(Umran Dergisi)
Türk Lirasının, tarihte ender
görülebilecek bir değer kaybı yaşadığı, gündem olarak ekonominin konuşulduğu
bir dönemde, ülkemiz, geçen ay önce Merkez Bankası’nın faiz kararına
daha sonra da Orta Vadeli Programın(OVP) açıklanmasına kilitlendi. İşin özünü
anlamak yerine, tavuk yumurta misali “enflasyon mu faizi, faiz mi enflasyonu” yükseltir
gibi yanlış önermelerin peşine takıldık. İnsanların bir nevi bağımlı
hale getirildiği çarpık finans sisteminin ana yapısına dokunmadan pansuman
tedbirlerle adeta geçmişin IMF tedbirlerine benzer nitelik arz eden OVP(yeni
adı YEP) toplumu çok heyecanlandırdı.
Her ne kadar kriz yoktur, bu bir manipülasyondur,
dış güçlerin işidir diye izah edilse de toplum olarak maalesef kötü giden bir
süreç ile yüzleşmekteyiz. Doları “dış güçlere”, faizi “lobilere”, zamları “fırsatçılara”,
et fiyatlarını “et baronlarına” kilitlemek sorunları ortadan kaldırmıyor. Ekonominin
bugün verdiği fotoğrafta elbette bölgesel faktörlerin ve ABD’nin tavrının da
etkisi var. Fakat bunlar sadece krizi hızlandıran faktörlerdir. Problemleri
çözecek yöntemlere kafa yormak yerine, bunları sorunun ana sebebi gibi
göstermek, günü kurtaracak bahaneler aramaktır.
Kriz nedeniyle reel sektör büyük bir maddi
sıkıntı içinde olup ekonomi büyük sorunlarla boğuşuyor. Yaşadığımız
süreç israf ve savurganlığın, haksız zenginleşmenin, adam kayırma, rüşvet ve
yolsuzluk iddialarının ayyuka çıktığı, hovarda bir hayatın yaşanmasının
sonucudur.
Ne
yazık ki Müslümanların çoğu kaybolan değerlere ve sosyal felaketlere seyirci
gibi bakıyor, olan bitene tepkisiz, uyuşuk bir topluluk durumundadır. Ve ne
hazindir ki Cumhurbaşkanımızın “bu ancak esrar ve eroin tüccarlarında
olur” dediği yüksek faizi, sistem, İslami hassasiyeti yüksek bir
yönetim eliyle ödettirir hale gelmiştir.
İnsanlar Kur’an’ın
emrettiği bir Müslüman olmak yerine muhafazakâr demokratlık adı altında
kendilerine sunulan bir din ve düzen anlayışını ya cehaletten ya da nefislerine
hoş ve kolay geldiği için kolayca sahiplendiler. Ama görüldüğü gibi bir şeyler
ters gitmektedir. Bir yerde bazı şeyler ters gidiyorsa nedenini aramak, hata ve
sapma nerde ise bunu bulup düzeltmek gerekmektedir.
Müslümanların çoğunun
bugün, inancının gerektirdiği davranışları sergileyemediğini, sistemin
öngördüğü kurum ve kuralları vazgeçilmez bir kadermiş gibi veri kabul ederek
hayatını yaşadığını müşahede etmekteyiz. Bazı Müslümanlar para, makam ve mevkiin,
insan için izzet kaynağı olduğunu sanmaktadır. Kendi değerlerinden sürekli
taviz vererek sisteme entegre olmak, insanımızı kimliksizleştirmek tehlikesi
ile karşı karşıya getirmiştir. Bizim mahalleden birileri iktidar oldu diye bu
sisteme söz edemez hale geldik. Sorumluluklarımızı bazı kurtarıcılara havale
ederek rahata erdik. Ancak altımızdaki zemin farkında olmadan kayıp
gitmektedir.
Dün karşı çıktığımız,
itiraz ettiğimiz, mücadele verdiğimiz kötülükleri bugün artık kınamıyoruz. Eğer
oy verdiklerimiz karşı değilse kötüyü ayıplamıyoruz. Birçok ayet ve hadiste,
bela ve felaketlerin işlenen günahlar neticesinde geldiği belirtilmekte,
Kur’an’da “Size ulaşan her musibet, kendi yaptıklarınız dolayısıyladır”
(Şûra, 30) buyurulmaktadır. Sadece kazan ama nasıl kazanırsan kazan
anlayışına sürüklenen toplumda ahlaki yozlaşma da, ekonomik kriz de kaçınılmazdır.
Çünkü iklim kriz üreten bir iklimdir.
Karşı karşıya
kaldığımız krizler sadece ekonomik ve politik krizler de değildir. Bu bir
sistem krizidir, daha da ötesinde bir medeniyet krizidir. Çünkü
yaşadığımız sistem bizim değerlerimiz üzerine inşa edilmiş bir sistem değildir.
Bunun çözümü de asla Batılı değerlerin ürettiği gayri insani ekonomik düzen ile
mümkün olmayacaktır. Yozlaşmış mevcut düzen artık ürettiği sorunları çözemiyor
fasit bir daire içinde yeni krizleri beslemeye devam ediyor.
ÜRETMEDEN YÜKSEK TÜKETMENİN
HİKÂYESİYDİ BU!….
Kurlardaki anormal
artış, bilançoları yıpratmış, maliyetleri artırarak fiyatların artmasına
dolayısıyla fiyat istikrarsızlığını besler hale gelmiştir. Merkez Bankasının
yaptığı son faiz artışıyla Arjantin ve Surinam’dan sonra faizde dünyada üçüncü
sıradayız. Yüzde 6.25’lik artışın Türkiye ekonomisine yıllık maliyeti 62 milyar
dolardır. Ayrıca kimse yanılmasın,
faizin yüzde 17,75’ten yüzde 24’e yükseltilmesi bir hafta vadeli repo
ihale faiz oranın göstermektedir. Şu an reel piyasa faizleri yüzde 50-60
arasında seyretmektedir.
Döviz kurları,
enflasyon ve faizler birbirlerini etkileyerek yükselmeye devam ediyor. Doların
çok yükseleceğini düşünerek para harcamayan önemli bir kesim olduğundan ekonomi
bir küçülme ve daralma aşamasında bulunuyor. İşsizlikte yavaş yavaş bir artış
var. Firmaların finansman problemleri çok ağır basıyor. Daha krizin
başındayız. Faiz sarmalına girmiş Türkiye’de, kurlar ve faizler bu seviyede
kaldıkça domino etkisiyle giderek hane halkına, üreticiye ve ekonomik hayatın
her yanına yansıyacaktır. Zaten ekonomik durgunluk nedeniyle sıkıntılı olan, kaynak
azlığı nedeniyle nakit akışları bozulan firmalar önce tasarruf tedbirlerine
gidecekler, üretimi kısacaklar, işçi çıkartacaklar ya da yeni konkordatolar,
yeni iflaslar duyacağız.
Geçtiğimiz 10-15 yıl
içinde Türkiye’ye akan dövizin, bol paranın ve bundan ötürü büyüyen kredilerin
sebep olduğu yüksek tüketim döneminin hikâyesiydi bu. Bankalar tüketim kredilerini durmadan teşvik
etti, çok rahat ucuz kredi vererek insanlar harcamaya alıştırıldı sonucunda
gelirlerini bankalara transfer etmek mecburiyetinde kalıp korkunç faizler
ödemek zorunda kaldılar. Şu an tüketicinin borcu 600 milyar liraya dayanmış durumdadır.
Yanlış özelleştirme
politikaları ile devletin ve milletin varlıklarının yok pahasına elden
çıkarılması neticesinde binlerce kişinin işsiz kalmasının yanında, Türkiye'nin
gazete kâğıdını sağlayan SEKA gibi köklü bir kurumun özelleştirilmesi sonucunda
ülkemiz kâğıt sektöründe dışa bağımlı hale geldi. Dolardaki yükselişe bağlı
olarak kâğıt fiyatları son bir yılda neredeyse üç kat arttı. Gazeteler kâğıt
temininde sıkıntılar yaşıyor, medya zor günler yaşıyor. Bu sıkıntı sadece
gazetelerle de sınırlı olmayıp kâğıt krizi kitap ve dergileri de vuruyor. Gazeteler
ve yayıncılar da ayakta kalma savaşı veriyor.
Bu kadar borçlanma ileride sıkıntı yaratabilir
dendiğinde, Türkiye’nin, borçlarını çevirebilir durumda olduğu bu nedenle
endişeye mahal olmadığı söyleniyordu. Bir gün bu kadar borcun çevrilemez duruma
düşebileceği dikkate alınmadı. Borçlanma, ölçüsüzce tüketme ve yüksek enflasyon
pahasına bir büyüme üretildi. Ancak bunun sağlıklı ve sürdürülebilir bir büyüme
olmadığı yeni yeni görülmeye başlandı. Tasarruf etmek yerine harcayarak, ürettiğinden
fazla tüketerek büyümenin uzun vadede faydadan çok zarar sağlayacağını idrak
edemedik. Ve bunun sonucunda devlet her
sene bütçe kalemine 55 milyar lira civarında faiz gideri koymak zorunda kaldı.
Algı operasyonlarıyla halk kendini zenginleşmiş
sanmaya başlamıştı. “Herkeste 3-4 bin liralık telefon var”, “Yollar araba
dolu”, “AVM’ler insan kaynıyor” deniyor
ama o telefonun kaç aylık gelirin ipotek edilmesiyle elde edildiğini kimse düşünmüyordu.
Yüksek faizlerle borç olarak alınan el parasını ve envaı türlü kredi kartını
zenginlik zannediyor, sanki bir daha geri istenmeyeceğini zan ederek paraları betona
yatırıp ranta dönük inşaat çılgınlığını
gelişme ve kalkınma zannediyorduk. Kârlarını kat kat artıran bankalar, bal
tutup parmağını yalayan rantiye, keyfi yerinde siyaset ve bürokrasi ülkenin geleceğini
ipotek ettiğinin farkında değildi.
Benzin, elektrik, doğalgaz fiyatları her kesimi
acıtmaya başladı. İnsanlar çarşı pazara çıktığında ceplerindeki paranın
yetmediğini görüyor. Asgari ücretin 1.603 TL olduğu ülkede, açlık sınırı 1.812
TL, yoksulluk sınırı 5.903 TL’ye dayanmış. Özel sektörün döviz cinsinden borcu,
sene başından bu yana “durduğu yerde” 800 milyar lira artmış.
Dış borcun
milli gelirine oranı yüzde 53,3’e yükselmiş
Kamu ve özel
sektörün önümüzdeki bir yıl içinde 179 milyar dolar vadesi gelen dış borcu var. Bunun 146 milyarı şirketlere ve finans
kuruluşlarına, 33 milyar doları ise kamuya ait. Bu meblağın üzerine bir de cari
açığı kapatmak için gerekli olan 50 milyar doları eklediğinizde, toplamda, 230
milyar dolar para lazım bize.
Kamuda ödemeler durdurulduğu için kamuya iş yapan
birçok şirket hak edişlerini alamıyor, piyasaya olan borçlarını ve elemanların
ücretlerini ödeyemiyorlar. Firmaların KDV alacakları zamanında ödenmiyor,
uzatıldıkça uzatılıyor. Bankalar geleceğe yönelik endişe ile artık kredi vermek
istemiyor. Likidite sıkışıklığı özel sektörde kansızlık problemine yol açıyor,
fabrikalar ya kapanıyor, ya da sigortadan para almak için yakılıyor, işyerleri
kepenk indiriyor, çalışan işini kaybediyor.
DEVLET NEDEN EURO CİNSİ TAHVİL ÇIKARIR?
Hani TL’ye dönecektik, her şeyi milli
paramızla yapacaktık. Bakıyorsunuz ihaleler dolarla, borçlanma dolarla,
krediler dolarla, kamu hizmetleri dolarla, mevduatlar dolarla, BOTAŞ
sattığı gazın parasını dolar olarak istiyor. Önce devlet dolarizasyon
değirmenine su taşımaktan vazgeçmeli ki vatandaşta işini milli paramız ile
yapsın.
Türkiye ekonomisi adeta iki paralı ekonomi haline
getirilmiş durumda. Bankalardaki mevduatlara göz atınca görüyoruz ki, TL
mevduat tutarı 1.026 milyar lira iken döviz mevduatının TL karşılığı 1.097
milyarı bulmuş. Yani dolarizasyon oranı yüzde 50’yi aşıyor. Yurt içinde
yerleşiklerin “yabancı para ve fonları” 14 Eylül ile biten haftada 2.14 milyar
dolar artışla toplam 153 milyar dolar olmuş. Bireylerin “sadece para”
mevduatları ise 1,7 milyar dolar artışla 88,26 milyar dolar olurken, kurumların
da 424,7 milyon dolar artışla 64,78 milyar dolar olmuş. Bu durum kurumların ve vatandaşın
döviz almaya devam ettiğini, yastık altı tasarrufların daha çok dövize
gittiğini gösteriyor.
Şu an dövizli
borçlar her kesimin kâbusu
Ağustos sonu
itibariyle bankaların kullandırdığı TL cinsinden kredi miktarı1.505 milyar lira
iken, döviz cinsinden kredi miktarı ise 1.080 milyar olmuş. Bunun
yanında şirketlerin yurtdışı borçlanmaları 162 milyar dolar olup bunun TL
karşılığı da 907 milyar lira. Dolayısıyla iç ve dış toplam
döviz kredileri 1.987 milyar lira ile 2 trilyon liraya dayanmış. Buna göre, döviz
kredileri toplamın yüzde 57’sini bulurken, TL krediler yüzde 43’e inmiş
durumda.
Açıklanan YEP(Yeni Ekonomik Program) hedeflerine
göre 2017 yılında 851 milyar dolar olan Türkiye’nin milli geliri 2018 yılı
sonunda 763 milyar dolara gerileyecek. Kişi başı milli gelir 10.602 dolardan
9.385 dolara düşecek. Yani 11 sene önceki milli gelir rakamına geri dönmüş
olacağız, böylece ülke ekonomisi 88 milyar küçülürken ülke halkı da kişi başına
1.217 dolar fakirleşecek.
ÖNCELİKLE ALLAH’IN
HARAM KILDIĞI İSRAFI ÖNLEMEK GEREKİYOR
Sürekli israf eden, çok
harcayan obez bir kamu düzeni var. Milletin artık, makam odalarının, makam
arabalarının, makam sahiplerinin masraflarını karşılayacak takati kalmadı. Devletteki
araç, lojman, sosyal tesis saltanatını ucu bucağı kaçmış. İstanbul Milletvekili
Burhan Kuzu, "Yav bu devlette öyle israflar var ki, öylesine
masraflar var ki, anam anam anam anamm!" demişti. Yine Bülent
Arınç bir konuşmasında, "İsrafın önünü alabilsek, sizden vergi
almaya gerek kalmaz." demişti.
Enerji konusunda dışa bağımlı olan ülkemiz yılda
ortalama olarak 54 milyar dolar gibi
yüksek bir meblağı enerji harcamalarına ödüyor ama resmi kuruluşların
odalarında gündüzleri hiç gerekmediği halde ışıklar devamlı yanar, devlet
dairesinde kaloriferlerin cayır cayır yandığı aşırı sıcak ortamlarda pencereler
açılarak milli servet boşa gider.
Sürücüsü aracı park ettiği zaman sırf sıcak ya da soğuk hava
gerekçesiyle aracı saatlerce çalıştırmakla litrelerce yakıtı israf eder. Resmi
kurum ve kuruluşların uhdesinde bulunan binlerce araç şahsi işleri için kullanılarak
istismar edilir.
Bütçe açığı dedikleri şey işte bu kamu harcamalarının bu
şekilde artması ile oluşuyor. 2017’nin ilk yedi ayında 24,3 milyar lira olan
bütçe açığı, bu yılın aynı döneminde yüzde 85 artarak 45 milyar liraya
yükselmiş. Yılsonuna kadar ne olur Allah bilir.
Devletteki İsrafa Bakıp Ülkenin Neden Bugünler
Geldiğini Anlamak Mümkündür.
v
Kamu kurumlarının görev zararları 45,4 milyar
lirayı bulmuş.
v Sayısı 240
bine dayanan devletteki lojman ve misafirhane saltanatına ve tatil kabilinden
yapılan yurtiçi-yurtdışı gezi ve yolluk israfı.
v 2003
yılında devlet faiz hariç 82,7 milyar harcama yaparken, 2017 yılında tam 621,6
milyar harcamış.
v
Türkiye’de devlete ait 193 bin 425 adet
otomobil, minibüs ve otobüs gibi resmi araç bulunurken bu rakam Fransa'da 2
bin, Almanya’da 10 bin, İtalya'da ise 29 bin, Japonya’da ise devletin elindeki
makam aracı sayısı bin tane bile değilmiş.
v
Böylesi büyük bir israf yetmiyormuş gibi devlet
binlerce araç kiralama yoluna gidiyor. 2012 yılında 94 milyon lira olan taşıt
kiralama giderleri 2016 sonunda yüzde 392 artışla 462 milyon lira olmuş.
Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay için kiralanan BMW 760 tipi araçlardan
bir tanesinin aylık kirasının 7 bin 600 Euro(50 bin lira) olduğu belirtiliyor
v
Kamu binalarını masraflı oluyor diye ucuz
fiyatlarla elden çıkarırken, plazalardan fahiş fiyatlarla yer kiralayan devlet 2017’de
kira için 901 milyon liralık ödeme yapmış.
v
2006’dan 2016’ya toplam bütçe harcamaları
içerisinde kira giderlerinin payı %197, taşıt alım giderlerinin payı % 520,
temsil ve tanıtma giderlerinin payı % 252 artmış.
v
2016 yılında resmi taşıt alımlarının maliyeti %
82 artarak 2 milyar 23 milyon liraya çıkmış. Yani, 2016 yılında kamunun kara
taşıt alımlarına yaptığı harcama 583 bin 611 kişinin asgari ücret aylığına
eşit.
v
2007 yılında 17 milyon lira olan temsil ve
tanıtma giderleri 2016 yılında 364 milyon liraya yükselerek 22 kat artmış. Yani,
2016 yılında gösterişli sofralara, pahalı davetlere, törenlere harcanan para
256 bin 680 kişinin asgari ücret aylığına eşit demek.
v
Ankara Belediyesinin bir eğlence parkına
harcadığı milyar dolarlar, belediyelerin durmadan söküp yeniden yaptığı
kaldırımlar.
v
Başkanlık sistemine geçen Türkiye milletvekili
sayısının 600’e çıkarılması çok mu gerekliydi? Yılın ilk yedi ayında vekillerin
ilaç giderleri 7 milyon 138 bin, tedavi giderleri 493 bin lirayı bulmuş.
v
Aile Bakanlığı, Eskişehir Yolu'nda 30'ar katlı
ikiz binaların kirasının aylık 1 milyon liranın üzerinde olduğu belirtiliyor.
Aile Bakanlığı'nın kiralık binasında 2 katlı personel yemekhanesi bulunmasına
rağmen Aile Bakanı, Ankara'da da 3 gün üst üste Hilton Garden Inn Otel'de kamu
personeline 1500 kişilik iftar veriyor, kişi başı 90 liraya anlaşılan iftarın
faturası, 135 bin lirayı buluyor.
BAZI EKONOMİK VE SOSYAL GÖSTERGELER
v
Yolsuzlukla mücadelede dünyanın önde
gelen sivil toplum kuruluşlarından olan ve 118 ülkede faaliyet gösteren
Uluslararası Şeffaflık Örgütü, Türkiye’yi 180 ülke arasında 81.sırada gösteriyor,
endekste dört yıl üst üste gerileyen Türkiye, son 5 sene içerisinde 10 puanlık
bir düşüşle 28 sıra kaybetmiş. AB ülkeleri ile karşılaştırıldığında Türkiye, 28
üye ülke arasında sonuncu sırada, G20 ülkeleri arasında 13. sırada bulunurken,
35 OECD üyesi devlet arasında ise sondan ikinci sırada yer aldı.
v 2
milyon vatandaş icralık olmuş, icralık dosya sayısı ise 28 milyonun üzerinde.
v
Bu sene 2 milyon 260 bin kişinin girdiği
üniversite imtihanlarında fizik, kimya, matematik gibi dallarda sıfıra
yakın bir ortalama var. Sözel derslerin ortalaması da pek parlak değil.
v
Dünyada 15 yaşındaki gençlerin bilgi ve
becerisini ölçen PISA sınavında 44’ncü sıradan 49’cu sıraya gerilemişiz.
v
OECD’İN araştırmasına göre, işgücümüzün ancak
%50’si temel okuma yazma ve matematik becerilerine hakim. OECD sıralamasında
alttan 2-3 sıradayız.
v
Bir araştırmaya göre, Avrupa’da en az ve en kötü
yabancı dil kullanan ülkeyiz. Vatandaşı %67’si herhangi yabancı bir dilde
“merhaba” bile diyemiyor.
v
TUIK’e göre 15-24 yaş arasındaki gençler
arasında “Ne eğitimde ne istihdamda olmayanlarının oranı yüzde 28”. Eğitim sistemi bu kayıpları telafi etmek yerine
matematikte 4 soruyu zor çözen bir nesil yetiştiriyor.
ÇÖZÜM DEĞERLERE SAHİP ÇIKMAKTA
Bugün geldiğimiz noktada her şey yitirdiğimiz
değerlerden kaynaklanıyor. Kendi değerleri istikametinde bir hayat inşa etmek
yerine, başkalarının giydirdiği gömleğin içinde, mevcut faizci ekonomi öğretinin
koyduğu kurallara göre işleyen bir sistemde, aspirin tedavisi gibi
yöntemler asla temel bir çözüm olmayacaktır. Sivrisinekleri öldürmek
yerine bataklığın kurutulması gerekiyor. Küresel sistemin ekonomi kurum
ve kuramlarıyla kurgulanmış çıkış yollarını çözüm olarak gösteren kafa yapısı değişmedikçe
ve yerine yeni biri model kurulmadıkça ekonominin iyileşmesi mümkün
olmayacaktır.
Kendi değerlerinizden neşet etmiş bir
modeliniz olmadığı sürece yapılacak çalışmalar, küresel finans sisteminin
değirmenine su taşımaktan öteye geçmeyecektir. Geldiğimiz noktada,
artık ciddi bedeller ödeyerek değerlerimiz üzerine inşa edilmiş bir yapıyla bu
sıkıntılardan kurtulmak mümkün olacaktır.
Bu ümmetin, bu milletin yeniden bir saadet çağı
üretmesini istiyorsak, tekrar değerlerimize dönmek mecburiyetindeyiz. Türkiye’nin
acilen yaşadığı sistemle yüzleşmesi, çalmayan, çırpmayan ehliyeti, liyakati,
adaleti ve bilgiyi esas alan insanlar yetiştirmesi, buna uygun bir yol haritası
belirlemesi gerekiyor.
Ahmet Hamdi
Tanpınar “Her şeyin bir çaresi vardır. Fakat insan bozuldu mu, bunun
çaresi yoktur.” diyor.