(Umran Dergisi)
Küresel Salgın İle
Hızlanan Küresel Değişim Süreci
Bugünlerde en çok duyduğumuz ve neredeyse herkesin mutabık olduğu söz “Korvid-19
sonrası hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı, dünyanın öncekinden çok farklı
olacağı ve yeni bir dünya kurulacağı” şeklindeki ifadelerdir. İnsanlar
can derdine düşmüşken, diğer yandan pek çok şirket üretim kayıpları nedeniyle batma
noktasına gelmiş, işsizlik patlamış, birçok insan evine ekmek götüremez hale
gelmiştir. Salgın hâlihazırda aktif olarak devam ettiğinden, kesin tahminlerde
bulunmak henüz erken olmakla birlikte, bu salgının küresel ve bölgesel düzeyde ciddi
ekonomik, siyasi, sosyolojik, kültürel ve jeopolitik sonuçlar doğuracağı,
önemli değişikliklere sebep olacağı gözükmektedir.
Bu kadar kısa sürede ekonomik ve sosyal hayatı sarsmış, toplum sağlığını hem ruhsal hem de fiziksel
olarak derinden etkilemiş bir dönüşüm daha önce hiç yaşanmamıştır. 2008 krizinin
birçok bölgeye ulaşması 12 ay sürmüştü. Şimdi yaşanan kriz ise 3 ay içinde
bütün dünyayı hızla sarmış bulunmaktadır. Korona salgınının neden olduğu
ekonomik krizin, 2008 krizinden çok daha
ağır geçeceği görülmektedir. Hatta yaşanan krizi 1929 ekonomik buhranına
benzeten birçok ekonomist vardır.
Salgınla mücadelede ülkelerin dayanışma ve birbirine destek olmak yerine tıbbi
araç gereçleri paylaşmaması, birbirinin tıbbi malzemelerine el koyması, salgının bir “insanlık krizine” dönüştüğünü
göstermiştir. Her ülkenin kendi kaynaklarına dayanmaktan başka şansının
olmadığına şahit olması, uluslararası
kurumlara olan güveni sarsmıştır. Soğuk
Savaşın ardından “Yeni Dünya Düzeni” olarak adlandırılan küresel sistem, mal ve
hizmetlerin hiç bir kısıtlamaya tabi tutulmadan yeryüzünü dolaşmasını önceleri savunurken
şimdi sınır duvarlarını yükseltmesi,
salgın bittikten sonra ülkelerin kıyasıya bir ekonomik kavgaya
gireceğini göstermektedir.
Kovid-19 salgını Batı’nın insani niteliği konusunda önemli bir resim
ortaya koymuştur. Gelişmiş diye bilinen Avrupa ve Amerika’da sosyal güvenlik
politikalarının iflas ettiği gözlemlenirken, ABD Avrupa’ya sınırlarını kapatmış,
AB ülkeleri de Schengen’i askıya alıp sınırları birbirlerine kapatmışlardır. Uluslararası
arenada iş birliğinden ziyade rekabet, husumet ve çatışmanın öne çıkması,
ticarette himayecilik, yaptırımlar, gümrük vergilerini artırmak gibi
uygulamaların ortaya çıkması, küreselleşmeden bölgeselliğe ve milliyetçiliğe doğru
bir kayış olacağını göstermektedir. Nitekim, 2008’de ABD’de mortgage krizi ile başlayan
ve dünyaya yayılan finansal ve buna bağlı sosyal krizler Batı’da
popülist-milliyetçi akımları güçlendirmiş, yabancı düşmanlığı, İslamofobi ve
anti-küreselleşmeci bir siyasi dalga oluşturmuştur.
Mevcut uluslararası
sistemin, toplumun sağlığını, ülkelerin ekonomisini ve sosyal güvenliğini
korumakta yetersiz kalması, bir güvensizlik duygusu oluşmasına sebep olmuştur. İnsanlık var olan
mekanizmaların yetersizliğini, adaletsizliğini ve gelecek için bir şey vaad
etmediğini görmüştür. İnsanı boyunduruğu altına alarak sömüren ama bu gibi
salgın dönemlerinde yalnız ve çaresiz bırakan sisteme karşı toplumlar artık
karşı refleksler geliştirmektedirler. Bu süreç ile yeni bir dönemece girilmiş, sistemin
sorgulanması ile birlikte yeni sistem arayışlarının da kapısı aralanmıştır.
Sömürü Düzenini
Sürdürenler Dünyaya Kaos ’tan Başka Bir Şey Sunmadılar..
Uzun zamandır insanlık için bir vizyon ortaya koyamayan kapitalist Batı,
dünyaya kaos, ölüm, zulüm, gelir dağılımında adaletsizlik, sömürü, talan,
yağma, açlık, çevrenin kirletilmesi, yalanlar, aldatmalar, ve daha nice nice
olumsuzluklardan başka bir şey getirmemiştir. Batı kültürünün değer anlayışla
insanlık bugün bir çıkmazın içine sürüklenmiştir. Salgın ile birlikte ortaya
çıkan manzara, bireycilik ve liberalizm üzerine kurulu Batı’nın çaresizliğini
gözler önüne sermiştir.
Uluslararası siyasetin ikiyüzlülüğü, ilkesizliği, uluslararası örgütlerin yanlı, taraflı tutumları ve yetersizliği nazarı dikkate alındığında bu salgın uluslararası sistem açısından bir milat niteliği taşıyor. Kurulu düzen yaşattığı ekonomik krizler, toplumsal eşitsizlikler ve adaletsizlikler ile lime lime dökülmektedir. Bir tarafta dünyanın toplam servetinin yüzde 80’ine sahip yüzde 1’lik bir azınlık, diğer tarafta ise kalan yüzde 20’yi paylaşmaya, kırıntılarla yaşamaya çalışan büyük çoğunluk sistemin çürüdüğünün en büyük göstergesidir. Doğayı talan eden kapitalist uygulamalar çok küçük bir azınlığı cennet hayatı sunarken diğerleri için tam bir cehenneme çevirmiştir.
Faizi merkeze alan, masa başında üretilen bir takım sanal kâğıtlarla ülkeleri borçlanma anaforuna sürükleyen “vahşi kapitalizm” dünya nüfusunun % 1’ni teşkil eden finans oligarşisi kanalıyla insanlık tarihinin en korkunç sömürü düzenini sürdürmektedir. Borçlanma ve yüksek faizle ülkeleri küresel finansal sisteminin kölesi haline getiren bu emperyal sistem sürdürülebilir bir sistem değildir. Mevcut bankacılık ve kredi mekanizmaları, ülkeleri her geçen gün daha fazla borçlandırarak geleceklerini ipotek altına alırken yüksek faiz gelirleriyle küçük bir kesimi daha fazla zenginleştirmektedir.
2008 krizi ve sonrasındaki gelişmeler göstermiştir ki her kriz yeni bir krizi tetiklemekte ve çözüm için uygulamaya konan yöntemlerin çare olmadığı görülmektedir. Ne kapitalizm ne de sosyalizm bu adaletsizliği çözememiştir. Toplumu borç yükünden kurtarma ve refahın yükseltilmesi için bir merhamet iklimine ihtiyaç olduğu görülmektedir.
Dijital Totaliterlik ve
Modern Kölelik..
Yine bu günlerde, virüs sonrası dönemde insanlığın (chip) takılmaya
başlanacağı ve kapitalizm yerine “dataizm” devrinin başlayacağı
konuşulmaktadır. Neoliberal efendiler hükmetme güçlerini arttırmak için şimdi
üçüncü bir savaş biçimi olan “dijital savaş” projesini uygulama yoluna
gidiyorlar. Dijital savaşlarda kan akmıyor ama daha incelikli sömürü biçimleri
icat edilerek iradeler kontrol altına alınıyor. Yalanın, sahtenin kol gezdiği
dijital devrimle insan beynine hakim olup zihinleri işgal ederek, dünyayı
kontrol etmeye çalışıyorlar. Big Data (Büyük Veri) bizi izliyor, psikolojinin
hedef alındığı, seçmemiz, sevmemiz, hatta sevmemiz gerekenlerin empoze edildiği
ve yalancı özgürlüğün sömürüldüğü bir dönemdeyiz
Byung- Chul Han, “Psikopolitika ‘Neoliberalizm ve Yeni İktidar
Teknikleri”[1]
isimli kitabında Neoliberalizm ve dijital çağ ile birlikte başka bir aşamaya
geçildiğini söylüyor: “Bugün dijital psikopolitika çağına doğru gidiyoruz.
Bu siyaset pasif gözetlemeden aktif yönlendirmeye doğru ilerliyor. Bu da bizi
özgürlüğün yeni krizine itiyor. Artık bizzat özgür iradedir bundan etkilenen.
Big Data (Büyük Veri) toplumsal iletişimin dinamiklerine ilişkin kapsamlı bilgi
edinmeye olanak sağlayan çok etkili bir psikopolitik araçtır. Bu bilgi, insan
ruhuna nüfuz etme ve onu düşünce öncesi düzeyde etkilemeyi mümkün kılan bir iktidar
bilgisidir.“[2]
Her anımızı, her şeyimizi sonucunu hiç düşünmeden paylaştığımızı söylüyor
Byung Chul Han. Günlük kalorilerimizi, kalp atışlarımızı, adımlarımızı,
aldığımız beğenileri, aldığımız nefesleri. Siber hegemonyanın patronları “dijital
psikopolitika” ile insan ruhuna
yaklaşmakta ve onu görünmez işaretlerle yönlendirerek biriken Big Data’nın
küçük bir rakamı haline getirmektedir. Bireyin bütün dikkati, hatta bizzat
hayatı neoliberal tahakküm teknikleri tarafından yönlendiriliyor. Dijitalleşme
ve görünmez ağlar, insanları gönüllü şekilde kendi dünyalarını teşhir ve ifşa
etmeye yönlendirmektedir. Like/ Beğen simgesi ise bu düzene tabi olmanın mührü
ve dijital ‘amin’ olmaktadır.
26 Mart tarihli The Economist dergisinin kapağında “her şey kontrol
altında” başlığı altında: evcil hayvanın tasmasını tutan bir insan ve onun da
tasmasını tutan gizli bir el, bütün insanlığı bir ipte oynatırcasına güdüyor.
Gördüğümüz kadarıyla yaşadığımız bu virüs belası da doğal bir âfet değil,
laboratuvarda yapay üretilen biyolojik bir silahtan söz ediliyor. Yapılmak
istenen ise, fiili sömürgecilik yerine, insanlığa korku salarak, panik havası
oluşturarak, insanlığın daha rahat güdülebileceği inançsız, vicdansız, ruhsuz
bir dünya inşa etmek.
Hayatı Yeniden Düşünmek
İçin Bir Fırsat..
Yaşadığımız dönem, dünya tarihinde eşi görülmedik ve hatta bundan elli
yıl önce hayal bile edemeyeceğimiz bilim ve teknolojinin göz kamaştıracak
boyutlarda geliştiği bir çağ haline gelmiştir. Ancak bilim ve teknoloji ne
kadar ileri giderse gitsin bütün dünyadaki toplam ağırlığı beş gram etmeyen bir
virüs, statü, makam ve mevki tanımadan milyonlarca insanı evlerine hapsetmiştir. Her şeye hükmettiğini, her şeyi yapabildiğini
zan eden insan şimdi gözle görülmeyecek kadar küçük bir şeye karşı aciz
kalmıştır. Egemenlerin sahip olduğu devasa ekonomik ve askeri güce rağmen
mikroskobik boyuttaki bir düşman karşısında çaresiz kalması, Rabbimizin
ilahlığa yeltenen insanoğluna ne kadar aciz olduğunu hatırlatmasıdır.
Modern hayat, fıtrata saldırarak insanoğlunun düşünce ve davranışlarını
kontrol altına alıp, inançsız, ilkesiz, egoist ve hazcı bir akıl inşa etti.
İnsanlığın hayrına yapıcı ve faydalıı iş yapmak, sıkıntı ve ihtiyaç sahibinin
yanında olmak, yani “salih amel” işlemek unutuldu. Doymak bilmez bir
iştahla dünya malına sarılmayı hayatın gayesi haline getiren insanlık, dilinde
savunduğu ve sahip olduğu değerlerin çok gerisine düştü.
Bu salgın, yeryüzünde böbürlenerek yürüyen (İsra, 37), nefsine tapan,
kendini Yaratıcıdan müstağni saymaya başlayan insanın gerçek kudret sahibini
tanıması, haddini bilmesi ve aczini kabullenmesi için güzel bir fırsat oldu. İnsanoğlu
bu haz ve hız çağının baş döndürücü ortamından çıkıp eve kapanarak kendi iç
dünyasında bir seyahate çıkma, kendini dinleme fırsatı yakaladı. Dünyaya yalnız
gelip yine yalnız döneceğimizi, Allah’tan başka hiçbir şeyin ebedi olmadığını,
her şeyin bu dünya hayatının süs ve eğlencesi olduğunu (Hadid, 20) görmemizi
sağladı. Yaşanan musibet inşallah insanoğluna, sade yaşamanın, azla yetinmenin,
temizliğe, tabiata ve çevreye değer vermenin ve israftan kaçınmanın kıymetini
anlamasına vesile olmuştur.
İnsanlığın Yeniden Bir
Doğuş Hikâyesi Yazmaya İhtiyacı Vardır..
Fıtrat dışı sistemler, insanlığı adalet, hakkaniyet, sevgi ve merhamet
gibi insani meziyetlerden yoksun bıraktı. Ruhunda var olan acımasız rekabet ve
ahlaki zaafiyet nedeniyle adaletsizliğe, eşitsizliğe, sömürüye, çevrenin yok
olmasına neden oldu. Neoliberal sistem, arkasında birçok işgal, zulüm,
parçalanmış, iç savaşa sürüklenmiş ülke bırakarak artık son sınırlarına ulaşmış
ve felsefi olarak çökmüştür. Korona sürecinde şahit olduğumuz bencillik,
birbirlerinden maske çalacak kadar haydutlaşan modern batı ülkeleri, sistemin
çarpıklığını göstermektedir. İflas eden ideolojiler yerine, artık insanoğlu hak
ve hukuku gözeten, dayanışma ruhunu yaşatan sistemlerin hakim olmasını arzu
etmektedir.
Kovid-19’dan sonra sosyal hayatın nasıl olacağını, bizi nelerin
beklediğini ve insanların konu ile ilgili düşüncelerini araştıran ThinkAloud
Research, katılımcıların geçmişe
nazaran ruhani hassasiyetlerinin arttığını, belirsizliğin bitmesi için ruhani
dünyaya sığındıklarını tespit etmiştir. Avrupa’da bazı merkezlerde Müslümanlar
ezan sesleriyle moral bulduğu için, Almanya ve Hollanda’da da belirli camilerde
ezan okunmasına izin verildiğini görüyoruz. İtalya Başbakanı; “işimiz gökyüzüne
kaldı.” diyor. Sokakta namaz kılan Müslümanlara bakarak secdeye giden Hıristiyanlara
şahit oluyoruz. Almanya’da Müslüman gençler evden çıkamayan yaşlı Alman
komşularının kapılarını çalıp, ihtiyaçlarını sorduğunda, durum karşısında
şaşıran Almanlar “Onca yıldır ben
sizi yanlış tanımışım, sizi hiç böyle bilmiyordum. Sizden özür dilerim”
diyor.
Küresel sermayenin tahakkümü altında parçalanan ve manevi bir boşluk
yaşayan insanlığın yeniden bir doğuş hikâyesi yazmaya ihtiyacı vardır.
Yaşananlar artık bir paradigma değişikliğine ihtiyaç olduğunu göstermektedir. Kovid-19 salgını uluslararası sisteme dair
yoğun sorgulamalara yol açtığı gibi Türkiye’ye ve Müslümanlara, geleceğe dönük
tez ve projelerinin olması için fırsat sağlıyor. Bu gidişe dur diyecek,
tutunacak bir dal arayan çaresiz insanlara adalet ve huzur getirecek fıtrat
fikrine sahip olan İslam’ın ve Müslümanların, salgın sonrasında nasıl bir
pozisyon alınacağı hususunda geniş çaplı bir gelecek projeksiyonuna ihtiyaçları
vardır.
Nasıl Bir Dünya
Kurulacağına Dair Bir Öngörümüz Var mı?..
Gelişmeleri, yeni bir dünya düzeninin ayak sesleri olarak görmemiz gerekiyor. Mimarisi yeniden şekillenecek olan yeni dünyanın yapılanmasında Müslümanlar adına bazı şeylerin konuşulması, sorgulanması, irdelenmesi ve yeni baştan düzenlenebilmesi gerekmektedir. Siyasetiyle, ekonomisiyle ve sosyolojisiyle yeni bir dünya kurulurken, biz bu değişim ve dönüşüme bigâne kalamayız. İnanç ve değerler sistemi yıkılmış insanlığa, kendi inanç ve değerlerimizi yaşayarak gösterir ve anlatabilirsek geleceğin inşasında söz sahibi olabiliriz.
Yeni bir hayat tarzı arayan insanlık nereye tutunacak, kime inanacak
bilemez durumdadır. Can alıcı soru şudur; İnsanlığın geleceğini küresel güç
odakları mı yoksa "vicdan" ve "kul hakkı" zeminli
İslami değerler mi belirleyecek?
KOVID-19 salgını, insana yaraşır adil üçüncü bir modeli ikame etmek, değişimin
yolunu açmak için bir fırsat olabilir. Eğer
bir modeliniz var ise insanlığa bir alternatif olarak sunabilirsiniz. Bir
çözümünüz yoksa mevcut sistem direnecek ve kendini restore ederek yoluna devam
edecektir. Nitekim daha önce öyle oldu ve kapitalizm 2008 krizi ile yaşadığı kısa
vadedeki düşüşün ardından geçmişte kaldığı yerden hükümranlığına devam etti.
Şimdi de dünya yeni bir düzene evrilirken planı ve projesi olanlar öne
geçecek, olmayanlar ise, yine bin bir karmaşa içerisinde ezildikleri sömürüldükleri
yeni sistemin hükümranlığına boyun eğeceklerdir. Salgın sonrasına şimdiden
hazırlık yapmazsak, geleceğimizi inşa etmenin yollarını aramazsak virüsü üreten
katiller sistemin ayakta kalmasını amaçlayan tedbirlerle yine kendilerini
kurtarıcı ilan edeceklerdir.
İnsanlığın önünde değişik senaryolar sürülmektedir. Bize düşen yazılan
senaryoların figüranı olmaktan kurtulup, yarınlar için ne gibi senaryoların
hazırlandığını, bizleri neyin beklediğinin tahmin ederek vaziyet almaktır. Eğer
biz hazırlıklı değil isek dünya bizim dahlimiz dışında şekillenecek ve ne
olacağını bilemeyeceğimiz bir dünya olacak. Çürüyerek çöken bu gayri insani
sistemin altında kalmamak için eş zamanlı olarak kendi alternatifimizi inşa
etmek mecburiyetindeyiz. Eğer bu konuda hazırlıklı, fikren ve zikren yeterli akıl
ve donamıma sahipseniz ve gerekli gayreti gösteriyorsanız siz hedefe götürecek
yolları göstereceğini Rabbimiz buyurmaktadır. (Ankebût, 69)
Topyekûn Bir Değişim
Şart..
İslam coğrafyası kukla devletçiklerin işbirlikçi yöneticileriyle kontrol
altına alınıp savaşlarla, zulümlerle alev alev yanarken bir taraftan da Müslümanların
zihinleri yeniden formatlanmaktadır. Çünkü işgal önce zihinlerde başlar. Zihni
korkuya esir edilen insanların bedenlerinin de esaretten kurtulamayacağını
bilelim. Bu nedenle önce zihnimizi kendi kültürümüz, kendi değerlerimiz
ışığında arındırmamız gerekmektedir.
Yeni bir dünya inşa etmek ancak kendi kavramlarımızla konuşmakla, kendi
kavramlarımızla düşünmekle mümkün olacaktır. İnançlar, kültürler, medeniyetler
kavramlarla yaşadıkları için bugün savaş kavramlar üzerinden devam ediyor.. İlk
tanımlamayı kim yaptıysa onun söylemi yaygınlaşır, onun zihniyeti kabul görür,
toplumsal düzen onun imzasını taşır.
Müslümanlar olarak dilimizle savunduğumuz değerlerin çok gerisinde bir
hayat yaşıyoruz. Bu milletin muhafazakar kesiminin vermiş olduğu oylarla
geldikleri makamdan, milletin değerlerini yok edecek sonuçlar doğuran İstanbul
Sözleşmesi gibi düzenlemeler yapılmıştır.
“Yapılan adaletsizlikler nedeniyle dinden soğudum” diyen, din ile
ilişkisi zedelenen din’i baskı kuran bir motif gören koca bir nesil ile karşı
karşıyayız. Düşünmeyen, tartışmayı becermeyen ve dolayısıyla gelişemeyen bir
insan tipi ile karşı karşıyayız. Şahsiyetsiz, karaktersiz, mevki, makam ve
maddiyata tapan sürü zihniyetli, konformist bir insan tipi yetişmektedir. Böyle
bir neslin yetişmesine vesile olan ortamı ve şartları oluşturanlar, buna vesile
olanlar, göz yumanlar, ne bu dünyada, ne de ahirette bunun hesabı veremeyeceklerdir.
İnsanlık Arayış
içindedir.. Yitirdiğimiz değerlerimizi arıyoruz..
Bir kurtuluş yolu arayan insanlık güç ve zenginliğin paylaşıldığı,
adaletin hakim olduğu siyasi ve ekonomik bir düzenin özlemini duyuyor. Gelinen
noktada yozlaşmış sömürü düzenin artık bu şekilde ilerleyemeyeceğine ve sebep
olduğu krizlerin ancak İslam ile yoğrulmuş insana yakışır bir sistemle
çözülebileceğine inanıyoruz. Geleceği kurmak için nasıl bir vizyonla hareket
etmemiz gerektiğini düşünmek ve dünyanın sahibi gibi davranan psikopat zalim
egemenlerin elinden özgürlüğümüzü geri almak zorundayız.
‘Önce kâr’ diyen Olympus’un çocuklarının düzeni çöküyor ‘önce
insan’ diyen Hira’nın evlatlarının artık yeni bir dünyaya uyanması
gerekiyor. Üzerinde yürüdüğümüz yol vahyin çizdiği bir güzergâh değildir. Kendimizle
yüzleşme, kendimize dönme ve dünyayı yöneten egemenlerle hesaplaşma zamanıdır.
Gölgelerle savaşmayı bırakalım artık. Enkazın altında kalmamak için,
geleceğin kapılarını aralayacak, geleceğe ışık tutacak çalışmalara ihtiyaç
vardır. İki yüz yıldır özgür olmayan İslam dünyasını ayağa kaldırmak, küllenmiş
bir medeniyetin yeniden çağın efendisi olması için gayret göstermek boynumuzun
borcudur.
Ne var ki onlar yapıyorlar, biz ise konuşuyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder