(Umran Dergisi)
Çok Fazla Olayla Karşı
Karşıyayız…
Yaşanan ticaret
savaşlarına, küresel aktörlerin başta İslam coğrafyası olmak üzere özellikle
enerji havzalarında güç gösterilerin baktığımızda sanki yeni bir Dünya
Savaşı’nın fitili ateşlenmiş durumda. Libya’da General Hafter’in davetiyle
yabancı uçaklar ile BAE hava üssünden kalkan BAE ve Mısır uçakları Müslümanları
bombalıyor. Çin toplama kamplarında Uygurlara kan donduran işkenceler
uyguluyor. Filistin’i cehenneme çeviren İsrail tavuk boğazlar gibi her gün
Filistinli Müslümanları şehit ediyor. Evlerini başına yıkıyor. Son 15 yılda 5
bin Filistinliyi evsiz bıraktı. 2004’ten buyana Filistinlilere ait 830 evi
yıktı. Ayrıca 120 evi de İsrail’in baskısı nedeniyle Filistinli sahipleri
tarafından yıkıldı.
ABD etnik ve bölgesel
ayrımcılığı destekleyerek, İran ve Türkiye’yi istikrarsızlaştırmaya çalışıp,
bölgede bir güvensizlik ortamı oluşturuyor. Suriye’nin kuzeyinde Türkiye
sınırında olan bölgelerde PKK/PYD teröristlerini koruyor, kolluyor, gırtlaklarına
kadar silahlandırıyor. İran’a uyguladığı ambargoda Türkiye dahil 8 ülkeye
lütfettiği muafiyeti kaldırdığını açıklıyor. Ambargoya uymayacak olanları
tehdit ediyor. Basra Körfezine uçak gemilerini göndererek bölgeye gözdağı veriyor.
Golan tepelerini babasının malıymış gibi İsrail’e peşkeş çekiyor, ‘verdim gitti’
diyor. Trump Suudi ile alay ederek, “çölde kum onlarda para” diyerek, bir
telefonla Suudi kralından 500 milyon dolar aldığını söylüyor. Bu arada ABD’ye
haraç vererek saltanatlarını devam ettiren iki şımarık veliaht o kadar pervasız
hareket ediyor ki, Yemen’de Müslüman kanı akıtarak kadın, çocuk demeden
insanları açlık ve hastalık ile perişan ediyor. Efendilerinin talimatı ile bir
taraftan İhvanı, Hamas’ı terörist ilan ederken, diğer taraftan PKK/PYD’ye para
akıtıyorlar, siyasi cinayetler işliyor, ülkemizde casusluk faaliyeti yapıyorlar.
Ülkemize baktığımızda, ekonomide
bir durgunluk, sosyal parçalanma, iç siyasette gergin bir kavga ortamı ve dış
politikada bir sıkışıklık ve savrulmuşluk yaşanıyor. ABD S-400’leri alma diye
Türkiye’ye baskı yaparken, Rusya Esed zalimine İdlib’i Türk gözlem noktalarının
yakınına kadar bombalatarak alımdan vazgeçmememiz için bize gözdağı veriyor. Ekonomik, kültürel, siyasal ve dış politika
alanlarında yaşanan sorunlar nedeniyle, Türkiye bir problemler yumağı
içerisinde bocalıyor. Yabancı kuşatmaları, yabancı istihbarat unsurlarının
Türkiye’deki bazı güç odaklarına nüfuz etmiş olması, Doğu Akdeniz ve Kıbrıs
başta olmak üzere birçok alanda uluslararası baskılar, terör örgütlerinin oluşturduğu tehditler, Türkiye
üzerine oynanan oyunları göstermektedir.
Bu oyun, Türkiye’nin İslam
coğrafyasının geleceğini belirleyecek kadar güçlenmesini önlemeyi hedefliyor.
İslâm dünyasında İslâm ekseninde yeni bir yörünge oluşturularak, Müslüman
toplumların kaynaklarını, iradelerini, beyinlerini Amerika'ya teslim etme
girişimlerine son vermeyi amaçlayan, İslâm'ın yeniden tarih sahnesine çıkmasını
sağlayacak büyük tarihî meydan okumasını durdurmayı amaçlıyor.
Türkiye sahip olduğu jeopolitik ve jeostratejik konumu ile emperyalizmin dikkatinde olan ve Batı’nın tüm ekonomik, siyasi ve kültürel operasyonlarına açık bir ülkedir. Batı ülkeleri Türkiye’nin aldığı yeni pozisyondan rahatsızdır. Bölgeye hakim olmak isteyen güçlerin önce Türkiye’yi halletmesi gerekiyor. Türkiye aleyhinde her türlü yola başvuran batı medyası bir haçlı dayanışması içerisinde hareket etmektedir. Alman Deutsche Welle, İngiliz BBC, Fransız France-24, Amerikanın Sesi Radyosu ortaklaşa Türkçe YouTube kanalı kurduklarını, daha sonra da Türkçe haber kanalı kuracaklarını açıkladılar. Gezi olayları sırasında 24 saat kesintisiz yayın yapan bu şeytanlar Fransa’yı sarsan sarı yeleklilerin gösterilerine bu kadar ilgi göstermediler. İçeriye baktığımızda, Siyonizm güdümlü medya 5 sene önce Boğaziçi Üniversitesinde yapılan bir konuşmayı 28 Şubat taktiği uygulayarak yeniden ısıtarak gündeme taşıdı. İslam ile şereflendikten sonra özellikle gençlere konferanslar veren Yunan asıllı Hamza Andreas Tzortzis’in 2014 yılında yaptığı konuşmasını ‘Atatürk ve silah arkadaşlarına hakaret etti’ gerekçesiyle Yahudi Şalom gazetesi Twitter’den yayınlıyor. Cumhuriyet, Sözcü gibi gazeteler de mal bulmuş mağribi gibi haberi defalarca sosyal medya üzerinden servis ediyorlar.
Türkiye Meselelerini Kamplara Ayrılmadan Tartışmalıdır…
Tamamen çatışma üzerine kurulmuş olan politik atmosferde etki alanı daraltılan TBMM çözüm üretmek yerine siyasi partilerin söz düellosu yaptığı bir arenaya dönüşmüştür. “Biz” ve “Öteki” anlayışı bu ülkenin yapı taşlarını yerinden oynatmaktadır. Sert siyasi söylem ve yöntemlerin alışkanlık haline gelmesinin yanında, siyasi temsilin de ülke sorunlarını anlamak ve çözmekte yetersiz kalması Türkiye’nin önünü tıkamıştır. Siyasi aktörler denetim altında tutularak, siyaset kurumu fonksiyonunu yerine getiremez hale sokulmuştur.
Dünya’da ve coğrafyamızda her şey çok çabuk değişiyor, gelişmeler çok hızlı oluyor. Ne didişip çekişmelere, ne yergilere, ne kırgınlıklara harcayacak bir saniyemiz yoktur. Ekonomik kriz, gelir dağılımındaki adaletsizlik, siyasal temsil krizi biçimindeki kırılmalar toplumsal bağları giderek zayıflatmakta, seçim gündemiyle ülkenin hem enerjisi hem de kaynakları boşa harcanmaktadır. Bu çarkı döndürmeye çalışanlar, ulufe dağıtımından, arpalık düzeninden bir türlü vazgeçemedikleri için, koyu bir karamsarlık ve umutsuzluk havası ruhlara ve beyinlere sızıp yerleşmektedir. Değerler erozyona uğramış olup, kimlik ve değer kaybı had safhadadır. Maneviyat çökmüş durumdadır. Kendi inanç değerlerine yabancılaşmış, hatta yer yer düşman edilmiş, bir an önce kapağı yurt dışına atmaya çalışan bir gençlik olgusu ile karşı karşıyayız.
Türkiye’de siyaset kendi beceriksizliklerini ve çapsızlıklarını gizlemek için; söyleyecekleri, sunacakları bir alternatifleri olmadığı için, sadece gerilimden beslenmektedir. Bir tarafta Tayyip Erdoğan düşmanlığında gözünü karartmış olan CHP-İP-HDP ittifakı, isterse Türkiye batsın umurlarında değil. Tek istekleri Erdoğan’ın kaybetsin ve gitsin. Bir arada bulunmaları mümkün olmayan taraflar Tayyip Erdoğan düşmanlığında birleşebiliyorlar. Diğer tarafta, yapılan yanlışlara itiraz etmeyi ihanet olarak görmek, ‘ya bizdensin, ya da düşmansın’ yaklaşımı selamet bir yol değildir. Artık siyasetçiler oy için insanları ayırmayı ve düşmanlaştırmayı bırakmalı, siyaset, tez ya da proje siyasetine dönüşmeli, siyaset yapmak isteyenlerden ‘tezi’, ‘projesi’ ve ‘tasarımı’ sorulmalıdır.
Siyasette Vesayet
Demokrasisi Kılık Değiştirerek Devam Ediyor
Bu ülkede siyaset
yapabilmek, toplumsal talepleri seslendirebilmek ve bunları serbestçe
yansıtabilmek için siyaset ve medya kurumunun özgür olması gerekmektedir. Türkiye’deki
demokrasi problemli bir demokrasidir. Parti liderlerinin sınır tanımaz
yetkileri bir lider sultası oluşturmaktadır. Liderlerin seçtiği kimselerin
seçilebildiği bir ortamda, ikbal, rant,
makam, mevki beklentisi gibi dünyevi hesapların yol açtığı liderle ters düşmeme
kaygıları adaleti esas alan tutumun önünü tıkamaktadır. Gösterilen adayların
halkta gerçek bir karşılığı var mıdır yok mudur husussu göz ardı edilmekte,
sadece sadakat esas alınmaktadır.
YSK’nın 31 Martta yapılan İstanbul seçimlerinde sadece Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimini iptal etmesi toplum vicdanında rahatsızlık uyandırmıştır. Aynı seçimde, aynı sandıkta ve aynı zarfta ilçe belediye başkanlığı, belediye meclis üyeliği ile muhtarlık için oy kullanılmasına rağmen bunlar için bağlayıcı karar alınmaması ve buna ses çıkarılmaması, vicdan ve adalet duygusunu zedeleyen tarzda zihinlerde yer etti. Usulsüz olduğu söylenen aynı sandık kurullarının diğer seçim ve referandumlarda da görev yaptığı halde onlara itiraz edilmediği dikkatlerden kaçmadı. 16 Nisan 2017 referandumunda yaklaşık 2 milyon mühürsüz oyun kabulü ile oluşan ‘tam kanunsuzluk’ haliyle ilgili bir şey söylenilmemesi Türkiye’deki çifte standart anlayışını açık bir şekilde ortaya koymaktadır.
Buna karşılık, geçmişte kendilerinden olmayan partilerin kapatılmasına ve 367 saçmalığına ses çıkarmayıp alkışlayanlar şimdi YSK kararına karşı feryat figan etmektedirler. Bizim inancımız, “Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır” diyor. “Bir topluma olan öfkeniz sakın sizi adaletsizlikte ayırmasın” diyor. Bir Müslüman olarak ruhumuzu satmadan aklımız ve vicdanımızla hareket etmek mecburiyetindeyiz. Fikrimizi, duruşumuzu, kanaatimizi, ahlak normlarımızı bizim mahalleden değil diye değiştiremeyiz. Toplumumuzda yaygın olan toptancı sevmek veya toptan yermek zafiyeti, ahlakı mahallenin sınırları içine hapsediyor, ”öteki” için ayrışmaya ve kutuplaşmaya yol açıyor. Bir İstanbul seçimi için toplumu bu kadar germenin, kaynakları yok yere israf etmenin izah edilebilir bir yanı yoktur.
Geçtiğimiz süreçte, dindar hüviyetli politikacıların davranışları, İslam-siyaset ilişkisine olumsuz imajlar yüklemiştir. Siyasete soyunanlar, yeniden oluşmanın yollarını aramak yerine, yeni oluşumlarla toplumu önce ümitlendirip, sonra hayal kırıklığına uğratmıştır. Birçok seçimi kazandık ama kendimizi kaybettik, “biz” olmayı bırakıp “ben” olduk. Siyasetin kazanç kapısı olma özelliğinin devam etmesi, bir takım ‘kifayetsiz muhterislerin’ siyasi temsili çarpıtmasıyla sonuçlanmaktadır. Türkiye’deki siyasetçi-işadamı ilişkisine baktığımızda, kamulaştırmalarda, imar planı ve inşaat projeleri düzenlemelerde yetkilerin keyfi ve kişiye özel kullanılarak rant oluşturulduğunu görebiliyoruz. Kendilerine yeterli desteği vermediğini düşündüğü iş adamlarına köstek oluna biliniyor veya ona rakip çıkartabilmek için iktidar gücü kullanıla biliniyor. Siyasetin kamu bankaları tarafından verilen kredilerde belirleyici olması, kamu ihalelerini yönlendirebilme gücü gibi birçok örnek vermek mümkün. Kısacası siyasetin iş dünyası üzerindeki tasarruf gücünü haklı ya da haksız nedenlerle her daim hissettirmiş olduğunu görüyoruz
Büyük emeklerle oluşan potansiyelleri, bütün olumsuzluklara rağmen hala diri kalabilen değerleri, siyasi heveslere kurban etmek, sadece para ve ikbal peşinde koşan bir güruhun oluşmasına sebep olmaktadırlar. Önceden idealist olan birçok insan aşırı dünyevileşerek davasız, meselesiz bir duruma düşmektedir. Siyasetin yetersizliği ve çıkarcılığı nedeniyle, hepimizin özlediği bir Türkiye’de yaşamak için gerekli değişimi gerçekleştirecek bütün direnme noktaları adım adım kırılmıştır. Bu sorunlara bir türlü çözüm üretilememesi ve bu sorunların karşılıklı olarak birbirini besleyerek büyümesi, ortada bir “sistem krizi”nin var olduğunu göstermektedir. Yanlış olan bir şeye itiraz etmemek, sessiz kalmak, “kirli sessizlik” olarak tanımlanır. Artık kaynağa karışmış bozuk damarları açığa çıkarmak gerekiyor.
Vahye uygun bir sistemi
nasıl oluşturacağımızı konuşmak…
Doğrunun yanlış, yanlışın doğru; kötünün iyi, iyinin kötü gösterildiği, bütün çirkinliklerin teşvik edildiği bir dünyada yaşamaktayız. Müslümanların sadece acı ve hüzün içinde olduğu böyle bir dünyada Müslümanlar olarak konuşmaktan başka bir şey yapamıyoruz. Dünyaya rağbet ve muhabbet etmenin sonucunda içerisine yuvarlandığımız zilleti görmek için daha ne kadar aşağı inmemiz gerekecek?
Düşman şunu yaptı, bunu yaptı, şöyle yaptı, böyle yaptı deyip sızlanmanın bir anlamı yoktur. Ancak aciz insanlar sürekli ağlarlar. Aileyi perişan edem, toplumsal dinamikleri berhava eden, sosyal ve siyasal reformları AB ofislerinde kararlaştıran bir siyaset yerine, milletin inanç ve değerleri istikametinde çareler ve çözümler üreten, yol gösteren kadrolara ihtiyaç vardır. Teoriyi ithal ederseniz pratiği de ithal etmek zorunda kalır ve bedelini ödersiniz. Bu konuda yarın yine aynı hatalara düşülmemesi ve faturanın bütün Müslümanlara çıkmaması için şimdiden hassas değerlendirmeler yapma zarureti vardır. İşi tek bir şahsa havale ederek mesuliyetten kurtulmak mümkün değildir. Herkes elini taşın altına koymalıdır.
Müslümanların durumuna baktığımızda; birçok konuda yeterli donanımları yoktur, Hangi durumlarda nasıl davranılacağı bilinmemektedir, Üzerinde ittifak edilen özgün bir toplum projeleri yoktur, Sosyal ve siyasal tutumlara kolektif bir akıl değil, gereksiz ümitler, korkular ve heyecanlar biçim vermektedir, Hareket tarzları iyi düşünülmüş projelere değil, el yordamına dayanmaktadır.
Buradan şu sonucu da çıkarabiliriz; Türkiye’de hükümet olmakla her şey halledilmiyor. Hükümet olmak sadece makam koltuklarını, makam arabalarını işgal etmek değildir. Hele eşe, dosta, yandaşa ihale dağıtmak hiç değildir. Hükümetler teferruat gündemlerle toplumu meşgul eden, halkı oyalamaya yönelik mekanizmalar da değildir. Önce değerlerinizin ve zihniyetinizin iktidar olması gerekiyor. Görüldüğü üzere, oluşmadan oluşturmak o kadar kolay olmuyor. Bu nedenle, artık Türkiye’de bir toplumsal dönüşüm şarttır. Basit ve kısır çekişmeleri bırakıp, gelecek için ciddi çalışmalar yapmanın zamanıdır. Köklü çözüme götürmeyen yüzeysel çalışmalarla oyalanmak zamanı değildir. Bir takım hayır hasenat işleriyle oyalanmanın ötesinde yapılacak daha önemli işler vardır.
Seçkin insanların bir toplumun kaderinde tayin edici rol oynadığını biliyoruz. Yarın Türkiye’de ekonomi, siyaset, sanat, kültür, üniversite, diplomasi alanlarında bu milletin değerlerine sahip kimselerin söz sahibi olmasını istiyorsak, Türkiye’ye ve ümmete iyi kalitede yetişmiş nitelikli insan armağan etmemiz gerekiyor. Üretim ve iş kalitesi istihdam edilen insan gücünün kalitesiyle doğru orantılıdır. Bu nedenle yeniden insan inşasına çalışarak insanımızın kalitesini yükseltecek program ve projeleri geliştirmek gerekiyor.
Bilgisi, kalitesi, ahlakı yükselmiş bir toplum ancak kurtuluşa erebilir. Kafaların değişmesi, sağlam ve dik durulması gerekiyor. Yeni bir arınma sürecinden geçilmesi gerekiyor. Ortaya bir emek koymak, bir bedel ödemek gerekiyor. Kimseden lütuf beklemeden haklarımızı yüreğimizi ortaya koyarak elde etmeliyiz. Dün yapılanlar bugünü belirledi, bugün yapılanlar ise yarını belirleyecektir. Ardımız sıra iyilikle yâd edilmek istiyorsak, “Hak” mücadelesinde azim ve kararlılıkla kenetlenip yola devam etmek zamanıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder