1 Eylül 2018 Cumartesi

GÜNDEMİN PEŞİNE TAKILIP GİDERKEN MESELENİN ÖZÜNÜ KAÇIRMAMAK

(Umran Dergisi)


Bu bir Papaz Meselesi Değildir…

Trump’un seçilmesiyle hız kazanan ve giderek şiddetlenen bir ticaret savaşı var dünyada. Bunun yanında neredeyse İslam coğrafyasının tamamını kapsayan dünyanın birçok yerinde sıcak çatışmalar var. Türkiye’nin bölgede siyaseten güçlenmeye başlayıp, bölgedeki gelişmelere müdahil olarak küresel sisteme kafa tutmaya başlayınca bu karmaşadan etkilenmemesi mümkün olmadığı gibi en fazla hedefe konulan ülke oldu. bağımsız olarak hareket etme iradesini ortaya koyduğunuz anda blokaj ile karşılaşıyorsunuz.

 

Papaz Brunson olayı aşağıda belirttiğimiz ABD ile olan sorunlar yumağının su üstünde görülen bahanesidir. Türkiye olarak;

·         ABD’nin YPG/PYD ile kurmak istediği terör koridoruna karşı çıktık.

·         FETÖ’ye verdiği desteğe karşı çıkıyor ve bize iadesini istiyoruz.

·         İran’da istedikleri rejim değişikliğine ve uyguladıkları ambargoya karşı çıkıyoruz.

·         Katar’a uyguladıkları ambargoyu kırdık.

·         Müslümanları katleden Mısır’daki darbeci rejime karşı duruşumuz.

·         ABD’nin Kudüs kararına karşı BM’yi harekete geçirmemiz.

·         Filistin’e verdiğimiz destek.

·         Rusya’dan S-400 füze sistemi almamız. 

 

Ayrıca “dünya beşten büyüktür” dedik. Doların rezerv para saltanatına karşı söylemler geliştirdik. Kur sıçramalarından etkilenmeyecek, dolardan bağımsız milli paralara dayalı bir ticaret sistemini dile getirdik. ABD’nin bölgedeki planlarını bozan adımlar attık. Ekonomimizi bütün ittirmelere rağmen IMF’ye teslim etmeyerek direndik. Türk-Amerikan ilişkilerinin esası işte bu küresel jeopolitik pozisyon ile siyasi ve askeri ilişkiler olduğu için ABD ile yaşanan kriz sert oldu.

 

ABD Büyükelçiliği, “Bir ABD’li yetkilinin yaptığı doların 7 lira olacağı tahminini” yalanlayan bir açıklama yapmıştı. Bu aslında diplomatik dille yapılan bir tehdit sinyaliydi. Nitekim ABD, dolar gücüne dayanarak Türkiye’ye karşı akıl dışı bir saldırıya geçti ve Türkiye'ye karşı uyguladığı yaptırımlar, Türk Lirası'nın çökmesine neden oldu. Milletlerin parasını ve para arzını kontrol eden bu finans çeteleri yirmi yılda Osmanlı Devletini iflas ettirdiler. Faizlerini bile ödeyemeyecek duruma düşürüp Düyûn-ı Umumiye ile bütün varlıklarına el koydular.

 

1944-1971 arası doların altına endeksli olduğu Bretton Woods uluslararası para sistemi geçerli idi. Ancak 1971’den sonra, ABD içinde bulunduğu ekonomik güçlükler nedeniyle doların altına dönüştürebilme kuralını kaldırmış ve istediği kadar doları basıp dünyaya dağıtmaya başlamıştı. Bu para arzını esasında Amerikan devletinin sahibi olamadığı FED’in dışında kimse kontrol edemediği için dünyada istedikleri manipülasyonları yapabiliyorlar.

 

Ayağını Yorganına Göre Uzatmak

 

Kapitalist sistemin tüketim toplumu haline getirdiği, ithalata alıştırılmış bir ülke olarak hayli zamandır imkânlarımızın ötesinde yaşamaya alıştırıldık. Zaten kıt olan, borç harç temin edilmiş kaynakları ar-ge’ye, teknolojiye, tarım ve hayvancılığın geliştirilmesine yatırmak yerine, tüketime, inşaata, harcayarak adeta hormonlu büyüdük ve bununla övündük. Büyüme rakamlarını yüksek göstermek için harcadıkça harcadık. Şu an yaşanan sıkıntının sebebi budur. Bir taraftan büyümesi hızlanmış, diğer taraftan işsizliği artmış bir ekonomiyi dünyanın başka bir yerinde göremezsiniz.  

 

Ekonomik sıkıntı sadece dış güçler yaptıklarıyla izah edilemez. Soğan ve patatesin fiyatını da dış güçler artırmadı. ABD ile bir problem yaşamasaydık da bu dalgalanma olacaktı. Çünkü borcumuz çoktu, sattığımızdan çok aldığımız için cari açığımız sürekli büyüyordu. Sanayi üretimi azalıyor, Mayıs ayından beri işsizlik artıyordu. Rahip Brunson meselesi daha patlamamışken enflasyon yılbaşından beri artmaya başlamıştı. Türkiye’nin bir krize gittiğinin işaretleri ta 2013’ten beri dile getiriliyordu. Yani ekonomimiz iyi değildi, yapısal sorunları çözmek yerine palyatif tedbirlerle iş geçiştiriliyordu. ABD ile siyasi ilişkilerin bozulmasıyla ekonomi kolayca bunalıma girildi. 57 milyar doları aşan cari açığın ve enflasyonun bu derece arttığı bir yerde bu dalgalanma kaçınılmadı. ABD ile olan diplomatik kriz dalgalanmanın daha sert olmasına sebep oldu.

 

Kur atakları enflasyonu azdırdıkça faizler de düşmüyor. Hem yatırım hem de işletme sermayesi ihtiyacı için krediye muhtaç olan reel sektör bu faizlerle yükün altından kalkamıyor ve bu defa dış kaynağa ihtiyaç duyuyor.  Böylece bir fasit daire içinde dönüp duruyoruz.  Bundan sonra şimdiden %30’lara varmış faizler daha da artacak, yeni zamlar geleceğinden enflasyon biraz daha artacak, harcamalarımız azalacak, işsizlik artacak, dar gelirlilerin işi zorlaşacak, dolayısıyla ekonomik büyüme rakamları düşecek. Kısacası ayağımızı yorganımıza göre uzatmak, biraz geri çekilmek, biraz küçülmek gerekecektir.

 

Tasarrufa Önce Devlet Kendinden Başlamalıdır.

 

Kamuda özellikle Belediyelerdeki israfa yönelik harcamalar, kamu binalarının, makam odalarının lüks tefrişatına, lüks ve pahalı makam araçların harcamalarına dağ dayanmaz. Tanıtım, tebrik, davetiye, reklam propaganda amaçlı kitap, dergi, bülten, vs. gibi işler harcanan milyonlar. Belediye başkanlarının kendi fotoğraflarını koyarak, şahsi reklama yönelik olarak gazetelere verdikleri tam sayfa bayram mesajları, yollara, köprülere, direklere asılan belediye başkanı afiş ve posterleri gibi gereksiz harcamalar kaynakları tüketiyor. Ekonomik değeri olmayan israf, gösteriş ve ranta dayalı yatırımlardan vaz geçilmelidir.

 

On yılda cep telefonuna 13 milyar dolar para ödemişiz. Kozmetiğe, lüks araçlara milyarlarca döviz ödüyoruz. Bu saatten sonra yapılması gereken savurganlığın önlenmesi, TL’ye yönelik para politikasının sıkılaştırılması, ithalatın azaltılması suretiyle iç pazarın korunması ve dış borçların azaltılmasıdır.

 

Kırılgan Bir Ekonomiye Sahibiz

 

Diplomaside vuku bulan bir tartışma ekonomimizde büyük dalgalanmalara sebep olurken, atılan bir tweet’le krize giren, püff deyince kaosa sürüklenen bir ekonomiye sahibiz. Hâlbuki bize yaptıklarının daha fazlasını Çin’e ve Rusya’ya yaptılar ama onların ekonomisi bu kadar etkilenmedi.  Ayrıca, öteden beri AB ülkelerine de çeşitli yaptırımlar uyguluyor, bankalarına ve firmalarına cezalar kesiyorlar.

 

Eğer güçlü ve üretken bir ekonominiz ile kasanızda yeterli döviziniz varsa, kur artışlarını hasarsız atlatabilir, Atlantik ötesi hegemonların bir sözüyle paranız bir günde %20 değer kaybetmezdi. Güçlü olan, kendi üretimi ile yetinen, ithalat bağımlısı olmayan, ihracatı ithalatını karşılayan ve iyi yönetilen ekonomiler dış müdahaleler karşısında bu kadar sarsılmaz. Cari açığınız yok ise, reel sektöre dayalı olarak  artmış bir milli geliriniz var ise kimse sizinle bu kadar oynayamaz. Yaşadığımız süreç, kendimizin olmayan bir parayı piyasaya pompalayarak ekonomiyi canlı tutmaya çalışmanın uzun vadede fayda vermediğini göstermiştir.

 

TL sadece doların değil bütün dünya paraları karşısında değer kaybetti. Olayın sebebini sadece rahip Brunson’a veya 15 Temmuz darbe girişimine bağlamak doğru değil. 15 Temmuz’a kadar dolar 1,8 TL’den 3,6 TL’ye çıkmıştı.  Dolar 1,8 TL’den 4,00 TL’ye çıkıncaya kadar Brunson olayı henüz gündemde değildi. Yani TL’nin değerinin düştüğü bir süreci zaten yaşamaya başlamıştık.

 

2001 ve 2008 krizlerini kolay atlatmış, siyasilerin ifadesiyle bizi teğet geçmişti. 2001 döneminde özel sektörün borcu 30 milyar dolar, kamunun da 30 milyar dolar borç yükü vardı. Şimdi özel sektörün borcu 11 kat (330.000 $) kamunun ise 5 kat (150.000 $) artmış durumdadır.

 

Eğer alternatif bir stratejiniz yoksa, bir alternatif oluşturamamışsanız, tarımda, hayvancılıkta, enerjide kendine yeter halde değilseniz, ekonominiz ithale dayalı ise, borç parayla dağı taşı rant amaçlı betona çevirirseniz, üretmeden tüketirseniz, katma değerli teknolojik sanayi yatırımı yapmasanız bu kırılganlığı önleyemezsiniz.

 

Oldukça ürkek ve kırılgan bir ekonomiye sahip olan Türkiye’de sert açıklamalarla piyasayı panikletmek zararı daha çok büyütmektedir. Tedirginlikten dolayı kimse bir şey alıp satmıyor, yatırımlar erteleniyor, herkes dur bakalım ne olacak vaziyetinde bekliyor. Kur artışları finansal istikrarı ve ödemeler dengesini bozacak bir noktaya geldi. Merkez Bankası enflasyon, faiz, döviz kurları ile ilgili olarak öngördüğü yılsonu beklentilerinin sürekli yukarıya doğru revize ediyor.

 

Dövize-Dolara Ve Dışa Bağımlı Bağımlı Bir Piyasa Düzeni

 

Türkiye ekonomisin dövize çok bağlı bir yapısı var. Dışarıdan gelecek dolara göre yatırım planlayan, dışarıdan gelecek sermayeye göbekten bağımlı bir ekonomiye sahibiz. Hazine ve Merkez Bankası verilerine göre 2018 birinci çeyreğinde dış borcumuz 467 milyar dolardır. Şu sıralarda tahminen 500 milyar dolar dış borçla yürüyen bir ülkeyiz. Dolara ve dış kaynağa aşırı bağımlı olmak, ekonomiyi dolara ve faize göre kurgulamak, dış borca gömülmek, ülkeyi sıcak paranın esiri haline getirir ve ufak bir fiskede piyasalar alt üst olur..

 

Diyanet hac ve umre ziyaretlerini dolarla yaptırıyor. TÜRKSAT dolarla ödeme alıyor. Artan kurlar nedeniyle birçok medya kuruluşu şimdiden ödeme yapamaz duruma düşmüş durumdadır. Köprü, tünel, otoyol, hava limanı ve şehir hastanelerinde dolar üzerinden hesap yapılmakta, devlet ödeme garantisi verdiği işletici şirketlere dolar üzerinden ödeme yapmaktadır. AVM’lerde kiralar dolarla ödenmektedir. Kamu ihalelerinin birçoğu dolar üzerinden yapılmaktadır.

 

ABD’nin Türkiye’ye karşı yürüttüğü ekonomik savaşa karşı eldeki dolarları bozdurmak ve TL’ye dönmek için adeta milli seferberlik hali ilan edildi. Ancak şaşırtıcı olan husus, bütün bu çağrılara karşılık bankalardaki dolar mevduatın bu dönemde artış göstermiş olması. Merkez Bankası verilerine göre, 10 Ağustos ile biten haftada kişilerin döviz cinsinden mevduat ve fonları 120 milyon dolar artışa 91.6 milyar dolar olurken; kurumların ise yaklaşık 1.1 milyar dolar artışla 68.3 milyar dolara yükseldi. Bu milletin fedakâr evlatları koşturup elindeki üç beş doları milli bir hassasiyetle bozdururken büyük firmalardan tık yok. Dövizdeki dengesiz dalgalanmalarla Türkiye’nin ekonomik yapısının kaotik bir ortama çekilmeye çalışıldığı bir zamanda bankaların kârlarını artırması da düşündürücüdür. Ayrıca piyasada eski bir alışkanlığın ortaya çıktığını, günah ve suç olan stokçuluğun da başladığını gösteren işaretler var.

 

Yerli Malı Kullanalım Ama Hangi Malı Kullanalım

 

Nohut, mercimek, fasulye, ayçiçeği, buğday, saman ithal ediyoruz. Üretici emeğinin karşılığını alamıyor, tüketici fiyat artışlarına yetişemiyor, ama arada birileri bu arada iyi kazanıyor. Sabun, deterjan, temizlik malzemelerinin ya kendisi, ya hammaddesi, elbisenin kumaşı, ipliği, ayakkabının derisi ithaldir. Hayvan yemi hammaddeleri, hayvanın kendisi, tarım ilaçları ithaldir. Sanayinin doğal gazı, defterin, kitabın, kalemin, silginin hammaddesi ithaldir. İnşaatların plastik ve ahşapları dahil birçok malzemesinin ya kendisi ya hammaddesi ithaldir. Bunları üreten fabrikaların makinaları ithaldir.

 

Bin bir zorlukla kurulan fabrikalar özelleştirmelerle satıldı, alanlar kendi ülkelerinde ürettikleri malları bize satmak için buraları ya işlemez hale getirdiler, ya da tekel haline geldiler. Fındık üretiminde dünya birincisi olmamıza rağmen fiyatları İtalya belirliyor. Çünkü Türkiye’nin en büyük fındık ihracatçısı firmayı İtalyan Ferrero’ya saıldı.  Özelleştirmeden elde edilen gelirler tarıma hayvancılığa, enerji kaynaklarına yatırılacağına, rant amaçlı inşaata, devlete yük olacak projelere yatırıldı.

 

ABD Hep Aynı Amerika, Batı Hep Aynı Batı İdi


Yılın başından bu yana Türk Lirası, ABD Doları karşısında yüzde 40 oranında değer kaybetti. Mahkemenin tutuklu bulunan ABD'li rahip Brunson'u serbest bırakmayı reddetmesi üzerine ABD alüminyum ve çelik ithalatı vergilerini iki kat artırarak, ekonomik yaptırımlar uyguladı. Kredi derecelendirme kuruluşları olan Standart Poors ve Moody’s, Türkiye’nin kredi notunu düşürdü. Fitch ise, Türkiye’nin aldığı tedbirlerin kredibiliteyi inşa etmek için yetersiz olduğunu belirtti. Sonuç olarak, sadece son birkaç günde TL yüzde 25'ten fazla değer kaybetti.

Küresel finans sistemi elinden geleni yapacaktır. Kâh Gezi kalkışmasıyla, kâh 15 Temmuzda üstümüze bomba yağdırarak, kâh bugün olduğu gibi kur savaşıyla küresel çete ülkemizde kriz çıkartmaya çalışacaktır. Veya 28 Şubat’ta olduğu gibi ülkeyi yıllarca irtica ve başörtüsü ile oyalarken bankaları hortumlayıp bedelini bu mazlum millete ödetecektir. 50 sene önce Türkiye’den daha geri ülkeler, ikinci dünya savaşında yerle bir olan ülkeler kendi markalarını üretip, dünyaya ileri teknoloji ürünleri satarken, bizdeki şartlanmış kafalar başörtüsü, laiklik, şeriat derdine düşüp bugünkü sıkışmışlığın aktörleri oldular.

 

ABD ile stratejik ortak(!) olmakla övündük. 1990’lardan beri AB’YE gireceğiz diye debeleniyoruz. 2003 yılında askerimizin başına çuval geçirdiğinde biz BOP’un eş başkanıydık. Condoleezza Rice Ortadoğu’da 22 ülkenin sınırları değişecek, yeni devletler kurulacak derken ABD’ye siyasi irade olarak bir itirazımız olduğunu hatırlayan var mı? Ne zamanki ilmeği boynumuza geçirdiler o zaman anti Amerikancı olduk.

 

Türkiye’nin İmkânları

 

Gümrük vergileri artırımı ve malların boykot edilmesi çağrıları ile karşılıklı restleşmelerin olduğu bu gerginlikte Türkiye sert, ciddi ve kararlı bir tavır sergiliyor. Türkiye’nin böylesine sert tepki vermesi dış piyasalar üzerinde de bir domino etkisi yapacak, dalga dalga birçok ülkeyi etkileyecek ve tedirgin edecektir.  Türk Lirası değer kaybettikçe birçok para birimi değer kaybedecek, borsalarda kayıplar artacaktır. Euro-dolar paritesinde görülen düşüşün Avrupa’yı rahatsız ettiğini Almanya Şansölyesi Merkel ve Fransa Cumhurbaşkanı Macron’nun bizim Başkanla görüşme isteklerinden anlıyoruz. Ayrıca Türkiye’nin elinde Avrupa’ya yönelik bir mülteci göçü kozu var. Türkiye herhangi sıkıntılı bir durumda bu göçün önünü açtığında Avrupa başına neler geleceğini iyi biliyor.

 

Türkiye- ABD arasındaki tansiyon yükselmeye devam ederse yaşanan güven bunalımı nedeniyle hem gelişen ekonomiler üzerinde, hem de Avrupa ve ABD finansal piyasaları üzerinde olumsuz etkileri olacaktır. Bu çekişmeden dolayı 22 trilyon dolar devlet borcu olan ABD’nin askeri harcamaları artacak, Amerikan ekonomi ve finans çevrelerinde sarsıcı etkileri olacaktır.

 

Bir Musibet Bin Nasihatten Evlâdır

 

Ülkemizde uygulanan neo-liberal ekonomi politikaların artık duvara çarptığını görüyoruz. Sürdürülemez olan bu krizin faturasını ödemek durumunda kalan geniş yığınların sorunları makarna, kömür dağıtmak gibi sosyal yardım politikalarına havale edilmeyecek kadar ciddi bir durum arz etmektedir.  

 

Katar’dan 15 milyar dolar gelecek haberi ve Merkez Bankamızın Katar’la imzaladığı 3 milyar dolarlık SWAP anlaşması kurlar üzerinde az da olsa olumlu bir etki oluşturdu. Açıklamaya göre bu para ile bankalara ve finans piyasalarına hızlı bir giriş yapılacakmış. Demek ki Katar’dan gelecek para mal üretip ihraç etmeye yönelik bir kaynak değil. Reel ekonomiye destekten ziyade para- faiz-borsa üçgenindeki kağıt ekonomisinde döndürülecek bir kaynağa benziyor.

 

Küresel eko-finans sistemi, borsa, döviz ve tahvil üzerinden oluşturduğu sanal kâğıt sistemiyle dünyanın kanını emerek piyasaları soyuyor. Katil balina olarak vasıflandırılan Swap ve Hedge fonlar gibi enstrümanlarla kaynak ihtiyacını karşılamanın, uluslararası para sistemini bir veri olarak kabul edip, ona göre finansal politikalar geliştirmenin sağlıklı bir yaklaşım olmadığını artık düşünmemiz gerekiyor.

 

Bizi Londra’da ve New York’taki para oyuncularını oyuncağı haline getiren küresel kapitalist sistemi tartışmamız gerekiyor. Laikçi kapitalist sisteme adapte olma tehlikesi ile yüz yüze olan Müslümanların yaşanan dönüşümün sadece ekonomi ile sınırlı olmadığını, ahlaki, siyasi, kültürel boyutları ile küresel sistemin istediği tipolojiye dönüşmeye başladıklarını, toplumu topyekun değiştirdiğini görmeleri gerekiyor.

 

Yaşadığımız kriz Batı tarzı liberal kapitalizm modelini benimsemiş olan ülkemizde kapitalist düzenle yüzleşmemize inşallah vesile olur. Göreceli bir refaha ve rahata kavuştukları için eski iddialarını rafa kaldırmış ve sisteme itirazlarından nerdeyse vazgeçmiş olan Müslümanları yeniden “sistemde bir yanlışlık var mı yok mu” diye düşünmeye ve bu sistemden kurtulmanın çarelerini aramaya yöneltir.

DOHA SALDIRISI BİR DÖNÜM NOKTASI KAOTİK BİR KIRILMA VE DİPLOMASİNİN ÇÖKÜŞÜ

  Metin Alpaslan   – Umran Dergisi/Ekim 2025-374. Sayı Terör ve işgal devleti İsrail’in 9 Eylül’de uluslararası hukuku ihlal ederek, Doha’da...