1 Şubat 2009 Pazar

BU ÜMMET DAHA ÖNCE HİÇ BU KADAR İHANET, ZULÜM GÖRDÜ MÜ?

(Umran Dergisi)


Gazze’yi bombalayan uçaklar Mısır’dan kalkmış. Refah kapısındaki Mısırlı görevliler İsrail ile savaşırız dediği için hapse atılmış. Mısır, Refah sınır kapısını kapatarak Gazze için gönderilen yardım malzemelerinin ulaştırılmasına izin vermemiş. Suudi Müftüsü, “Gösteri yapmayın para verin yeter demiş.” Aynı müftü, İsrail karşısında zafer kazanan Hizbullah’ı “Allah düşmanı”  ilan etmişti. Irak’ı bombalayan uçaklar da İncirlik’ten kalkmıştı. Gazze’yi bombalayan uçaklar da Konya’da tatbikat yapmıştı. Suriye’yi bombalayan İsrail savaş uçakları Türkiye hava sahasını kullanmıştı. Guantanamo’ya Müslüman esir götüren CIA uçakları Türkiye havaalanlarını kullanmıştı.

 

Deveye sormuşlar neden boynun eğri diye, o da nerem doğru ki demiş.

1 Mart Tezkeresinin mecliste ret edilmesiyle böbürlenenler bir de şunu hatırlasalar. ABD askerleri İskenderun Limanında konuşlanmadılar mı? Mardin ABD askerlerinin lojistik merkezi seçilmedi mi? Orada arazi ve binalar kiralayarak düzenlemeler yapmadılar mı? İskenderun limanına indirilen ABD askeri silah, araç ve gereçleri konvoylar halinde Habur’dan Irak’a sevk edilmediler mi?

100 yıllık bir ihanetler zinciri ile karşı karşıyadır bu ümmet.  20. Yüzyılın başlarında önce İttihatçılar eliyle koskoca bir imparatorluğu on yıl içerisinde parça parça ederek tarih sahnesinden sildiler.  20’li ve 30’lu yıllar bu milleti var eden değerlerin berhava edilmesi ve onun yerine kendi kültür ve medeniyetine tamamen yabancı değerlerin topluma bir deli gömleği gibi giydirilmesi ile geçti.

40’lı yıllarda İsrail gibi terörist bir devlet İslam âleminin bağrına bir hançer gibi sokuldu. Bu yapma devleti ilk tanıyan ülkelerden biri Türkiye oldu. 50’li yıllar Cezayir’in bağımsızlık mücadelesi ile geçti. İşgalci Fransızlar Cezayir’de bir buçuk milyon insanı katletti. Bu mücadele sırasında Birleşmiş Milletlerde yapılan bütün oylamalarda Türkiye Fransa’nın yanında yer aldı. 400 sene bu bölgeleri adalet ile yönetmiş bir imparatorluğun bakiyesi olan Türkiye’nin bu tavırları Ümmetin vicdanını hep kanattı, hafızalarda kara bir leke olarak kaldı.

60’lı ve 70’li yıllar Kıbrıs’ta Türklerin katledilmesi yanında Arapların İsrail karşısında altı günde hezimete uğraması ile geçti. Arap toprakları işgal edildi, Kudüs elden gitti. BM’deki Kıbrıs oylamalarında bu defa Araplar Rumların safında yer alarak Türkiye aleyhinde oy kullandılar. Seksenli doksanlı yıllara baktığımızda Türkiye dâhil bütün İslam coğrafyasında ihtilallar, işgaller ve savaşlar devam etti.  Çeçenistan, Bosna Hersek, Keşmir, Filipinler, Irak, Afganistan ve Filistin’de hep Müslümanların kanı akıtıldı, zenginlikleri talan edildi, evleri başlarına yıkıldı, namusları kirletildi, izzet ve şerefleriyle oynandı.

Kukla Yönetimler, İşbirlikçi Saltanatlar…

Son ekonomik krizde Suudi Arabistan’ın Yahudi bankalarında iki trilyon doları battı.  Olan yine Müslüman’ın parasına oldu.  Petrol zengini şeyhler İsrail’i suçlar gibi gözükseler de,  rejimlerinin devamı için trilyonlarca doları Amerikan bankalarından çekmeye esaret edemediler.

Yürüyüş, eylem ve toplantı sevmez kukla yöneticiler 1987 de ABD ve İsrail’i protesto etmek isteyen 1500 İranlı hacıyı “haram beldede” hunharca katletmişlerdi. İsrail’e karşı “cihad” ilan edeceğine “para verin yeter” diyor şeyh efendi. O zenginlikler üzerinde ebediyen oturacağını zannediyor. Burunlarının dibinde Müslümanlar katledilirken saraylarda Karun gibi yaşayarak keyif çatıyorlar.

Türkiye’de ise, imar ve siyaset rantını ihale zengini yandaşlarına peşkeş çekenler, dayandıkları kitlenin hiçbir meselesini halletmezken, sadece galeyana gelen halkın gazını almak için yağıp gürlemeye devam ediyorlar.

5 Nisan 2002 tarihli gazetelere bakın, o günlerde yine İsrail’in Filistin’de yaptığı katliamlar karşısında henüz partisi iktidar olmamış olan Tayyip Bey, şöyle konuşuyordu; “Bu terör karşısında Türkiye’nin İsrail’le imzaladığı M–60 tanklarının modernizasyonuna ilişkin anlaşmayı askıya alması gerekir.”

İsrail terörü daha da artmaya devam edince, 11 Nisan’da; “Eğer mevcut hükümet Türkiye’nin gücünün farkında değilse yazıklar olsun. 700 yıllık Türkiye, tanklarını modernize etmek için 50 yıllık İsrail’e muhtaç oluyorsa, bu kara kara düşünülmesi gereken bir unsurdur.” diyordu.

Aradan yedi sene geçti, şimdi Erdoğan Başbakan ve İsrail yine acımasızca saldırıyor. Ve saldırıdan birkaç gün önce, Türkiye’nin İsrail’le 167 milyon dolarlık silah alım anlaşması yaptığı İsrail basınında yazılmış. Ardından İsrail Havacılık ve Uzay Sanayi yaptığı açıklamayla, Türkiye’nin İsrail şirketlerine havacılık istihbaratı sistemleri için 141 milyon dolar ödeyeceğini bildirmiş. İsrail’in iflas noktasına gelmiş şirketleri Türkiye’den aldıkları ihaleler sayesinde batmaktan kurtarılıyorlar.

Türk medyası, Hükümet Sözcüsü Cemil Çiçek’e soruyor; Gazze’deki vahşet karşısında İsrail’le imzalanan silah anlaşmasını iptal etmeyi düşünüyor musunuz?” Çiçek, verdiği cevapta yaraya tuz biber ekercesine diyor ki; “Ülkeler arasındaki işbirliği nedeniyle askeri bağların koparılması söz konusu olamaz. İsrail ile askeri işbirliği, Türkiye’nin ulusal çıkarlarına hizmet etmektedir.” İnsanın içini acıtan bu cevaba tepki gösterenlere de Sayın Başbakan “Biz bakkal dükkânı değil, devlet yönetiyoruz” diye bir cevap veriyor.

Diğer taraftan, Arap ülkelerinin büyük bir kısmı Müslümanlara ihanet içinde olan, Siyonizm’e uşak diktatörler tarafından yönetilmektedir. Eğer Müslümanlar, ABD ve İsrail'den bu kadar korkan, halkı uyanmasın diye yürümesine konuşmasına yasaklar getiren işbirlikçi diktatörlere karşı durmadıkça, bunların saltanatlarını başına yıkmadıkça, bunun için mücadele etmedikçe Allah niçin merhamet etsin bu ümmete.


İsrail Hamas’a karşı değil bize karşı savaşıyor.

Gazze’ye saldırı, İslam ümmet’ine saldırıdır. Çünkü dünya müstekbirleri biliyorlar ki Filistin, kurtuluşun kıvılcımıdır. Orada kazanılan her mevzi ümmetin yeniden uyanışına vesile olacaktır. Çünkü o insanlar, sadece kendileri için değil, ümmetin onuru ve değerlerinin korunması için savaşıyorlar. Onlar altmış senedir sayısız katliam, sürgün ve ablukaya rağmen hala direniyorlar. Lanetliler zan ediyorlardı ki Gazze üç günde teslim olacak. Ama Gazze direndi, Hamas direndi ve İsrail bir kere daha, yaptığı her türlü yıkıma ve vahşete rağmen geri çekildi. İşte bu yüzden Siyonistler çıldırıyorlar, işte bu yüzden vahşi hayvanlar gibi saldırıyorlar.

Afganistan üzerinden, Irak üzerinden, Gazze üzerinden Müslümanlara yönelik bu vahşet ve zulümler Müslümanların iradesini çözmeye yönelik bir projedir.  Ebu Gureyp’teki işkence fotoğraflarını bunun için dünyaya servis ettiler. İslam âleminin onuru ile oynadılar. Tıpkı Bosna’da olduğu gibi Irak’ta da kadınların iffeti kirletildi. Milyonlarca Müslüman katledildi, milyonlarca çocuk yetim bırakıldı, milyonlarca kadın dul bırakıldı, malları zenginlikleri talan edildi, evleri başlarına yıkıldı. Daha kaybedecek neyimiz kaldı? Kanımız bu kadar mı ucuz? Onurumuz bu kadar düşük mü?

Kim ne için bekliyor? Daha önce bunun kadar şiddet ve zulüm gördü mü bu ümmet? Gün, Allah’ın adını yüceltme günüdür. Gün dünyevi menfaatlerimizden fedakârlık yapmak günüdür. Bugün değilse ne zaman çalışacağız? Eğer Allah’a yakın olmak istiyorsak ve “O”nun bize ne kadar yakın olduğunu, bizden ne kadar razı olduğunu bilmek istiyorsak şu ayette, Rabbimiz;  ” Hiç şüphe yok ki Allah, kendi yolunda, sanki duvarları birbirine kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak çarpışanları sever. “buyurmaktadır. (Saff,  4)

Ya ümmetin durumu

Gazze aç, Gazze susuz, Gazze karanlık, Gazze’de çocuklar ölüyor. İnsanlığın bittiği yer Gazze.  Bütün bunlar yapılırken biz ne yaptık?

Mekke müşrikleri Resulullah ve ashabını Ebu Talib deresinde abluka altına alıp ekonomik, siyasi ve askeri ambargoya tabi tuttular. Onları davalarından vazgeçirmek ve dirençlerini kırmak için 3 yıl boyunca her türlü ambargoyu uyguladılar. Müslümanlar bu baskılar karşısında gösterdikleri sabır ve direnç ile tarihte eşsiz bir zafere imza atarak muhteşem bir medeniyet kurdular.

Eğer Müslümanlar bugün bu halde ise bunun suçunu kendimizde aramalıyız. Biz değerlerimize sahip çıksaydık, tağutlara kul olmasaydık ne Irak’ta, ne Filistin’de,  ne Lübnan’da ne de Afganistan’da bunlar olmazdı.  Ne de Türkiye’de 28 Şubat olurdu. Bunun tek sorumlusu dinini yaşamayan, dinini ciddiye almayan ve egemenlerden koktuğu kadar Allahtan korkmayan, Hz. Peygamberin mücadelesini örnek almayan Müslümanlardır.

Yüce Allah; “Size ne oluyor da, Allah yolunda ve “Ey Rabbimiz! Bizleri halkı zalim olan şu memleketten çıkar, katından bize bir dost ver, bize katından bir yardımcı ver” diye yalvarıp duran zayıf ve zavallı erkekler, kadınlar ve çocukların uğrunda savaşa çıkmıyorsunuz? ” buyuruyor. (Nisa,  75)

Müslümanların hataları ve günahları küfre güç vermektedir. Bütün İslam ülkeleri hep bir ağızdan Siyonist İsrail'e bağıracak olsalar, katilin kulakları sağır olurdu. Cemaleddin Efgani Ey Müslümanlar! Siz insan değil de sinek olsaydınız vızıltınız İngilizlerin kulaklarını sağır eder” diyordu. İmam Humeyni ise “Bu kadar Müslüman her biri bir kova su dökse İsrail onun içinde boğulur” diyordu.

Yeryüzünde ilahlaşan küresel hegemonyanın İslam ümmetine karşı başlattığı küresel savaş ile ümmetin yaşadığı beldeleri cehenneme çevirdiği bir ortamda, eğer bizler üzerimize düşen sorumlulukları yerine getirme noktasında gaflete düşüyor, dünya sevgisi, ölüm korkusu, ikbal arzusu ile dünyevileşip dava ruhunu yitiriyorsak, İslam düşmanlarının saldırı ve komploları, Kur’an’ın hükümlerini kaldırmaları karşısında sessiz ve tepkisiz kalıyorsak, aldığımız her nefesin hesabının sorulacağı o günde, herhalde Allah Resulü bu ümmetten şikâyetçi olacaktır.

Çünkü Allah Resulü; "Kim feryat eden bir Müslüman’ı duyup ta ona karşılık vermez bizden değildir" buyuruyor.

Protestoların ve para yardımlarının ötesinde yapabileceğimiz çok şey vardır.

Rabbim kullarına kaldıramayacakları, güçlerinin yetmediği sorumlulukları yüklemeyeceğini buyurmuştur. Yapabileceğimiz çok şey vardır. Bir Müslüman olarak zulme ve haksızlıklara karşı durma ve direnme mecburiyetindeyiz. Gasp edilen haklarımızı geri almak, zalim ve zorbaların karşısında tek bir yumruk olarak sesimizi yükseltmek İslami kimliğimizin gereğidir.

Gazze’deki mazlumları kurtarmak İslâm Ümmeti üzerine farzdır. Yüce Allah; “Eğer onlar din hususunda sizden yardım isterlerse, onlara yardım etmek üzerine borçtur.”buyuruyor. (Enfâl, 72)

İslam dünyasına musallat rejimlerin korkak yöneticileri saltanat uğruna izzetsizliğe razı olmuş ve adeta Gazze’yi Siyonistlere kurban etmişlerdir.  Bunlar İslam’a ihanet ediyorlar, Müslümanların petrol ve diğer zenginliklerini gasp ediyor ve masum insanların katledilmesine göz yumuyorlar.

İsrail ile diplomatik ilişkilerini devam ettiren veya Gazze’de yaşanan soykırıma sessiz kalan, Mısır, S.Arabistan, Türkiye, Suriye ve Ürdün gibi ülkelerdeki milyonlarca Müslüman sokağa dökülüp, İsrail’i protesto yanında hükümetlerine baskı yapmalıdır.  İsrail ile yapılan tüm anlaşmalar iptal edilmelidir. İsrail’deki büyükelçiler derhal geri çekilmeli, bu ülkelerdeki İsrail büyükelçileri de terör devletine geri gönderilmelidir.

Küfür tek millet olup kudurmuş gibi İslam topraklarına saldırırken, Arap Birliği ve İslam Konferansı Örgütü ne yaptı acaba? “Dinler arası diyalog”, “medeniyetler arası ittifak” ve “stratejik ortaklık”  hikayeleri ile ümmeti uyutanlar, şimdi ne düşünüyorlar acaba? Bizzat Olmert Arap liderlerin Hamas’tan kurtulmak istediklerini kendisine söylediklerini açıkladı. İsrail ile gizli veya açık ilişkiler içerisinde bulunan ülkelerin Müslüman halkları bu kukla rejimleri ortadan kaldırmadıkları sürece İslam dünyası daha çok musibetle karşılaşacaktır.

Elbet bir gün İsrail o savunmasız kadınların, çocukların gözyaşlarında boğulacaktır. Ancak, emperyalizmin İslam dünyasındaki sulta ve saltanatına son vermek, döktüğü masum Müslüman kanlarının hesabını sormak, İslam beldelerine akbabalar gibi çöreklenen müstekbirleri söküp atabilmek Müslümanların direnişi ile mümkün olacaktır.

DOHA SALDIRISI BİR DÖNÜM NOKTASI KAOTİK BİR KIRILMA VE DİPLOMASİNİN ÇÖKÜŞÜ

  Metin Alpaslan   – Umran Dergisi/Ekim 2025-374. Sayı Terör ve işgal devleti İsrail’in 9 Eylül’de uluslararası hukuku ihlal ederek, Doha’da...