1 Mart 2020 Pazar

KISKAÇTAKİ TÜRKİYE

 (Umran Dergisi)


DOST KİM?.. DÜŞMAN KİM?..

Dünya dengelerinin sallandığı şu günlerde, Suriye’deki kargaşanın ülkemiz açısından doğurduğu tehditler, Gezi olayları ile ilgili verilen berat kararı, Türkiye’nin baş döndürücü gündemi ve iç politikadaki çalkantılar ile ortalık toz duman içinde.   Herkes birbirini FETÖ’nün siyasi ayağı olarak suçlarken,  böyle bir dönemde ortaya çıkan Rand Corporation raporu vesilesiyle orta kademe askerlerden gelecek darbe imaları konuşulmaya başlandı. Değerlendirmelerin olgu üzerinden değil algı üzerinden yapıldığı bir ortamda, sosyal medyada kotarılan provokasyonlar ile, konu ile ilgili olarak İlker Başbuğ’un ve Kemal Kılıçdaroğlu’nun çıkışlarının aynı zamana denk gelmesi tesadüf olmasa gerek.

İçeride ve dışarıda çalkantıların arttığı şu günlerde KKTC Cumhurbaşkanının Guardian gazetesine verdiği röportajda bir Rum yanlısı gibi konuşarak; “… Kıbrıs Türk halkı, Türkiye ile sürekli bağımlılık ilişkisi içinde yaşamayı istemiyor. Türkiye’ye bağlanmak korkunç olur. İkinci bir Tayfur Sökmen olmayacağım. Rumlarla birleşme başarılamazsa KKTC Türkiye’ye daha bağımlı hale gelir. Ankara tarafından yutulabilir ve de-facto olarak Türkiye iline dönüşebilir” diyor. Mustafa Akıncı, askerimiz İdlib’te siper kazarken, peş peşe şehit haberlerinin geldiği bir zamanda bu lafları ediyor. Doğu Akdeniz’de yedi düvele karşı verdiğimiz mücadele devam ederken, İdlib’in yanı başındaki Hatay’dan Türkiye’yi ısıran bu adam kimin adına konuşuyor acaba.

Direnen Türkiye

Türkiye-Amerika, Türkiye-Rusya geriliminde ülkemiz zorlu bir testten geçirilmektedir.  Türkiye bir taraftan PKK/PYD, diğer taraftan Suriye ve Doğu Akdeniz meseleleri arasında sıkıştırılarak kıskaca alınmaya çalışılmaktadır.

Hayli zamandır Türkiye Suriye’deki dayatmalara direnmektedir. PKK/PYD/YPG yapılanmalarına her türlü desteği veren sözde stratejik müttefiki ABD’ye karşı bir duruş sergiliyor.  Kıbrıs ve Doğu Akdeniz’deki dayatmalara direndiği gibi alternatif eylemler gerçekleştiriyor.  Libya’da geri adım atmayarak Rusya’nın eline geçmesine engel oluyor. Kıbrıs’ta Maraş açılımını gündeme getirerek hasımlarına daha ileri giderseniz benim de atacağım adımlar var diyor. Hem sahada hem masada var olduğunu gösterecek tedbirleri alıyor.

Bölgedeki gözlem noktalarımızı kuşattığı için Türkiye’nin “Esed çekilsin” dediği yerlere Rusya kendi bayrağını dikerek rejime kalkan oluyor. Esed rejiminin işgal ettiği bölgelere Rus askeri noktaları kuruluyor. Astana ve Soçi mutabakatlarına rağmen, Moskofluğunu değiştirmeyen  sıcak denizlere inme hedefinden hiçbir zaman vazgeçmeyen Rusya, “ayıdan post, Moskof’tan dost” olmaz tekerlemesini yeniden teyid etmektedir. İdlib’deki ateşkesin çökmesinin ardındaki Rusya’nın kaypak politikalarına ve Suriye hava sahasını bize kapatmasına rağmen Türkiye, İdlip’te de zoru başarmaya çalışıyor.

Haçlı seferlerinden sonra sömürge ve kültür emperyalizmi ile savaşa devam eden Batı’nın en büyük hedefi aslında Türkiye’dir. Yüz yıl sonra Türkiye yeniden tabii sınırlarına dönmeye başlayınca kıskaca almak istiyorlar. Şu an İslam dünyasına liderlik etme vasfına sahip tek ülke Türkiye’dir. İslam dünyasının bu karanlık dönemden çıkması Türkiye’nin güçlü olmasına bağlıdır. İslam âleminin doğal lideri haline gelen Türkiye’ye ve Erdoğan’a Pakistan sokaklarında yapılan tezahüratı görenler, strateji adımlarını da ona göre belirlemekte, böyle bir Türkiye profilinin  İslam coğrafyasındaki yansımasını da hesaba katarak Türkiye’nin başına darbe, terör, ekonomik kriz gibi ardı arkası kesilmez çoraplar örüyorlar. Önceleri Hıristiyanlığın hakim olduğu bu toprakları Müslüman yurdu yaptığımız için, Avrupa’nın içlerine kadar İslam’ı taşıdığımız için, Viyana kapılarına dayandığımız için, asırlarca İslam’ın bayraktarlığını yaptığımız için bu asil milletin yeniden cihana adalet ve merhametle nizam verecek bir iddianın sahibi olmaması için her türlü çelmeyi atıyorlar.

Türkiye ve İslam Dünyası, yine geçmişte yaşadıklarına benzer zor bir dönemden geçiyor. Büyük Ortadoğu Projesi(BOP) kapsamında Müslümanlar arasındaki mezhebi ve etnik çatışmaları kışkırtan küresel güç odakları Müslümanları birbirine boğazlatarak İslam coğrafyasını paramparça ettiler. Bölgeye yerleşmek için IŞİD gibi korku figürleri üreterek İslam’ı terör ile sepete koyup, aynı paydada olduğunu göstermek istediler.

Bölgedeki gelişmeleri hem bölge dinamiklerini hem de uluslararası güç odaklarının rollerini dikkate alarak okumak gerekiyor. BOP kapsamında yürütülen şeytani politikalar daha sonra Arap Baharı aldatmacası ile Libya’da, Suriye’de Irak’ta kanlı rejim kavgalarına ve iç savaşlara evirildi. FETÖ’yü mızrak ucu gibi kullanarak 15 Temmuz kalkışması ile aynı denemeyi Türkiye’de yaptılar. Suudi Arabistan ve BAE, terörist PKK/YPG ile askeri alanda işbirliği yaparken kontrol ettikleri bölgelere 100 milyon dolarlık yatırım yaparak ekonomik alanda da destek verdiler.

Aklıselim ile süreci çok iyi analiz etmek, nerde hata yapıldığını iyi düşünmek gerekmektedir. İslam coğrafyası yeni senaryolar doğrultusunda dizayn edilirken, Putin’in Trump’tan bir farkı yoktur. Küresel güçlerin ana stratejisi öncelikle İsrail’in güvenliğini sağlamak, bu devlete risk oluşturan bütün yapılanmaları dağıtmak ve daha sonra da petrolün akışını sağlamaktır.  İsrailin sinsice ilerlemesi ve genişlemesi için,  bin parçalı bir Ortadoğu arzu etmektedirler. ABD ve bölgedeki uşaklarının şu sıralarda tek meselesi Filistin topraklarını, Kudüs’ü, Golan tepelerini İsrail’e peşkeş çekmekten ibarettir. İsrail’in Nil’den Fırat’a teolojik idealine hizmet ediyorlar. Nil’i katil Sisi ile tutuyorlar. Şimdi onların derdi Fırat’ın doğusu ve batısı. Türkiye’nin gerçekleştirdiği Barış Pınarı Harekatı, yüz yıllık Siyonist planını sekteye uğratmıştır. Eğer İdlip’teki ateşi daha da harlayarak Türkiye’yi orada oyalayabilirlerse, ABD’nin Fırat’ın doğusundaki askeri varlığına sıra gelmeyeceğini umuyorlar. Bu nedenle Türkiye’ye doğru bir destek vermiyorlar.

Türkiye Niçin Savaştadır?

İslam topaklarında taş üstünde taş bırakmayan “Yeni Dünya Düzeni”, İslam dünyasının kaynaklarını ülkelerin başına getirdiği işbirlikçi kuklaları vasıtası ile soymaktadır. İslam dünyası, Hristiyan batının temsilcisi gibi hareket eden yerli sömürge valileri eliyle işgal altındadır.

Haritası değiştirilen Ortadoğu’da etrafı ateş çemberine dönen Türkiye’nin bölgedeki gelişmelerden kendini tecrit etmesi mümkün değildir. Türkiye’nin kafasını kaldırıp çevresiyle ilgilenmesine ve tarihi misyonuna uygun bir tavır sergilemesine, buna uygun bir politika geliştirmesine karşı olanlar ülkemizi iç çatışmalarla veya dış baskılarla meşgul edecek her türlü malzemeyi kullanmaktadırlar. Türkiye’nin canını yakarak siyasi ve toplumsal iradesini, direnme motivasyonunu kırmak istiyorlar. Türkiye’nin geri atmasını, içeride ”Suriye’de ne işimiz var?” sorusunu çoğaltmak istiyorlar. Her geri adım attığımızda arkasından yeni saldırılar gelmektedir. Serakip’te kurulan bariyer, 8 askerimizin canına mal oldu. Taftanaz’daki bariyerde 5 askerimiz şehit oldu. Buda yetmedi üçüncü vuruşta 33 canımız gitti. Vur-dur taktiği ile adım adım ilerliyorlar. Bir vuruyor, iki vuruyor, üç vuruyor, bizi test ediyorlar. Bugün İdlip’i verirsek, yarın Afrin, öbür gün Fırat’ın doğusu gelir. İdlip bizim için çok önemli bir nirengi ve direnç noktasıdır. Türkiye’nin İdlib’te kendini göstermesi şarttır. Aksi, telafisi imkansız bir kayıplara sebep olacaktır.

Sahnede Türkiye yalnızdır. Türkiye’nin bölgede veya küresel ölçekte güvenebileceği, arkasını yaslayabileceği herhangi bir devlet yok. Avrupa bir takım göstermelik tepkilerle işi geçiştiriyor. İdlip’teki kalleşçe saldırıya doğru dürüst bir tepki bile vermediler. Arap ülkeleri ise çoktan Batı’ya teslim olmuşlar ve Türkiye defterini kapatmışlar. Türkiye’nin kara gün dostluğu yaptığı Katar bile İdlib’deki mücadelemizde sesi çıkmıyor.

Rusya masada başka, sahada başka davranıyor. Masada bizi oyalarken Şam şeytanı sahada vuruyor. Aynen ABD gibi, Rusya’ya da asla güvenilmez. Bunlar sözlerine inanılmaz, güvenilmez, kaypak, kalleş bir medeniyetin çocuklarıdır. Bizi sıkıntıya sokacak zor durumda bırakacak her türlü melaneti yaptılar.

Önümüzdeki tabloya baktığımızda, Türkiye ile Rusya’nın sahada açıkça karşı karşıya geldiklerini, hatta çatıştıklarını görüyoruz. Rejimin ordusu sıkıştıkça Rusya imdadına yetişmekte, hedef ayırımı yapmadan sivil, çoluk çocuk demeden ağır bombardımana tabi tutarak rejime alan açmakta, katliamlarına destek vermektedir. Türkiye, sahadaki durumu lehine çevirmek için hava gücünü kullanmak istediği zaman ise Rusya’nın İdlib üzerinde kurduğu hava savunma duvarı ile karşılaşmaktadır. Yaralı askerleri almak için bölgeye helikopter bile sokulmasına müsaade etmiyorlar. BM Güvenlik Konseyi’nde yapılan görüşmelerde Türkiye ateşkes talebi Rusya’nın vetosu nedeniyle hayata geçirilememiştir.

Stratejik Ortaklığın Suyu Çıktı

Son zamanlarda Rusya ile yakınlaşan, bu ülkeden Batı’yı kızdırmak pahasına S-400 hava savunma sistemleri satın alan Türkiye, gelinen noktada İdlib krizinde Rusya’yı karşısında bulmaktadır. Böyle bir durumda Türkiye hava savunması için gerekli olan Patriot füzeleri için ABD’nin ve NATO’nun kapısını çalmaktadır.

Parasını ödediğimiz, proje ortağı olduğumuz F-35 uçaklarımızı vermediler. Patriot talebimizi geri çevirerek S-400‘lere mahkum ettiler. Yaşadığımız bu gelişmeler aslında ülkenin güvenliği, müttefikliğin ölçüleri ve kimin dost kimin düşman olduğunu gösteren bir turnusol kâğıdı görevi görmektedir. Doğu Akdeniz’de yaşanan doğal gaz geriliminde Rumların yanında yer alan Fransa, bölgeye Charles De Gaulle adlı uçak gemisini yolluyor. Bölgede bir süre gezinip boy gösteren gemi daha sonra Limasol limanına demirliyor. Gemiyi ziyaret eden Fransız beslemesi Rum lider Nicos Anastasiades Türkiye’yi tehdit den konuşmalar yapıyor.

Türkiye’yi köşeye sıkıştırmaya çalışan odaklar ellerinden ne geliyorsa yapıyor, her türlü tezgâhı sergiliyorlar. Avrupa Birliği Libya'ya yönelik silah ambargosunu denetlemek üzere Akdeniz'de bir deniz gücü oluşturuyor. Bu Türkiye'nin Libya'da askeri varlığının artırılmasının önlenmek anlamına geliyor. Fransa da, Hafter’e her türlü desteğini sürdürüyor. Türkiye’nin Libya’ya verdiği desteği hazmedemeyen ABD ve taşeronları S. Arabistan, Mısır ve Birleşik Arap Emirlikleri ise Libya işbirlikçi Hafter’e destek veriyor.  Ayrıca Rusya’da boş durmuyor, Wagner isimli sözde gayri resmi paralı askerlerini Libya’ya gönderiyor,

ABD Türkiye ile yaptığı gizli askeri istihbarat iş birliği programını, Türkiye’nin PKK'lı teröristleri vurmak için bu iş birliğinden faydalandığı gerekçesiyle askıya alındığı açıklıyor. Türkiye ile Rusya’nın arası bozulunca, ABD hemen devreye giriyor. Fırat’ın doğusunda PKK/PYD’ye para veren,  binlerce TIR silah sağlayan, onları eğiten, Mehmetçiğimizi şehit ettiren ABD dalga geçer gibi şehitlerimiz için taziye mesajı yayınlıyor.

ABD ve NATO dünyası, Türkiye’nin Rusya’yla irtibatını tamamen koparıp kendi kucaklarına eskisi gibi dönmesini bekliyor.  Türkiye aleyhine her türlü numarayı çeviren ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey’in, “şehitlerimiz” ifadesi de, İdlib hakkında üzüntü ve endişe açıklamaları da, Ankara’nın bölgede gösterdiği yüksek insani fedakârlıklara övgüleri de, yalancıktan Türkiye’nin yanında gözükmenin iğrenç gösterileridir.

İşine geldiğinde komşu, işine geldiğinde Müslüman gibi görünen, Türkiye’ye karşı takiyye yapan, mezhebini din edinmiş İran ise Suriye rejiminin arkasında durmaya devam ediyor. Şu an İdlip’te İran’ın desteğiyle mezhepsel bir süpürme hareketi yapılıyor. Suriye’nin toprak bütünlüğü ve akan Müslüman kanı onlar için çok önemli değil. Mezheplerinin hüküm sürdüğü bir devletleri olsun istiyorlar. Şam’da çöreklenen faşist rejimin sınır tanımayan alçaklıklarına direnen herkesi ‘terörist’ ve Türkiye’yi de o ‘terör örgütlerini destekleyen bir devlet’ olarak niteliyor. 

Müslüman beldelerde alevler yükselirken, milyonlarca insan yerinden yurdundan edilirken, çoluk çocuk, kadın, yaşlı demeden öldürülürken Birleşmiş Milletler denen aygıtın hiçbir normu, insani ilkesi harekete geçmemektedir. Kızılay’ımız her tarafa yetişmeye çalışırken, Kızılhaç sahada olmadığı gibi tek kelime ses çıkarmamaktadır. Onların gözünde Müslümanların oluk oluk akan kanlarının hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur. Mültecileri insan olarak bile görmüyorlar. Denizlerde hayatını kaybeden Aylan bebeklerin, binlerce insanın sorumlusu kim?  

Her Alanda Güçlü Olmak Gerekiyor

Sular durulmuyor, olaylar giderek tırmanıyor, hergün gelen şehit haberleri içimizi yakıyor. Sahadaki çatışma henüz düşük yoğunluklu devam etse de, gerçekte Türkiye büyük bir savaşın içindedir. Türkiye’yi arkadan ittirerek Arap Baharı bataklığına soktuktan sonra yarı yolda bırakanlar, sahada her gün renk ve taraf değiştirenler, müttefiklerini satarak peydahladıkları piyonları üzerinden iş tutup ülkemizi arkadan vurmaya devam etmektedirler. Saddam’ı birkaç ayda; Kaddafi’yi birkaç günde ortadan kaldıran kaypakların, yüzbinlerin katili Esad karşısındaki tavırları ne mal olduklarını göstermiştir.

Dış politika ve güvenlik konusunda çok büyük bir kırılma ve krizle karşı karşıyayız. Karşımızda, perde arkasında ne tür bir anlaşma yaptıkları belli olmayan küresel güçler var, Sıkıştıkça birinden diğerine koşuşturduğumuz Rus ve Amerikan mengenesinde dost ve müttefik kavramları artık anlamını yitirmiştir. İkisi de bizi kandırıyor, anlaşmalara uymuyor ve ateşin içine atmak için var gücüyle uğraşıyor.  Hava desteği olmadan sonuç almanın zor olduğunu bildikleri için hava sahasını açmayarak Türkiye’ye karşı hasmane hareket ettiklerini ayan beyan gösteriyorlar.  

İnsanlık adına yeni bir şey üretemeyen Batı, artık köşeye sıkışmış ve Huntington’un medeniyetler çatışması tezine sığınmıştı. Ancak bu modelin kalıpları üzerinden konuşmanın işe yaramadığını gören Batı evrensel bunalımlar oluşturarak hayatiyetini devam ettirmeye çalışmaktadır. Bugün görülen odur ki, medeniyetler çatışması paradigması medeniyet içi çatışma boyutuna indirgenerek İslam dünyasındaki ayrılık noktalarını kalıcı düşmanlıklara çevirme planı haline getirilmiştir. Bu iç çatışmalarla Müslümanların enerjileri ve kaynakları tüketilmektedir. Bu planın etksiz hale getirilmesi ve Müslüman coğrafyayı yakan ateşin söndürülmesi ancak ümmetin umudu olan Türkiye’nin yeniden dirilişi ile mümkün olacaktır.

Bu dirilişin şuur ve idrakinde olan kadrolara ve stratejik bir akla ihtiyaç vardır. Allah(c.c.), Müslümanların arasına mutlaka yeni Halid bin Velidler, nice Selahaddin Eyyubiler saklamıştır. Karşılaştığımız acılar, ölümler, ihanetler nedeniyle sadece Batı’yı, ABD’yi, Rusya’yı, İsrail’i suçlamak yerine birazda kendimize dönüp bakmamız gerekmektedir. Müslümanlar ya üzerlerine düşen görevi yaparak bu ateşten kurtulacak ya da hep birlikte yanacaklardır. Bu savaş, sadece Türkiye’nin savaşı değildir. Bu savaş, zulme son verme, sömürüyü ortadan kaldırma, ayakta kalma ve ümmetin topyekûn var olma mücadelesidir.

İçinde bulunduğumuz buhranlı dönemin hayırlı sonuçlar doğurması için,  artık, derdi davası olan insanların bir araya gelmesi, beraber yürüyerek “Biz” olması gerekmektedir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

DOHA SALDIRISI BİR DÖNÜM NOKTASI KAOTİK BİR KIRILMA VE DİPLOMASİNİN ÇÖKÜŞÜ

  Metin Alpaslan   – Umran Dergisi/Ekim 2025-374. Sayı Terör ve işgal devleti İsrail’in 9 Eylül’de uluslararası hukuku ihlal ederek, Doha’da...