(Umran Dergisi)
Türkiye’yi kuşatma ve yalnızlaştırma stratejisi…
Tarihin kırılma anlarından birini yaşıyoruz. Dünyanın siyasi ve ekonomik
güç düzeninde yeni dengeler oluşuyor. Adeta yeni bir dünya kuruluyor, tarih
yeniden yazılıyor. Girmiş olduğumuz bu küresel dönüşüm kavşağında, Türkiye
bağımsız ve aktif dış politikasıyla dünyada yeni dengelerin oluşmasında etkin
olan bir ülke. Erdoğan’ın 2009’daki tarihi “one minute” çıkışı ile
Davos’ta meydana gelen gerginlik sonrası, Türkiye’nin eksen kayması yaşadığı ve
İsrail’i çevrelemeye çalıştığı iddiası ile ülkemizi hedef tahtasına oturtanlar,
ondan sonraki süreçte Türkiye’ye karşı bir kuşatma politikası izlemeye
başlamışlardı.
Ancak Türkiye'nin çevrelenmesi ve sınırlandırılması için tek sebep bu tartışma değildi. Esas mesele, Türkiye’nin yeniden tarihi misyonuna sahip çıkarak, 2007 başından itibaren aktif olarak ortaya koyduğu bölgesel liderlik bağlamında, yeni dış politika ve güvenlik doktrini ile alan genişletmeye başlamasıydı. Osmanlı’nın dönüşü olarak nitelen bu yeni pozisyon Müslüman toplumlar üzerinde yeni bir umut ışığının yeşermesine sebep oluyordu.
Avrupa Birliği Dış İlişkiler Yüksek Temsilcisi Josep Borrell “Eski imparatorluklar geri gelmeye başladı. Bunlardan üçü Rusya, Çin ve Türkiye. Bu durum bizim için yeni bir ortam sunuyor” diyordu. Fransız haber sitesi Aleteia da; .’Türkler geri döndü’ manşetini atarak “Türkiye, Osmanlı İmparatorluğu’nun Akdeniz emellerini yenileyerek gücünü göstermektedir,” diyordu. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yaptığı “asırlık uyanış” açıklaması ve Türkiye’nin bir medeniyet iddiasına sahip olduğundan söz etmesi, bir Türkiye ekseni inşa ederek tarihin yapılmasında kilit aktörlerden biri olması onları endişelendiriyor. İşte bu yüzden Borrell gibi adamlar, hem dünyayı hem Arapları hem de içimizdeki laikçileri ve Kemalistleri kendi uydurmaları ‘emperyalist Osmanlı’ imajı ile korkutmaya çalışıyorlar. İslâm dünyasındaki fiilen ve zihnen Batılıların hizmetçisi olmuş köle ruhlu aydınları korkutarak hegemonyalarına devam etmek istiyorlar.
Dünya yeniden dizayn edilirken, eski dünya düzeninin sahipleri yeni oluşacak
dengelerde Türkiye'nin önemli bir aktör olacağını gördükleri için bu gücü frenleme
adına her türlü kozu kullanıyorlar. Ülkenin ve ümmetin kaderini tayin edecek
mücadeleler verilirken, enerjimizi tüketecek her türlü senaryo içeride
ve dışarıda sahneye konuluyor. Gezi olaylarına, 17-25 Aralık kurgusuna ve 15
Temmuz hain darbe girişimine bu gözle bakmak gerekiyor. 15 Temmuz’da
hedeflerine ulaşamayanlar, şimdi başka saldırılarla Türkiye’nin birliğine
bütünlüğüne kast ediyorlar.
Türkiye’nın savunma sanayiinde elde ettiği başarılı sonuçlar, Suriye’de, Libya’da jeopolitik stratejilerde gerçekleştirdiği çok yönlü açılım ve atılımlar, küresel hegemonları rahatsız etmiştir. İslam coğrafyasındaki halklar ürerinde oluşan Türkiye sempatisini tersine çevirmek ve Arap dünyasını da Türkiye’ye karşı düşmanlaştırmak için her tür şeytanî yola başvuruyorlar. Katar hariç Türkiye’ye karşı bir Arap cephesi oluşmuş durumda. Özellikle Mısır, Suudi Arabistan ve BAE’nin başını çektiği emperyalistlerin kuklası ülkelerin hem Arap dünyasını hem de genelde İslâm dünyasını nasıl şeytanlaştırdıklarını görüyoruz. Türkiye’nin hedef ve ölçek büyütmesi, gücüne güç katması üzerine Türkiye’ye yöneltilmiş çok yönlü tehditlerle karşı karşıyayız.
Küresel sistem, bölgedeki hegemonyalarını sürdürebilmenin ancak Türkiye’yi bölgede devre-dışı bırakabildiği zaman mümkün olacağını düşündüğü için, hem içerden hem de dışardan bir kaç cephede birden çok yönlü bir kuşatma ve yalnızlaştırma stratejisi izliyor. Daha bir kriz bitmeden diğerine koşturmak, Azerbaycan’dan Libya’ya kadar uzanan çok sayıdaki askeri angajmanlara girmek, birçok cephede mücadele vermek, Türkiye’nin ekonomik, askeri ve diplomasideki yükünü oldukça artırmıştır.
Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de yürüttüğü siyaset, küresel kapitalizmin önde
gelen aktörlerini rahatsız etmiştir. Bu nedenle, Türkiye burada, cumhuriyet
tarihinde görülmemiş bir dış politika yalnızlığına mahkûm edildi. Türkiye’nin
düşmanlarının sürdürdüğü stratejinin amacı; Türkiye’yi yalnızlaştırmak, devleti
terörle bunaltmak, güvenlikten ekonomiye kadar her alanda ülkeyi yönetemez hale
getirmek, masada ve sahada teslim almak, yine kendilerine bağımlı hale
getirmektir.
Doğu Akdeniz’deki Hesaplaşmalar
Doğu Akdeniz zengin hidrokarbon kaynaklarına sahip bir bölgedir. Birçok jeopolitik çıkarın kesiştiği Doğu Akdeniz’de gergin bir rekabet ve paylaşım mücadelesi yaşanmaktadır. 2008’den itibaren bölgede doğal gaz rezervleri tespit edilince, dev şirketler buradaki ülkelerle birlikte bölgeyi parsellediler. Peş peşe gelen yeni ‘denizalanı sınırlama anlaşmaları’, NAVTEX ilanları ve artan askeri tatbikatların gölgesinde yapılan sert ve yüksek perdeden siyasi açıklamalarla bölgede tartışma devam etmektedir. Ayrıca, Doğu Akdeniz’in Süveyş Kanalı’nın çıkışı olması, İsrail’in güvenliği, Azerbaycan ve Kerkük petrolünün terminal noktası olması gibi nedenler yüzünden bölge stratejik bir önem arz ediyor. Doğu Akdeniz çok sayıda aktörün boy göstermeye çalıştığı ve çekiştiği bir coğrafyaya dönüşmüştür. Türkiye ise Akdeniz’e en uzun kıyısı olan ve KKTC nedeniyle bölgede merkezi bir role sahip bir ülkedir. Artık rekabet deniz alanlarının ve gaz yataklarının paylaşımı noktasından çıkarak çok sayıda bölgesel ve küresel aktörün de katılımıyla daha genel bir jeopolitik ve stratejik cepheleşmeye doğru dönüşmüştür.
Türkiye’nin Yunanistan ile ikili bir müzakere masasına oturma yaklaşımı, Yunanistan’ın Türkiye’yi baskı altına alma amacıyla, konuyu başta AB olmak üzere yeni kurulan bölgesel ittifaklar zeminine çekme ve uluslararasılaştırma yaklaşımıyla sekteye uğruyor. Yunanistan yıllardır Türkiye ile ikili diyalogdan hep kaçınmakta, her meseleyi Türkiye-AB sorunu haline getirmektedir. Türkiye'nin karşısında tek başına kaldığında yaşayacağı kâbusun korkusuyla sürekli ABD, Fransa, İsrail, BAE, Mısır, Suudi Arabistan’a göz kırparak çok taraflı bir koalisyonun parçası gibi kendisini pazarlamaktadır.
Doğu Akdeniz’de birçok ülke Türkiye karşıtlığı bağlamında aynı kampta
buluşmuş vaziyettedir. ABD, Fransa, Yunanistan, Mısır, İsrail, BAE, Suudi
Arabistan Türkiye’nin karşısında yer alıyorlar. ABD Kıbrıs Rum Kesimi’ne 33
yıldır uyguladığı silah ambargosunu kaldırma kararı alırken, Yunanistan
Fransa’dan Rafale tipi savaş uçağı alacağını açıkladı, Girit açıklarında
Birleşik Arap Emirlikleri, Yunanistan, Fransa ve İtalya tatbikat düzenledi. Son
Doğu Akdeniz Gazi Forumunda İtalya ile beraber Filistin, Ürdün gibi ülkeler de
bunların safında yer aldı. Türkiye dış politika tarihinde görülmemiş bir izolasyonla
karşı karşıya kaldı.
Türkiye'nin
Çevrelenmesi Ve Sınırlandırılması
Çevreleme, jeopolitik bir yaklaşım olarak Türkiye karşıtı unsurların Türkiye'nin harekât alanını daraltması, dış dünyayla olan bağlantısını sınırlayıcı politikaları devreye sokmasıdır. Sınırlandırma ise Türkiye'nin askeri gücünü dengeleyerek hareket kabiliyetini kısıtlaması anlamlarını taşıyor. İsrail, Mısır, Yunanistan ve GKRY arasında yapılan ortak tatbikatlar, icracı devletlerin konumlandıkları coğrafya itibariyle doğrudan Türkiye’min çevrelenmesi ve kısıtlanması stratejisi bağlamında değerlendirilmelidir.
Yunanistan devlet aklı neredeyse Türkiye’yi çevreleme fikri üzerine inşa edilmiştir. Yunanistan’ın temel amacı Türkiye’yi Doğu Akdeniz’de yalnızlaştırmak ve uluslararası kamuoyuna Türkiye’nin sadece itiraz eden ve sorun çıkaran devlet konumunda olduğunu göstermektir. Bugüne kadar Türkiye-Yunanistan arasında 60 görüşme yapılmış, her konu konuşulmuş ama hiç bir husus halledilememiştir. Şimdi 61. istikşafı görüşme yapılacak ama görülen o ki, bu görüşmeler 40 yıl daha devam eder. Bugünkü konjonktür dahilinde ABD ve çoğu AB üyesi ülkeler, haklı haksız her konuda Yunanistan’a açık bir şekilde destek verdikleri için Yunanistan’ın anlaşma yoluyla çözüme yine yanaşmayacaktır.
Türkiye karşıtı AB yaptırımları da bu dönemde Fransa, Yunanistan ve GKRY’ın gayreti olarak karşımıza çıkmaktadır. İspanya’nın Seville Üniversitesi’nde bir profesörün hazırladığı “denizdeki Sevr” olarak tanımlanacak bir haritada Yunanistan’ın tezlerine yer verilmesi, AB’nin bunu desteklediğini söylemesi Türkiye’nin sabrının taşıran örneklerden biridir. Fransa’nın yönetmenliğinde ve Avrupa Birliği, Almanya ve Doğu Akdeniz Gaz Forumu üyelerinin aktörlüğünde sahneye konan oyunun amacı, hukuksuz eylemlerle Türkiye’yi tahrik ederek bir çatışmaya çekmek ve saldırgan taraf pozisyonuna düşürmektir.
AB, Türkiye’nin her alanda çok gerisinde bulunan ülkelere üyelik verirken, her seferinde ''Sonra görüşürüz'' diye Türkiye bekletilmiş, her müzakereye Yunanistan lehine Kıbrıs ve Ege şartları ve dayatmaları eklemiş, Rumları Kıbrıs’ın tek hakimi olarak tanımıştır. Günümüzde Yunanistan tarafından işgal edilen 18 ada ve 1 kayalık için hiç sesini çıkarmamaktadır. Ayrıca, Dicle ve Fırat sularının “uluslararası topluluğun suları” olduğu iddiasıyla Türkiye’den bu sular üzerindeki hükümranlık haklarından vazgeçmesini istemekte, bu nehirlerin ve kaynakların yönetimini Avrupa Birliği’ne devredilmesini istemektedir. “Ermeni sorunu” da AB’nin Türkiye politikalarının önemli bir aracı olup Türkiye’nin bütünlüğünü ve geleceğini torpillemek için geliştirilmiştir. Son olarak AB dönem Başkanlığı döneminde yapıcı bir rol yükleneceği düşünülen Almanya Başbakanı Merkel’in “Bütün AB ülkeleri Yunanistan’ı desteklemekle yükümlüdür “açıklamasından sonra Almanya pozisyonunu arabuluculuktan “taraf” pozisyonuna çekmiştir. Bu son açıklama AB’nin hala Sevr kafası ile hareket ettiğini göstermektedir.
ABD ve AB’nin desteklediği GKRY, Yunanistan, Mısır ve İsrail’in öncülüğünde Doğu Akdeniz’de Türkiye ve KKTC’nin haklarını hiçe sayarak, deniz sınırlarını ihlal ederek, adanın tek sahibi gibi davranarak yasal olarak da ahlaki olarak da geçersiz olan sondaj çalışmalarına devam etmektedir. Buna karşılık AB, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de kendi karasularında sondaj çalışması yapması nedeniyle yaptırım uygulayacağı tehdidini savurmaktadır.
Yunanistan, Lozan anlaşması kurallarını ihlal ederek Türkiye kıyılarına sadece birkaç kilometre uzaklıkta bulunan adaları silahlandırırken, statüsü belli olmayan ada ve kayalıklara sivil, asker ve canlı hayvan çıkarırken, NATO, ABD ve AB’nin bu ağır tahriklere duyarsız kalması onların ikiyüzlülüğünün bir göstergesidir.
Yunanistan ABD ve
AB’den Aldığı Cesaretle Hareket Ediyor
Türkiye’den Yunanistan’ karşı bir hareket olduğunda ilk hedeflerden biri
Dedeağaç olduğu için Amerikalıları getirip orada deniz ve hava üssü kurdurdular.
ABD-Yunanistan savunma iş birliği kapsamında; Girit'teki Souda Askeri Üssü'nün
genişletilerek modernize edilmesi, Larisa havalimanının yenilenmesi,
Stefanovikeio Hava Üssü'nde kapasitesinin arttırılması, Dedeağaç limanının
modernize edilmesi gibi faaliyetler var. Öte yandan ABD, F-35 tedariki
konusunda Yunanistan'a göz kırpmakta, GKRY’ne Patriot verebileceği dedikoduları yayarak
Türkiye'yi dengelemeye dönük hamleler yapmaktadır.
Yakın geçmişte Ege denizindeki Sikiros adasında, Yunan, Fransız ve ABD
birliklerinin katılımı ile ‘’Büyük İskender’’ tatbikatı icra edildi ve bu
tatbikatta Yunan adasının düşmandan geri alınması ile ilgili bir senaryo
denendi. Yani, NATO üyesi Yunanistan, Fransa ve ABD’nin birliklerinin katılımı
ile icra edilen bu tatbikat doğrudan NATO üyesi Türkiye’yi hedef almıştır.
Ege denizindeki bu koalisyon Doğu Akdeniz’de de karşımıza çıkmaktadır. Fransa, refakatçi altı savaş gemisi eşliğinde bir uçak gemisini GKRY’nin sözde münhasır ekonomik bölgesine göndererek, bu yönetimi sözde taciz eden Türkiye’ye açık bir mesaj vermektedir.
ABD bölgede çok açıktan Türkiye’nin karşısında yer almaya başlamıştır. ABD Dış İşleri Bakanı Pompeo, Kıbrıs Rum bölgesini ziyaretinde, Güney Kıbrıs, Yunanistan, İsrail ve ABD enerji işbirliğinin önemini vurgulayarak, “Türkiye’nin bölgedeki eylemleri bizi derinden endişelendiriyor” açıklamasını yaptı. Lefkoşa ziyaretinde KKTC Cumhurbaşkanı ile görüşmedi. 12 Eylül’de GKRY ile ABD arasında imzalanan ve Güney Kıbrıs’ta “Kara, Açık Denizler ve Liman Güvenliği Merkezi” kurulmasını öngören mutabakat muhtırası da Kıbrıs Türk tarafını yok saymaktadır.
Açıkça görülmektedir ki, Türkiye, Ege ve Doğu Akdeniz’de çevrelenmekte, bu bölgelerdeki çıkarlarını savunması giderek zora sokulmaktadır. Türkiye’nin Azeri kardeşlerini yalnız bırakmayacağını bildikleri için bir taraftan da Ermenistan’ı Azerbaycan’a saldırtarak Türkiye’nin gücünü çeşitli cephelerde parçalamaya çalışıyorlar. Bütün bu gelişmelerin İdlip'te eşi görülmemiş bir askeri tırmandırma nedeniyle Rusya ile ilişkilerimizin gerildiği sürece rastlaması, Düvel-i Muazzama’nın birlikte hareket ettiğini, Türkiye’yi daha da zora sokmak istediklerini göstermektedir.
Türkiye bugün bütün kara ve deniz sınırlarından tehdit edilen bir ülke konumundadır. Dikkatle bakılırsa, hiçbir bölge içi ve bölge dışı aktör bu coğrafyada tek başına siyaset yürütmüyor. Bugün yaşadığımız gelişmeler bundan sonraki kuşakları etkileyecek bir özellik arz etmektedir. Tarih tekerrür ediyor ve Akdeniz’den Afrika’ya, Karadeniz’den Kafkaslara kadar Türkiye’ye karşı bir çevirme hareketi uygulanmaya çalışılıyor. Bu nedenle.Türkiye’nin hak ve menfaatlerini en iyi şekilde koruması, kendisine örülmeye çalışılan kapanı boşa çıkarması, bu çevrelemeyi yarması ve stratejik sıkışmışlığı aşması için güçlü olması gerekiyor.
Fransa’nın Derdi Ne?
Fransa-Türkiye krizine geniş bir perspektiften bakabilmek için öncelikle Afrika kıtasının Fransa için ifade ettiği önemi kavramak gerekmektedir. Libya’daki mücadele Türkiye ve Fransa arasındaki mücadelede buzdağının görünen kısmıdır. Meselenin özünde Türkiye tarafından yürütülen Afrika politikasının Fransa’nın çıkarları ile çatışması yatmaktadır. Fransa eski sömürgeleri nedeniyle hala Afrika’nın en önemli kolonyal bir gücüdür. Fransız dilinin baskın olarak konuşulduğu ülkelerin sivil ve askeri kadroları Fransa’da eğitilmekte, askeri teçhizatlar Fransa tarafından temin edilmektedir.
Fransa Afrika gibi tarihsel, kültürel ve siyasal bağlar ile kendisine bağlamış olduğu bir bölgede, farklı bir siyasi aktörün etkili olmasını menfaatlerine aykırı bulmaktadır. Türkiye tarafından Afrika’da açılmış olan 26 adet konsolosluk bu rahatsızlığın tezahürlerinden biridir. Sahra altı Afrika’ya açılan geçiş noktasında yer alan Libya gibi bir ülkede Fransa’nın çıkarlarına karşı tutum alacak bir güç Fransa tarafından istenmemektedir. Libya Fransa için Afrika bağlantısı açısından kritik bir önem arz etmektedir.. Türkiye’nin yaptığı müdahaleyle Libya’da, sahadaki askeri dengeyi değiştirmesi, burada Fransa’yı devre dışı bırakması, Libya gibi bir coğrafyada emperyalistlerle boy ölçüşmesi onları rahatsız etti. Türkiye’nin operasyonlarıyla Hafter’in almış olduğu yenilgiler karşısında Fransa ABD’ye ve AB’ye çağrı yapmış ve Türkiye’nin Libya’daki siyasi hamlelerinin dengelenmesi gerektiğini bildirmiştir. Fransa Hafter’e destek vererek, Libya ve Sahraaltı Afrika’daki Fransa karşıtı grupları nötralize etmeyi ve aynı zamanda Hafter’in kontrol etmiş olduğu bölgelerdeki enerji kaynaklarından faydalanmak istemektedir.
Fransa-Türkiye arasındaki rekabetin ekonomik boyutu da ayrı bir önem taşımaktadır. Türkiye tarafından Cezayir’e yapılan yatırımlar Türkiye’yi Cezayir pazarında önemli bir aktör haline getirmiştir. Yine Temmuz 2020 tarihinde Türkiye ve eski bir Fransız kolonisi olan Nijer arasında ekonomik ve savunma alanında iş birliği antlaşması imzalanmıştır. Türkiye kökenli bankaların, GSM operatörlerinin, müteahhitlik şirketlerinin, gıda zincirlerinin Afrika ülkelerinde yayılma alanı bulması emperyalistleri tedirgin etmiştir.
Libya’nın Türkiye tarafından Afrika’ya açılan bir üs ve platform olarak kullanılması, buna bağlı olarak Fransa’nın etkinliğini kaybetmesi Fransa’yı rahatsız etmiştir. Libya’da da, Mısır, İsrail, Fransa, Rusya, BAE, Suudi Arabistan, Yunanistan Türkiye’ye karşı bir blok oluşturan aktörler hepsi orada. Ama Türkiye oraya gittiği zaman kıyameti koparıyorlar.
Ayrıca, Fransa AB bölgesinde hakimiyeti olan Almanya’yı dengeleyebilmek için Akdeniz’de güçlü ve sözü geçen ülke olmak istemekte, Yunanistan’ı kendi öncelikleri ve çıkarları bağlamında bir sıçrama tahtası olarak kullanmaktadır.
Stratejik Ortaklığın Suyu Çıkmıştır
Stratejik müttefiklerimiz stratejik düşmanız gibi hareket ettikleri için,
artık stratejik ortaklığın suyu çıkmıştır diyebiliriz. Türkiye’yi soğuk savaş
boyunca ileri karakolu olarak gören ‘stratejik müttefik’ olarak değerlendiren
Batı sisteminin, bugün terör örgütlerine karşı gösterdiği himaye, nasıl bir
müttefiklik sorusunu gündeme getirmektedir.
Terör örgütlerini kollayan, imkân sağlayan, onlara Avrupa’nın
şehirlerinde bürolar açan, AB’nin başkenti Brüksel’de konuşlandıran Avrupalılar
ve Suriye’de PKK/PYD ile işbirliği yapan ABD ikiyüzlü davranan suç
ortaklarıdır. Hedefleri bin yıldır bu topraklarda var olan milleti parçalamak,
devletini yıkmaktır. Bu bakımdan meseleyi sadece bir terör ve gaz meselesi
olarak görmek yetersizdir. Türkiye’nin FETÖ ve PKK terörünün üstüne yürümesi
AB’den “şiddetli” tepkiler almıştır. NATO tatbikatında Mustafa Kemal ve
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı hedef tahtasına koyarak Türkiye’ye karşı
açık bir tehditte bulundukları için Türk subayları orayı terk ettiler.
İdlip’te Rusya ve rejim
güçleri Türk gözlem noktalarına saldırıp onlarca Türk askerini öldürürken,
NATO, İdlib’deki saldırıları Türkiye’nin toprak bütünlüğüne yönelik
doğrudan bir tehdit olarak değerlendirmediği için NATO’nun 5. Maddesini
uygulamaktan geri durdu. Her zaman kendi lehlerine kullandıkları bu maddeyi söz
konusu Türkiye olunca kıllarını bile kıpırdatmadılar.
Batı’nın rahatsızlığı, Batı eksenden çıkan, ülkesine karşı sürdürülen kuşatma çemberine teslim olmayan, boyun eğmeyeceğini dünyaya ilan eden Türkiye gerçeğidir. Bu ülkeyi 15 Temmuz’da ele geçirmek, bağımsızlığına son vermek isteyenler, şimdi bölgedeki piyonları vasıtasıyla Türkiye’yi yeniden kontrol altına almak istemektedirler. Ancak artık haksızlıklara başkaldıran bir ülkenin var olduğunu, bu saldırıların milleti ayağa kaldırdığını, hesaplarının boşa çıktığını görüyorlar. Türkiye’nin emperyalizme karşı azimli direnişi ve vatanı savunması onları çok rahatsız ediyor. Türkiye’nin yalnızlaşmasını, direnme gücünün zayıflamasını dolaysıyla emperyalizme daima bağımlılığı kalmasını istiyorlar.
Türkiye’nin yükselişi, küresel vicdanları sorgulayışı, zalimlerin zulmüne
karşı mazlumların dili, nefesi, direnci, umudu, özgüveni olması, yeryüzündeki
sömürü düzenine karşı mücadelesi en büyük rahatsızlıklarıdır.[1]
Türkiye’nin Önemli Konumu…
Türkiye’nin dış politika ve güvenlik stratejisi bir süredir dönüşüm içinde. Denizde “Mavi Vatan” adı verilen ama bunu aşarak karayı da içeren aktif ve güce dayalı bir “ileri savunma doktrini” (forward defense) inşa halinde. Bir ayağı Irak’ın kuzeyinde, güney ucu Somali ve Katar’da, doğuda Kafkaslarda, Batı’da Libya’ya kadar uzanan geniş bir hat’ta, askeri, siyasi ve ekonomik nüfuz etkinlik bölgesi kurmaya dayalı bu strateji bu. Türkiye’nin savunmasının sınır ötesi alanlardan başlaması ve bu stratejiyi uygulamaya yönelik bir askeri endüstriyel kompleksin geliştirilmesi fikrine dayanıyor.
Türkiye bir süredir sınır ötesi alanlarda asker bulundurma, askeri üsler kurma, askeri varlığı takviye etme gibi güvenlik politikaları uyguluyor. Türkiye Somali ve Katar’da askeri üs kurarken, Kürdistan Bölgesel Yönetimi bölgesindeki askeri varlığını artırmaya, yeni üsler kurmaya devam ediyor, KKTC’ye İHA ve SİHA’lar yerleştiriyor, Suriye’de dört bölgede asker tutuyor, orada kendi kontrolünde yerel yönetimler kuruyor. Akdeniz’de yüzlerce gemi ve uçakla büyük çapta Mavi Vatan tatbikatı yapıyor. Libya’ya askeri eğitim desteği veriyor. Askeri imkânlarını kullanıp Hafter güçlerini geri püskürtüyor. Ermenistan’a karşı Azerbaycan’a askeri destek veriyor. Şüphesiz her siyasi tercihin, her bölgesel kazanımın getirdiği risk ve maliyetler mutlaka olacaktır. Ancak Türkiye, yaşaması ve gelecek kuşakları da ilgilendiren haklarının korunması için “Sevr” oyunlarını bozması ve mücadelesine devam etmesi gerekiyor.
Türkiye bölgede en güçlü askeri üstünlüğe ve NATO’nun ikinci büyük ordusuna sahip bir ülkedir. Nüfusu, askeri mücadele tecrübesi, sahadaki deneyimi, savunma sanayindeki atılımları açısından onunla bölgede baş edebilecek başka bir aktör yok. Doğu Akdeniz gazının boru hatları ile Avrupa pazarına taşınmasında en elverişli ve alternatifsiz transit ülke Türkiye’dir. Aynı zamanda Çin’in 69 ülkeyi kapsayan Bir Kuşak Bir Yol projesinin Asya’yı Avrupa’ya bağlayan en önemli geçiş güzergâhı üzerinde bulunmaktadır.
Türkiye Bu Kuşatmayı Yarmalı, Yalnızlık Kabuğunu Kırmalıdır
Türkiye, bütün bu gerçekleri nazari dikkate alarak yeni politikalar üretmeli ve yeni hamleler başlatmalıdır. Bu coğrafyada yaşamak için coğrafyanın gerektirdiği ekonomik, askeri ve siyasi güce sahip olmak zaruretini hatırdan çıkarmamak gerekiyor. Zaman ve konjonktür iyi değerlendirilip, bilgi ve birikime sahip ortak bir akıl, ülkenin enerjisini boşa harcamayacak etkin stratejiler geliştirmelidir.
Doğu Akdeniz'in önümüzdeki dönemin yeni jeopolitik ekseni olacağı anlaşılıyor.
Türkiye'nin hem savaşabilen hem de anlaşabilen bir ülke olmayı sürdürebilmesi
için diplomasisini yürütecek bir zihinsel hazırlığa ve güç kapasitesine sahip
olması çok önemlidir. Yıllardır mücadele ettiği terör belası, halen yaşadığı
krizler ve tarihi tecrübesi Türkiye'nin çözüm bulma yeteneğini geliştirmiştir. Bu
süreçteki duruşuyla, kararlılığıyla çevirme stratejisini lehine döndürebilecek
bilgi, birikim ve güce sahip bulunmaktadır.
İslam coğrafyasında bu güce ve iradeye sahip başka bir ülke yoktur. Türkiye düşerse, Kudüs’ün düşeceğini, Türkiye düşerse Kafkasya, Balkanlar ve Kuzey Afrika’nın düşeceğini unutmayalım. Bölgede istikrarı sağlayacak yegâne ülke yine Türkiye’dir. Türkiye kendi iç bütünlüğünü, iç düzenini ve istikrarını sağladığı zaman önünde kimse duramaz. Bu nedenle, İçeride yapılan hatalar ile uluslararası arenadaki duruşu birbirine karıştırmamamız lazım. Milli meselelerde bu millet iktidar ve muhalefeti ile birlik içinde hareket etmelidir. Ya “fanatik tartar” ya da “müzmin muhalif olmayı bırakmamız gerekiyor.
Cari açık vermeyen, borçlu olmayan, bağımsız bir ekonomi hava
savunmasından daha önemlidir. Barış Pınarı harekâtı üzerine Trump’ın
tehditlerini hatırlayın. Trump¸ “Türkiye Suriye’nin kuzeydoğusuna yapacağı
askeri operasyonla ilgili sınırı aştığını düşündüğüm bir şey yaparsa,
Türkiye’nin ekonomisini tamamen yerle bir ederim. (Daha önce yaptım!)"
demişti. Süreç, ABD Başkanı’nın “ekonomini yıkarım” notası ve başkan
yardımcısını göndererek harekâtı durdurmasıyla sonuçlanmıştı. Trump, Türkiye'de tutuklu bulunan rahip
Brunson üzerinden yaşanan kriz sırasında twitter'dan benzer bir mesaj
paylaşmış, Türk Lirası Trump'ın bu mesajlarının ardından büyük bir düşüş yaşamıştı.
Yenidünya düzeni kurulurken Türkiye de kendi stratejisini ekonomik,
askeri ve siyasi küresel bir oyun kurucu olarak planlamalıdır. Bugün başımıza
gelenler bugün yaptıklarımızdan dolayı başımıza gelmiyor. Beş-on-elli-yüz yıl önce
aldığımız kararların etkileri ya bizi kurtarıyor ya da batırıyor. Günlük
politikalarla büyük hedeflere ulaşamaz, stratejik hedef koymadan nereye
gideceğinizi bilemezsiniz. Derler ki; “Nereye gideceğini bilmeyen kaptana
hiçbir rüzgârın faydası olmaz.”
Eğer Türkiye oyun kurucu bir ülke olmak istiyorsa kaynaklarını verimli kullanmak, AR-GE faaliyetlerine ağırlık verip sanayinin ileri teknoloji dönüşümünü sağlamak zorundadır. Bunun ise ancak bağımsız güçlü bir ekonomi ile mümkün olacağı bilinmelidir. Kaynakları israf etmeden, geri dönüşü olmayan alanlara yatırmadan, reel ekonomi esas alınarak, küresel rekabete yönelik yatırımlara öncelik verilerek, bağımsız ve güçlü bir ekonomiye sahip olmak gerekiyor.
Şunu unutmayalım, gücünüz kadar konuşur, gücünüz kadar adam yerine konulursunuz.