(Umran Dergisi)
DOST KİM?.. DÜŞMAN KİM?..
Dünya dengelerinin sallandığı şu günlerde, Suriye’deki kargaşanın ülkemiz
açısından doğurduğu tehditler, Gezi olayları ile ilgili verilen berat kararı, Türkiye’nin
baş döndürücü gündemi ve iç politikadaki çalkantılar ile ortalık toz duman
içinde. Herkes birbirini FETÖ’nün
siyasi ayağı olarak suçlarken, böyle bir
dönemde ortaya çıkan Rand Corporation raporu vesilesiyle orta kademe askerlerden
gelecek darbe imaları konuşulmaya başlandı. Değerlendirmelerin olgu üzerinden
değil algı üzerinden yapıldığı bir ortamda, sosyal medyada kotarılan
provokasyonlar ile, konu ile ilgili olarak İlker Başbuğ’un ve Kemal
Kılıçdaroğlu’nun çıkışlarının aynı zamana denk gelmesi tesadüf olmasa gerek.
İçeride ve dışarıda çalkantıların arttığı şu günlerde KKTC Cumhurbaşkanının
Guardian gazetesine verdiği röportajda bir Rum yanlısı gibi konuşarak; “…
Kıbrıs Türk halkı, Türkiye ile sürekli bağımlılık ilişkisi içinde yaşamayı
istemiyor. Türkiye’ye bağlanmak korkunç olur. İkinci bir Tayfur Sökmen
olmayacağım. Rumlarla birleşme başarılamazsa KKTC Türkiye’ye daha bağımlı hale
gelir. Ankara tarafından yutulabilir ve de-facto olarak Türkiye iline
dönüşebilir” diyor. Mustafa Akıncı, askerimiz İdlib’te siper kazarken, peş
peşe şehit haberlerinin geldiği bir zamanda bu lafları ediyor. Doğu Akdeniz’de
yedi düvele karşı verdiğimiz mücadele devam ederken, İdlib’in yanı başındaki
Hatay’dan Türkiye’yi ısıran bu adam kimin adına konuşuyor acaba.
Direnen Türkiye
Türkiye-Amerika, Türkiye-Rusya geriliminde ülkemiz zorlu bir testten
geçirilmektedir. Türkiye bir taraftan
PKK/PYD, diğer taraftan Suriye ve Doğu Akdeniz meseleleri arasında
sıkıştırılarak kıskaca alınmaya çalışılmaktadır.
Hayli zamandır Türkiye Suriye’deki dayatmalara direnmektedir. PKK/PYD/YPG
yapılanmalarına her türlü desteği veren sözde stratejik müttefiki ABD’ye karşı bir
duruş sergiliyor. Kıbrıs ve Doğu
Akdeniz’deki dayatmalara direndiği gibi alternatif eylemler gerçekleştiriyor. Libya’da geri adım atmayarak Rusya’nın eline
geçmesine engel oluyor. Kıbrıs’ta Maraş açılımını gündeme getirerek hasımlarına
daha ileri giderseniz benim de atacağım adımlar var diyor. Hem sahada hem
masada var olduğunu gösterecek tedbirleri alıyor.
Bölgedeki gözlem noktalarımızı kuşattığı için Türkiye’nin “Esed çekilsin”
dediği yerlere Rusya kendi bayrağını dikerek rejime kalkan oluyor. Esed
rejiminin işgal ettiği bölgelere Rus askeri noktaları kuruluyor. Astana ve Soçi
mutabakatlarına rağmen, Moskofluğunu değiştirmeyen sıcak denizlere inme
hedefinden hiçbir zaman vazgeçmeyen Rusya, “ayıdan post, Moskof’tan dost” olmaz
tekerlemesini yeniden teyid etmektedir. İdlib’deki ateşkesin çökmesinin
ardındaki Rusya’nın kaypak politikalarına ve Suriye hava sahasını bize
kapatmasına rağmen Türkiye, İdlip’te de zoru başarmaya çalışıyor.
Haçlı seferlerinden sonra sömürge ve kültür emperyalizmi ile savaşa devam
eden Batı’nın en büyük hedefi aslında Türkiye’dir. Yüz yıl sonra Türkiye
yeniden tabii sınırlarına dönmeye başlayınca kıskaca almak istiyorlar. Şu an İslam
dünyasına liderlik etme vasfına sahip tek ülke Türkiye’dir. İslam dünyasının bu
karanlık dönemden çıkması Türkiye’nin güçlü olmasına bağlıdır. İslam âleminin
doğal lideri haline gelen Türkiye’ye ve Erdoğan’a Pakistan sokaklarında
yapılan tezahüratı görenler, strateji adımlarını da ona göre belirlemekte,
böyle bir Türkiye profilinin İslam coğrafyasındaki yansımasını da
hesaba katarak Türkiye’nin başına darbe, terör, ekonomik kriz gibi ardı arkası
kesilmez çoraplar örüyorlar. Önceleri Hıristiyanlığın hakim olduğu bu
toprakları Müslüman yurdu yaptığımız için, Avrupa’nın içlerine kadar İslam’ı
taşıdığımız için, Viyana kapılarına dayandığımız için, asırlarca İslam’ın
bayraktarlığını yaptığımız için bu asil milletin yeniden cihana adalet ve
merhametle nizam verecek bir iddianın sahibi olmaması için her türlü çelmeyi
atıyorlar.
Türkiye ve İslam Dünyası, yine geçmişte yaşadıklarına benzer zor bir
dönemden geçiyor. Büyük Ortadoğu Projesi(BOP) kapsamında Müslümanlar arasındaki
mezhebi ve etnik çatışmaları kışkırtan küresel güç odakları Müslümanları
birbirine boğazlatarak İslam coğrafyasını paramparça ettiler. Bölgeye yerleşmek
için IŞİD gibi korku figürleri üreterek İslam’ı terör ile sepete koyup, aynı
paydada olduğunu göstermek istediler.
Bölgedeki gelişmeleri hem bölge dinamiklerini hem de uluslararası güç
odaklarının rollerini dikkate alarak okumak gerekiyor. BOP kapsamında yürütülen
şeytani politikalar daha sonra Arap Baharı aldatmacası ile Libya’da, Suriye’de
Irak’ta kanlı rejim kavgalarına ve iç savaşlara evirildi. FETÖ’yü mızrak ucu
gibi kullanarak 15 Temmuz kalkışması ile aynı denemeyi Türkiye’de yaptılar. Suudi
Arabistan ve BAE, terörist PKK/YPG ile askeri alanda işbirliği yaparken kontrol
ettikleri bölgelere 100 milyon dolarlık yatırım yaparak ekonomik alanda da
destek verdiler.
Aklıselim ile süreci çok iyi analiz etmek, nerde hata yapıldığını iyi düşünmek
gerekmektedir. İslam coğrafyası yeni senaryolar doğrultusunda dizayn edilirken,
Putin’in Trump’tan bir farkı yoktur. Küresel güçlerin ana stratejisi öncelikle
İsrail’in güvenliğini sağlamak, bu devlete risk oluşturan bütün yapılanmaları
dağıtmak ve daha sonra da petrolün akışını sağlamaktır. İsrailin sinsice ilerlemesi ve genişlemesi
için, bin parçalı bir Ortadoğu arzu
etmektedirler. ABD ve bölgedeki uşaklarının şu sıralarda tek meselesi Filistin
topraklarını, Kudüs’ü, Golan tepelerini İsrail’e peşkeş çekmekten ibarettir. İsrail’in
Nil’den Fırat’a teolojik idealine hizmet ediyorlar. Nil’i katil Sisi ile
tutuyorlar. Şimdi onların derdi Fırat’ın doğusu ve batısı. Türkiye’nin
gerçekleştirdiği Barış Pınarı Harekatı, yüz yıllık Siyonist planını sekteye
uğratmıştır. Eğer İdlip’teki ateşi daha da harlayarak Türkiye’yi orada
oyalayabilirlerse, ABD’nin Fırat’ın doğusundaki askeri varlığına sıra gelmeyeceğini
umuyorlar. Bu nedenle Türkiye’ye doğru bir destek vermiyorlar.
Türkiye Niçin
Savaştadır?
İslam topaklarında taş üstünde taş bırakmayan “Yeni Dünya Düzeni”, İslam
dünyasının kaynaklarını ülkelerin başına getirdiği işbirlikçi kuklaları
vasıtası ile soymaktadır. İslam dünyası, Hristiyan batının temsilcisi gibi
hareket eden yerli sömürge valileri eliyle işgal altındadır.
Haritası değiştirilen Ortadoğu’da etrafı ateş çemberine dönen Türkiye’nin
bölgedeki gelişmelerden kendini tecrit etmesi mümkün değildir. Türkiye’nin
kafasını kaldırıp çevresiyle ilgilenmesine ve tarihi misyonuna uygun bir tavır
sergilemesine, buna uygun bir politika geliştirmesine karşı olanlar ülkemizi iç
çatışmalarla veya dış baskılarla meşgul edecek her türlü malzemeyi
kullanmaktadırlar. Türkiye’nin canını yakarak siyasi ve toplumsal iradesini,
direnme motivasyonunu kırmak istiyorlar. Türkiye’nin geri atmasını, içeride
”Suriye’de ne işimiz var?” sorusunu çoğaltmak istiyorlar. Her geri adım
attığımızda arkasından yeni saldırılar gelmektedir. Serakip’te kurulan bariyer,
8 askerimizin canına mal oldu. Taftanaz’daki bariyerde 5 askerimiz şehit oldu.
Buda yetmedi üçüncü vuruşta 33 canımız gitti. Vur-dur taktiği ile adım adım
ilerliyorlar. Bir vuruyor, iki vuruyor, üç vuruyor, bizi test ediyorlar. Bugün
İdlip’i verirsek, yarın Afrin, öbür gün Fırat’ın doğusu gelir. İdlip bizim için
çok önemli bir nirengi ve direnç noktasıdır. Türkiye’nin İdlib’te kendini
göstermesi şarttır. Aksi, telafisi imkansız bir kayıplara sebep olacaktır.
Sahnede Türkiye yalnızdır. Türkiye’nin bölgede veya küresel ölçekte
güvenebileceği, arkasını yaslayabileceği herhangi bir devlet yok. Avrupa bir
takım göstermelik tepkilerle işi geçiştiriyor. İdlip’teki kalleşçe saldırıya
doğru dürüst bir tepki bile vermediler. Arap ülkeleri ise çoktan Batı’ya teslim
olmuşlar ve Türkiye defterini kapatmışlar. Türkiye’nin kara gün dostluğu
yaptığı Katar bile İdlib’deki mücadelemizde sesi çıkmıyor.
Rusya masada başka, sahada başka davranıyor. Masada bizi oyalarken Şam
şeytanı sahada vuruyor. Aynen ABD gibi, Rusya’ya da asla güvenilmez. Bunlar
sözlerine inanılmaz, güvenilmez, kaypak, kalleş bir medeniyetin çocuklarıdır.
Bizi sıkıntıya sokacak zor durumda bırakacak her türlü melaneti yaptılar.
Önümüzdeki tabloya baktığımızda, Türkiye ile Rusya’nın sahada açıkça karşı karşıya geldiklerini, hatta çatıştıklarını görüyoruz. Rejimin ordusu sıkıştıkça Rusya imdadına yetişmekte, hedef ayırımı yapmadan sivil, çoluk çocuk demeden ağır bombardımana tabi tutarak rejime alan açmakta, katliamlarına destek vermektedir. Türkiye, sahadaki durumu lehine çevirmek için hava gücünü kullanmak istediği zaman ise Rusya’nın İdlib üzerinde kurduğu hava savunma duvarı ile karşılaşmaktadır. Yaralı askerleri almak için bölgeye helikopter bile sokulmasına müsaade etmiyorlar. BM Güvenlik Konseyi’nde yapılan görüşmelerde Türkiye ateşkes talebi Rusya’nın vetosu nedeniyle hayata geçirilememiştir.
Stratejik Ortaklığın
Suyu Çıktı
Son zamanlarda Rusya ile yakınlaşan, bu ülkeden Batı’yı kızdırmak
pahasına S-400 hava savunma sistemleri satın alan Türkiye, gelinen noktada
İdlib krizinde Rusya’yı karşısında bulmaktadır. Böyle bir durumda Türkiye hava
savunması için gerekli olan Patriot füzeleri için ABD’nin ve NATO’nun kapısını
çalmaktadır.
Parasını ödediğimiz, proje ortağı olduğumuz F-35 uçaklarımızı vermediler.
Patriot talebimizi geri çevirerek S-400‘lere mahkum ettiler. Yaşadığımız bu
gelişmeler aslında ülkenin güvenliği, müttefikliğin ölçüleri ve kimin dost
kimin düşman olduğunu gösteren bir turnusol kâğıdı görevi görmektedir. Doğu
Akdeniz’de yaşanan doğal gaz geriliminde Rumların yanında yer alan Fransa,
bölgeye Charles De Gaulle adlı uçak gemisini yolluyor. Bölgede bir süre gezinip
boy gösteren gemi daha sonra Limasol limanına demirliyor. Gemiyi ziyaret eden
Fransız beslemesi Rum lider Nicos Anastasiades Türkiye’yi tehdit den konuşmalar
yapıyor.
Türkiye’yi köşeye sıkıştırmaya çalışan odaklar ellerinden ne geliyorsa
yapıyor, her türlü tezgâhı sergiliyorlar. Avrupa Birliği Libya'ya yönelik silah
ambargosunu denetlemek üzere Akdeniz'de bir deniz gücü oluşturuyor. Bu Türkiye'nin
Libya'da askeri varlığının artırılmasının önlenmek anlamına geliyor. Fransa da,
Hafter’e her türlü desteğini sürdürüyor. Türkiye’nin Libya’ya verdiği desteği
hazmedemeyen ABD ve taşeronları S. Arabistan, Mısır ve Birleşik Arap
Emirlikleri ise Libya işbirlikçi Hafter’e destek veriyor. Ayrıca Rusya’da
boş durmuyor, Wagner isimli sözde gayri resmi paralı askerlerini Libya’ya
gönderiyor,
ABD Türkiye ile yaptığı gizli askeri istihbarat iş birliği programını,
Türkiye’nin PKK'lı teröristleri vurmak için bu iş birliğinden faydalandığı
gerekçesiyle askıya alındığı açıklıyor. Türkiye ile Rusya’nın arası bozulunca, ABD
hemen devreye giriyor. Fırat’ın doğusunda PKK/PYD’ye para veren, binlerce TIR silah sağlayan, onları eğiten, Mehmetçiğimizi
şehit ettiren ABD dalga geçer gibi şehitlerimiz için taziye mesajı yayınlıyor.
ABD ve NATO dünyası, Türkiye’nin Rusya’yla irtibatını tamamen koparıp
kendi kucaklarına eskisi gibi dönmesini bekliyor. Türkiye aleyhine her türlü numarayı çeviren
ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey’in, “şehitlerimiz” ifadesi de,
İdlib hakkında üzüntü ve endişe açıklamaları da, Ankara’nın bölgede gösterdiği
yüksek insani fedakârlıklara övgüleri de, yalancıktan Türkiye’nin yanında
gözükmenin iğrenç gösterileridir.
İşine geldiğinde komşu, işine geldiğinde Müslüman gibi görünen,
Türkiye’ye karşı takiyye yapan, mezhebini din edinmiş İran ise Suriye rejiminin
arkasında durmaya devam ediyor. Şu an İdlip’te İran’ın desteğiyle mezhepsel bir
süpürme hareketi yapılıyor. Suriye’nin toprak bütünlüğü ve akan Müslüman kanı
onlar için çok önemli değil. Mezheplerinin hüküm sürdüğü bir devletleri olsun
istiyorlar. Şam’da çöreklenen faşist rejimin sınır tanımayan alçaklıklarına
direnen herkesi ‘terörist’ ve Türkiye’yi de o ‘terör örgütlerini
destekleyen bir devlet’ olarak niteliyor.
Müslüman beldelerde alevler yükselirken, milyonlarca insan yerinden
yurdundan edilirken, çoluk çocuk, kadın, yaşlı demeden öldürülürken Birleşmiş
Milletler denen aygıtın hiçbir normu, insani ilkesi harekete geçmemektedir.
Kızılay’ımız her tarafa yetişmeye çalışırken, Kızılhaç sahada olmadığı gibi tek
kelime ses çıkarmamaktadır. Onların gözünde Müslümanların oluk oluk akan
kanlarının hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur. Mültecileri insan olarak bile
görmüyorlar. Denizlerde hayatını kaybeden Aylan bebeklerin, binlerce insanın
sorumlusu kim?
Her Alanda Güçlü Olmak
Gerekiyor
Sular durulmuyor, olaylar giderek tırmanıyor, hergün gelen şehit
haberleri içimizi yakıyor. Sahadaki çatışma henüz düşük yoğunluklu devam etse
de, gerçekte Türkiye büyük bir savaşın içindedir. Türkiye’yi arkadan ittirerek
Arap Baharı bataklığına soktuktan sonra yarı yolda bırakanlar, sahada her gün
renk ve taraf değiştirenler, müttefiklerini satarak peydahladıkları piyonları
üzerinden iş tutup ülkemizi arkadan vurmaya devam etmektedirler. Saddam’ı
birkaç ayda; Kaddafi’yi birkaç günde ortadan kaldıran kaypakların, yüzbinlerin
katili Esad karşısındaki tavırları ne mal olduklarını göstermiştir.
Dış politika ve güvenlik konusunda çok büyük bir kırılma ve krizle karşı
karşıyayız. Karşımızda, perde arkasında ne tür bir anlaşma yaptıkları belli
olmayan küresel güçler var, Sıkıştıkça birinden diğerine koşuşturduğumuz Rus ve
Amerikan mengenesinde dost ve müttefik kavramları artık anlamını yitirmiştir. İkisi
de bizi kandırıyor, anlaşmalara uymuyor ve ateşin içine atmak için var gücüyle
uğraşıyor. Hava desteği olmadan sonuç
almanın zor olduğunu bildikleri için hava sahasını açmayarak Türkiye’ye karşı hasmane
hareket ettiklerini ayan beyan gösteriyorlar.
İnsanlık adına yeni bir şey üretemeyen Batı, artık köşeye sıkışmış ve Huntington’un medeniyetler çatışması tezine sığınmıştı. Ancak bu modelin kalıpları üzerinden konuşmanın işe yaramadığını gören Batı evrensel bunalımlar oluşturarak hayatiyetini devam ettirmeye çalışmaktadır. Bugün görülen odur ki, medeniyetler çatışması paradigması medeniyet içi çatışma boyutuna indirgenerek İslam dünyasındaki ayrılık noktalarını kalıcı düşmanlıklara çevirme planı haline getirilmiştir. Bu iç çatışmalarla Müslümanların enerjileri ve kaynakları tüketilmektedir. Bu planın etksiz hale getirilmesi ve Müslüman coğrafyayı yakan ateşin söndürülmesi ancak ümmetin umudu olan Türkiye’nin yeniden dirilişi ile mümkün olacaktır.
Bu dirilişin şuur ve idrakinde olan kadrolara ve stratejik bir akla
ihtiyaç vardır. Allah(c.c.), Müslümanların arasına mutlaka yeni Halid bin
Velidler, nice Selahaddin Eyyubiler saklamıştır. Karşılaştığımız acılar,
ölümler, ihanetler nedeniyle sadece Batı’yı, ABD’yi, Rusya’yı, İsrail’i
suçlamak yerine birazda kendimize dönüp bakmamız gerekmektedir. Müslümanlar ya üzerlerine
düşen görevi yaparak bu ateşten kurtulacak ya da hep birlikte yanacaklardır. Bu
savaş, sadece Türkiye’nin savaşı değildir. Bu savaş, zulme son verme,
sömürüyü ortadan kaldırma, ayakta kalma ve ümmetin topyekûn var olma
mücadelesidir.
İçinde bulunduğumuz buhranlı dönemin hayırlı sonuçlar doğurması için, artık, derdi davası olan insanların bir araya gelmesi, beraber yürüyerek “Biz” olması gerekmektedir.