(Umran Dergisi)
Türkiye hem siyasi hem ekonomik sorunlar yaşadığı bir döneme girdi. Ülkenin
her yanında çeteler ve hukuksuzluk fışkırırken, bombalar patladı, suikastlar
düzenlendi. Bir anda siyasi ve ekonomik
açıdan bir belirsizlik içine girildi. Çankaya savaşı, erken seçim süreci ve de
Ağustos başında yapılacak Yüksek Askeri Şura
ile TSK'nde yeni kuvvet dengelerinin belirlenmesi trafiği yanında, 39
Yıla mahkum edilen Şemdinli sanıkları ile ilgili karar gündemi meşgul eden konular
oldu.
Birbirinden farklı senaryolar üretip, ortamın kaynaması için ellerinden geleni yapanlar. ülkede gerilim yaratarak darbeye davetiye çıkarmak isteyenler var. Medyanın büyük bir bölümü ve CHP sorumsuzca Hükümet aleyhine veryansın etmekteler. 50 yıldır darbelerden medet ummuş partinin başkanı, AKP'nin Cumhurbaşkanlığı seçimini, "devleti ele geçirme" olarak gördüğünü iddia ediyor. Sanki AKP'liler bu ülkenin insanı değil.. Sanki Baykal devletin tek sahibi de kimseye kaptırmak istemiyor. Sivil ve askeri bürokrasinin uzantısı olan CHP demokratik yollarla elde edemediklerini ülkeyi kamplara bölerek elde etme çabası içinde.
Cumhurbaşkanı Sezer ve Baykal üç ayda dört kere Köşk'te yemek yemişler. Son yemeğe Genel Kurmay Başkanı da katılmış. Meclis'te anayasal olarak cumhurbaşkanını seçme imkânı varken, Baykal, görev süresinin bitmesine on buçuk ay kalan Sezer'den neyin desteğini istiyor sorusunu herkes soruyor. Anlaşılan o ki, 30 Ağustos'a kadar gerilim iyice tırmanacak, sıcak günler yaşanmaya devam edeceğiz.
Kendisini
cumhuriyetin bekçisi olarak gören CHP, "ben olmasam
Cumhuriyet elden gider" diyor. Kuruluşundan bu yana 80 yıl geçmesine
rağmen hala birileri Cumhuriyet korumak ve kollamak görevini durmadan
tekrarlıyorsa, hala bu göreve soyunuyorsa, Cumhuriyet'de bir şeylerin yanlış
gittiğini düşünmek lazım.
Deniz Baykal'ın, 'Cumhuriyet milli mücadele ile kazanıldı.
Sandıkta kaybedilmeyecek' şeklindeki demeci, halkı yok sayarak, gerektiğinde sandığa da müdahale edileceğini
ima eden nezaketsiz tavrı bir siyasi parti liderine yakışmamaktadır. Baykal
sırtını hangi güç odaklarına dayadı ki
ancak bir aşiret devletinde olabilecek tehditler savuruyor. Bu
devletin kuralları yokmuş gibi
davranarak bir takım tertiplerle mevzilerini korumak isteyenler, Cumhuriyeti
politik hesaplarının aracı yaparak ülkeyi kaosa götürenler bu anaforun herkesi
yutacağını bilmelidirler.
Korkunç Komplo
Şemdinli davası, Danıştay saldırısı, Atabeyler çetesi gibi arka arkaya gelen olaylar, Devletin içinde bir kavga olduğu izlenimini veriyor. Susurluk’tan sonra, derin devlet ile devlet arasında sorun çıkmıştı.. Devletin içinde, çeteciliğin artık devleti çok çürüttüğünü ve daha fazla devam edemeyeceğini düşünen bir yapı ile, devletin bazı birimlerinde yasalara uymama hakkına sahip olduğuna inanarak örgütlenmiş bir başka yapı var. Şemdinli'de de devlet derin çeteleri suçüstü yakalamıştı. Ordu mensubu iki kişi bombalı bir eylemle Güneydoğu'yu provoke etmeye kalktı ve suçüstü yakalandı ve bu suçları mahkeme kararıyla sabit oldu.
Danıştay saldırısının şokunu
henüz atlatamayan Türkiye'de, bu sefer yine karanlık senoryaların ve komplo
teorilerinin üretilmesine yol açacak "Atabeyler"
adlı yeni bir çete oluşumu ortaya çıkarıldı. Liderliğini bir Pilot Yüzbaşının
yaptığı grupta, Özel Kuvvetler'de
görevli bir astsubayın da çetenin bombacısı olduğu öne sürüldü. Ankara Terörle Mücadele ekiplerinin, Eryaman'da gerçekleştirdiği operasyonda, Başbakan'a ve danışmanına
yönelik suikast hazırlığı içinde oldukları iddia edilen 3'ü asker 9 kişi yakalandı.
Zanlılarla birlikte Glock marka tabanca ile C-4 tipi patlayıcı ve Cumhuriyet
Gazetesi'ne saldırıda da kullanılan MKE yapımı bombalar ele geçti. Ev sanki bir
cephanelik gibi.
"İyi çocukların" güçlü odaklardan aldıkları destekle çetecilik yaptıkları,
tehlikeli buldukları kişileri devlet adına katlettikleri, canları istediği
zaman provokasyonlar tezgahlayıp meşru hükümetleri devirmek için türlü
tezgahlar tertipledikleri bir ortamda, halkımız ordusundan farklı açıklamalar
beklemektedir. TSK'nın şabeli işlerle
ilişkilendirilmesi, kirli dedikodulara alet edilmesi vatandaşı üzmektedir.
Bırakın Ordunun Yakasını
Genelkurmay Adli Müşavirliği de,
tıpkı birkaç gün önce Ertuğrul Özkök'ün yazdığı gibi Van 3.Ağır Ceza
Mahkemesinin Şemdinli sanıklarını mahkum eden kararının "Yüksek Askeri Şur'a öncesi askeri
yıpratmayı" amaçladığını vurguluyor. Ayrıca Adli Müşavirlik bu kararla
"Sarıkaya'nın rövanşı alınıyor"
gibi hukuk diline hiç uymayan, siyasi
bir değerlendirme de yapıyor. Bu davanın en başından beri, siyasi bir dava olarak görüldüğü, hükümetin
yediği ültimatomdan, Van savcısının başına gelenlerden belliydi. Bir iddianamede bir kuvvet
komutanının adı geçiyor diye kıyameti kopardılar. İki ordu mensubu görevli
oldukları sırada, bir çete oluşumu içerisinde
bomba patlatıp adam öldürmekten mahkum oldularsa, bu zaten ordu için
yeteri kadar yıpratıcı bir durum değil midir? Ortada böyle bir çete oluşumu
varken, Mahkemenin kararını Askeri Şur'a'dan önce veya sonra vermesinin ne önemi vardır.
Aslında şu anda kamuoyu, TSK'dan böyle "karşı saldırı" niteliğinde
açıklamalar değil; durumun vahametine uygun,
ordunun itibarını korumaya yönelik, içinde ortaya çıkan bu tip
yapılanmaların üstüne ciddiyetle gideceği inancını yaratan açıklamalar
bekliyor. Devletin en önemli kurumunu değişik hesaplar doğrultusunda istismar
eden bu yapılanmalara dur denilmesini istiyor. Medyanın ve CHP'nin orduyu keyfi manşetlere ve günlük politikalara alet
etmesi daha ne kadar devam edecek? Ne zaman ordunun yakasından düşecekler.
Provokatif manşetleri kabak tadı vermeye başladı. Yok "genç subaylar rahatsızmış", yok
"YAŞ'la oynanmaya çalışıyormuş",
v.s. Bu ülkenin ordusunu yargıyla karşı karşıya getirmek için elinden geleni
yapan bir zihniyet en az teröristler
kadar tehlikelidir.
Hükümetin Durumu
Türkiye'deki istikrarsız ortam
giderek büyütülüyor şimdi. Laikçilerin istediği de buydu zaten. Kızılelma koalisyonu,
ulusalcılar, AKP'nin ayağının sürçmesi
için fırsat bekliyordu. AKP gerekli adımları atmak yerine, bu laikçi cephenin
eline "laikliğin tarifini yeniden
yapalım", "türbana
Danıştay değil, ulema karar versin" diyerek, kendi eliyle kendisini
yıkmak isteyenlere bütün kozları verdi.
Şemdinli olayının ucu nereye varırsa varsın
sonuna kadar gidileceğini söyleyen Başbakan, ilk önce "hırsız içeride "diyen Emniyet
İstihbarat Daire Başkanını görevden aldı. Adalet Bakanı Savcıya sahip çıkmayarak ihraç edilmesinin
yolunu açtı. Bugün AK Parti bu kadar zor duruma düştüyse Şemdinli’deki duruşu nedeniyledir. Hükümet çok ciddi bir şekilde zemin
kaybetti. Türkiye’de aydınlar hakkında
birçok dava açıldı. İddianamelerden dolayı savcılara bir soruşturma açıldı mı bilmiyoruz. Savcı bir
generalden söz ettiği için işinden oluyor ama bir yazardan söz ettiği zaman gerekirse canına okuyor..
28 Şubat sürecinde dik duramayanların akıbetini
biliyoruz. Şimdi aynı omurgasız tavırları gösterenler, yine onlardan umutla bir
şeyler bekleyenleri hayal kırklığına uğratmak üzereler. Başbakan bir selam
veriyor, bir selamı geri alıyor. Hükümet bir adım atıyor, baskılar gelince iki
adım geri gidiyor. Bunu da politika zannediyor, iktidar olduğunu sanıyor.
Dayandığı kitlenin hiçbir meselesini çözmeyen, yeni bir heyecan dalgası
oluşturamayan hükümetin maalesef siyasetteki gücü tartışılır durumdadır. Adam gibi ülkeyi yönetmek yerine, türlü
tezgahlarla özgürlükleri kısmak için ülkeyi karıştırmak isteyenlerin ekmeğine
yağ sürer gibi polis ve jandarmanın yetkilerini artıran düzenlemelerle Türkiye'de
özgürlükler daha da zayıflatılırsa
bunun acısını ilk çekecek olan siyasi
iktidar olacaktır.
Terörle Mücadele Kanunu (TMK)
Eylemlerin hız kazanması sonucunda, hak ve özgürlükleri iyice kısan TMK yeniden Meclis gündemine getirildi. Sivil toplum örgütleri tarafından hükümete ve meclis üyelerine iletilen mesajlarla; bu kanunun bir baskı kanunu olduğu, süresiz "olağanüstü hal" uygulamaları ile ülkeyi bir açık hava cezaevine dönüştüreceği, toplumun tüm kesimlerini zor duruma düşüreceği belirtilmesine rağmen Meclis tasarıyı görüşmeye devam ediyor.
Başörtüsü yasağını veya YÖK'ü protesto edeceklere, bir vakıf veya derneğin Türkiye’de "Kuran yasağı" vardır demesine, aynı vakıf ve dernekte Kur'an öğretilmesine, vakıf ve derneklere kurban bağışında bulunulmasına ağır cezalar gelmektedir. Bir protesto esnasındaki bir işaret nedeniyle en azından örgüt üyesi iddiası ile 15 yıl hapis cezası ile yargılanmanın önü açılacaktır. Yapılmak istenen masum bir yardım nedeniyle, "teröre finansman" sağlama iddiası ile insanların yargılanması söz konusu olabilecektir. Mülki amirler ve kolluk güçleri müşahhas delil olmadan sadece istihbarata dayanarak şüphelendiği kişinin hayatını zindana çevirebilecektir. Taslağa göre 'suç işlemesinden şüphelenilen' kişilerin, tüm mal varlıklarına, vali, kaymakam, emniyet müdürü emriyle el konulabiliyor. Bu kişilerin belli yerlere seyahat etmesi yasaklanabiliyor. evine alacağı misafire bile müdahale edilebilecektir.
Vatandaşın ifade özgürlüğünü, gösteri ve protesto haklarını, haber alma ve verme haklarını ciddi anlamda kısıtlayan, savunma makamını iyice zayıflatan, para ödülü nedeniyle bir çok müfterinin birçok masum insanın canını yakacağı TMK tasarısı, sivil toplum kuruluşlarını "silahsız terör örgütü" olarak görmektedir.
"Hukuk devleti" ve "adaleti" tesis etmek yerine özgürlükleri kıstlayacak olan yeni baskıları millet istemiyor. Ceza müeyyideleri terör dışı alanlarda masum vatandaşları ezecektir. Bunun, sosyal ve siyasi faturasını da bu kanunu çıkaranlar ödeyecek, vebaline katlanacaklardır.
Medyada Kadının Bir Metâ Olarak
Kullanılması
A.Ü. İletişim Fakültesi öğretim
üyesi Doç. Dr. Mine Gencel Bek tarafından yapılan "Medya ve Toplumsal
Katılım" adlı araştırmada, 'haberlerde dahi kadının cinselliğinin yoğun
bir şekilde kullanıldığı' sonucu ortaya çıkmış. On ay süre ile 4 gazeteyi
baz alarak yaptığı araştırmada, kadınların teşhir edildiği haber sayısı 1620
iken erkeklerin oranı 101 olarak belirlenmiş. TV'de görülen kadınların büyük
çoğunluğunun eğlence ve magazin dünyasından ünlüler olduğu görülmüş.
Konu sağlık göster
baldırbacak, konu turizm baldırbacak, konu spor göster baldırbacak. Herşeyin
ilacı baldırbacak, göğüs, manken, kim kimin kucağında belli değil. Bir sürü
homoseksüel, kadın kılığına girmiş erkek. Yok Huysuz virjin, Fatih Ürek, Kuşum
Aydın, bir sürü Allahın belası. Sanki bu ülkede doğru dürüst sanatçı yokmuş
gibi sadece bu ahlaksızlar teşhir ediliyor.
Bazı medya organları da
gaflet ve ihanet içerisinde bu yozlaşmaya çanak tutuyorlar. Türkiye'deki ahlaki
çöküntüyü hızlandırmak ve yozlaşmayı artırmak için dış güçler tarafından
finanse ediliyorlar. "Fuhuş"un
adı "çıkma" olmuş. Falan
sözde sanatçı filanla çıkıyormuş. Gömlek değiştirir gibi birbirlerini değiş
tokuş yapıyorlar. Bu insanların gayri ahlaki yaşamları topluma örnek bir hayat
olarak sunuluyor. Toplumda ciddi bir değer kaybı söz konusudur.
İşte Başörtüsü Anketinin Sonuçları
Sabancı Üniversitesi ve Işık Üniversitesi’nin ortaklaşa gerçekleştirdiği "Türkiye’de Sosyal Tercihler Araştırması"nın ortaya koyduğu bulgulara göre, Türk toplumunun yüzde 68’i başörtülü öğrencilerin üniversitelerde özgürce okuyabilmesine destek veriyor. Ülke genelinde 1.846 kişiyle yüz yüze görüşme yöntemiyle gerçekleştirilen araştırma ortaya ilginç sonuçlar çıkarıyor. Halkın yine yüzde 65’i başörtüsünü devlet memurluğunun önünde bir engel olarak görmüyor. Geçtiğimiz aylarda Boğaziçi Üniversitesi ve Açık Toplum Enstitüsü tarafından yürütülen bir araştırmada, kamuoyunun yüzde 93’ünün başörtüsünden rahatsızlık duymadığı belirlenmişti. Araştırmanın bir başka sonucu da ülkede sıkça dile getirilen "Cumhuriyet tehlikede, şeriat gelecek" iddiasının karşılığının olmadığını gösteriyor.