiyor.
Bolu’daki dağlık arazi Lübnan, Suriye ve İran arazileri ile paralellik
gösteriyor. İsrail askerleri hep çölde savaşmış, ilk defa böyle bir araziye
çıkarak ileride İran ve Suriye’ye yapacağı saldırıların provasını yapmak
istiyorlar.
Şimdi de ABD,
İsrail’in güvenliğini sağlamak için Lübnan’a BM barış gücü göndermek
istiyor. ABD’nin itibarını beş paralık
ettiği BM, yine eskiden olduğu gibi
bölgede güvenliği yeterince sağlamayacak, bölge halkı ile
kutuplaşacaktır. Bu gücün içinde bulunacak bir Türkiye’nin Hizbullah ile karşı
karşıya getirilmesi, İslâm dünyasını daha da parçalayacağı gibi Türkiye’ye de
hiçbir fayda getirmeyecektir. Lübnan’a gönderilecek BM barış gücü içinde yer
alacak Türk askeri, şayet ABD güdümü dışında orada bir şeyler yapabilecekse,
İsrail saldırganlığını önleyip adalet ve huzuru temin edebilecekse gitsin. Aksi
halde, eğer Türkiye Güney Lübnan’da
İsrail çıkarlarını korumaya yönelik “mayın eşeği”
konumunda düşünülüyorsa, İslâm dünyası ile ilişkilerinde bir daha zor tamir edilecek
bir tahribata yol açacaktır.
İSLAMIN GÜCÜ VE DİRENCİ
Batının ve yerli yandaşlarının İslam’ı tek düşman olarak kabul etmelerinin sebebi İslam’ın gücü ve direncidir. Müslümanlar sahip oldukları değerlerin kıymetini anladığı zaman, kendi sabitelerine sadık kalarak dünyaya yeni bir nefes, yeni bir ruh verecek uzun soluklu bir mücadeleye talip olduğu zaman, önlerinde duracak hiçbir güç yoktur. Kısa yoldan zafere ulaşmak isteyen ashabını Allah Resulü uyarıyor; Habbab b. Eret’in müşriklerin yaptığı eziyetleri şikayet etmesi üzerine şöyle buyurur: “Sizden önce öyleleri vardı ki, kendisi için hazırlanan çukura konuyor, sonra bir testere ile vücudu başının ortasından ikiye bölünüyordu. Bazılarının etleri, demir taraklarla taranıyordu. Ama bütün bunlar yine de onları dinlerinden döndüremiyordu. Yemin ederek ifade ediyorum ki, Allah bu dini tamamlayacaktır....... Fakat siz acele ediyorsunuz.”
İşte Hizbullah örneği. ABD sayesinde sahip olduğu ileri teknoloji ürünü silahlarla İsrail sivilleri vurdu, evleri, yolları, köprüleri yıktı, hastahaneleri, depoları, fabrikaları bombaladı. Ancak elindeki korkunç silah gücüne rağmen karada istediği hedeflere ulaşamadı. Hiçbir zaman vermediği kayıpları verdi. 1967’deki 6 gün savaşlarında Mısır, Suriye ve Ürdün ile aynı anda bir çok cephede savaşmasına rağmen bu kadar kayıp vermedi. Yenilmez diye bilinen ordusuyla bölge ülkelerine korku salan İsrail, Hizbullah karşısında şaşkına döndü. Kısa zamanda işini bitireceğini zan ettiği Hizbullah karşısında yenilerek geri çekildi. Hamas’ın ve Hizbullah’ın mücadelesi, tavrının anlamı ve örnekliği ümmete bir mesajdır.