(Umran Dergisi)
Bu resim telefonuma düştüğünde çağdaş Ebu Cehillerin, Firavunların hüküm sürdüğü Mısır’da Mursi adında bir Yusuf yine toprağa düştü dedim. Zindana atıldığı günden itibaren öldürmek için planlar yapıp 6 yıl boyunca sistematik bir işkenceye tabi tuttular. Ailesiyle sadece 2 kez görüştürüldü. Ağır şeker hastası olmasına rağmen ilaçlarını vermediler. Yavaş yavaş zehirleyerek tek başına kaldığı daracık hücrede hem bedenine hem aklına hem ruhuna eziyet ettiler. Fenalaşıp yere yığıldığında 50 dakika müdahale yapılmadı. Yarım saat ambulans çağrılmadı. Bile bile ölüme terk edildi.
Şehidin cenazesi bile Sisi ve müttefiklerini korkuttu. Köyünde defnedilme vasiyeti olmasına rağmen cenazesi ailesine teslim edilmedi. Şafak vaktinde yangından mal kaçırır gibi yoğun güvenlik tedbirleri altında alelacele defnettiler. Ailesi ve avukatı dışında hiç kimsenin, basın yayın kuruluşlarının yaklaştırılmadığı mezarlığa girme ve görüntüleme için sadece İsrail’in KAN televizyonuna izin verilmesi bu hainlerin ne kadar alçaldığını ve kime hizmet ettiklerini gösteriyor.
Evet, İslam dünyası büyük bir değerini kaybetti. Piyon olarak kullanılan cuntacı hakimlerin yürüttüğü tiyatro mahkemede şehidimiz her daim darbecilere meydan okudu. O inandığı dava uğruna katillerle işbirliğini reddeden tavizsiz tutumu ile daima mazlumların yanında yer aldı. Başkan seçildiğinde başkanlık sarayına taşınmadı, kirada oturduğu evde yaşamaya devam etti. Görevdeyken hiç maaş almadı. Muhammed Mursi, bilgi ve birikimi yüksek, davasında samimi, gerçek bir Müslüman lider olduğunu zindanlardaki direnişi ile göstermiş, davası uğruna hayatını feda etmiştir.
2012 yılında İsrail Gazze'ye saldırdığında tarihe geçen bir konuşma yapmış ve İsrail'e şöyle meydan okumuştu: 'Şayet İsrail bombardıman ve işgallere son vermezse Mısır halkının kahredici gücünü görecektir.' demişti. Tek gündemi Mısır halkı ve ümmetin felaha erişmesiydi. Bir gecede 4 bin Mısırlıyı barbarca öldürülen darbecilere her daim yiğitçe meydan okudu. Onun çağdaş firavunlara karşı verdiği savaş ve “Haksızlığa boyun eğmeyin, anneler ve babalar çocuklarına ‘Sizin ecdadınız adam gibi adamdı.’ diyecekler” sözü inşallah hiç unutulmayacaktır.
Şehit olduğu duruşmada Filistin ve Katar ajanlığı
gibi komik bir suçlama ile yargılanıyordu. Türkiye sevgisi ve Tayyip Erdoğan
ile dostluğu başta İsrail olmak üzere bölgedeki Suud ve BAE gibi kukla
rejimlerin hoşuna gitmemişti. Bu karanlık ittifak 6 yıl boyunca katil Sisi’ye
destek vererek, finansman sağlayarak işkence sürecine doğrudan müdahil oldular
ve böyle bir Müslümanı katlettiler.
Yemen’de, Libya’da Müslümanların kanını akıtan,
Türkiye’ye karşı açık savaş ilan eden, şer güçleri ile ittifak eden, güce tapan
bu katillere bakınca, bir anda insan her şeyin bittiğine, takatinin tükendiğine
ve bu zalimlere karşı yapacak bir şeyin kalmadığı vehmine kapılıyor. Yeryüzünde
çaresizin, mazlumun, kimsesizin feryadı gökyüzüne çıkarken bunu taşlaşmış
yürekler, sağırlaşmış kulaklar, insan haklarından bahseden ABD, İngiltere, AB
ülkeleri, Siyonist İsrail, kukla krallıklar, emirlikler bu insanlık dramına
sessiz kalmaya devam ediyorlar. İran ve Filistin dahi çok cılız taziye
mesajları ile olayı geçiştirdiler. İslam alemi bir kere daha tarih önünde girdiği
sınavı kaybetti.
Vicdanı
kararmış dünya ile beraber bizler de çaresizce seyrediyoruz…
İslam’ın direnen merkezi Kudüs işgal altında, ABD
bölgedeki diktatörlerin gözlerin baka baka orayı İsrail’in başkenti ilan
ediyor. Mekke’yi çoktan teslim etmiş olan Körfez’in tiranları yarın orayı da
pazarlık masasına süreceklerdir. Şimdi saltanatlarını korumak adına ‘yüzyılın
antlaşması’ adı altında Kudüs’ü satıyorlar, Filistin’i peşkeş çekiyorlar. Batı
ile ele ele vermiş tüm İslami yapılanmaları ve bizatihi İslam’ın kendisini
tehlike olarak ilan ediyorlar. Mursi şimdi özgür, Rabbinin huzuruna alnı açık
yüzü ak çıkacak inşallah. Ya siz, ABD’nin ‘abd’ı olan katiller saraylarınızda yaşasanız
bile esirsiniz, her gün ölüm korkusuyla yaşayan kölelersiniz.
İnsan dünyanın sonu mu geldi diye düşünüyor. Görünen o ki, şimdilik bu katilleri durduracak bir güç yok. Dünya bu zulümlere seyirci kalıyor. Sürüdeki kuzuyu kurdun değil de çobanın yediği bir dünyada yaşamaktayız. Elimizle bu feryada derman olamıyoruz. İşgalci Ebrehelerin üstüne ebabiller gibi taş yağdıracak, Musa için denizleri yaracak, İbrahim’i yakan ateşi cennet bahçesine dönüştürecek güç bize kavuşmuyor. Taşlaşmış, kirlenmiş, kararmış kalplerimizle “elimizden bir şey gelmiyor” mazereti ile hayıflanıp duruyoruz.
Dünyanın kara yürekli canileri Müslümanların, masum
insanların kanını dökerken bizler peşinden koştuğumuz dizginlenemez
arzularımız, isteklerimiz, hırslarımız ile tökezlediğimizin, ümidimizi
kaybettiğimizin farkında mıyız acaba? Şu anda İslam Aleminin maruz kaldığı
işgal ve istila hareketinin ana kaynağı zalimlere teslimiyet nedeniyledir. Son
teknoloji silahlarıyla ülkeleri tarumar ettikleri gibi, psikolojik kavramlarla
da umutları, düşünceleri, inançları tarumar ediyorlar.
Karşılaştığımız acılar, ölümler, ihanetler, bize kurulan tuzaklara dikkat etmemizi oyuna gelmememizi gösteriyor. Türkiye’den yükselen samimi sesler insanımızın uyanışının ve dirilişinin bir göstergesi olarak umut vericidir ama henüz yeterli değildir. Herkes için ahlak, adalet ve huzur getirecek bir İslam’i uyanışın tekrar hayatımıza hakim kılınmasıyla ancak yeniden köklü bir değişim, bir diriliş ve kurtuluş gerçekleşebilecektir.
Bize düşen her türlü fedakârlığı göstererek mevkiin, makamın, servetin, şöhretin dayanılmaz hafifliğine kapılmadan, gözünü budaktan esirgemeyen, ilmi ile amel eden, ihlas ve takva sahibi, cihat ehli dava adamları yetiştirmektir. Bu kaliteli insanları yetiştirecek gerekli müfredatı hazırlayacak, maddi kaynakları oluşturacak kurumları oluşturmaktır.
İnşallah Mursi’nin bu kutlu şehadeti Müslümanların ve gelecek nesillerin önünü aydınlatacak bir meşale olacaktır. İnsanlığın kurtuluşuna vesile olacak bir direniş tohumu olarak yeşerecektir.
Yeni Bir İnsan, Yeni Bir Toplum, Yeni Bir Siyaset…
İstanbul’da yenilenen Büyükşehir Belediye Başkanlığı
seçimlerinde alınan sonuçlar bize artık samimi bir özeleştiriye ihtiyaç
olduğunu, bir muhasebe yapılması gerektiğini göstermektedir.
Cumhurbaşkanının daha önce ‘metal yorgunluğu’ diye
ifade ettiği gibi belediyelerde 25 yıl, iktidarda ise 17 yıllık bir yorgunluk
ve yıpranmışlık vardı. Bu yıpranmışlığın tedavi edilmediği seçimlerde alınan
sonuçlardan anlaşılmaktadır. Birilerinin AK Parti içinde ciddi hatalar yaptığı
ortadadır. 2011 yılına kadar toplumun kılcal damarlarına kadar erişen AK Parti
daha sonra genç ve tecrübesiz kadrolarla buradan uzaklaştı. Ayrıca ülkemizin sistemi çok çabuk/çarçabuk
değiştirilerek adeta 50+1’e mecbur edildi. Buna uygun değişiklikler aynı hızla
yapılamadığı gibi Parti ve bürokrasi de buna
uyum sağlayamadı.
31 Mart sonuçları bir tepkiyi işaret ediyordu ama bu
tepki iyi ölçülüp değerlendirilemedi. Mahalli bir seçimin dış politikaya
malzeme yapılması, ülkenin beka meselesine kilitlenmesi toplum tabanında çok
inandırıcı bir yaklaşım olmadı. Türkiye’nin onca meselesi varken İstanbul
seçimlerini bu kadar öne çıkarmak uygun görülmedi. Gündelik ve göstermelik bir
takım davranışlar toplumu aptal yerine koymak gibi algılandı. Yapılan vaatlerin
daha önce iş başındayken neden yapılmadığı sorgulandı. Haksızlıklara karşı
çıkan, özgürlükleri savunan, haksızlıkları çözmek için iş başına gelen bir
iktidar son yıllarda bu suçlamalarla itham edilmeye başlandı.
31 Mart’ta AK Parti’nin kazandığı ilçeler bu defa
CHP’ye geçti, birinci olduğu ilçe
sayısını 14 ilçeden 28 ilçeye çıkardı. Demek ki seçimlerin tamamı yenilenseydi
ilçelerde de kaybedecekti. 806.000 oy farkı Türkiye çapında %2’lik bir oy farkı
demektir ve gelecek seçimler için bir sinyaldir. Bu sonuçlar AKP’nin yeniden
fabrika ayarlarına geri dönmesi gerektiğini göstermektedir.
AK Parti için İlk işaret fişeği 16 Nisan 2017’deki
anayasa değişikliği referandumunda atılmıştı ama bu dikkate alınmadı. O zaman
ki ’hayır’ oyları (4.728.000) bugün İmamoğlu’nun aldığı oya çok yakın. O zaman
da Erdoğan karşıtlığında birleşmiş bir ittifak vardı. Bu seçimde ‘millet
ittifakı’ oldukça konsolide olurken ‘cumhur ittifakı’ bunu başaramadı. Cumhur
ittifakının MHP seçmeni üzerinden kayıp yaşadığı anlaşılıyor. Farkın
açılmasında Öcalan’ın mektubunun etkili olduğu, Bahçeli ve MHP seçmeninin
kendini geri çektiği, hatta bu yüzden AK Partili milliyetçilerin dahi Binali
Bey’e teveccüh etmediği anlaşılıyor. Ayrıca muhafazakâr gençliğin de cumhur
ittifakına oy vermediği alınan sonuçlardan anlaşılıyor. Karşı tarafı Kandil ve
HDP ile iş tutuyor diye suçlarken diğer yandan Öcalan ipine sarılmak ve ona
konum kazandırmak tepki çekti.
Kürt seçmenin çekincesinin de devam ettiği
anlaşılıyor. Seçimler 3 gün kala Öcalan’ın mektubunun kırmızı bültenle aranan
Osman Öcalan’a okutturulması tam bir akıl tutulmasıydı. Terörist başının bu
şekilde kullanılması Kürt seçmeni olumsuz etkilediği ve Öcalan üzerinden mesaj
verilmesinin kabul görmediği anlaşılmaktadır.
Kimse böyle ciddi bir fark beklemiyordu. Seçmenin
yeniden seçim yapılması kararına ikna olmadığı ve cezasını maalesef AKP’ye kestiği
görülüyor. Bu kampanyada icraatlar ve projeler konuşulmadı, iş tamamen algı
üzerinden götürüldü. Ekrem İmamoğlu mağduru iyi oynadı. Büyükçekmece’de polis
baskınları tepki çektiği için, bu ilçede 31 Mart’ta 6 puan olan fark 23
Haziran’da 18 puana çıktı. Ayrıca bu toplum tehdit dilinden hoşlanmıyor. Ordu
valisine hakaret meselesinde, ‘İmamoğlu seçilse bile onu yargı kararı ile
indiririz’ söylemi ve ‘Meclisler de hakimiz başkanı çalıştırtmayız’ gibi
söylemlere seçmenin tepki gösterdiği anlaşılıyor.
Bu seçim sonuçlarını fırsat bilip Ekrem İmamoğlu’nu ‘aslansın,
bir tanesin, cumhurbaşkanı olursun’ diye gaza getirebilirler. Her daim
Türkiye’yi karıştırmak için devreye sokulan dışarıdaki fonlardan İmamoğlu’na
mali destek geleceği ihtimalini göz ardı etmeyelim. Zayıf bir adayı Türkiye’de
alternatif hale getirmek, Reis’in karşısında Cumhurbaşkanı adayı konumuna
getirmek kimin projesi veya kimin hatasıdır düşünmek gerekiyor.
CHP 3 yıl seçim istemediğini belirtiliyor. Bu süre
zarfında kazandığı belediyelerin icraatlarını ortaya koymasını ve başarısını
göstermesini istiyormuş. Beylikdüzü’nde 5 yılda borcu 5 katına çıkaran bir aday
koskoca İstanbul’da ne yapacak acaba?
Türkiye’nin normalleşmesi için öncelikle CHP millet
ile barışmalı, halk ile bütünleşmeli, müfrit laikçi/Kemalist ulusalcılardan
kurtulmalıdır. Laikçilik adına milletin değerlerine, dindarlara hasımane tutum sergilemekten
vazgeçmelidir. Millet, seçim döneminde camilerde iftarlarda verilen pozlarda
samimi olunmasını arzu etmektedir.
Ülkemiz emperyalist bir kuşatma altındadır. Doğu
Akdeniz’deki petrol/güç meselesi, S-400’lere karşı F-35 şantajı, terörle
yapılan amansız mücadele, ekonomik problemler, Körfez’deki gerilim,
Suriye/İdlip/Fırat’ın doğusu meselesi,
ABD’nin en üst seviyeden Türkiye’yi ekonomik yaptırım ile tehdit etmesi
gibi konular ile Türkiye’nin sıkıştı(rıldı)ğı alt üst olan bir dünyada inşallah
bir erken seçim noktasına gelinmez. Ateş çemberindeki ülkemizin bu kadar mesele
varken yeniden bir seçim ortamına sokularak gerilmesi ve kaynak israf etmesi ülkeye
hayır getirmez. Toplum artık aylar süren seçim tartışmalarından usanmış, tekrar
tekrar seçime gitmekten bıkmıştır. Artık seçim yorgunu olan ülke rahatlamalı ve
bir an önce bu atmosferden çıkarak iktidarıyla muhalefetiyle ülke meselelerinde
bütünleşmeli, dış politikaya, güvenlik meselesine ve ekonomiye odaklanmalıdır.
Temiz bir Türkiye için siyasetin bu kirlilikten kurtulması gerekmektedir. Bir zihniyet değişikliği ve bir arınma sürecinden geçmek gerekmektedir. Yeni bir insan, yeni bir siyaset, yeni bir toplumu konuşmamız gerekmektedir.