(Umran Dergisi)
Bu bir Papaz Meselesi Değildir…
Trump’un
seçilmesiyle hız kazanan ve giderek şiddetlenen bir ticaret savaşı var dünyada.
Bunun yanında neredeyse İslam coğrafyasının tamamını kapsayan dünyanın birçok
yerinde sıcak çatışmalar var. Türkiye’nin bölgede siyaseten güçlenmeye
başlayıp, bölgedeki gelişmelere müdahil olarak küresel sisteme kafa tutmaya
başlayınca bu karmaşadan etkilenmemesi mümkün olmadığı gibi en fazla hedefe
konulan ülke oldu. bağımsız olarak
hareket etme iradesini ortaya koyduğunuz anda blokaj ile karşılaşıyorsunuz.
Papaz
Brunson olayı aşağıda belirttiğimiz ABD ile olan sorunlar yumağının su üstünde
görülen bahanesidir. Türkiye olarak;
·
ABD’nin YPG/PYD ile kurmak istediği terör
koridoruna karşı çıktık.
·
FETÖ’ye verdiği desteğe karşı çıkıyor ve bize
iadesini istiyoruz.
·
İran’da istedikleri rejim değişikliğine ve
uyguladıkları ambargoya karşı çıkıyoruz.
·
Katar’a uyguladıkları ambargoyu kırdık.
·
Müslümanları katleden Mısır’daki darbeci rejime
karşı duruşumuz.
·
ABD’nin Kudüs kararına karşı BM’yi harekete
geçirmemiz.
·
Filistin’e verdiğimiz destek.
·
Rusya’dan S-400 füze sistemi almamız.
Ayrıca
“dünya beşten büyüktür” dedik. Doların rezerv para saltanatına karşı
söylemler geliştirdik. Kur sıçramalarından etkilenmeyecek, dolardan bağımsız
milli paralara dayalı bir ticaret sistemini dile getirdik. ABD’nin
bölgedeki planlarını bozan adımlar attık. Ekonomimizi bütün ittirmelere rağmen
IMF’ye teslim etmeyerek direndik. Türk-Amerikan ilişkilerinin esası işte bu
küresel jeopolitik pozisyon ile siyasi ve askeri ilişkiler olduğu için ABD ile
yaşanan kriz sert oldu.
ABD
Büyükelçiliği, “Bir ABD’li yetkilinin yaptığı doların 7 lira olacağı
tahminini” yalanlayan bir açıklama yapmıştı. Bu aslında diplomatik dille
yapılan bir tehdit sinyaliydi. Nitekim ABD, dolar gücüne dayanarak Türkiye’ye
karşı akıl dışı bir saldırıya geçti ve Türkiye'ye karşı uyguladığı yaptırımlar,
Türk Lirası'nın çökmesine neden oldu. Milletlerin parasını ve para arzını
kontrol eden bu finans çeteleri yirmi yılda Osmanlı Devletini iflas ettirdiler.
Faizlerini bile ödeyemeyecek duruma düşürüp Düyûn-ı Umumiye ile bütün
varlıklarına el koydular.
1944-1971
arası doların altına endeksli olduğu Bretton Woods uluslararası para sistemi
geçerli idi. Ancak 1971’den sonra, ABD içinde bulunduğu ekonomik güçlükler
nedeniyle doların altına dönüştürebilme kuralını kaldırmış ve istediği kadar
doları basıp dünyaya dağıtmaya başlamıştı. Bu para arzını esasında Amerikan
devletinin sahibi olamadığı FED’in dışında kimse kontrol edemediği için dünyada
istedikleri manipülasyonları yapabiliyorlar.
Ayağını
Yorganına Göre Uzatmak
Kapitalist
sistemin tüketim toplumu haline getirdiği, ithalata alıştırılmış bir ülke
olarak hayli zamandır imkânlarımızın ötesinde yaşamaya alıştırıldık. Zaten kıt
olan, borç harç temin edilmiş kaynakları ar-ge’ye, teknolojiye, tarım ve
hayvancılığın geliştirilmesine yatırmak yerine, tüketime, inşaata, harcayarak
adeta hormonlu büyüdük ve bununla övündük. Büyüme rakamlarını yüksek göstermek
için harcadıkça harcadık. Şu an yaşanan sıkıntının sebebi budur. Bir taraftan büyümesi
hızlanmış, diğer taraftan işsizliği artmış bir ekonomiyi dünyanın başka bir yerinde
göremezsiniz.
Ekonomik
sıkıntı sadece dış güçler yaptıklarıyla izah edilemez. Soğan ve patatesin
fiyatını da dış güçler artırmadı. ABD ile bir problem yaşamasaydık da bu
dalgalanma olacaktı. Çünkü borcumuz çoktu, sattığımızdan çok aldığımız için cari
açığımız sürekli büyüyordu. Sanayi üretimi azalıyor, Mayıs ayından beri
işsizlik artıyordu. Rahip Brunson meselesi daha patlamamışken enflasyon yılbaşından
beri artmaya başlamıştı. Türkiye’nin bir krize gittiğinin işaretleri ta
2013’ten beri dile getiriliyordu. Yani ekonomimiz iyi değildi, yapısal
sorunları çözmek yerine palyatif tedbirlerle iş geçiştiriliyordu. ABD ile siyasi
ilişkilerin bozulmasıyla ekonomi kolayca bunalıma girildi. 57 milyar doları
aşan cari açığın ve enflasyonun bu derece arttığı bir yerde bu dalgalanma kaçınılmadı.
ABD ile olan diplomatik kriz dalgalanmanın daha sert olmasına sebep oldu.
Kur
atakları enflasyonu azdırdıkça faizler de düşmüyor. Hem yatırım hem de işletme
sermayesi ihtiyacı için krediye muhtaç olan reel sektör bu faizlerle yükün
altından kalkamıyor ve bu defa dış kaynağa ihtiyaç duyuyor. Böylece bir fasit daire içinde dönüp
duruyoruz. Bundan sonra şimdiden
%30’lara varmış faizler daha da artacak, yeni zamlar geleceğinden enflasyon
biraz daha artacak, harcamalarımız azalacak, işsizlik artacak, dar gelirlilerin
işi zorlaşacak, dolayısıyla ekonomik büyüme rakamları düşecek. Kısacası ayağımızı
yorganımıza göre uzatmak, biraz geri çekilmek, biraz küçülmek gerekecektir.
Tasarrufa
Önce Devlet Kendinden Başlamalıdır.
Kamuda
özellikle Belediyelerdeki israfa yönelik harcamalar, kamu binalarının, makam
odalarının lüks tefrişatına, lüks ve pahalı makam araçların harcamalarına dağ
dayanmaz. Tanıtım, tebrik, davetiye, reklam propaganda amaçlı kitap, dergi,
bülten, vs. gibi işler harcanan milyonlar. Belediye başkanlarının kendi
fotoğraflarını koyarak, şahsi reklama yönelik olarak gazetelere verdikleri tam
sayfa bayram mesajları, yollara, köprülere, direklere asılan belediye başkanı
afiş ve posterleri gibi gereksiz harcamalar kaynakları tüketiyor. Ekonomik
değeri olmayan israf, gösteriş ve ranta dayalı yatırımlardan vaz geçilmelidir.
On
yılda cep telefonuna 13 milyar dolar para ödemişiz. Kozmetiğe, lüks araçlara
milyarlarca döviz ödüyoruz. Bu saatten sonra yapılması gereken savurganlığın
önlenmesi, TL’ye yönelik para politikasının sıkılaştırılması, ithalatın
azaltılması suretiyle iç pazarın korunması ve dış borçların azaltılmasıdır.
Kırılgan
Bir Ekonomiye Sahibiz
Diplomaside
vuku bulan bir tartışma ekonomimizde büyük dalgalanmalara sebep olurken, atılan
bir tweet’le krize giren, püff deyince kaosa sürüklenen bir ekonomiye sahibiz. Hâlbuki
bize yaptıklarının daha fazlasını Çin’e ve Rusya’ya yaptılar ama onların
ekonomisi bu kadar etkilenmedi. Ayrıca,
öteden beri AB ülkelerine de çeşitli yaptırımlar uyguluyor, bankalarına ve
firmalarına cezalar kesiyorlar.
Eğer
güçlü ve üretken bir ekonominiz ile kasanızda yeterli döviziniz varsa, kur
artışlarını hasarsız atlatabilir, Atlantik ötesi hegemonların bir sözüyle paranız
bir günde %20 değer kaybetmezdi. Güçlü olan, kendi üretimi ile yetinen, ithalat
bağımlısı olmayan, ihracatı ithalatını karşılayan ve iyi yönetilen ekonomiler
dış müdahaleler karşısında bu kadar sarsılmaz. Cari açığınız yok ise, reel
sektöre dayalı olarak artmış bir milli
geliriniz var ise kimse sizinle bu kadar oynayamaz. Yaşadığımız süreç, kendimizin
olmayan bir parayı piyasaya pompalayarak ekonomiyi canlı tutmaya çalışmanın
uzun vadede fayda vermediğini göstermiştir.
TL
sadece doların değil bütün dünya paraları karşısında değer kaybetti. Olayın
sebebini sadece rahip Brunson’a veya 15 Temmuz darbe girişimine bağlamak doğru
değil. 15 Temmuz’a kadar dolar 1,8 TL’den 3,6 TL’ye çıkmıştı. Dolar 1,8 TL’den 4,00 TL’ye çıkıncaya kadar
Brunson olayı henüz gündemde değildi. Yani TL’nin değerinin düştüğü bir süreci
zaten yaşamaya başlamıştık.
2001
ve 2008 krizlerini kolay atlatmış, siyasilerin ifadesiyle bizi teğet geçmişti.
2001 döneminde özel sektörün borcu 30 milyar dolar, kamunun da 30 milyar dolar
borç yükü vardı. Şimdi özel sektörün borcu 11 kat (330.000 $) kamunun ise 5 kat
(150.000 $) artmış durumdadır.
Eğer alternatif bir stratejiniz yoksa, bir alternatif
oluşturamamışsanız, tarımda, hayvancılıkta, enerjide kendine yeter halde
değilseniz, ekonominiz ithale dayalı ise, borç parayla dağı taşı rant amaçlı
betona çevirirseniz, üretmeden tüketirseniz, katma değerli teknolojik sanayi
yatırımı yapmasanız bu kırılganlığı önleyemezsiniz.
Oldukça ürkek ve kırılgan bir ekonomiye sahip olan
Türkiye’de sert açıklamalarla piyasayı panikletmek zararı daha çok
büyütmektedir. Tedirginlikten dolayı kimse bir şey alıp satmıyor,
yatırımlar erteleniyor, herkes dur bakalım ne olacak vaziyetinde bekliyor. Kur
artışları finansal istikrarı ve ödemeler dengesini bozacak bir noktaya geldi. Merkez
Bankası enflasyon, faiz, döviz kurları ile ilgili olarak öngördüğü yılsonu
beklentilerinin sürekli yukarıya doğru revize ediyor.
Dövize-Dolara
Ve Dışa Bağımlı Bağımlı Bir Piyasa Düzeni
Türkiye ekonomisin dövize çok bağlı bir yapısı var. Dışarıdan
gelecek dolara göre yatırım planlayan, dışarıdan gelecek sermayeye göbekten
bağımlı bir ekonomiye sahibiz. Hazine ve Merkez Bankası verilerine göre 2018
birinci çeyreğinde dış borcumuz 467 milyar dolardır. Şu sıralarda tahminen 500
milyar dolar dış borçla yürüyen bir ülkeyiz. Dolara ve dış kaynağa aşırı
bağımlı olmak, ekonomiyi dolara ve faize göre kurgulamak, dış borca gömülmek,
ülkeyi sıcak paranın esiri haline getirir ve ufak bir fiskede piyasalar alt üst
olur..
Diyanet hac ve umre ziyaretlerini dolarla yaptırıyor.
TÜRKSAT dolarla ödeme alıyor. Artan kurlar nedeniyle birçok medya kuruluşu
şimdiden ödeme yapamaz duruma düşmüş durumdadır. Köprü, tünel, otoyol, hava
limanı ve şehir hastanelerinde dolar üzerinden hesap yapılmakta, devlet ödeme
garantisi verdiği işletici şirketlere dolar üzerinden ödeme yapmaktadır. AVM’lerde
kiralar dolarla ödenmektedir. Kamu ihalelerinin birçoğu dolar üzerinden yapılmaktadır.
ABD’nin Türkiye’ye karşı yürüttüğü ekonomik savaşa
karşı eldeki dolarları bozdurmak ve TL’ye dönmek için adeta milli seferberlik
hali ilan edildi. Ancak şaşırtıcı olan husus, bütün bu çağrılara karşılık
bankalardaki dolar mevduatın bu dönemde artış göstermiş olması. Merkez
Bankası verilerine göre, 10 Ağustos ile biten haftada kişilerin döviz cinsinden
mevduat ve fonları 120 milyon dolar artışa 91.6 milyar dolar olurken;
kurumların ise yaklaşık 1.1 milyar dolar artışla 68.3 milyar dolara yükseldi. Bu milletin fedakâr evlatları koşturup elindeki üç beş
doları milli bir hassasiyetle bozdururken büyük firmalardan tık yok. Dövizdeki
dengesiz dalgalanmalarla Türkiye’nin ekonomik yapısının kaotik bir ortama çekilmeye
çalışıldığı bir zamanda bankaların kârlarını artırması da düşündürücüdür. Ayrıca
piyasada eski bir alışkanlığın ortaya çıktığını, günah ve suç olan stokçuluğun da
başladığını gösteren işaretler var.
Yerli Malı Kullanalım Ama Hangi Malı Kullanalım
Nohut, mercimek, fasulye, ayçiçeği, buğday, saman
ithal ediyoruz. Üretici emeğinin karşılığını alamıyor, tüketici fiyat
artışlarına yetişemiyor, ama arada birileri bu arada iyi kazanıyor. Sabun,
deterjan, temizlik malzemelerinin ya kendisi, ya hammaddesi, elbisenin kumaşı,
ipliği, ayakkabının derisi ithaldir. Hayvan yemi hammaddeleri, hayvanın
kendisi, tarım ilaçları ithaldir. Sanayinin doğal gazı, defterin, kitabın,
kalemin, silginin hammaddesi ithaldir. İnşaatların plastik ve ahşapları dahil
birçok malzemesinin ya kendisi ya hammaddesi ithaldir. Bunları üreten
fabrikaların makinaları ithaldir.
Bin bir zorlukla kurulan fabrikalar özelleştirmelerle
satıldı, alanlar kendi ülkelerinde ürettikleri malları bize satmak için buraları
ya işlemez hale getirdiler, ya da tekel haline geldiler. Fındık üretiminde
dünya birincisi olmamıza rağmen fiyatları İtalya belirliyor. Çünkü Türkiye’nin
en büyük fındık ihracatçısı firmayı İtalyan Ferrero’ya saıldı. Özelleştirmeden elde edilen gelirler tarıma
hayvancılığa, enerji kaynaklarına yatırılacağına, rant amaçlı inşaata, devlete
yük olacak projelere yatırıldı.
ABD Hep Aynı Amerika, Batı Hep Aynı Batı İdi
Yılın başından bu yana Türk Lirası, ABD Doları karşısında yüzde 40 oranında değer kaybetti. Mahkemenin tutuklu bulunan ABD'li rahip Brunson'u serbest bırakmayı reddetmesi üzerine ABD alüminyum ve çelik ithalatı vergilerini iki kat artırarak, ekonomik yaptırımlar uyguladı. Kredi derecelendirme kuruluşları olan Standart Poors ve Moody’s, Türkiye’nin kredi notunu düşürdü. Fitch ise, Türkiye’nin aldığı tedbirlerin kredibiliteyi inşa etmek için yetersiz olduğunu belirtti. Sonuç olarak, sadece son birkaç günde TL yüzde 25'ten fazla değer kaybetti.
Küresel finans sistemi elinden geleni yapacaktır. Kâh
Gezi kalkışmasıyla, kâh 15 Temmuzda üstümüze bomba yağdırarak, kâh bugün olduğu
gibi kur savaşıyla küresel çete ülkemizde kriz çıkartmaya çalışacaktır. Veya 28
Şubat’ta olduğu gibi ülkeyi yıllarca irtica ve başörtüsü ile oyalarken
bankaları hortumlayıp bedelini bu mazlum millete ödetecektir. 50 sene önce
Türkiye’den daha geri ülkeler, ikinci dünya savaşında yerle bir olan ülkeler
kendi markalarını üretip, dünyaya ileri teknoloji ürünleri satarken, bizdeki
şartlanmış kafalar başörtüsü, laiklik, şeriat derdine düşüp bugünkü
sıkışmışlığın aktörleri oldular.
ABD ile stratejik ortak(!) olmakla övündük. 1990’lardan
beri AB’YE gireceğiz diye debeleniyoruz. 2003 yılında askerimizin başına çuval
geçirdiğinde biz BOP’un eş başkanıydık. Condoleezza Rice Ortadoğu’da 22 ülkenin
sınırları değişecek, yeni devletler kurulacak derken ABD’ye siyasi irade olarak
bir itirazımız olduğunu hatırlayan var mı? Ne zamanki ilmeği boynumuza
geçirdiler o zaman anti Amerikancı olduk.
Türkiye’nin İmkânları
Gümrük
vergileri artırımı ve malların boykot edilmesi çağrıları ile karşılıklı
restleşmelerin olduğu bu gerginlikte Türkiye sert, ciddi ve kararlı bir tavır
sergiliyor. Türkiye’nin böylesine sert tepki vermesi dış piyasalar üzerinde de bir
domino etkisi yapacak, dalga dalga birçok ülkeyi etkileyecek ve tedirgin
edecektir. Türk Lirası değer kaybettikçe
birçok para birimi değer kaybedecek, borsalarda kayıplar artacaktır. Euro-dolar
paritesinde görülen düşüşün Avrupa’yı rahatsız ettiğini Almanya Şansölyesi
Merkel ve Fransa Cumhurbaşkanı Macron’nun bizim Başkanla görüşme isteklerinden
anlıyoruz. Ayrıca Türkiye’nin
elinde Avrupa’ya yönelik bir mülteci göçü kozu var. Türkiye herhangi sıkıntılı
bir durumda bu göçün önünü açtığında Avrupa başına neler geleceğini iyi
biliyor.
Türkiye-
ABD arasındaki tansiyon yükselmeye devam ederse yaşanan güven bunalımı
nedeniyle hem gelişen ekonomiler üzerinde, hem de Avrupa ve ABD finansal
piyasaları üzerinde olumsuz etkileri olacaktır. Bu çekişmeden dolayı 22 trilyon
dolar devlet borcu olan ABD’nin askeri harcamaları artacak, Amerikan ekonomi ve
finans çevrelerinde sarsıcı etkileri olacaktır.
Bir
Musibet Bin Nasihatten Evlâdır
Ülkemizde
uygulanan neo-liberal ekonomi politikaların artık duvara çarptığını görüyoruz. Sürdürülemez
olan bu krizin faturasını ödemek durumunda kalan geniş yığınların sorunları
makarna, kömür dağıtmak gibi sosyal yardım politikalarına havale edilmeyecek
kadar ciddi bir durum arz etmektedir.
Katar’dan
15 milyar dolar gelecek haberi ve Merkez Bankamızın Katar’la imzaladığı 3
milyar dolarlık SWAP anlaşması kurlar üzerinde az da olsa olumlu bir etki
oluşturdu. Açıklamaya göre bu para ile bankalara ve finans piyasalarına hızlı
bir giriş yapılacakmış. Demek ki Katar’dan gelecek para mal üretip ihraç etmeye
yönelik bir kaynak değil. Reel ekonomiye destekten ziyade para- faiz-borsa
üçgenindeki kağıt ekonomisinde döndürülecek bir kaynağa benziyor.
Küresel
eko-finans sistemi, borsa, döviz ve tahvil üzerinden oluşturduğu sanal kâğıt
sistemiyle dünyanın kanını emerek piyasaları soyuyor. Katil balina olarak
vasıflandırılan Swap ve Hedge fonlar gibi enstrümanlarla kaynak ihtiyacını
karşılamanın, uluslararası para sistemini bir veri olarak kabul edip, ona göre
finansal politikalar geliştirmenin sağlıklı bir yaklaşım olmadığını artık
düşünmemiz gerekiyor.
Bizi
Londra’da ve New York’taki para oyuncularını oyuncağı haline getiren küresel
kapitalist sistemi tartışmamız gerekiyor. Laikçi kapitalist sisteme adapte olma
tehlikesi ile yüz yüze olan Müslümanların yaşanan dönüşümün sadece ekonomi ile
sınırlı olmadığını, ahlaki, siyasi, kültürel boyutları ile küresel sistemin
istediği tipolojiye dönüşmeye başladıklarını, toplumu topyekun değiştirdiğini
görmeleri gerekiyor.
Yaşadığımız
kriz Batı tarzı liberal kapitalizm modelini benimsemiş olan ülkemizde
kapitalist düzenle yüzleşmemize inşallah vesile olur. Göreceli bir refaha ve
rahata kavuştukları için eski iddialarını rafa kaldırmış ve sisteme
itirazlarından nerdeyse vazgeçmiş olan Müslümanları yeniden “sistemde bir
yanlışlık var mı yok mu” diye düşünmeye ve bu sistemden kurtulmanın
çarelerini aramaya yöneltir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder