1 Temmuz 2019 Pazartesi

MÜSLÜMANLIĞIN EN ZAYIF HALİ ÇARESİZLİK…

(Umran Dergisi)

 

Bu resim telefonuma düştüğünde çağdaş Ebu Cehillerin, Firavunların hüküm sürdüğü Mısır’da Mursi adında bir Yusuf yine toprağa düştü dedim. Zindana atıldığı günden itibaren öldürmek için planlar yapıp 6 yıl boyunca sistematik bir işkenceye tabi tuttular. Ailesiyle sadece 2 kez görüştürüldü. Ağır şeker hastası olmasına rağmen ilaçlarını vermediler. Yavaş yavaş zehirleyerek tek başına kaldığı daracık hücrede hem bedenine hem aklına hem ruhuna eziyet ettiler. Fenalaşıp yere yığıldığında 50 dakika müdahale yapılmadı. Yarım saat ambulans çağrılmadı. Bile bile ölüme terk edildi.

Şehidin cenazesi bile Sisi ve müttefiklerini korkuttu. Köyünde defnedilme vasiyeti olmasına rağmen cenazesi ailesine teslim edilmedi. Şafak vaktinde yangından mal kaçırır gibi yoğun güvenlik tedbirleri altında alelacele defnettiler. Ailesi ve avukatı dışında hiç kimsenin, basın yayın kuruluşlarının yaklaştırılmadığı mezarlığa girme ve görüntüleme için sadece İsrail’in KAN televizyonuna izin verilmesi bu hainlerin ne kadar alçaldığını ve kime hizmet ettiklerini gösteriyor.

Evet, İslam dünyası büyük bir değerini kaybetti. Piyon olarak kullanılan cuntacı hakimlerin yürüttüğü tiyatro mahkemede şehidimiz her daim darbecilere meydan okudu. O inandığı dava uğruna katillerle işbirliğini reddeden tavizsiz tutumu ile daima mazlumların yanında yer aldı. Başkan seçildiğinde başkanlık sarayına taşınmadı, kirada oturduğu evde yaşamaya devam etti. Görevdeyken hiç maaş almadı. Muhammed Mursi, bilgi ve birikimi yüksek, davasında samimi, gerçek bir Müslüman lider olduğunu zindanlardaki direnişi ile göstermiş, davası uğruna hayatını feda etmiştir.

2012 yılında İsrail Gazze'ye saldırdığında tarihe geçen bir konuşma yapmış ve İsrail'e şöyle meydan okumuştu: 'Şayet İsrail bombardıman ve işgallere son vermezse Mısır halkının kahredici gücünü görecektir.' demişti. Tek gündemi Mısır halkı ve ümmetin felaha erişmesiydi. Bir gecede 4 bin Mısırlıyı barbarca öldürülen darbecilere her daim yiğitçe meydan okudu. Onun çağdaş firavunlara karşı verdiği savaş ve “Haksızlığa boyun eğmeyin, anneler ve babalar çocuklarına ‘Sizin ecdadınız adam gibi adamdı.’ diyecekler” sözü inşallah hiç unutulmayacaktır.

Şehit olduğu duruşmada Filistin ve Katar ajanlığı gibi komik bir suçlama ile yargılanıyordu. Türkiye sevgisi ve Tayyip Erdoğan ile dostluğu başta İsrail olmak üzere bölgedeki Suud ve BAE gibi kukla rejimlerin hoşuna gitmemişti. Bu karanlık ittifak 6 yıl boyunca katil Sisi’ye destek vererek, finansman sağlayarak işkence sürecine doğrudan müdahil oldular ve böyle bir Müslümanı katlettiler.

Yemen’de, Libya’da Müslümanların kanını akıtan, Türkiye’ye karşı açık savaş ilan eden, şer güçleri ile ittifak eden, güce tapan bu katillere bakınca, bir anda insan her şeyin bittiğine, takatinin tükendiğine ve bu zalimlere karşı yapacak bir şeyin kalmadığı vehmine kapılıyor. Yeryüzünde çaresizin, mazlumun, kimsesizin feryadı gökyüzüne çıkarken bunu taşlaşmış yürekler, sağırlaşmış kulaklar, insan haklarından bahseden ABD, İngiltere, AB ülkeleri, Siyonist İsrail, kukla krallıklar, emirlikler bu insanlık dramına sessiz kalmaya devam ediyorlar. İran ve Filistin dahi çok cılız taziye mesajları ile olayı geçiştirdiler. İslam alemi bir kere daha tarih önünde girdiği sınavı kaybetti.

Vicdanı kararmış dünya ile beraber bizler de çaresizce seyrediyoruz…

İslam’ın direnen merkezi Kudüs işgal altında, ABD bölgedeki diktatörlerin gözlerin baka baka orayı İsrail’in başkenti ilan ediyor. Mekke’yi çoktan teslim etmiş olan Körfez’in tiranları yarın orayı da pazarlık masasına süreceklerdir. Şimdi saltanatlarını korumak adına ‘yüzyılın antlaşması’ adı altında Kudüs’ü satıyorlar, Filistin’i peşkeş çekiyorlar. Batı ile ele ele vermiş tüm İslami yapılanmaları ve bizatihi İslam’ın kendisini tehlike olarak ilan ediyorlar. Mursi şimdi özgür, Rabbinin huzuruna alnı açık yüzü ak çıkacak inşallah. Ya siz, ABD’nin ‘abd’ı olan katiller saraylarınızda yaşasanız bile esirsiniz, her gün ölüm korkusuyla yaşayan kölelersiniz.

İnsan dünyanın sonu mu geldi diye düşünüyor. Görünen o ki, şimdilik bu katilleri durduracak bir güç yok. Dünya bu zulümlere seyirci kalıyor. Sürüdeki kuzuyu kurdun değil de çobanın yediği bir dünyada yaşamaktayız. Elimizle bu feryada derman olamıyoruz. İşgalci Ebrehelerin üstüne ebabiller gibi taş yağdıracak, Musa için denizleri yaracak,  İbrahim’i yakan ateşi cennet bahçesine dönüştürecek güç bize kavuşmuyor. Taşlaşmış, kirlenmiş, kararmış kalplerimizle “elimizden bir şey gelmiyor” mazereti ile hayıflanıp duruyoruz.

Dünyanın kara yürekli canileri Müslümanların, masum insanların kanını dökerken bizler peşinden koştuğumuz dizginlenemez arzularımız, isteklerimiz, hırslarımız ile tökezlediğimizin, ümidimizi kaybettiğimizin farkında mıyız acaba? Şu anda İslam Aleminin maruz kaldığı işgal ve istila hareketinin ana kaynağı zalimlere teslimiyet nedeniyledir. Son teknoloji silahlarıyla ülkeleri tarumar ettikleri gibi, psikolojik kavramlarla da umutları, düşünceleri, inançları tarumar ediyorlar.

Karşılaştığımız acılar, ölümler, ihanetler, bize kurulan tuzaklara dikkat etmemizi oyuna gelmememizi gösteriyor. Türkiye’den yükselen samimi sesler insanımızın uyanışının ve dirilişinin bir göstergesi olarak umut vericidir ama henüz yeterli değildir. Herkes için ahlak, adalet ve huzur getirecek bir İslam’i uyanışın tekrar hayatımıza hakim kılınmasıyla ancak yeniden köklü bir değişim, bir diriliş ve kurtuluş gerçekleşebilecektir.

Bize düşen her türlü fedakârlığı göstererek mevkiin, makamın, servetin, şöhretin dayanılmaz hafifliğine kapılmadan, gözünü budaktan esirgemeyen, ilmi ile amel eden, ihlas ve takva sahibi, cihat ehli dava adamları yetiştirmektir. Bu kaliteli insanları yetiştirecek gerekli müfredatı hazırlayacak, maddi kaynakları oluşturacak kurumları oluşturmaktır.

İnşallah Mursi’nin bu kutlu şehadeti Müslümanların ve gelecek nesillerin önünü aydınlatacak bir meşale olacaktır. İnsanlığın kurtuluşuna vesile olacak bir direniş tohumu olarak yeşerecektir.

Yeni Bir İnsan, Yeni Bir Toplum, Yeni Bir Siyaset…

İstanbul’da yenilenen Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimlerinde alınan sonuçlar bize artık samimi bir özeleştiriye ihtiyaç olduğunu, bir muhasebe yapılması gerektiğini göstermektedir.

Cumhurbaşkanının daha önce ‘metal yorgunluğu’ diye ifade ettiği gibi belediyelerde 25 yıl, iktidarda ise 17 yıllık bir yorgunluk ve yıpranmışlık vardı. Bu yıpranmışlığın tedavi edilmediği seçimlerde alınan sonuçlardan anlaşılmaktadır. Birilerinin AK Parti içinde ciddi hatalar yaptığı ortadadır. 2011 yılına kadar toplumun kılcal damarlarına kadar erişen AK Parti daha sonra genç ve tecrübesiz kadrolarla buradan uzaklaştı.  Ayrıca ülkemizin sistemi çok çabuk/çarçabuk değiştirilerek adeta 50+1’e mecbur edildi. Buna uygun değişiklikler aynı hızla yapılamadığı gibi  Parti ve bürokrasi de buna uyum sağlayamadı.

31 Mart sonuçları bir tepkiyi işaret ediyordu ama bu tepki iyi ölçülüp değerlendirilemedi. Mahalli bir seçimin dış politikaya malzeme yapılması, ülkenin beka meselesine kilitlenmesi toplum tabanında çok inandırıcı bir yaklaşım olmadı. Türkiye’nin onca meselesi varken İstanbul seçimlerini bu kadar öne çıkarmak uygun görülmedi. Gündelik ve göstermelik bir takım davranışlar toplumu aptal yerine koymak gibi algılandı. Yapılan vaatlerin daha önce iş başındayken neden yapılmadığı sorgulandı. Haksızlıklara karşı çıkan, özgürlükleri savunan, haksızlıkları çözmek için iş başına gelen bir iktidar son yıllarda bu suçlamalarla itham edilmeye başlandı.

31 Mart’ta AK Parti’nin kazandığı ilçeler bu defa CHP’ye geçti,  birinci olduğu ilçe sayısını 14 ilçeden 28 ilçeye çıkardı. Demek ki seçimlerin tamamı yenilenseydi ilçelerde de kaybedecekti. 806.000 oy farkı Türkiye çapında %2’lik bir oy farkı demektir ve gelecek seçimler için bir sinyaldir. Bu sonuçlar AKP’nin yeniden fabrika ayarlarına geri dönmesi gerektiğini göstermektedir.

AK Parti için İlk işaret fişeği 16 Nisan 2017’deki anayasa değişikliği referandumunda atılmıştı ama bu dikkate alınmadı. O zaman ki ’hayır’ oyları (4.728.000) bugün İmamoğlu’nun aldığı oya çok yakın. O zaman da Erdoğan karşıtlığında birleşmiş bir ittifak vardı. Bu seçimde ‘millet ittifakı’ oldukça konsolide olurken ‘cumhur ittifakı’ bunu başaramadı. Cumhur ittifakının MHP seçmeni üzerinden kayıp yaşadığı anlaşılıyor. Farkın açılmasında Öcalan’ın mektubunun etkili olduğu, Bahçeli ve MHP seçmeninin kendini geri çektiği, hatta bu yüzden AK Partili milliyetçilerin dahi Binali Bey’e teveccüh etmediği anlaşılıyor. Ayrıca muhafazakâr gençliğin de cumhur ittifakına oy vermediği alınan sonuçlardan anlaşılıyor. Karşı tarafı Kandil ve HDP ile iş tutuyor diye suçlarken diğer yandan Öcalan ipine sarılmak ve ona konum kazandırmak tepki çekti.

Kürt seçmenin çekincesinin de devam ettiği anlaşılıyor. Seçimler 3 gün kala Öcalan’ın mektubunun kırmızı bültenle aranan Osman Öcalan’a okutturulması tam bir akıl tutulmasıydı. Terörist başının bu şekilde kullanılması Kürt seçmeni olumsuz etkilediği ve Öcalan üzerinden mesaj verilmesinin kabul görmediği anlaşılmaktadır.

Kimse böyle ciddi bir fark beklemiyordu. Seçmenin yeniden seçim yapılması kararına ikna olmadığı ve cezasını maalesef AKP’ye kestiği görülüyor. Bu kampanyada icraatlar ve projeler konuşulmadı, iş tamamen algı üzerinden götürüldü. Ekrem İmamoğlu mağduru iyi oynadı. Büyükçekmece’de polis baskınları tepki çektiği için, bu ilçede 31 Mart’ta 6 puan olan fark 23 Haziran’da 18 puana çıktı. Ayrıca bu toplum tehdit dilinden hoşlanmıyor. Ordu valisine hakaret meselesinde, ‘İmamoğlu seçilse bile onu yargı kararı ile indiririz’ söylemi ve ‘Meclisler de hakimiz başkanı çalıştırtmayız’ gibi söylemlere seçmenin tepki gösterdiği anlaşılıyor.

Bu seçim sonuçlarını fırsat bilip Ekrem İmamoğlu’nu ‘aslansın, bir tanesin, cumhurbaşkanı olursun’ diye gaza getirebilirler. Her daim Türkiye’yi karıştırmak için devreye sokulan dışarıdaki fonlardan İmamoğlu’na mali destek geleceği ihtimalini göz ardı etmeyelim. Zayıf bir adayı Türkiye’de alternatif hale getirmek, Reis’in karşısında Cumhurbaşkanı adayı konumuna getirmek kimin projesi veya kimin hatasıdır düşünmek gerekiyor.

CHP 3 yıl seçim istemediğini belirtiliyor. Bu süre zarfında kazandığı belediyelerin icraatlarını ortaya koymasını ve başarısını göstermesini istiyormuş. Beylikdüzü’nde 5 yılda borcu 5 katına çıkaran bir aday koskoca İstanbul’da ne yapacak acaba?

Türkiye’nin normalleşmesi için öncelikle CHP millet ile barışmalı, halk ile bütünleşmeli, müfrit laikçi/Kemalist ulusalcılardan kurtulmalıdır. Laikçilik adına milletin değerlerine, dindarlara hasımane tutum sergilemekten vazgeçmelidir. Millet, seçim döneminde camilerde iftarlarda verilen pozlarda samimi olunmasını arzu etmektedir.

Ülkemiz emperyalist bir kuşatma altındadır. Doğu Akdeniz’deki petrol/güç meselesi, S-400’lere karşı F-35 şantajı, terörle yapılan amansız mücadele, ekonomik problemler, Körfez’deki gerilim, Suriye/İdlip/Fırat’ın doğusu meselesi,  ABD’nin en üst seviyeden Türkiye’yi ekonomik yaptırım ile tehdit etmesi gibi konular ile Türkiye’nin sıkıştı(rıldı)ğı alt üst olan bir dünyada inşallah bir erken seçim noktasına gelinmez. Ateş çemberindeki ülkemizin bu kadar mesele varken yeniden bir seçim ortamına sokularak gerilmesi ve kaynak israf etmesi ülkeye hayır getirmez. Toplum artık aylar süren seçim tartışmalarından usanmış, tekrar tekrar seçime gitmekten bıkmıştır. Artık seçim yorgunu olan ülke rahatlamalı ve bir an önce bu atmosferden çıkarak iktidarıyla muhalefetiyle ülke meselelerinde bütünleşmeli, dış politikaya, güvenlik meselesine ve ekonomiye odaklanmalıdır.

Temiz bir Türkiye için siyasetin bu kirlilikten kurtulması gerekmektedir. Bir zihniyet değişikliği ve bir arınma sürecinden geçmek gerekmektedir. Yeni bir insan, yeni bir siyaset, yeni bir toplumu konuşmamız gerekmektedir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

DOHA SALDIRISI BİR DÖNÜM NOKTASI KAOTİK BİR KIRILMA VE DİPLOMASİNİN ÇÖKÜŞÜ

  Metin Alpaslan   – Umran Dergisi/Ekim 2025-374. Sayı Terör ve işgal devleti İsrail’in 9 Eylül’de uluslararası hukuku ihlal ederek, Doha’da...