1 Ekim 2018 Pazartesi

SORUNU DOĞRU TESPİT ETTİĞİNİZE EMİN MİSİNİZ?

 (Umran Dergisi) 

 

Türk Lirasının, tarihte ender görülebilecek bir değer kaybı yaşadığı, gündem olarak ekonominin konuşulduğu bir dönemde, ülkemiz, geçen ay önce Merkez Bankası’nın faiz kararına daha sonra da Orta Vadeli Programın(OVP) açıklanmasına kilitlendi. İşin özünü anlamak yerine, tavuk yumurta misali “enflasyon mu faizi, faiz mi enflasyonu” yükseltir gibi yanlış önermelerin peşine takıldık. İnsanların bir nevi bağımlı hale getirildiği çarpık finans sisteminin ana yapısına dokunmadan pansuman tedbirlerle adeta geçmişin IMF tedbirlerine benzer nitelik arz eden OVP(yeni adı YEP) toplumu çok heyecanlandırdı.

Her ne kadar kriz yoktur, bu bir manipülasyondur, dış güçlerin işidir diye izah edilse de toplum olarak maalesef kötü giden bir süreç ile yüzleşmekteyiz. Doları “dış güçlere”, faizi “lobilere”, zamları “fırsatçılara”, et fiyatlarını “et baronlarına” kilitlemek sorunları ortadan kaldırmıyor. Ekonominin bugün verdiği fotoğrafta elbette bölgesel faktörlerin ve ABD’nin tavrının da etkisi var. Fakat bunlar sadece krizi hızlandıran faktörlerdir. Problemleri çözecek yöntemlere kafa yormak yerine, bunları sorunun ana sebebi gibi göstermek, günü kurtaracak bahaneler aramaktır.

Kriz nedeniyle reel sektör büyük bir maddi sıkıntı içinde olup ekonomi büyük sorunlarla boğuşuyor. Yaşadığımız süreç israf ve savurganlığın, haksız zenginleşmenin, adam kayırma, rüşvet ve yolsuzluk iddialarının ayyuka çıktığı, hovarda bir hayatın yaşanmasının sonucudur.  

Ne yazık ki Müslümanların çoğu kaybolan değerlere ve sosyal felaketlere seyirci gibi bakıyor, olan bitene tepkisiz, uyuşuk bir topluluk durumundadır. Ve ne hazindir ki Cumhurbaşkanımızın “bu ancak esrar ve eroin tüccarlarında olur” dediği yüksek faizi, sistem, İslami hassasiyeti yüksek bir yönetim eliyle ödettirir hale gelmiştir.

İnsanlar Kur’an’ın emrettiği bir Müslüman olmak yerine muhafazakâr demokratlık adı altında kendilerine sunulan bir din ve düzen anlayışını ya cehaletten ya da nefislerine hoş ve kolay geldiği için kolayca sahiplendiler. Ama görüldüğü gibi bir şeyler ters gitmektedir. Bir yerde bazı şeyler ters gidiyorsa nedenini aramak, hata ve sapma nerde ise bunu bulup düzeltmek gerekmektedir.

Müslümanların çoğunun bugün, inancının gerektirdiği davranışları sergileyemediğini, sistemin öngördüğü kurum ve kuralları vazgeçilmez bir kadermiş gibi veri kabul ederek hayatını yaşadığını müşahede etmekteyiz. Bazı Müslümanlar para, makam ve mevkiin, insan için izzet kaynağı olduğunu sanmaktadır. Kendi değerlerinden sürekli taviz vererek sisteme entegre olmak, insanımızı kimliksizleştirmek tehlikesi ile karşı karşıya getirmiştir. Bizim mahalleden birileri iktidar oldu diye bu sisteme söz edemez hale geldik. Sorumluluklarımızı bazı kurtarıcılara havale ederek rahata erdik. Ancak altımızdaki zemin farkında olmadan kayıp gitmektedir.

Dün karşı çıktığımız, itiraz ettiğimiz, mücadele verdiğimiz kötülükleri bugün artık kınamıyoruz. Eğer oy verdiklerimiz karşı değilse kötüyü ayıplamıyoruz. Birçok ayet ve hadiste, bela ve felaketlerin işlenen günahlar neticesinde geldiği belirtilmekte, Kur’an’da “Size ulaşan her musibet, kendi yaptıklarınız dolayısıyladır” (Şûra, 30) buyurulmaktadır. Sadece kazan ama nasıl kazanırsan kazan anlayışına sürüklenen toplumda ahlaki yozlaşma da, ekonomik kriz de kaçınılmazdır. Çünkü iklim kriz üreten bir iklimdir.

Karşı karşıya kaldığımız krizler sadece ekonomik ve politik krizler de değildir. Bu bir sistem krizidir, daha da ötesinde bir medeniyet krizidir. Çünkü yaşadığımız sistem bizim değerlerimiz üzerine inşa edilmiş bir sistem değildir. Bunun çözümü de asla Batılı değerlerin ürettiği gayri insani ekonomik düzen ile mümkün olmayacaktır. Yozlaşmış mevcut düzen artık ürettiği sorunları çözemiyor fasit bir daire içinde yeni krizleri beslemeye devam ediyor. 

ÜRETMEDEN YÜKSEK TÜKETMENİN HİKÂYESİYDİ BU!….

Kurlardaki anormal artış, bilançoları yıpratmış, maliyetleri artırarak fiyatların artmasına dolayısıyla fiyat istikrarsızlığını besler hale gelmiştir. Merkez Bankasının yaptığı son faiz artışıyla Arjantin ve Surinam’dan sonra faizde dünyada üçüncü sıradayız. Yüzde 6.25’lik artışın Türkiye ekonomisine yıllık maliyeti 62 milyar dolardır. Ayrıca kimse yanılmasın,  faizin yüzde 17,75’ten yüzde 24’e yükseltilmesi bir hafta vadeli repo ihale faiz oranın göstermektedir. Şu an reel piyasa faizleri yüzde 50-60 arasında seyretmektedir.

Döviz kurları, enflasyon ve faizler birbirlerini etkileyerek yükselmeye devam ediyor. Doların çok yükseleceğini düşünerek para harcamayan önemli bir kesim olduğundan ekonomi bir küçülme ve daralma aşamasında bulunuyor. İşsizlikte yavaş yavaş bir artış var. Firmaların finansman problemleri çok ağır basıyor. Daha krizin başındayız. Faiz sarmalına girmiş Türkiye’de, kurlar ve faizler bu seviyede kaldıkça domino etkisiyle giderek hane halkına, üreticiye ve ekonomik hayatın her yanına yansıyacaktır. Zaten ekonomik durgunluk nedeniyle sıkıntılı olan, kaynak azlığı nedeniyle nakit akışları bozulan firmalar önce tasarruf tedbirlerine gidecekler, üretimi kısacaklar, işçi çıkartacaklar ya da yeni konkordatolar, yeni iflaslar duyacağız.

Geçtiğimiz 10-15 yıl içinde Türkiye’ye akan dövizin, bol paranın ve bundan ötürü büyüyen kredilerin sebep olduğu yüksek tüketim döneminin hikâyesiydi bu.  Bankalar tüketim kredilerini durmadan teşvik etti, çok rahat ucuz kredi vererek insanlar harcamaya alıştırıldı sonucunda gelirlerini bankalara transfer etmek mecburiyetinde kalıp korkunç faizler ödemek zorunda kaldılar. Şu an tüketicinin borcu  600 milyar liraya dayanmış durumdadır.

Yanlış özelleştirme politikaları ile devletin ve milletin varlıklarının yok pahasına elden çıkarılması neticesinde binlerce kişinin işsiz kalmasının yanında, Türkiye'nin gazete kâğıdını sağlayan SEKA gibi köklü bir kurumun özelleştirilmesi sonucunda ülkemiz kâğıt sektöründe dışa bağımlı hale geldi. Dolardaki yükselişe bağlı olarak kâğıt fiyatları son bir yılda neredeyse üç kat arttı. Gazeteler kâğıt temininde sıkıntılar yaşıyor, medya zor günler yaşıyor. Bu sıkıntı sadece gazetelerle de sınırlı olmayıp kâğıt krizi kitap ve dergileri de vuruyor. Gazeteler ve yayıncılar da ayakta kalma savaşı veriyor.

Bu kadar borçlanma ileride sıkıntı yaratabilir dendiğinde, Türkiye’nin, borçlarını çevirebilir durumda olduğu bu nedenle endişeye mahal olmadığı söyleniyordu. Bir gün bu kadar borcun çevrilemez duruma düşebileceği dikkate alınmadı. Borçlanma, ölçüsüzce tüketme ve yüksek enflasyon pahasına bir büyüme üretildi. Ancak bunun sağlıklı ve sürdürülebilir bir büyüme olmadığı yeni yeni görülmeye başlandı. Tasarruf etmek yerine harcayarak, ürettiğinden fazla tüketerek büyümenin uzun vadede faydadan çok zarar sağlayacağını idrak edemedik.  Ve bunun sonucunda devlet her sene bütçe kalemine 55 milyar lira civarında faiz gideri koymak zorunda kaldı.

Algı operasyonlarıyla halk kendini zenginleşmiş sanmaya başlamıştı. “Herkeste 3-4 bin liralık telefon var”, “Yollar araba dolu”, “AVM’ler insan kaynıyor”  deniyor ama o telefonun kaç aylık gelirin ipotek edilmesiyle elde edildiğini kimse düşünmüyordu. Yüksek faizlerle borç olarak alınan el parasını ve envaı türlü kredi kartını zenginlik zannediyor, sanki bir daha geri istenmeyeceğini zan ederek paraları betona yatırıp ranta  dönük inşaat çılgınlığını gelişme ve kalkınma zannediyorduk. Kârlarını kat kat artıran bankalar, bal tutup parmağını yalayan rantiye, keyfi yerinde siyaset ve bürokrasi ülkenin geleceğini ipotek ettiğinin farkında değildi.

Benzin, elektrik, doğalgaz fiyatları her kesimi acıtmaya başladı. İnsanlar çarşı pazara çıktığında ceplerindeki paranın yetmediğini görüyor. Asgari ücretin 1.603 TL olduğu ülkede, açlık sınırı 1.812 TL, yoksulluk sınırı 5.903 TL’ye dayanmış. Özel sektörün döviz cinsinden borcu, sene başından bu yana “durduğu yerde” 800 milyar lira artmış.  

Dış borcun milli gelirine oranı yüzde 53,3’e yükselmiş

Kamu ve özel sektörün önümüzdeki bir yıl içinde 179 milyar dolar vadesi gelen dış borcu var.  Bunun 146 milyarı şirketlere ve finans kuruluşlarına, 33 milyar doları ise kamuya ait. Bu meblağın üzerine bir de cari açığı kapatmak için gerekli olan 50 milyar doları eklediğinizde, toplamda, 230 milyar dolar para lazım bize.

Kamuda ödemeler durdurulduğu için kamuya iş yapan birçok şirket hak edişlerini alamıyor, piyasaya olan borçlarını ve elemanların ücretlerini ödeyemiyorlar. Firmaların KDV alacakları zamanında ödenmiyor, uzatıldıkça uzatılıyor. Bankalar geleceğe yönelik endişe ile artık kredi vermek istemiyor. Likidite sıkışıklığı özel sektörde kansızlık problemine yol açıyor, fabrikalar ya kapanıyor, ya da sigortadan para almak için yakılıyor, işyerleri kepenk indiriyor, çalışan işini kaybediyor.  

DEVLET NEDEN EURO CİNSİ TAHVİL ÇIKARIR?

Hani TL’ye dönecektik, her şeyi milli paramızla yapacaktık. Bakıyorsunuz ihaleler dolarla, borçlanma dolarla, krediler dolarla, kamu hizmetleri dolarla, mevduatlar dolarla, BOTAŞ sattığı gazın parasını dolar olarak istiyor. Önce devlet dolarizasyon değirmenine su taşımaktan vazgeçmeli ki vatandaşta işini milli paramız ile yapsın.

Türkiye ekonomisi adeta iki paralı ekonomi haline getirilmiş durumda. Bankalardaki mevduatlara göz atınca görüyoruz ki, TL mevduat tutarı 1.026 milyar lira iken döviz mevduatının TL karşılığı 1.097 milyarı bulmuş. Yani dolarizasyon oranı yüzde 50’yi aşıyor. Yurt içinde yerleşiklerin “yabancı para ve fonları” 14 Eylül ile biten haftada 2.14 milyar dolar artışla toplam 153 milyar dolar olmuş. Bireylerin “sadece para” mevduatları ise 1,7 milyar dolar artışla 88,26 milyar dolar olurken, kurumların da 424,7 milyon dolar artışla 64,78 milyar dolar olmuş. Bu durum kurumların ve vatandaşın döviz almaya devam ettiğini, yastık altı tasarrufların daha çok dövize gittiğini gösteriyor.

Şu an dövizli borçlar her kesimin kâbusu

Ağustos sonu itibariyle bankaların kullandırdığı TL cinsinden kredi miktarı1.505 milyar lira iken, döviz cinsinden kredi miktarı ise 1.080 milyar olmuş. Bunun yanında şirketlerin yurtdışı borçlanmaları 162 milyar dolar olup bunun TL karşılığı da 907 milyar lira. Dolayısıyla iç ve dış toplam döviz kredileri 1.987 milyar lira ile 2 trilyon liraya dayanmış. Buna göre, döviz kredileri toplamın yüzde 57’sini bulurken, TL krediler yüzde 43’e inmiş durumda.  

Açıklanan YEP(Yeni Ekonomik Program) hedeflerine göre 2017 yılında 851 milyar dolar olan Türkiye’nin milli geliri 2018 yılı sonunda 763 milyar dolara gerileyecek. Kişi başı milli gelir 10.602 dolardan 9.385 dolara düşecek. Yani 11 sene önceki milli gelir rakamına geri dönmüş olacağız, böylece ülke ekonomisi 88 milyar küçülürken ülke halkı da kişi başına 1.217 dolar fakirleşecek.  

ÖNCELİKLE ALLAH’IN HARAM KILDIĞI İSRAFI ÖNLEMEK GEREKİYOR

Sürekli israf eden, çok harcayan obez bir kamu düzeni var. Milletin artık, makam odalarının, makam arabalarının, makam sahiplerinin masraflarını karşılayacak takati kalmadı. Devletteki araç, lojman, sosyal tesis saltanatını ucu bucağı kaçmış. İstanbul Milletvekili Burhan Kuzu, "Yav bu devlette öyle israflar var ki, öylesine masraflar var ki, anam anam anam anamm!" demişti. Yine Bülent Arınç bir konuşmasında, "İsrafın önünü alabilsek, sizden vergi almaya gerek kalmaz." demişti.

Enerji konusunda dışa bağımlı olan ülkemiz yılda ortalama olarak  54 milyar dolar gibi yüksek bir meblağı enerji harcamalarına ödüyor ama resmi kuruluşların odalarında gündüzleri hiç gerekmediği halde ışıklar devamlı yanar, devlet dairesinde kaloriferlerin cayır cayır yandığı aşırı sıcak ortamlarda pencereler açılarak milli servet boşa gider.  Sürücüsü aracı park ettiği zaman sırf sıcak ya da soğuk hava gerekçesiyle aracı saatlerce çalıştırmakla litrelerce yakıtı israf eder. Resmi kurum ve kuruluşların uhdesinde bulunan binlerce araç şahsi işleri için kullanılarak istismar edilir.

Bütçe açığı dedikleri şey işte bu kamu harcamalarının bu şekilde artması ile oluşuyor. 2017’nin ilk yedi ayında 24,3 milyar lira olan bütçe açığı, bu yılın aynı döneminde yüzde 85 artarak 45 milyar liraya yükselmiş. Yılsonuna kadar ne olur Allah bilir.

Devletteki İsrafa Bakıp Ülkenin Neden Bugünler Geldiğini Anlamak Mümkündür.

v  Kamu kurumlarının görev zararları 45,4 milyar lirayı bulmuş.

v  Sayısı 240 bine dayanan devletteki lojman ve misafirhane saltanatına ve tatil kabilinden yapılan yurtiçi-yurtdışı gezi ve yolluk israfı.

v  2003 yılında devlet faiz hariç 82,7 milyar harcama yaparken, 2017 yılında tam 621,6 milyar harcamış.

v  Türkiye’de devlete ait 193 bin 425 adet otomobil, minibüs ve otobüs gibi resmi araç bulunurken bu rakam Fransa'da 2 bin, Almanya’da 10 bin, İtalya'da ise 29 bin, Japonya’da ise devletin elindeki makam aracı sayısı bin tane bile değilmiş.

v  Böylesi büyük bir israf yetmiyormuş gibi devlet binlerce araç kiralama yoluna gidiyor. 2012 yılında 94 milyon lira olan taşıt kiralama giderleri 2016 sonunda yüzde 392 artışla 462 milyon lira olmuş. Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay için kiralanan BMW 760 tipi araçlardan bir tanesinin aylık kirasının 7 bin 600 Euro(50 bin lira) olduğu belirtiliyor

v  Kamu binalarını masraflı oluyor diye ucuz fiyatlarla elden çıkarırken, plazalardan fahiş fiyatlarla yer kiralayan devlet 2017’de kira için 901 milyon liralık ödeme yapmış.

v  2006’dan 2016’ya toplam bütçe harcamaları içerisinde kira giderlerinin payı %197, taşıt alım giderlerinin payı % 520, temsil ve tanıtma giderlerinin payı % 252 artmış.

v  2016 yılında resmi taşıt alımlarının maliyeti % 82 artarak 2 milyar 23 milyon liraya çıkmış. Yani, 2016 yılında kamunun kara taşıt alımlarına yaptığı harcama 583 bin 611 kişinin asgari ücret aylığına eşit.

v  2007 yılında 17 milyon lira olan temsil ve tanıtma giderleri 2016 yılında 364 milyon liraya yükselerek 22 kat artmış. Yani, 2016 yılında gösterişli sofralara, pahalı davetlere, törenlere harcanan para 256 bin 680 kişinin asgari ücret aylığına eşit demek.

v  Ankara Belediyesinin bir eğlence parkına harcadığı milyar dolarlar, belediyelerin durmadan söküp yeniden yaptığı kaldırımlar.

v  Başkanlık sistemine geçen Türkiye milletvekili sayısının 600’e çıkarılması çok mu gerekliydi? Yılın ilk yedi ayında vekillerin ilaç giderleri 7 milyon 138 bin, tedavi giderleri 493 bin lirayı bulmuş.

v  Aile Bakanlığı, Eskişehir Yolu'nda 30'ar katlı ikiz binaların kirasının aylık 1 milyon liranın üzerinde olduğu belirtiliyor. Aile Bakanlığı'nın kiralık binasında 2 katlı personel yemekhanesi bulunmasına rağmen Aile Bakanı, Ankara'da da 3 gün üst üste Hilton Garden Inn Otel'de kamu personeline 1500 kişilik iftar veriyor, kişi başı 90 liraya anlaşılan iftarın faturası, 135 bin lirayı buluyor.

BAZI EKONOMİK VE SOSYAL GÖSTERGELER

v  Yolsuzlukla mücadelede dünyanın önde gelen sivil toplum kuruluşlarından olan ve 118 ülkede faaliyet gösteren Uluslararası Şeffaflık Örgütü, Türkiye’yi 180 ülke arasında 81.sırada gösteriyor, endekste dört yıl üst üste gerileyen Türkiye, son 5 sene içerisinde 10 puanlık bir düşüşle 28 sıra kaybetmiş. AB ülkeleri ile karşılaştırıldığında Türkiye, 28 üye ülke arasında sonuncu sırada, G20 ülkeleri arasında 13. sırada bulunurken, 35 OECD üyesi devlet arasında ise sondan ikinci sırada yer aldı.

v  2 milyon vatandaş icralık olmuş, icralık dosya sayısı ise 28 milyonun üzerinde.

v  Bu sene 2 milyon 260 bin kişinin girdiği üniversite  imtihanlarında fizik, kimya, matematik gibi dallarda sıfıra yakın bir ortalama var. Sözel derslerin ortalaması da pek parlak değil.

v  Dünyada 15 yaşındaki gençlerin bilgi ve becerisini ölçen PISA sınavında 44’ncü sıradan 49’cu sıraya gerilemişiz.

v  OECD’İN araştırmasına göre, işgücümüzün ancak %50’si temel okuma yazma ve matematik becerilerine hakim. OECD sıralamasında alttan 2-3 sıradayız.

v  Bir araştırmaya göre, Avrupa’da en az ve en kötü yabancı dil kullanan ülkeyiz. Vatandaşı %67’si herhangi yabancı bir dilde “merhaba” bile diyemiyor.

v  TUIK’e göre 15-24 yaş arasındaki gençler arasında “Ne eğitimde ne istihdamda olmayanlarının oranı yüzde 28”.  Eğitim sistemi bu kayıpları telafi etmek yerine matematikte 4 soruyu zor çözen bir nesil yetiştiriyor.

ÇÖZÜM DEĞERLERE SAHİP ÇIKMAKTA

Bugün geldiğimiz noktada her şey yitirdiğimiz değerlerden kaynaklanıyor. Kendi değerleri istikametinde bir hayat inşa etmek yerine, başkalarının giydirdiği gömleğin içinde, mevcut faizci ekonomi öğretinin koyduğu kurallara göre işleyen bir sistemde, aspirin tedavisi gibi yöntemler asla temel bir çözüm olmayacaktır. Sivrisinekleri öldürmek yerine bataklığın kurutulması gerekiyor. Küresel sistemin ekonomi kurum ve kuramlarıyla kurgulanmış çıkış yollarını çözüm olarak gösteren kafa yapısı değişmedikçe ve yerine yeni biri model kurulmadıkça ekonominin iyileşmesi mümkün olmayacaktır.

Kendi değerlerinizden neşet etmiş bir modeliniz olmadığı sürece yapılacak çalışmalar, küresel finans sisteminin değirmenine su taşımaktan öteye geçmeyecektir. Geldiğimiz noktada, artık ciddi bedeller ödeyerek değerlerimiz üzerine inşa edilmiş bir yapıyla bu sıkıntılardan kurtulmak mümkün olacaktır.

Bu ümmetin, bu milletin yeniden bir saadet çağı üretmesini istiyorsak, tekrar değerlerimize dönmek mecburiyetindeyiz. Türkiye’nin acilen yaşadığı sistemle yüzleşmesi, çalmayan, çırpmayan ehliyeti, liyakati, adaleti ve bilgiyi esas alan insanlar yetiştirmesi, buna uygun bir yol haritası belirlemesi gerekiyor.

Ahmet Hamdi Tanpınar Her şeyin bir çaresi vardır. Fakat insan bozuldu mu, bunun çaresi yoktur.” diyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

DOHA SALDIRISI BİR DÖNÜM NOKTASI KAOTİK BİR KIRILMA VE DİPLOMASİNİN ÇÖKÜŞÜ

  Metin Alpaslan   – Umran Dergisi/Ekim 2025-374. Sayı Terör ve işgal devleti İsrail’in 9 Eylül’de uluslararası hukuku ihlal ederek, Doha’da...