Son günlerde pankart kriziyle yine gündeme giren ODTÜ bir bilim yuvası
olmaktan çok fantastik siyasi görüşler ve sıra dışı eylemlerle adından sık sık
söz ettiren bir okul.
ODTÜ, Amerikan yüksek lisans, doktora ve bilimsel araştırma akademik
sistemine entegre şekilde ABD’NİN kurduğu bir üniversitedir. Okulu Ortadoğu
ülkelerinden gelen insanları kendisine hizmet edecek şekilde yetiştirilen bir
yer olarak dizayn etmiştir. Görünüşte ABD karşıtı gibi gözükse de fonksiyonu
itibariyle tamamen onların amaçlarına yönelik bir duruş sergilemektedir.
Buradan mezun olan başarılı öğrenciler ABD’YE gönderilmiş, bunların birçoğu
beyni yıkanmış, kendi toprağına ve değerlerine düşman edilerek ODTÜ’YE geri
gönderilmiştir.
Kapitalizmin kalesi ve sosyalizmin düşmanı olan bir ülke, neden Türkiye’de
komünist, anarşist yetiştiren bir okul kurar. Kuruluşundan bu yana sol
gurupların at oynattığı bir yer olarak tanınan ODTÜ, daha kurulurken katı laik
düşünceye sahip kimselere teslim edilerek başından beri genetiği buna göre
kodlanmıştır.
Okulda adeta bir gizli otorite var olagelmiş ve bu gizli güç, okula yeni
gelen, çevre ve aileden aldığı birtakım manevi değerleri taşıyan kişileri bu
değerleri terk etmeye, oluşturdukları sol, laik, Kemalist, İslamofobik ortama
uyum sağlamaya zorlamaktadır. Zeki öğrencilerin cahil edildiği, beyninin
yıkanıp, kendi toprağına ve değerlerine düşman edildiği bir yerdir ODTÜ.
Oluşturulan bu gayri-İslami, gayri- milli ve gayri-ahlaki ortamda, eğer
muhatap bazı değerler ile mücehhez değilse, ortamın sunduğu cazip imkânlardan
faydalanma hakkı olduğunu inanarak zamanla ortama uymaktadır. Çünkü ortam
birçok üniversitede bulunmayan cazip imkânlar sunmakta, çok az kişi bu
imkânlara direnebilmekte, birçoğu ise kalabalık modasına uyup
kaybolup gitmektedir.
Tabiatıyla, bir öğrenci olarak, zaman zaman dersler, ödev, tez, sunum, vs.
konusunda yardımlaşma ve paylaşmaya ihtiyaç duyuyorsunuz. Eğer çevrenizde sizin
gibi insanlar yoksa veya oluşturamamışsanız, mecburen karşı taraftan
birileriyle ilişki kurmak zorunda kalıyorsunuz. Bu noktadan itibaren ortamın
karakteri gereği kimlikte aşınma ve değerlerde yavaş yavaş bir erozyon başlamış
oluyor.
Devrim Stadyumundan Tuvalet Devrimine
Geçen yıl Beşeri Bilimler Fakültesindeki öğrenciler tuvaletlerdeki cinsiyet
ayırımını devrimciliğe aykırı bularak, tuvaletleri kız erkek ortak kullanmak
için imza toplayıp uygulamayı hayata geçirdiler. Sosyal medyada eylemin
duyurusunu yapan homo kılıklı kişi ve onu çığlıklarla alkışlayan kızların
görüntüleri yayınlandı. Bu da yetmiyormuş gibi tuvalette erkek bayan karışık
hacet giderirken kendi görüntülerini utanmadan sıkılmadan yayınladılar.
ODTÜ’LÜ farklıdır densin diye iyice işin suyunu çıkardılar. Yapılan bu
ilkellikleri devrimcilik zanneden bu marjinaller züppeliği medeniyet
zannediyorlar. Baskı ve zorbalıkla oluşturdukları Getto ’da bu tip sapkın
eylemlerle kendilerince modernizm ve laiklik adına bir halt yaptıklarını
zannediyorlar. Adam gibi okuyup ülkeye nasıl katkıda bulunacaklarını düşünmek
yerine, her faydalı şeye taş ve molotofla cevap vererek kaosa oynuyorlar. Adam
gibi bir fikir üretemeyen bu kaos sever ergenlerin aklına ancak böyle eksantrik
eylemler yapmak geliyor.
Kadın erkek ilişkilerinin aşkın ve sapkın boyutlarda olduğu, çimenlerde,
stadyumda alenen içki içildiği, din karşıtı söylem ve eylemlerin moda olduğu,
dine hakaret edilen bir mekândır ODTÜ. Fuhuş yuvası haline geldiği söylenen bu
eğitim kurumunun şenliklerinde “Anarşist İbneler” dövizi
taşınabilmekte, mezuniyet törenlerinde LGBT’LER kişiliklerini gösteren
pankartlarla yürüyebilmektedirler. İşin acı tarafı başörtülü kızlarımız da
modaya uyarak bu sapkınlarla beraber aynı kulvarda pankart taşıyarak
yürüyebiliyorlar.
Özgürlük adı altında anarşist militan yetiştirmek
ODTÜ’DE gayet açık bir mahalle baskısı vardır. Aşırı özgürlükten başları
dönmüş bu ergenler nerede duracaklarını bilemez halde, kendilerini bu çöplüğün
horozu olarak konumlandırmış ve kendi sol-laik-kemalist-modernist görüşlerinin
dışında herhangi bir hareket ve görüşe tahammül edemez şekilde hareket
etmektedirler.
ODTÜ’de yuvalanan marjinal sol, laik, anarşist ve bölücü gruplar, terör
örgütlerinin üniversitedeki uzantıları olarak hareket etmektedirler. Ellerinde
çivili sopalarla namaz kılan öğrencilere saldıran, mescitlere baskınlar
düzenleyen,, kayıt yaptırmaya gelen başörtülü kızlara bu cemaatçileri atın
dışarı diye saldıran devrimci kızları üniversite öğrencisi olarak değil terör
tetikçisi anarşistler olarak görmek gerekiyor.
Bu okulda dine hep negatif bir olgu olarak bakıldı ve toplumsal hayatın
dışına itilmesi gerektiği düşünüldü. Bu ülkenin geleceği için eylem yaptığını
iddia eden bu marjinal guruplar, yaşadıkları ülkenin inanç ve değerlerine
düşmanlık yaparak bir yere varamayacaklarını altmış senedir anlayamadılar.
Fikren gelişmemiş, kendi benliğini kavrayamamış bu guruplar ODTÜ’DE adeta
modaya uyar gibi din düşmanlığını bir gelenek haline getirmişlerdir.
Saldırılar gerçekleşirken, güvenlikçileri harekete geçirmeyen, güvenlik
güçlerinin üniversiteye girmesini engelleyen kimseler genellikle ODTÜ’DE Rektör
ve yönetici oldular. Bunlar, okula adam gibi okumak için gelenleri bu öğrenci
görünümlü Vandallardan, marjinal gurupların baskılarından koruma, özgür bir
akademik ortam oluşturma konusunda gereğini yapmadılar. Genellikle taraflı
davrandılar veya ses çıkarmadılar
1970’li yılların başında ODTÜ’YÜ karargâh yapmış olan Deniz Gezmişlerle
aynı yurtta(İkinci Yurt) kalıyorduk. Yurdun süit tarzı yapılmış en geniş ve
balkonlu odasını adamlar hem karargâh yapmışlar hem de devrim nikâhlı kızlarla
harem kurmuşlardı. Deniz Gezmiş ODTÜ Öğrencisi olmayıp İstanbul Hukuk’tan
atılmış biriydi ama ODTÜ yurdunda rahatlıkla kalabiliyordu.
Bunlar gidiyor Ankara’da ya banka soyuyor, ya da şiddet eylemleri yaparak
kaçıp gelip üniversite kampusuna sığınıyorlardı. Polis bunları takip edip
kampüse geliyor ama o zaman Rektör olan Erdal İnönü polisin üniversiteye
girişine müsaade etmiyordu. Nedeni ise güya üniversite özerkliği varmış ve
Rektör izin vermediği sürece polis içeriye giremezmiş. Zaten Erdal İnönü’yü de
kendi adayları olarak birtakım boykotlar yaparak zorla seçtirmişlerdi.
Çok geniş olan okul arazisinde silah eğitimi de yapıyorlardı. Yana yana
dizilmiş nişangâh olarak kullanılmış şişeler görüyorduk. 12 Mart 1971
muhtırasından bir hafta önce 5 Mart’ta jandarma suçluları yakalamak için
yurtları kuşattı ancak sözde devrimciler jandarmanın girişine izin vermediler
ve barikatlar kurarak direndiler. Yurtların çatılarında sipere yatarak uzun
namlulu silahlarla jandarmaya karşı çatışarak Mevlut Meriç isimli bir askeri
vurarak öldürdüler. Daha sonra anlaşıldıki 12 Mart’a hazırlık olarak bu gibi
olaylar organize edildi.
Devrim kelimesi adeta ODTÜ’NÜN amentüsü
Bizim zamanımızda (1969 ve 1970’li yılların başı) ODTÜ’YE genellikle
Türkiye’nin kaymak tabaksısının çocukları kolej mezunu iyi liselerde okumuş
öğrenciler girerdi. Sosyalist, sosyal demokrat, Kemalist, laik, sözde emekçi
yanlısı bu mutlu azınlık çocuklarıyla bizim gibi geri kalmış yörelerden gelen
Anadolu’nun kavruk çocukları bir türlü kaynaşamadık. Çünkü devrim fantezisi ile
solcu ve ilerici olmuş bu tiplerin yoksullukla, ezilmişlikle, ne duygusal ne de
fiziksel bir bağları vardı. Devrime yürüdüğünü söyleyen bu ateist, kozmopolit,
anarşist ergenlerin inanan insanlara zulüm etmekten öte bir yere
ilerleyemediklerini hala görmeye devam ediyoruz.
Teknik ve bilimsel altyapısı güçlü olan bu üniversite AR-GE çalışmalarıyla
havacılık ve savunma sanayiinde teknolojik yenilikler yapacak bir potansiyele
sahiptir. Buraya milli ve manevi hassasiyetleri yüksek olan millet evlatları
tercih edip geldiklerinde harika şeyler yapma ve ODTÜ’NÜN itibarını artırma
imkânı vardır. Ancak “Devrimcilik” adı altında sol ve sapkın
zihniyetli bir takım piyonlar meydanı boş bularak uyguladıkları baskıcı
politikalarla idealist kimselerin burada barınmasına ve sağlıklı çalışmasına
imkân vermediği gibi temiz Anadolu evlatlarının cinsiyetsiz tuvalet gibi
nedenlerle buradan uzak durmasına sebep olmaktadır.
ODTÜ’DE Bir Müslüman Olarak Yaşamak Her Zaman Zor Olmuştur
Ramazanlarda iftar ve sahur vakitleri tam bir eziyete dönüşüyordu. İftar ve
sahur saatlerinde kafeteryaya yığılıp uzun kuyruklar oluşturuyorlardı. Bazen
ezandan yarım saat sonra ancak iftar edebiliyor bazen de sahur yapamadan imsak
vakti doluyordu. Bu engellemelerden kurtulmak için bu defa sahur için şehir
merkezine gitmek üzere servis aracı organize edildi ama binmek oturmak mümkün
değildi. Çünkü devrimbazlar aracı bizden önce dolduruyor, dine ve dini
değerlere yüksek sesle bin bir edepsizlikle hakaret içeren sloganlar ve
şarkılarla Müslümanları rahatsız ediyorlardı.
Yaklaşık elli yılını gözlemleyebildiğim ODTÜ’DE hala dindarlar aynı dramı
yaşamaya devam ediyorlar. Bu okulda mescid düşmanlığı hala klinik bir vaka
olarak devam ediyor. Namaz kılmaktaki zorluklar, yer meselesi, ders vakti ile
namaz vakitlerinin uyumsuzluğu her zaman bu okulda ciddi problem olmaya devam
etti.
İnancın ve inandığın değerler itibariyle o ortamdan doğal olarak dışlanmış
oluyorsun. Eğer kendin gibi insanlarla bir gurup oluşturup, sosyal
ihtiyaçlarını bu gurup içerisinde gerçekleştirmeyi başarabilmişsen kendini ve
kendin gibi arkadaşlarını koruyabiliyorsun. Aksi durumda, dışlanmamak için
başlangıçta benimsemediğin ve yabancı olduğun o ortamı zamanla
benimseyebiliyorsun.
ODTÜ’YE dini pratikleri düzenli yaşamayan, ancak dini duygu ve düşünceleri
hassasiyetle taşıyan biri olarak girdik ve çok şükür orada dindar olduk. Ama
bunun tersi örneklerini de gördük. Az da olsa dindar bir aileden gelip orada
nasıl sapıttıklarını da gördük.
Bu okulda dindar öğrenciler birçok zaman kimliklerini gizlemek durumunda
kalmış, tebliğ gibi, örgütlenme gibi faaliyetlerde bulunmak isteyenler tabiri
caizse ancak yeraltı faaliyetleri şeklinde çalışmalar yapabilmişlerdir.
Bizim zamanımızda ikinci yurdun altındaki mescitte yarısını müstahdemlerin
oluşturduğu 50-60 kişilik bir Cuma cemaati olurdu ki bunun bir kısmını da
ağırlıklı Pakistanlı olmak üzere yabancı uyruklu öğrenciler oluştururdu. Daha
sonra bir akşam bu mescidi komünistler dediğimiz devrimciler(!) basarak tahrip
edip dağıttılar. Bu nedenle, bir dönem Cuma namazı için ya tepenin arkasındaki
Karakusunlar köyüne, bir dönem de servis aracı ile Balgat’taki küçük köy
camiine gidiyorduk. Servis aracındaki Cuma cemaati 30-40 kişiden oluşurdu. Bu
cemaatin yarısı yine müstahdemlerden oluşur, iki tane de öğretim üyesi hiç
aksatmadan gelirdi.
Şimdi ODTÜ’DE cami yapıldığı ve 2000 kişinin Cuma namazı kıldığı
söyleniyor. Ancak burada cemaatin ideolojik niteliğine bakmak gerekiyor. Çünkü
bu 2000 kişi eğer bir kuru kalabalık değilse, okuldaki bu din karşıtlığı havayı
çoktan kırması gerekirdi. Hala bu okulda din düşmanlığı yapılabiliyorsa, demek
ki kemikleşmiş sol laik kültüre hala bir direnç gösterilemiyor, altmış yıldan
beri dindarlara karşı yapılan fiziksel ve psikolojik baskı hala devam ediyor.
Yanlış hatırlamıyorsam ODTÜ 1973 yılından itibaren imam-hatip mezunlarını
da almaya başladı. Sanırım, bu politika okulda öteden beri oluşan sol-laik
dokuyu değiştirmeye yönelik bir projeydi. Ancak bu projeyi hayata geçirenler
sadece imam- hatip diploması ile dava adamı olunamayacağının farkında
değillerdi. Gelen arkadaşların birçoğu bu mücadele azmini göstermekten uzaktı.
Bu ortamda ölümüne mücadele verenlere de destek olmak yerine çeşitli
dedikodularla köstek olmaya başladılar ve bir müddet sonra da okulu terk edip
gittiler.
Tek Tip Düşünce ve Davranış Modelinin Dayatıldığı Bir Yer
ODTÜ’DE çoğunluk bir kesim, bulunduğu ortamı nasıl algılayacağını ve nasıl
yorumlayacağını bilmekten aciz, kişilik sorunu yaşayan, kalabalığa uymuş,
yaşadığı ülkenin kendisi için ne anlam ifade ettiğini kavrayamamış bir hali
yaşıyor. Kendi öz kimliğiyle ve değerleriyle rol model olmayı becerememiş,
sadece gördükleriyle ortama uyan ve kendisine biçilmiş rolü oynayan bu nesneler
üniversitenin sosyal ve kültürel hayatını şekillendirmektedir.
Bu ateist, kökten laikçi, anarşist, Marksist-Leninist tipler, her türlü
fikrin özgürce tartışıldığı bir ortam olması gereken üniversiteyi adeta bir
kurtarılmış bölge haline getirmişlerdir. Devrimbazların görüşünde olmayanlar
forum, panel, yürüyüş gibi etkinlikler düzenleyememekte, teşebbüs ettikleri
takdirde örgütlü hakim azınlık tarafında gerektiğinde güç kullanılarak
engellenmektedir.
Bunların şerrinden çekinenler kendini gizleme yoluna gitmekte, bu da iki
ayrı kişilik görüntüsü nedeniyle kişiliklerinde bir erozyon meydana
getirmektedir. Şer takımı her türlü melaneti apaçık ve kimseden çekinmeden
yaparak özgüven kazanırken, kimliğini gizleyen kişi ise kendine olan saygısını
bile yitirebilmektedir. İçinde bulunduğu sıkıntılı durumu atlatabilmek için
sürekli bazı taktikler uygulamak zorunda kalmakta bu da hayatı diğerlerine
nazaran zorlaştırmaktadır.
Örgütlü olanın hakim duruma gelmesi sosyolojik bir gerçektir. Nitelik
olarak bir şey ifade etmeyen kuru kalabalıklar dindar dahi olsalar toplu
hareket etme, propaganda yapma imkânı bulamamakta, kampusta kendi değerleri
istikametinde bir kültür ve gelenek oluşturamamaktadır.
Çekingenlik ve korkaklık özgürlük düşmanlarına cesaret vermektedir. Dik duran, inandığı
değerlerin arkasında durabilen, kendisine biçilen sürü rolüne itirazı olan,
kaba kuvvetin baskısına boyun eğmeyen, inancına saygılı, insan ve Müslüman
olarak onurunu koruyan insanlara ihtiyaç vardır. İşte o zaman Yüce Allah, “Davamız
uğrunda üstün gayret gösterenleri, bize varan yollara mutlaka yöneltiriz”
buyuruyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder