1 Temmuz 2020 Çarşamba

KORONA SONRASI YENİ DÜNYA DÜZENİ ARAYIŞLARI VE MÜSLÜMANLAR

(Umran Dergisi)

 

Küresel Salgın İle Hızlanan Küresel Değişim Süreci

Bugünlerde en çok duyduğumuz ve neredeyse herkesin mutabık olduğu söz “Korvid-19 sonrası hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı, dünyanın öncekinden çok farklı olacağı ve yeni bir dünya kurulacağı” şeklindeki ifadelerdir. İnsanlar can derdine düşmüşken, diğer yandan pek çok şirket üretim kayıpları nedeniyle batma noktasına gelmiş, işsizlik patlamış, birçok insan evine ekmek götüremez hale gelmiştir. Salgın hâlihazırda aktif olarak devam ettiğinden, kesin tahminlerde bulunmak henüz erken olmakla birlikte, bu salgının küresel ve bölgesel düzeyde ciddi ekonomik, siyasi, sosyolojik, kültürel ve jeopolitik sonuçlar doğuracağı, önemli değişikliklere sebep olacağı gözükmektedir.

Bu kadar kısa sürede ekonomik ve sosyal hayatı sarsmış,  toplum sağlığını hem ruhsal hem de fiziksel olarak derinden etkilemiş bir dönüşüm daha önce hiç yaşanmamıştır. 2008 krizinin birçok bölgeye ulaşması 12 ay sürmüştü. Şimdi yaşanan kriz ise 3 ay içinde bütün dünyayı hızla sarmış bulunmaktadır. Korona salgınının neden olduğu ekonomik krizin,  2008 krizinden çok daha ağır geçeceği görülmektedir. Hatta yaşanan krizi 1929 ekonomik buhranına benzeten birçok ekonomist vardır.

Salgınla mücadelede ülkelerin dayanışma ve birbirine destek olmak yerine tıbbi araç gereçleri paylaşmaması, birbirinin tıbbi malzemelerine el koyması,  salgının bir “insanlık krizine”   dönüştüğünü göstermiştir. Her ülkenin kendi kaynaklarına dayanmaktan başka şansının olmadığına şahit olması,  uluslararası kurumlara olan güveni sarsmıştır.  Soğuk Savaşın ardından “Yeni Dünya Düzeni” olarak adlandırılan küresel sistem, mal ve hizmetlerin hiç bir kısıtlamaya tabi tutulmadan yeryüzünü dolaşmasını önceleri savunurken şimdi sınır duvarlarını yükseltmesi,  salgın bittikten sonra ülkelerin kıyasıya bir ekonomik kavgaya gireceğini göstermektedir.

Kovid-19 salgını Batı’nın insani niteliği konusunda önemli bir resim ortaya koymuştur. Gelişmiş diye bilinen Avrupa ve Amerika’da sosyal güvenlik politikalarının iflas ettiği gözlemlenirken, ABD Avrupa’ya sınırlarını kapatmış, AB ülkeleri de Schengen’i askıya alıp sınırları birbirlerine kapatmışlardır. Uluslararası arenada iş birliğinden ziyade rekabet, husumet ve çatışmanın öne çıkması, ticarette himayecilik, yaptırımlar, gümrük vergilerini artırmak gibi uygulamaların ortaya çıkması, küreselleşmeden bölgeselliğe ve milliyetçiliğe doğru bir kayış olacağını göstermektedir. Nitekim, 2008’de ABD’de mortgage krizi ile başlayan ve dünyaya yayılan finansal ve buna bağlı sosyal krizler Batı’da popülist-milliyetçi akımları güçlendirmiş, yabancı düşmanlığı, İslamofobi ve anti-küreselleşmeci bir siyasi dalga oluşturmuştur.

Mevcut uluslararası sistemin, toplumun sağlığını, ülkelerin ekonomisini ve sosyal güvenliğini korumakta yetersiz kalması, bir güvensizlik duygusu oluşmasına sebep olmuştur. İnsanlık var olan mekanizmaların yetersizliğini, adaletsizliğini ve gelecek için bir şey vaad etmediğini görmüştür. İnsanı boyunduruğu altına alarak sömüren ama bu gibi salgın dönemlerinde yalnız ve çaresiz bırakan sisteme karşı toplumlar artık karşı refleksler geliştirmektedirler. Bu süreç ile yeni bir dönemece girilmiş, sistemin sorgulanması ile birlikte yeni sistem arayışlarının da kapısı aralanmıştır.

Sömürü Düzenini Sürdürenler Dünyaya Kaos ’tan Başka Bir Şey Sunmadılar..

Uzun zamandır insanlık için bir vizyon ortaya koyamayan kapitalist Batı, dünyaya kaos, ölüm, zulüm, gelir dağılımında adaletsizlik, sömürü, talan, yağma, açlık, çevrenin kirletilmesi, yalanlar, aldatmalar, ve daha nice nice olumsuzluklardan başka bir şey getirmemiştir. Batı kültürünün değer anlayışla insanlık bugün bir çıkmazın içine sürüklenmiştir. Salgın ile birlikte ortaya çıkan manzara, bireycilik ve liberalizm üzerine kurulu Batı’nın çaresizliğini gözler önüne sermiştir.

Uluslararası siyasetin ikiyüzlülüğü, ilkesizliği, uluslararası örgütlerin yanlı, taraflı tutumları ve yetersizliği nazarı dikkate alındığında bu salgın uluslararası sistem açısından bir milat niteliği taşıyor. Kurulu düzen yaşattığı ekonomik krizler, toplumsal eşitsizlikler ve adaletsizlikler ile lime lime dökülmektedir. Bir tarafta dünyanın toplam servetinin yüzde 80’ine sahip yüzde 1’lik bir azınlık, diğer tarafta ise kalan yüzde 20’yi paylaşmaya, kırıntılarla yaşamaya çalışan büyük çoğunluk sistemin çürüdüğünün en büyük göstergesidir. Doğayı talan eden kapitalist uygulamalar çok küçük bir azınlığı cennet hayatı sunarken diğerleri için tam bir cehenneme çevirmiştir.

Faizi merkeze alan, masa başında üretilen bir takım sanal kâğıtlarla ülkeleri borçlanma anaforuna sürükleyen “vahşi kapitalizm” dünya nüfusunun % 1’ni teşkil eden finans oligarşisi kanalıyla insanlık tarihinin en korkunç sömürü düzenini sürdürmektedir. Borçlanma ve yüksek faizle ülkeleri küresel finansal sisteminin kölesi haline getiren bu emperyal sistem sürdürülebilir bir sistem değildir. Mevcut bankacılık ve kredi mekanizmaları, ülkeleri her geçen gün daha fazla borçlandırarak geleceklerini ipotek altına alırken yüksek faiz gelirleriyle küçük bir kesimi daha fazla zenginleştirmektedir.

2008 krizi ve sonrasındaki gelişmeler göstermiştir ki her kriz yeni bir krizi tetiklemekte ve çözüm için uygulamaya konan yöntemlerin çare olmadığı görülmektedir. Ne kapitalizm ne de sosyalizm bu adaletsizliği çözememiştir. Toplumu borç yükünden kurtarma ve refahın yükseltilmesi için bir merhamet iklimine ihtiyaç olduğu görülmektedir.

Dijital Totaliterlik ve Modern Kölelik..

Yine bu günlerde, virüs sonrası dönemde insanlığın (chip) takılmaya başlanacağı ve kapitalizm yerine “dataizm” devrinin başlayacağı konuşulmaktadır. Neoliberal efendiler hükmetme güçlerini arttırmak için şimdi üçüncü bir savaş biçimi olan “dijital savaş” projesini uygulama yoluna gidiyorlar. Dijital savaşlarda kan akmıyor ama daha incelikli sömürü biçimleri icat edilerek iradeler kontrol altına alınıyor. Yalanın, sahtenin kol gezdiği dijital devrimle insan beynine hakim olup zihinleri işgal ederek, dünyayı kontrol etmeye çalışıyorlar. Big Data (Büyük Veri) bizi izliyor, psikolojinin hedef alındığı, seçmemiz, sevmemiz, hatta sevmemiz gerekenlerin empoze edildiği ve yalancı özgürlüğün sömürüldüğü bir dönemdeyiz

Byung- Chul Han, “Psikopolitika ‘Neoliberalizm ve Yeni İktidar Teknikleri[1] isimli kitabında Neoliberalizm ve dijital çağ ile birlikte başka bir aşamaya geçildiğini söylüyor: “Bugün dijital psikopolitika çağına doğru gidiyoruz. Bu siyaset pasif gözetlemeden aktif yönlendirmeye doğru ilerliyor. Bu da bizi özgürlüğün yeni krizine itiyor. Artık bizzat özgür iradedir bundan etkilenen. Big Data (Büyük Veri) toplumsal iletişimin dinamiklerine ilişkin kapsamlı bilgi edinmeye olanak sağlayan çok etkili bir psikopolitik araçtır. Bu bilgi, insan ruhuna nüfuz etme ve onu düşünce öncesi düzeyde etkilemeyi mümkün kılan bir iktidar bilgisidir.[2]

Her anımızı, her şeyimizi sonucunu hiç düşünmeden paylaştığımızı söylüyor Byung Chul Han. Günlük kalorilerimizi, kalp atışlarımızı, adımlarımızı, aldığımız beğenileri, aldığımız nefesleri. Siber hegemonyanın patronları “dijital psikopolitika” ile insan ruhuna  yaklaşmakta ve onu görünmez işaretlerle yönlendirerek biriken Big Data’nın küçük bir rakamı haline getirmektedir. Bireyin bütün dikkati, hatta bizzat hayatı neoliberal tahakküm teknikleri tarafından yönlendiriliyor. Dijitalleşme ve görünmez ağlar, insanları gönüllü şekilde kendi dünyalarını teşhir ve ifşa etmeye yönlendirmektedir. Like/ Beğen simgesi ise bu düzene tabi olmanın mührü ve dijital ‘amin’ olmaktadır.

26 Mart tarihli The Economist dergisinin kapağında “her şey kontrol altında” başlığı altında: evcil hayvanın tasmasını tutan bir insan ve onun da tasmasını tutan gizli bir el, bütün insanlığı bir ipte oynatırcasına güdüyor. Gördüğümüz kadarıyla yaşadığımız bu virüs belası da doğal bir âfet değil, laboratuvarda yapay üretilen biyolojik bir silahtan söz ediliyor. Yapılmak istenen ise, fiili sömürgecilik yerine, insanlığa korku salarak, panik havası oluşturarak, insanlığın daha rahat güdülebileceği inançsız, vicdansız, ruhsuz bir dünya inşa etmek.

Hayatı Yeniden Düşünmek İçin Bir Fırsat.. 

Yaşadığımız dönem, dünya tarihinde eşi görülmedik ve hatta bundan elli yıl önce hayal bile edemeyeceğimiz bilim ve teknolojinin göz kamaştıracak boyutlarda geliştiği bir çağ haline gelmiştir. Ancak bilim ve teknoloji ne kadar ileri giderse gitsin bütün dünyadaki toplam ağırlığı beş gram etmeyen bir virüs, statü, makam ve mevki tanımadan milyonlarca insanı evlerine hapsetmiştir.  Her şeye hükmettiğini, her şeyi yapabildiğini zan eden insan şimdi gözle görülmeyecek kadar küçük bir şeye karşı aciz kalmıştır. Egemenlerin sahip olduğu devasa ekonomik ve askeri güce rağmen mikroskobik boyuttaki bir düşman karşısında çaresiz kalması, Rabbimizin ilahlığa yeltenen insanoğluna ne kadar aciz olduğunu hatırlatmasıdır.

Modern hayat, fıtrata saldırarak insanoğlunun düşünce ve davranışlarını kontrol altına alıp, inançsız, ilkesiz, egoist ve hazcı bir akıl inşa etti. İnsanlığın hayrına yapıcı ve faydalıı iş yapmak, sıkıntı ve ihtiyaç sahibinin yanında olmak, yani “salih amel” işlemek unutuldu. Doymak bilmez bir iştahla dünya malına sarılmayı hayatın gayesi haline getiren insanlık, dilinde savunduğu ve sahip olduğu değerlerin çok gerisine düştü.

Bu salgın, yeryüzünde böbürlenerek yürüyen (İsra, 37), nefsine tapan, kendini Yaratıcıdan müstağni saymaya başlayan insanın gerçek kudret sahibini tanıması, haddini bilmesi ve aczini kabullenmesi için güzel bir fırsat oldu. İnsanoğlu bu haz ve hız çağının baş döndürücü ortamından çıkıp eve kapanarak kendi iç dünyasında bir seyahate çıkma, kendini dinleme fırsatı yakaladı. Dünyaya yalnız gelip yine yalnız döneceğimizi, Allah’tan başka hiçbir şeyin ebedi olmadığını, her şeyin bu dünya hayatının süs ve eğlencesi olduğunu (Hadid, 20) görmemizi sağladı. Yaşanan musibet inşallah insanoğluna, sade yaşamanın, azla yetinmenin, temizliğe, tabiata ve çevreye değer vermenin ve israftan kaçınmanın kıymetini anlamasına vesile olmuştur.

İnsanlığın Yeniden Bir Doğuş Hikâyesi Yazmaya İhtiyacı Vardır..

Fıtrat dışı sistemler, insanlığı adalet, hakkaniyet, sevgi ve merhamet gibi insani meziyetlerden yoksun bıraktı. Ruhunda var olan acımasız rekabet ve ahlaki zaafiyet nedeniyle adaletsizliğe, eşitsizliğe, sömürüye, çevrenin yok olmasına neden oldu. Neoliberal sistem, arkasında birçok işgal, zulüm, parçalanmış, iç savaşa sürüklenmiş ülke bırakarak artık son sınırlarına ulaşmış ve felsefi olarak çökmüştür.  Korona sürecinde şahit olduğumuz bencillik, birbirlerinden maske çalacak kadar haydutlaşan modern batı ülkeleri, sistemin çarpıklığını göstermektedir. İflas eden ideolojiler yerine, artık insanoğlu hak ve hukuku gözeten, dayanışma ruhunu yaşatan sistemlerin hakim olmasını arzu etmektedir.

Kovid-19’dan sonra sosyal hayatın nasıl olacağını, bizi nelerin beklediğini ve insanların konu ile ilgili düşüncelerini araştıran ThinkAloud Research,  katılımcıların geçmişe nazaran ruhani hassasiyetlerinin arttığını, belirsizliğin bitmesi için ruhani dünyaya sığındıklarını tespit etmiştir. Avrupa’da bazı merkezlerde Müslümanlar ezan sesleriyle moral bulduğu için, Almanya ve Hollanda’da da belirli camilerde ezan okunmasına izin verildiğini görüyoruz. İtalya Başbakanı; “işimiz gökyüzüne kaldı.” diyor. Sokakta namaz kılan Müslümanlara bakarak secdeye giden Hıristiyanlara şahit oluyoruz. Almanya’da Müslüman gençler evden çıkamayan yaşlı Alman komşularının kapılarını çalıp, ihtiyaçlarını sorduğunda, durum karşısında şaşıran Almanlar  Onca yıldır ben sizi yanlış tanımışım, sizi hiç böyle bilmiyordum. Sizden özür dilerim” diyor.

Küresel sermayenin tahakkümü altında parçalanan ve manevi bir boşluk yaşayan insanlığın yeniden bir doğuş hikâyesi yazmaya ihtiyacı vardır. Yaşananlar artık bir paradigma değişikliğine ihtiyaç olduğunu göstermektedir.  Kovid-19 salgını uluslararası sisteme dair yoğun sorgulamalara yol açtığı gibi Türkiye’ye ve Müslümanlara, geleceğe dönük tez ve projelerinin olması için fırsat sağlıyor. Bu gidişe dur diyecek, tutunacak bir dal arayan çaresiz insanlara adalet ve huzur getirecek fıtrat fikrine sahip olan İslam’ın ve Müslümanların, salgın sonrasında nasıl bir pozisyon alınacağı hususunda geniş çaplı bir gelecek projeksiyonuna ihtiyaçları vardır.

Nasıl Bir Dünya Kurulacağına Dair Bir Öngörümüz Var mı?..

Gelişmeleri, yeni bir dünya düzeninin ayak sesleri olarak görmemiz gerekiyor.  Mimarisi yeniden şekillenecek olan yeni dünyanın yapılanmasında Müslümanlar adına bazı şeylerin konuşulması, sorgulanması, irdelenmesi ve yeni baştan düzenlenebilmesi gerekmektedir. Siyasetiyle, ekonomisiyle ve sosyolojisiyle yeni bir dünya kurulurken, biz bu değişim ve dönüşüme bigâne kalamayız. İnanç ve değerler sistemi yıkılmış insanlığa, kendi inanç ve değerlerimizi yaşayarak gösterir ve anlatabilirsek geleceğin inşasında söz sahibi olabiliriz.

Yeni bir hayat tarzı arayan insanlık nereye tutunacak, kime inanacak bilemez durumdadır. Can alıcı soru şudur; İnsanlığın geleceğini küresel güç odakları mı yoksa "vicdan" ve "kul hakkı" zeminli İslami değerler mi belirleyecek? 

KOVID-19 salgını, insana yaraşır adil üçüncü bir modeli ikame etmek, değişimin yolunu açmak için bir fırsat olabilir.  Eğer bir modeliniz var ise insanlığa bir alternatif olarak sunabilirsiniz. Bir çözümünüz yoksa mevcut sistem direnecek ve kendini restore ederek yoluna devam edecektir. Nitekim daha önce öyle oldu ve kapitalizm 2008 krizi ile yaşadığı kısa vadedeki düşüşün ardından geçmişte kaldığı yerden hükümranlığına devam etti.

Şimdi de dünya yeni bir düzene evrilirken planı ve projesi olanlar öne geçecek, olmayanlar ise, yine bin bir karmaşa içerisinde ezildikleri sömürüldükleri yeni sistemin hükümranlığına boyun eğeceklerdir. Salgın sonrasına şimdiden hazırlık yapmazsak, geleceğimizi inşa etmenin yollarını aramazsak virüsü üreten katiller sistemin ayakta kalmasını amaçlayan tedbirlerle yine kendilerini kurtarıcı ilan edeceklerdir. 

İnsanlığın önünde değişik senaryolar sürülmektedir. Bize düşen yazılan senaryoların figüranı olmaktan kurtulup, yarınlar için ne gibi senaryoların hazırlandığını, bizleri neyin beklediğinin tahmin ederek vaziyet almaktır. Eğer biz hazırlıklı değil isek dünya bizim dahlimiz dışında şekillenecek ve ne olacağını bilemeyeceğimiz bir dünya olacak. Çürüyerek çöken bu gayri insani sistemin altında kalmamak için eş zamanlı olarak kendi alternatifimizi inşa etmek mecburiyetindeyiz. Eğer bu konuda hazırlıklı, fikren ve zikren yeterli akıl ve donamıma sahipseniz ve gerekli gayreti gösteriyorsanız siz hedefe götürecek yolları göstereceğini Rabbimiz buyurmaktadır. (Ankebût, 69)

Topyekûn Bir Değişim Şart..

İslam coğrafyası kukla devletçiklerin işbirlikçi yöneticileriyle kontrol altına alınıp savaşlarla, zulümlerle alev alev yanarken bir taraftan da Müslümanların zihinleri yeniden formatlanmaktadır. Çünkü işgal önce zihinlerde başlar. Zihni korkuya esir edilen insanların bedenlerinin de esaretten kurtulamayacağını bilelim. Bu nedenle önce zihnimizi kendi kültürümüz, kendi değerlerimiz ışığında arındırmamız gerekmektedir.

Yeni bir dünya inşa etmek ancak kendi kavramlarımızla konuşmakla, kendi kavramlarımızla düşünmekle mümkün olacaktır. İnançlar, kültürler, medeniyetler kavramlarla yaşadıkları için bugün savaş kavramlar üzerinden devam ediyor.. İlk tanımlamayı kim yaptıysa onun söylemi yaygınlaşır, onun zihniyeti kabul görür, toplumsal düzen onun imzasını taşır.

Müslümanlar olarak dilimizle savunduğumuz değerlerin çok gerisinde bir hayat yaşıyoruz. Bu milletin muhafazakar kesiminin vermiş olduğu oylarla geldikleri makamdan, milletin değerlerini yok edecek sonuçlar doğuran İstanbul Sözleşmesi gibi düzenlemeler yapılmıştır.  “Yapılan adaletsizlikler nedeniyle dinden soğudum” diyen, din ile ilişkisi zedelenen din’i baskı kuran bir motif gören koca bir nesil ile karşı karşıyayız. Düşünmeyen, tartışmayı becermeyen ve dolayısıyla gelişemeyen bir insan tipi ile karşı karşıyayız. Şahsiyetsiz, karaktersiz, mevki, makam ve maddiyata tapan sürü zihniyetli, konformist bir insan tipi yetişmektedir. Böyle bir neslin yetişmesine vesile olan ortamı ve şartları oluşturanlar, buna vesile olanlar, göz yumanlar, ne bu dünyada, ne de ahirette bunun hesabı veremeyeceklerdir.

İnsanlık Arayış içindedir.. Yitirdiğimiz değerlerimizi arıyoruz..

Bir kurtuluş yolu arayan insanlık güç ve zenginliğin paylaşıldığı, adaletin hakim olduğu siyasi ve ekonomik bir düzenin özlemini duyuyor. Gelinen noktada yozlaşmış sömürü düzenin artık bu şekilde ilerleyemeyeceğine ve sebep olduğu krizlerin ancak İslam ile yoğrulmuş insana yakışır bir sistemle çözülebileceğine inanıyoruz. Geleceği kurmak için nasıl bir vizyonla hareket etmemiz gerektiğini düşünmek ve dünyanın sahibi gibi davranan psikopat zalim egemenlerin elinden özgürlüğümüzü geri almak zorundayız.

‘Önce kâr’ diyen Olympus’un çocuklarının düzeni çöküyor ‘önce insan’ diyen Hira’nın evlatlarının artık yeni bir dünyaya uyanması gerekiyor. Üzerinde yürüdüğümüz yol vahyin çizdiği bir güzergâh değildir. Kendimizle yüzleşme, kendimize dönme ve dünyayı yöneten egemenlerle hesaplaşma zamanıdır.

Gölgelerle savaşmayı bırakalım artık. Enkazın altında kalmamak için, geleceğin kapılarını aralayacak, geleceğe ışık tutacak çalışmalara ihtiyaç vardır. İki yüz yıldır özgür olmayan İslam dünyasını ayağa kaldırmak, küllenmiş bir medeniyetin yeniden çağın efendisi olması için gayret göstermek boynumuzun borcudur.

Ne var ki onlar yapıyorlar, biz ise konuşuyoruz.



[1] Metis Yayıncılık

[2] Byung-Chul Han (2017). Psychopolitics: Neoliberalism and new technologies of power. Verso Books: London, England. S.12

DOHA SALDIRISI BİR DÖNÜM NOKTASI KAOTİK BİR KIRILMA VE DİPLOMASİNİN ÇÖKÜŞÜ

  Metin Alpaslan   – Umran Dergisi/Ekim 2025-374. Sayı Terör ve işgal devleti İsrail’in 9 Eylül’de uluslararası hukuku ihlal ederek, Doha’da...