1 Ağustos 2018 Çarşamba

ODTÜ’DE DEVRİM FANTEZİSİ SÜRÜYOR

Son günlerde pankart kriziyle yine gündeme giren ODTÜ bir bilim yuvası olmaktan çok fantastik siyasi görüşler ve sıra dışı eylemlerle adından sık sık söz ettiren bir okul.

ODTÜ, Amerikan yüksek lisans, doktora ve bilimsel araştırma akademik sistemine entegre şekilde ABD’NİN kurduğu bir üniversitedir. Okulu Ortadoğu ülkelerinden gelen insanları kendisine hizmet edecek şekilde yetiştirilen bir yer olarak dizayn etmiştir. Görünüşte ABD karşıtı gibi gözükse de fonksiyonu itibariyle tamamen onların amaçlarına yönelik bir duruş sergilemektedir. Buradan mezun olan başarılı öğrenciler ABD’YE gönderilmiş, bunların birçoğu beyni yıkanmış, kendi toprağına ve değerlerine düşman edilerek ODTÜ’YE geri gönderilmiştir.

Kapitalizmin kalesi ve sosyalizmin düşmanı olan bir ülke, neden Türkiye’de komünist, anarşist yetiştiren bir okul kurar. Kuruluşundan bu yana sol gurupların at oynattığı bir yer olarak tanınan ODTÜ, daha kurulurken katı laik düşünceye sahip kimselere teslim edilerek başından beri genetiği buna göre kodlanmıştır.

Okulda adeta bir gizli otorite var olagelmiş ve bu gizli güç, okula yeni gelen, çevre ve aileden aldığı birtakım manevi değerleri taşıyan kişileri bu değerleri terk etmeye, oluşturdukları sol, laik, Kemalist, İslamofobik ortama uyum sağlamaya zorlamaktadır. Zeki öğrencilerin cahil edildiği, beyninin yıkanıp, kendi toprağına ve değerlerine düşman edildiği bir yerdir ODTÜ.

Oluşturulan bu gayri-İslami, gayri- milli ve gayri-ahlaki ortamda, eğer muhatap bazı değerler ile mücehhez değilse, ortamın sunduğu cazip imkânlardan faydalanma hakkı olduğunu inanarak zamanla ortama uymaktadır. Çünkü ortam birçok üniversitede bulunmayan cazip imkânlar sunmakta, çok az kişi bu imkânlara direnebilmekte,  birçoğu ise kalabalık modasına uyup kaybolup gitmektedir.

Tabiatıyla, bir öğrenci olarak, zaman zaman dersler, ödev, tez, sunum, vs. konusunda yardımlaşma ve paylaşmaya ihtiyaç duyuyorsunuz. Eğer çevrenizde sizin gibi insanlar yoksa veya oluşturamamışsanız, mecburen karşı taraftan birileriyle ilişki kurmak zorunda kalıyorsunuz. Bu noktadan itibaren ortamın karakteri gereği kimlikte aşınma ve değerlerde yavaş yavaş bir erozyon başlamış oluyor.

Devrim Stadyumundan Tuvalet Devrimine

Geçen yıl Beşeri Bilimler Fakültesindeki öğrenciler tuvaletlerdeki cinsiyet ayırımını devrimciliğe aykırı bularak, tuvaletleri kız erkek ortak kullanmak için imza toplayıp uygulamayı hayata geçirdiler. Sosyal medyada eylemin duyurusunu yapan homo kılıklı kişi ve onu çığlıklarla alkışlayan kızların görüntüleri yayınlandı. Bu da yetmiyormuş gibi tuvalette erkek bayan karışık hacet giderirken kendi görüntülerini utanmadan sıkılmadan yayınladılar.

ODTÜ’LÜ farklıdır densin diye iyice işin suyunu çıkardılar. Yapılan bu ilkellikleri devrimcilik zanneden bu marjinaller züppeliği medeniyet zannediyorlar. Baskı ve zorbalıkla oluşturdukları Getto ’da bu tip sapkın eylemlerle kendilerince modernizm ve laiklik adına bir halt yaptıklarını zannediyorlar. Adam gibi okuyup ülkeye nasıl katkıda bulunacaklarını düşünmek yerine, her faydalı şeye taş ve molotofla cevap vererek kaosa oynuyorlar. Adam gibi bir fikir üretemeyen bu kaos sever ergenlerin aklına ancak böyle eksantrik eylemler yapmak geliyor.

Kadın erkek ilişkilerinin aşkın ve sapkın boyutlarda olduğu, çimenlerde, stadyumda alenen içki içildiği, din karşıtı söylem ve eylemlerin moda olduğu, dine hakaret edilen bir mekândır ODTÜ. Fuhuş yuvası haline geldiği söylenen bu eğitim kurumunun şenliklerinde “Anarşist İbneler” dövizi taşınabilmekte, mezuniyet törenlerinde LGBT’LER kişiliklerini gösteren pankartlarla yürüyebilmektedirler. İşin acı tarafı başörtülü kızlarımız da modaya uyarak bu sapkınlarla beraber aynı kulvarda pankart taşıyarak yürüyebiliyorlar.

Özgürlük adı altında anarşist militan yetiştirmek

ODTÜ’DE gayet açık bir mahalle baskısı vardır. Aşırı özgürlükten başları dönmüş bu ergenler nerede duracaklarını bilemez halde, kendilerini bu çöplüğün horozu olarak konumlandırmış ve kendi sol-laik-kemalist-modernist görüşlerinin dışında herhangi bir hareket ve görüşe tahammül edemez şekilde hareket etmektedirler.

ODTÜ’de yuvalanan marjinal sol, laik, anarşist ve bölücü gruplar, terör örgütlerinin üniversitedeki uzantıları olarak hareket etmektedirler. Ellerinde çivili sopalarla namaz kılan öğrencilere saldıran, mescitlere baskınlar düzenleyen,, kayıt yaptırmaya gelen başörtülü kızlara bu cemaatçileri atın dışarı diye saldıran devrimci kızları üniversite öğrencisi olarak değil terör tetikçisi anarşistler olarak görmek gerekiyor.

Bu okulda dine hep negatif bir olgu olarak bakıldı ve toplumsal hayatın dışına itilmesi gerektiği düşünüldü. Bu ülkenin geleceği için eylem yaptığını iddia eden bu marjinal guruplar, yaşadıkları ülkenin inanç ve değerlerine düşmanlık yaparak bir yere varamayacaklarını altmış senedir anlayamadılar. Fikren gelişmemiş, kendi benliğini kavrayamamış bu guruplar ODTÜ’DE adeta modaya uyar gibi din düşmanlığını bir gelenek haline getirmişlerdir.

Saldırılar gerçekleşirken, güvenlikçileri harekete geçirmeyen, güvenlik güçlerinin üniversiteye girmesini engelleyen kimseler genellikle ODTÜ’DE Rektör ve yönetici oldular. Bunlar, okula adam gibi okumak için gelenleri bu öğrenci görünümlü Vandallardan, marjinal gurupların baskılarından koruma, özgür bir akademik ortam oluşturma konusunda gereğini yapmadılar. Genellikle taraflı davrandılar veya ses çıkarmadılar

1970’li yılların başında ODTÜ’YÜ karargâh yapmış olan Deniz Gezmişlerle aynı yurtta(İkinci Yurt) kalıyorduk. Yurdun süit tarzı yapılmış en geniş ve balkonlu odasını adamlar hem karargâh yapmışlar hem de devrim nikâhlı kızlarla harem kurmuşlardı. Deniz Gezmiş ODTÜ Öğrencisi olmayıp İstanbul Hukuk’tan atılmış biriydi ama ODTÜ yurdunda rahatlıkla kalabiliyordu.

Bunlar gidiyor Ankara’da ya banka soyuyor, ya da şiddet eylemleri yaparak kaçıp gelip üniversite kampusuna sığınıyorlardı. Polis bunları takip edip kampüse geliyor ama o zaman Rektör olan Erdal İnönü polisin üniversiteye girişine müsaade etmiyordu. Nedeni ise güya üniversite özerkliği varmış ve Rektör izin vermediği sürece polis içeriye giremezmiş. Zaten Erdal İnönü’yü de kendi adayları olarak birtakım boykotlar yaparak zorla seçtirmişlerdi.

Çok geniş olan okul arazisinde silah eğitimi de yapıyorlardı. Yana yana dizilmiş nişangâh olarak kullanılmış şişeler görüyorduk. 12 Mart 1971 muhtırasından bir hafta önce 5 Mart’ta jandarma suçluları yakalamak için yurtları kuşattı ancak sözde devrimciler jandarmanın girişine izin vermediler ve barikatlar kurarak direndiler. Yurtların çatılarında sipere yatarak uzun namlulu silahlarla jandarmaya karşı çatışarak Mevlut Meriç isimli bir askeri vurarak öldürdüler. Daha sonra anlaşıldıki 12 Mart’a hazırlık olarak bu gibi olaylar organize edildi.

Devrim kelimesi adeta ODTÜ’NÜN amentüsü

Bizim zamanımızda (1969 ve 1970’li yılların başı) ODTÜ’YE genellikle Türkiye’nin kaymak tabaksısının çocukları kolej mezunu iyi liselerde okumuş öğrenciler girerdi. Sosyalist, sosyal demokrat, Kemalist, laik, sözde emekçi yanlısı bu mutlu azınlık çocuklarıyla bizim gibi geri kalmış yörelerden gelen Anadolu’nun kavruk çocukları bir türlü kaynaşamadık. Çünkü devrim fantezisi ile solcu ve ilerici olmuş bu tiplerin yoksullukla, ezilmişlikle, ne duygusal ne de fiziksel bir bağları vardı. Devrime yürüdüğünü söyleyen bu ateist, kozmopolit, anarşist ergenlerin inanan insanlara zulüm etmekten öte bir yere ilerleyemediklerini hala görmeye devam ediyoruz.

Teknik ve bilimsel altyapısı güçlü olan bu üniversite AR-GE çalışmalarıyla havacılık ve savunma sanayiinde teknolojik yenilikler yapacak bir potansiyele sahiptir. Buraya milli ve manevi hassasiyetleri yüksek olan millet evlatları tercih edip geldiklerinde harika şeyler yapma ve ODTÜ’NÜN itibarını artırma imkânı vardır.  Ancak “Devrimcilik” adı altında sol ve sapkın zihniyetli bir takım piyonlar meydanı boş bularak uyguladıkları baskıcı politikalarla idealist kimselerin burada barınmasına ve sağlıklı çalışmasına imkân vermediği gibi temiz Anadolu evlatlarının cinsiyetsiz tuvalet gibi nedenlerle buradan uzak durmasına sebep olmaktadır.

ODTÜ’DE Bir Müslüman Olarak Yaşamak Her Zaman Zor Olmuştur

Ramazanlarda iftar ve sahur vakitleri tam bir eziyete dönüşüyordu. İftar ve sahur saatlerinde kafeteryaya yığılıp uzun kuyruklar oluşturuyorlardı. Bazen ezandan yarım saat sonra ancak iftar edebiliyor bazen de sahur yapamadan imsak vakti doluyordu. Bu engellemelerden kurtulmak için bu defa sahur için şehir merkezine gitmek üzere servis aracı organize edildi ama binmek oturmak mümkün değildi. Çünkü devrimbazlar aracı bizden önce dolduruyor, dine ve dini değerlere yüksek sesle bin bir edepsizlikle hakaret içeren sloganlar ve şarkılarla Müslümanları rahatsız ediyorlardı.

Yaklaşık elli yılını gözlemleyebildiğim ODTÜ’DE hala dindarlar aynı dramı yaşamaya devam ediyorlar. Bu okulda mescid düşmanlığı hala klinik bir vaka olarak devam ediyor. Namaz kılmaktaki zorluklar, yer meselesi, ders vakti ile namaz vakitlerinin uyumsuzluğu her zaman bu okulda ciddi problem olmaya devam etti.

İnancın ve inandığın değerler itibariyle o ortamdan doğal olarak dışlanmış oluyorsun. Eğer kendin gibi insanlarla bir gurup oluşturup, sosyal ihtiyaçlarını bu gurup içerisinde gerçekleştirmeyi başarabilmişsen kendini ve kendin gibi arkadaşlarını koruyabiliyorsun. Aksi durumda, dışlanmamak için başlangıçta benimsemediğin ve yabancı olduğun o ortamı zamanla benimseyebiliyorsun.

ODTÜ’YE dini pratikleri düzenli yaşamayan, ancak dini duygu ve düşünceleri hassasiyetle taşıyan biri olarak girdik ve çok şükür orada dindar olduk. Ama bunun tersi örneklerini de gördük. Az da olsa dindar bir aileden gelip orada nasıl sapıttıklarını da gördük.

Bu okulda dindar öğrenciler birçok zaman kimliklerini gizlemek durumunda kalmış, tebliğ gibi, örgütlenme gibi faaliyetlerde bulunmak isteyenler tabiri caizse ancak yeraltı faaliyetleri şeklinde çalışmalar yapabilmişlerdir.

Bizim zamanımızda ikinci yurdun altındaki mescitte yarısını müstahdemlerin oluşturduğu 50-60 kişilik bir Cuma cemaati olurdu ki bunun bir kısmını da ağırlıklı Pakistanlı olmak üzere yabancı uyruklu öğrenciler oluştururdu. Daha sonra bir akşam bu mescidi komünistler dediğimiz devrimciler(!) basarak tahrip edip dağıttılar. Bu nedenle, bir dönem Cuma namazı için ya tepenin arkasındaki Karakusunlar köyüne, bir dönem de servis aracı ile Balgat’taki küçük köy camiine gidiyorduk. Servis aracındaki Cuma cemaati 30-40 kişiden oluşurdu. Bu cemaatin yarısı yine müstahdemlerden oluşur, iki tane de öğretim üyesi hiç aksatmadan gelirdi.

Şimdi ODTÜ’DE cami yapıldığı ve 2000 kişinin Cuma namazı kıldığı söyleniyor. Ancak burada cemaatin ideolojik niteliğine bakmak gerekiyor. Çünkü bu 2000 kişi eğer bir kuru kalabalık değilse, okuldaki bu din karşıtlığı havayı çoktan kırması gerekirdi. Hala bu okulda din düşmanlığı yapılabiliyorsa, demek ki kemikleşmiş sol laik kültüre hala bir direnç gösterilemiyor, altmış yıldan beri dindarlara karşı yapılan fiziksel ve psikolojik baskı hala devam ediyor.

Yanlış hatırlamıyorsam ODTÜ 1973 yılından itibaren imam-hatip mezunlarını da almaya başladı. Sanırım, bu politika okulda öteden beri oluşan sol-laik dokuyu değiştirmeye yönelik bir projeydi. Ancak bu projeyi hayata geçirenler sadece imam- hatip diploması ile dava adamı olunamayacağının farkında değillerdi. Gelen arkadaşların birçoğu bu mücadele azmini göstermekten uzaktı. Bu ortamda ölümüne mücadele verenlere de destek olmak yerine çeşitli dedikodularla köstek olmaya başladılar ve bir müddet sonra da okulu terk edip gittiler.

Tek Tip Düşünce ve Davranış Modelinin Dayatıldığı Bir Yer

ODTÜ’DE çoğunluk bir kesim, bulunduğu ortamı nasıl algılayacağını ve nasıl yorumlayacağını bilmekten aciz, kişilik sorunu yaşayan, kalabalığa uymuş, yaşadığı ülkenin kendisi için ne anlam ifade ettiğini kavrayamamış bir hali yaşıyor. Kendi öz kimliğiyle ve değerleriyle rol model olmayı becerememiş, sadece gördükleriyle ortama uyan ve kendisine biçilmiş rolü oynayan bu nesneler üniversitenin sosyal ve kültürel hayatını şekillendirmektedir.

Bu ateist, kökten laikçi, anarşist, Marksist-Leninist tipler, her türlü fikrin özgürce tartışıldığı bir ortam olması gereken üniversiteyi adeta bir kurtarılmış bölge haline getirmişlerdir. Devrimbazların görüşünde olmayanlar forum, panel, yürüyüş gibi etkinlikler düzenleyememekte, teşebbüs ettikleri takdirde örgütlü hakim azınlık tarafında gerektiğinde güç kullanılarak engellenmektedir.

Bunların şerrinden çekinenler kendini gizleme yoluna gitmekte, bu da iki ayrı kişilik görüntüsü nedeniyle kişiliklerinde bir erozyon meydana getirmektedir. Şer takımı her türlü melaneti apaçık ve kimseden çekinmeden yaparak özgüven kazanırken, kimliğini gizleyen kişi ise kendine olan saygısını bile yitirebilmektedir. İçinde bulunduğu sıkıntılı durumu atlatabilmek için sürekli bazı taktikler uygulamak zorunda kalmakta bu da hayatı diğerlerine nazaran zorlaştırmaktadır.

Örgütlü olanın hakim duruma gelmesi sosyolojik bir gerçektir. Nitelik olarak bir şey ifade etmeyen kuru kalabalıklar dindar dahi olsalar toplu hareket etme, propaganda yapma imkânı bulamamakta, kampusta kendi değerleri istikametinde bir kültür ve gelenek oluşturamamaktadır.

Çekingenlik ve korkaklık özgürlük düşmanlarına cesaret vermektedir. Dik duran, inandığı değerlerin arkasında durabilen, kendisine biçilen sürü rolüne itirazı olan, kaba kuvvetin baskısına boyun eğmeyen, inancına saygılı, insan ve Müslüman olarak onurunu koruyan insanlara ihtiyaç vardır. İşte o zaman Yüce Allah, “Davamız uğrunda üstün gayret gösterenleri, bize varan yollara mutlaka yöneltiriz” buyuruyor.

 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

DOHA SALDIRISI BİR DÖNÜM NOKTASI KAOTİK BİR KIRILMA VE DİPLOMASİNİN ÇÖKÜŞÜ

  Metin Alpaslan   – Umran Dergisi/Ekim 2025-374. Sayı Terör ve işgal devleti İsrail’in 9 Eylül’de uluslararası hukuku ihlal ederek, Doha’da...