(Umran Dergisi)
Dünya Nereye
Gitmektedir…
İkinci Dünya Savaşı’nın
sona ermesinden Berlin Duvarı’nın yıkılmasına kadar Batı’da NATO’nun, Doğu’da
Varşova Paktı’nın temsil ettiği iki kutuplu bir dünya vardı. Sovyetler Birliği
dağılınca, bunu Fukuyama’nın “tarihin sonu” tezi doğrultusunda liberalizmin ve
Batı’nın siyasi, ideolojik ve ekonomik zaferi olarak yorumladılar. ABD,
dünyanın kaderi üzerinde tek söz sahibi olduğu iddia ve kuruntusuna kapılınca
güç dengeleri sarsılmaya başladı.
Amerikan tarihinde İç
Savaş (1861-1865) döneminden bu yana en kritik gerilimim yaşandığı 2020
Başkanlık Seçimi, “süper gücün” ciğerlerinden hırıltılar geldiğini gösterdi.
Demokrasi ve özgürlükler ülkesi olarak lanse edilen ABD ırkçılık ve işsizlik
sorunlarıyla çatırdıyor. ABD’de küreselci beyaz yakalıların desteklediği Biden
ile milliyetçi, muhafazakar ve geleneksel zenginlerin desteğini alan Trump
arasındaki çekişmenin kutuplaşmayı arttıracağı kesin. Irkçıların silahları ile
sokaklarda kol gezdiği ülkede kutuplaşma geri dönülmez bir noktaya taşınabilir.
Önümüzdeki zamanada ABD’de köklü değişim ve dönüşümlerin olacağı görülüyor.
Yaşadığı bu gerilimin, son yıllarda dünyadaki siyasi hegemonyasını zaten
yitirmiş olan ABD’nin, ekonomik hegemonyasının da bitişine neden olması çok
muhtemel. ABD artık herkesin üzerinde baskı kurabilecek bir ülke değil. ABD’nin
gerilemesi ve çöküşünü önlemek için, hem Çin ve Rusya’nın çevrelenmesi, hem de
Ortadoğu’daki Avrasya ana geçiş merkez hattının kesilmesi gerekiyordu. İşte bu
nedenle İslam beldelerini cehenneme çevirdiler.
ABD’nin mutlak hakim
olduğunu düşündüğü dünya düzeninin uzun soluklu olamayacağı belliydi. Soğuk
savaş döneminde oluşturulan kapitalist ve komünist iki bloklu dünyada modernite
bir müddet daha hayatiyetini devam ettirme imkânı bulmuştu. Ne var ki, İkinci
Dünya Savaşı’ndan kalan kural, usul ve kurumlara göre işleyen liberal düzenin, dünyada
gittikçe yoğunlaşan jeopolitik ve ideolojik gerilimler sonucunda
sürdürülebilirliği sorgulanmaya başlamıştı.
Yaşadığımız pandemi süreci egemen güçlerin güdümündeki küresel dünya sisteminin ne kadar kırılgan olduğunu ve güçlü bir bağışıklık sistemine sahip olmadığını göstermiştir. Dünya, Büyük Buhrandan beri yaşanan en büyük ekonomik krizin eşiğindedir. 2008 krizini önceden tahmin eden kriz kâhini Nouriel Roubini, “Covid-19’un küresel ekonomiye verdiği şok etkisi, 2008 küresel finansal krizinden ve hatta (1929) Büyük Buhrandan daha hızlı ve daha şiddetli”[1] diyor. Mevcut sistemin tüm askeri ve ekonomik imkânlarına rağmen mali ve ekonomik olarak çökebileceği görülmüştür. ABD ve Avrupa ülkelerinin kendi vatandaşlarını ‘salgına’ karşı koruyamaması ve yaşlılarını ölüme terk edişi, Batı dünyasının dünya liderliğini hak etmediğini göstermiştir.
Artık günümüzde dünya
büyük güçler arasında bir rekabete sahne olmaktadır. Özellikle 1990-2020
yılları arasında, yenidünya düzeni olarak vaat edilen her şey alt üst olmuştur.
İkinci Dünya savaşının güçler dengesine göre kurulmuş olan dünya düzeni, büyük
bir değişimin ve yeni bir biçimlenişin arifesinde bulunuyor. Dünya düzeninde kâğıtlar
yeniden karılmakta, dengeler değişmekte, saflar yeniden belirlenmektedir.
Dünya, Birleşmiş
Milletler Güvenlik Konseyi’nin kendi çıkarlarına göre karar veren beş üyesinin
tahakkümü altındadır. Küresel statükoya hizmet eden kurumlar BM, Dünya Sağlık
Örgütü, Dünya Bankası, IMF, OECD gibi kuruluşlar bugüne kadar pisliği halının
altına süpürerek statükoyu korumaya çalıştılar. Dünyanın birçok yerinde meydana
gelen krizleri çözme imkân ve kabiliyeti olmayan ömrünü tamamlamış BM
teşkilatının ve ayrıcalıklı ülkelerin istekleri doğrultusunda dünyayı
yönlendiren Güvenlik Konseyi’nin yapısının değiştirilmesi zorunlu hale
gelmiştir. Fakat bu yönde herhangi bir gelişme gözlenmemekte pansuman
tedbirlerle idare-i maslahata devam etmektedirler.
Her güç odağı dünyayı
kendi menfaati istikametine doğru çekmeye çalışmaktadır. Bunun için terör
örgütleri, vekalet savaşları, bölgesel güçler devreye sokulmaktadır. Küresel
ekonomide süregelen durgunluk, yatırımların azalması, genişleyen borç yükü ile
birlikte mevcut uluslararası para politikaları artık ulusal ekonomileri küresel
pazarların güçlü aktörlerine karşı koruyamamaktadır. İnsanların kimliklerini
yok sayan, yerel kültürleri yok eden, eşitsizlik ile sosyal dışlanmanın
birbirini besleyerek çözümsüz bir kısır döngüye dönüştüğü, bir gecede milyarder
olan insanlara karşı karnını zor doyuran arasındaki uçurumun giderek açıldığı
bu kaotik şartlarda küresel sürdürülebilir bir düzen söz konusu olamazdı.
Bir devlet kapitalizmi
olan Sovyet sisteminin çöküşünü gören insanlık küresel kapitalizmin çöküşüne de
şahit olacaktır. Çünkü çöküş devletlerarası bir mücadeleden ziyade sistemik bir
çöküştür. Sorun büyüktür, temeldedir ve sistemseldir. Sovyetler Birliği’nde
başlayan ve adım adım Avrupa ve ABD’yi de içerecek olan bir çöküş serisi
başlamıştır. Çünkü çevreyi tahrip eden, insan emeğini sömüren sanayi
kapitalizmi artık sürdürülebilir değildir.
Dünya Isınıyor…
Yenidünya düzeni ve
küresel liderlik konusunda dünyada bir kapışma vardır. Küresel ticaret ve
teknolojik gelişme Batı’dan Doğu’ya kaydıkça gerginlik tırmanmakta, istikrarsız
bir dünyaya doğru toplumları itmektedir. Yeni küresel sistem inşası için Batı
ve Asya arasında bir kapışma ve şiddetli bir jeopolitik türbülans söz
konusudur. Dünyanın neresine bakarsanız
bakın, en doğusundan en batısına kadar hem ideolojiler, hem jeopolitik hatlar
hem de ekonomik yapılar itibariyle küresel bir karmaşa olduğu görülmektedir.
Çin, “alternatif küreselleşme” girişimi olarak İpek Yolu Projesini ileri sürüyor. Bir Kuşak Bir Yol Projesine bağlı mega projeleri, 5G, silah ve nükleer teknolojilerini geliştirip, ekonomik kapasitesini artırdıkça, ABD kendi hegemonyasını kaybedeceğini düşünüyor. Teknoloji, yatırım ve finans konusunda ABD ve Çin arasındaki ekonomik, siyasi ve askeri mücadele yeni bir soğuk savaşın sinyallerini veriyor. Hegemonya yarışında diğer bir konu da hâkim paranın nasıl olacağı konusudur. Halen dünya üzerinde rezerv para olan ABD dolarının hakimiyetni kırmak için, Çin dijital para alternatifleri üzerine çalışmakta, diğer ülkelerle birlikte yeni bir para sistemi arayışı içine girmektedir.
Ayrıca, bilgiye hükmeden ve yönlendiren bir yapay zekâ savaşı başlatılmış bulunmaktadır. Hakimiyeti sadece konvansiyonel silahlarla ve ekonomik güç ile değil, beyinleri kontrol ederek de gerçekleştirmek istiyorlarr. Zihinleri kontrol edenin, dünyayı da kontrol edeceği için, siber casusluk ve siber sabotaj konuları öne çıkmış durumdadır. Ülkeler ve mega-şirketler siber yöntemlerle oluşturulan tekno-çatışma ve finansal oyunlarla ve yaptırımlarla ellerini güçlendirme yarışında olduğu için büyük bir kaotik ortamın beklenebileceğini görmemiz gerekiyor.
Kaos Çağına Giriyoruz…
Bilim ve teknolojide bu
kadar ilerlenmesine rağmen, 21. yüzyılda geldiğimiz medeniyet ortamında insanoğlu
iç huzuru bulamamış ve bunalımdadır. Bugün dünyadaki yedi milyar insandan
sadece bir kaç milyonu rahat yaşayabilmekte, tüm dünyayı ise 25-50 bin
arasındaki Firavunlaşmış elitler yönetmektedir. Dünyanın büyük bölümünde
yoksulluk artıyor, zengin ülkeler ayrıcalıklarını kaybetmemek için her yolu
deniyor ve bu nedenle jeostratejik çapta da fay hatlarını oynatıyorlar.
Oldukça sorunlu ve
kırılgan olan küresel sistem bir kaos döneminden geçmektedir. Çünkü sadece
kendisinin kazanan olduğu bir anlayışla hareket eden egemenler yoksulluğa,
eşitsizliğe ve umutsuzluğa yol açan ihmalkâr politikalar izlemekte, milyonlar
acı çekmeye devam etmektedir. 2008’de patlayan finans kaosu, aşırı liberal
sistem uygulamalarından ve piyasa mekanizmasındaki aç gözlülük ve
ahlaksızlıktan kaynaklanmıştı. Küreselleşme süreciyle birlikte toplumun en
üstüyle en altı arasındaki servet uçurum giderek derinleşmektedir. Dünya Bankası
verilerine göre, bugün 3 milyar insan günde 2$ altında bir gelir ile yoksulluk,
1,5 milyar insan ise günde 1 $ altında gelir ile açlık sınırında yaşamaktadır. Küresel servetin yüzde 82'lik bölümü en zengin
yüzde 1'lik kesimin cebine gitmektedir.[2]
Gelir paylaşımdaki adaletsizlik ve sömürü sorunu, küresel kapitalist sistemin
en büyük açmazlarıdır.
Yönetici eliti tarafından suiistimal edilmiş yoksul ve çaresiz insanların varlığı, harap olmuş sosyo-ekonomik ortam, baskılar nedeniyle siyasal olarak kendini ifade edememe, sermayeye alan açmak için doğal kaynakların tahrip edilmesi, iklim krizi, yönetici kesimin adaletsiz uygulamaları, sağlık hizmetlerinde eşitsizlik, iş güvensizliği, kitlesel gösterileri tetiklemektedir. Dünyadaki militarist, ırkçı ve şiddet yanlısı hükûmetler ve işgalci güçler onur, eşitlik ve devlet şiddetinin son bulmasını talep eden göstericileri kontrol altına almak için silahlarına, gaz kapsüllerine ve coplarına sarılmayı sürdürdükleri müddetçe kaybedecek çok şeyi olmayan kızgın ve öfkeli kalabalıkları kendilerine zulmedenlere karşı başkaldırmaya devam edecektir.
Küresel finans oligarşisi ve tekno-oligarşi dünya üzerindeki iktidarlarını yürütebilmek için artık sürdürülemez olan sistemi şimdi değiştirmek istiyorlar. Bunun için hegemon bir yapıya ihtiyaç olduğu için kaostan beslenerek bunu gerçekleştirmeye çalışıyorlar. Ekonomiler batmış, ülkeler parçalanmış, milyonlarca insan ölmüş, yerinden yurdundan olmuş umurlarında bile değil.
Teknoloji yarışı,
ülkeler arası çıkar çatışmaları ve artan gerilimler nedeniyle toplumsal dönüşüm
ve çözülmeler olağanüstü hızlanmış durumda. Günden güne artan bu gerilim bir
kaos işaretidir. Dünya artık çok kutuplu bir görüntü vermeye başlamıştır. Dünyadaki
ülkeler arası güç mücadelesi, askeri sorunlar, ekonomik zorluklar, salgın
hastalıklar, güçlüden yana işleyen dünya düzeni, ticari rekabet, uluslararası
sermaye hareketleri ve pazar çatışmaları, boyutları büyümüş sorunlar olarak
sürüyor. Emperyalist ülkeler dünyayı paylaşma mücadelesi verirken dünyanın
büyük bölümünde insanların yoksulluğu ve sömürülmesi de artıyor.
Dünya hızla bir ‘kaos çağına’ doğru ilerlemektedir. 2020 Eylül ayında Alman Deutsche Bank, dünyanın artık küreselleşme çağından kaos çağına geçtiğini doğrulayan bir çalışma yayınladı. Çalışma, küresel üretim durumunu dünyadaki ekolojik değişim ile ilgili endişeler, teknolojik devrim, mevcut ve gelecek nesiller arasındaki rekabetin sertleşmesi ile ilişkilendirerek 1980'den bu yana devam eden küreselleşme çağının yerini 'karışıklık çağına' bıraktığını vurguluyor.[3] Sadece öldürmeye programlanmış özel ordular, terörist milis güçleri, yeni geliştirilen kitle imha silahları, siber dünyada insanların kafalarındaki fikirleri, bilgileri manuple, algılarını değiştiren ölümcül araçlar ve sonunun nereye varacağı bilinmeyen yapay zekâ devrimi. Çağdaş dünyanın kırılganlığını gösteren en korkutucu delil, Covid-19 virüsü ile mücadelede görülen çaresizlik ve baş edilmediği takdirde dünyayı bekleyen panik ve kaostur.
İnsanlık Bir Medeniyet
Krizi Yaşıyor…
Bu haz ve hız çağında,
dijital çağın baş döndürücü teknolojik gelişmeleri içinde sanal dünyada insan
kayboluyor. İnsan, arzu ve taleplerinin, zevkinin kölesi oldu, çıkar elde
etmede ahlâki bir ölçüsü kalmadı. İnsanın yaradılış, inanç, ahlâk, ilke, sevgi,
sorumluluk, adalet ve merhamet bağlamında anlam dünyası altüst oldu. Hızlı
dejenerasyon ve tüm değer yargılarının alt üst olması ile beraber kanaat,
bereket, nasip gibi kavramlar hayatımızdan çıktı, insan nefsinin kulu haline geldi.
Modern insan araçlara sahip oldukça amaçlarını yitirmeye başladı. Araçları
amaçların önüne geçirince araçların insana hükmetmesi, insanı köleleştirmesi
kaçınılmaz oldu.
Sanayi atıkları ile
toprak ve su kirletildi. Suni gübrelerle, genetik oynamalarla gıdaların dengesi
bozuldu. İklimler değişiyor. Ya kuraklık oluyor ya da yaz ortasında büyük sel
felâketleri yaşanıyor. Çevre kirliliğinin aşırı boyutlara ulaşması ile doğal
beslenme kaynaklarımız daralıyor, kıtlık artıyor. Geçim sıkıntısı büyük
kitleleri vuruyor. Bunun sonucunda on milyonlarca insan göç yollarına düşmek
zorunda kalıyor. Yoksulluk ve işsizlik baskısı altındaki kitleler dünyanın geri
kalmış bölgelerinden, zengin ülkelere doğru yoğun bir mülteci akını başlatmış.
Meksika’dan ABD’ye, Türkiye ve Akdeniz üzerinden AB’ye yönelen insan göçünü,
ölümü göze alan insanların çaresizlik içeresindeki umuda yolculuklarını
seyrediyoruz.
“Toynbee'den Sorokin'e,
Spengler'den Quigley'e kadar bütün medeniyet tarihçileri Batı medeniyetinin
'kriz' aşamasında olduğunu düşünmektedirler. Matematik, fizik ve diğer pozitif
bilimlerdeki gelişmelerden de ilham alan dünya-sistem tahlilcileri, aynı
şekilde, kapitalist medeniyetin bir çatallaşma noktasına doğru ilerlemekte
olduğu fikrindedirler. Krizin en belirgin göstergesi, kaos ve belirsizlik gibi
kavramların bütün bilgi alanlarını istila etmiş olmasıdır. Kapitalist
medeniyetin genişleme aracı olan şirketler, insanoğlu için araçları amaç haline
getirdiklerinden, krizin aşılabilmesine katkıda bulunmak şöyle dursun, onu
koyulaştırmaktan başka işe yaramamaktadırlar.”[4]
Dünya tarihin en büyük
medeniyet krizlerinden birini yaşıyor. Bugüne kadar dayattıkları modern düşünce
artık bu post modern dünyada bir çözüm üretmiyor.
Bir Revizyonun
Arifesindeyiz…
Eko-sistem, piyasalar,
nüfus, pandemi gibi başlıklar üzerinden bakıldığında kapitalizmin mevcut
haliyle sürdürülebilir olmadığı görülmektedir. Bu gerçeğin farkında olan
küresel güçler kapitalizmi revizyon planı uygulamaya çalışmakta, devlet
kapitalizminden bir nevi sermaye diktatörlüğü olan şirket kapitalizmine geçiş
planı uygulamaktadırlar. Robotik üretime geçilmesi, tarım ve tohum
tekelleri, devletin para basma tekeline karşı sanal paraların kullanılmaya
başlanması, uzaya araç gönderimini artık şirketlerin yapıyor olması, 3D gıda ve
3D organ üretimi, "savaş sektörünün" güvenlik
şirketlerine bırakılması bunu göstermektedir. Hangi şirketler bunlar diyorsanız
eğer, Fortune Dergisinin her yıl yayınladığı listelere bakın. Listeye giren bu
şirketlerin dünyanın pek çok ülkesinin milli gelirini katlayacak servete sahip
olduklarını göreceksiniz.
İnsanoğlu bu insani hiç
bir değer taşımayan sistem karşısında insani bir alternatif oluşturamadığı
için, kendini birkaç defa allayıp pullayıp yenileme imkânı bulmuş olan neoliberal
dünya düzeni, yeniden farklı bir maskeyle kendini pazarlamaya çalışmaktadır. McKinsey
Global Institute, ‘Küresel ekonomik düzenin yakın bir şekilde yeniden yapılandırılmasını
düşünmek zorundayız’ diyor. Neoliberal küreselleşmeciliğin en önemli yayın
organlarından biri olan Financial Times’ın 29 Aralık 2020 tarihinde, Yayın
Kurulu tarafından kaleme alınan yazı genel hatlarıyla, ‘Harcamalar ve yaşam
koşulları arasındaki büyük fark sistemimizin varlığını tehdit ediyor.
Kapitalizmi terk etmemeliyiz, reforme etmeliyiz’ diyor. Anlaşılan o
ki, kapitalizmin revizyonu merkezi akıl tarafından planlanmaktadır. İnsanları
köle haline getiren sistemin devamı ve tahtlarını bırakmamak için siber savaş,
ekonomik yaptırım, medya manuplasyonu, siyasi suikast, terör saldırıları ve
nükleer şantaj gibi her türlü kaotik Bizans oyununa başvurarak kapitalizmin ömrünü
uzatmaya çalışmaktadır.
Azınlığın çoğunluğu kontrol ettiği bir düzen isteyen egemenler insanları koyun sürüsü haline getirmek için - Covid-19 salgını gibi - kriz projeleri üzerinde sürekli çalışıyorlar. Küresel kapitalizm içinde bulunduğu yapısal krizi restore etmek için bir darbeye ihtiyacı vardı. Covid-19, halkın dikkatini, ekonomik kötü yönetimden ve servet bölünmesinin feci sonuçlarından kaçırıp, inşa edilmek istenen “Yeni Kapitalizm” için zemin oluşturdular. Tüm yapıların yıkımını ve yeni formda yeniden doğuşunu simgeleyen “Great Reset”in (Büyük Sıfırlama)nın başlaması için pandemiyi bir katalizör olarak kullandılar. Önce dünyayı kilitlediler. İnsanlar ölürken, işlerinden güçlerinden olup aç kalırken, virüsün sahipleri milyarlarca doları istifleyip daha zengin oldular. Bill Gates yıllardır bunun için çalışıyordu. Daha fazla kilitlenme, tekno-elite daha çok servet kazandırdı. On milyonlarca kişi, firma ve küçük işletme iflasla karşı karşıya kalırken, Amazon, Microsoft ve Facebook gibi şirketlere uzaktan çalışma devrimi ile milyarlarca dolar kazandı. Pandeminin başlangıcından bu yana yüzde 50 genişlediler.
Time dergisi, 2-9 Kasım
2020 sayısında ‘The Great Reset’ başlığı ile “Büyük Reset”i
kapağına taşıdı. Kapak görselinde yeniden inşa edilen bir dünya ve
yerleştirilen son parçada da küresel güçler tarafından kontrol altına alınmak
istenen Akdeniz olduğu görüldü. Sürekli olarak kapitalizmin yeniden
tanımlanmasına vurgu yapan makalelere yer verilen bu sayıda, ‘Büyük Reset’
fikrinin fikir babası ve Davos’un patronu Klaus Schwab’ın ‘Daha
iyi bir ekonomi mümkün. Ama bunu yapmak için Kapitalizmi yeniden
hayalimizde canlandırmalıyız’ diyor. Yani endüstri devrimi ile başlayan
kapitalizm devriminin artık yeni bir karşılığının bulunması gerektiğini
söylüyor.[5]
Nasıl Bir Dünya Bizi Bekliyor…
Tek kutuplu neoliberal
küreselleşme düzeni arkasında birçok işgal, parçalanmış ülke, iç savaş, insanın
sömürülmesi ve çevrenin acımasızca tahribini bırakarak sonlandı. Neo-liberalizmin
ve küreselleşmenin bırakın insanlığın sorunlarını çözmesini, ekonomik
dengesizlikleri daha da körüklediği görüldü.
Koronavirüs denen bir
bilinmezle hayatı değiştirdiler. Şimdi insanlığın önüne daha faklı senaryolar
koyacaklardır. Yaşanan kaos yeni dengelerin ve ittifakların oluşmasında
belirleyici olacaktır. Yaşanan salgın nedeniyle devlet, siyaset, ekonomi, hukuk,
çalışma hayatı üzerinde büyük değişiklikler olacak, dünya yeniden
şekillenecektir. Bir tarafta başını Çin’in, diğer tarafta ABD'nin çektiği
bloklar arasında, ekonomik ve siyasi çatışmaların başlayacağı,
uluslararası güç yapısının değiştiği, refahın ve özgürlüğün daha az olduğu bir
düzen geliyor. Bundan sonra Güç-Çıkar ilişkisi daha da derinleşecek, daha
parçalı, daha çekişmeli, daha kırılgan bir dünya ile karşı karşıya kalacağız.
Ekonomik olarak sert, zor, çetin bir dönem bizi bekliyor.
Ayrıca, gelecekte her
anımızın kontrol edildiği ve gözetlendiği dijital bir dünya bizi bekliyor. Yeni
düzen toplumun nasıl kontrol edilebileceği üzerine kurgulanıyor. ABD ve Çin’in
kurduğu bu gözetleme sistemleri, George Orwell’in 1984 romanındaki “Big
Brother”ı hatırlatıyor. Google, Facebook,
Amazon gibi devlerin hakkımızda bilgi toplaması, depolaması, polis ve İstihbarat
örgütleri ile paylaşması günümüzün “Big Brother”ı olacaktır.
Dünkü faşist rejimlerin oluşturduğu korku iklimini bugün serbest piyasa maskesi altında Facebook, Google, Apple, Twitter ve Microsoft yapıyor. Küresel elitin kontrolü altındaki dijital iletişim teknolojisinin imkânlarıyla bir Firavunlar dönemine girilmektedir. Teknolojik gözetleme sistemleri ile insanların her an gözetlenmesi ve ceza alma korkusuyla yaşaması özgürlüğe ve mahrem hayata darbe vuracaktır. İnsanlar görünmez bir düşmandan korunmak için bir güce sığınma ihtiyacı duyduğu için, artık insanlar modern diktatörlerin dijital tasmalarını boyunlarına kendi elleriyle geçirecekler. İnsanlığı efendilerine itaat etmeye ayarlanmış mankurtlaştırılmış robotlara dönüştürecekler.
Çip takmayanların, HES
kodu olmayanların devlet dairesinden hizmet alamadığı, hastaneye, okula
gidemediği, sosyal ortamlara giremediği bir dünyada yaşayacağız. Salgın, savaş
ve çevre felaketlerinin sebep olacağı kargaşa nedeniyle güvenliğin çok önemli
hale geldiği bu çağda daha kapalı, daha otoriter ve baskıcı sistemler öne
çıkacak.
Küresel Eğilimler ve
Türkiye…
Bölgemizde yaşanan
çatışmalara baktığımızda en temel özelliğin bölgenin sahip olduğu kültürel
yapı, doğal kaynaklar ve enerji kaynakları olduğu ve bu nedenle AB, ABD, Rusya
ve Çin gibi küresel güçlerin çıkarlarının alanı olduğudur. Jeopolitik
teorilerin hemen hemen tamamı bu bölgeye hâkim olan gücün tüm dünyaya
hükmedeceği üzerine kurgulanmıştır. Huntigton’un medeniyetler çatışması tezinin
de temel kurgu bölgesi yine bu bölgedir. Yine Brzezinski’nin “Büyük
Satranç Tahtası” adlı çalışması da bu bölgeye yöneliktir.
Türkiye sahip olduğu
yetişmiş insan kaynağı ve tarihten gelen birikimiyle bölgede lider konumunda
olabilecek önemli bir ülkedir. Bölgede olabilecek herhangi bir değişiklik, yeni
bir yapılanma ve herhangi bir sorunun çözümü Türkiye’siz olamaz. Doğu
Akdeniz’de adeta Haçlı Donanması ile karşı karşıyayız. Ermenistan-Azerbaycan
çatışmasıyla Rusya ile Türkiye’yi karşı karşıya getirme çabası var.
Türkiye artık eskisi gibi Batılıların her istediğini yapan bir ülke değil, emperyalistlerin hesaplarını bozmaya başladı. S-400 sistemine bu kadar aşırı tepki vermelerinin sebebi budur. Türkiye kendisini koruyamaz olsun, savunmada her daim onlara muhtaç olsun istiyorlar. Türkiye’yi iç ve dış badirelere aynı anda müdahale etmek mecburiyetinde bırakarak “küresel güç merkezi”nin isteklerine karşı çıkmasın, ona itaat etsin istiyorlar.
Dünyadaki İslam Karşıtlığı ve İslam Dünyası…
Dünyadaki hakim güçler iktidarlarını devam ettirmek için her zaman kendilerine bir “düşman’ ilan ederler. İslam dünyasında Baasçılık, Kemalist ulusçuluk gibi Batıcı projelerin çökmesi sonucunda İslami söylemin siyasi, sosyal ve entelektüel bazda yeniden yükselmesi Batılıları ve yerli işbirlikçilerini korkuttu. Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle NATO yeni düşman olarak İslam’ı hedef tahtasına koydu. Bosna katliamı, Cezayir askeri darbesi ve Ermenilerin Karabağ'ı işgal etmesi gibi olaylara bu bağlamda bakmak gerekiyor. ABD’deki 11 Eylül saldırıları da bu bağlamda bir dönüm noktası oldu. Ondan sonra Afganistan ve Irak'ın işgal edildi, daha sonra Suriye, Irak, Yemen, Libya, Keşmir’de Müslümanların yaşadığı acı, baskı ve ölümler peş peşe gelmeye başladı.
Bu yetmiyormuş gibi, İran’ın mezhebi bir taassupla Suriye’den Irak’a, Lübnan’dan Yemen’e kadar gerçekleştirdiği vahşet ve katliamlar işin tuzu biberi oldu. Emperyalistlerin kölesi Suudi yönetimi de, İslâm dünyasını kan gölüne çevirmekten çekinmeyen Şii ve Fars elitler kadar alçakça eylemlerde bulundu. Acıdır ki Mısır, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri İsrail merkezli emperyalist politikalara payanda oldu. Bunlar Haçlı-Siyonist ortaklığın Müslüman kılıklı yardakçıları olarak tarihe kara bir leke olarak geçeceklerdir. İsrail’in bu kadar pervasız zulüm ve işgallerine devam etmesinin sebebi İslam dünyasının kendi içindeki bu zillet halidir.
“Terörle mücadele” adı altında, İslam’ın terörle özdeşleştirildiği, “Müslümanların şeytanlaştırıldığı” sinsi bir stratejiyle İslâm dünyasında başlayan uyanışa darbe vurma yoluna gittiler. İslamofobik saldırılar küresel bir eğilim haline gelmiş, sözde bir “İslam tehdidi” kasten bir güvenlik meselesi haline getirilmiştir.
İslam ve Müslümanlar
etrafında kopartılan bütün bu gürültünün ve patırtının sebebi çok kültürlülüğün
iflas etmesi ve koronavirüs salgını sırasında derinleşen ekonomik krize karşı
gelişen protestolar karşısında gittikçe otoriterleşen bir Avrupanın ortaya
çıkmaya başlamasıdır. Şimdi, İslam düşmanlığı üzerinden daha otoriter, daha
ırkçı, farklı kültürlere tahammülü olmayan bir Avrupa dizayn ediliyor. Aşırı
sağcı partiler yükseliştedir. Avrupalı politikacıların, medyanın ve elitlerin
dili Müslümanlara yönelik sert, ayrımcı ve ırkçı söylemlerle doludur.
Müslümanların dini özgürlükleri gün geçtikçe kısıtlanmakta, Müslüman karşıtı
ayrımcı yasal düzenlemeler yapılmakta, sokaklarda daha fazla sözlü ve fiziksel
şiddette maruz kalmakta, İslami kuruluşlar sudan sebeplerle kapatılmaktadır.
Uluslararası sistemde
artan belirsizlik, eşitsizlikk ve ilkesizliğin iyileştirilmesi, güvenliğin
sağlanması ve kaosun önüne geçilmesi için herhangi bir adım atmayan
semperyalist sistem dikkatleri kendi üzerinden uzaklaştırmak için kurban olarak
maalesef sahipsiz olan Müslümanları seçmiştir.
Çözüm Nedir?
Tıkanma noktasına gelen ve ekseninden oynayamaya başlamış olan dünya büyük bir hesaplaşmaya hazırlanmaktadır. Kaosun
eşiğine doğru sürüklenen dünya büyük gelişmelere gebedir. Küresel güç
sıralanmasını şekillendirecek olan bu büyük kapışmaya hazır olmayanlar ayaklar
altında ezilecektir.
Bizlerin böyle kaotik
bir ortamda zihinsel hijyenimizi koruyarak düşünmemiz gerekiyor. Her an her şey
olabilir. Değişen durumlara göre kendi senaryomuzu yazmak, uzun soluklu
okumalar yapmak zorundayız. Bizi nelerin beklediğini önceden görmemiz
gerekmektedir. Bir mücadele ekseni kim tarafından tasarlanıp ayarlanıyorsa
kazananı da o olur. Yeni bir dünya kurulurken bizim de üzerimize düşen tarihî
yükümlülük üzerinde bütün yönleriyle, derinlemesine kafa yormamız gerekiyor.
Şu an dünyada yaşanan
kriz bize neoliberal kapitalizmin alternatifini düşünmek için bir şans
veriyor. Gelmekte olan devletsiz
diktatörlüğü durdurabilmek için önce ona karşı koyacak bir inancı ve ondan
kaynaklanan fikri ortaya koymak gerekmektedir. Kitleleri, gerçekliği olan,
insanlığa ebedi bir yol haritası sunan, vahiy çizgisinin ışığı altındaki bir
inanç ve fikir örgütler.
Gelecek kuşaklara olan
sorumluluğumuzu da unutmayarak, şimdiden bir ortak akıl oluşturmak,
koordinasyon içinde çalışmanın temellerini atmak gerekiyor. Halihazırda yürüyen
çalışmaların çoğu, çok iyi niyetli olmasına rağmen bir akıl ortaklığının değil
tam tersine herkesin kendi küçük dünyasına, kendi gündemine odaklandığı
bir durumu tarif ediyor. Günlük sığ politik tartışmalar ve taraflaşmalar
arasında sıkışan, önüne konulan gündeme sadece muhalefet eden, kendisi gündem
belirleyemeyen, bilinci kilitlenmiş, sorgulama yeteneğini kaybetmiş, özgün bir
fikri ve verimli bir pratiği olmayan herkes kaybedecektir.
Yeni umutların, yeni
beklentilerin doğduğu bu dönemde, sorgulayan, araştıran, düşünen, Deccaller'in
tuzaklarına düşmeyen Müslümanların pozisyon alması icap etmektedir. Mevcut
düzenin çıkmazda olduğu bir dünyada insanı ve toplumu korumak için artık İslam
dışında bir alternatif bulunmamaktadır. Kapitalizmin amentüsü olan sınırsız
ihtiyaçlar algısı yerine, ihtiyaçların sınırlı olduğu ve doğru kullanıldığı
takdirde Rabbimizin bahşettiği kaynakların herkese yeteceği anlayışına dayalı
daha dayanıklı ve daha insani yeni bir ekonomik düzenin ve toplumun inşa
edilmesi gerekmektedir.
Şeytaniler, insanların
uyanmasını önlemek için ellerinden gelen her şeyi yapıyor. Evangelist
Hıristiyanlar "Tanrı'yı Kıyamete Zorlamak" ve "Son"un
gelmesini çabuklaştırarak Mesih'i bekliyor. Şiiler 12. İmamı, bir kısım Sünni
cemaat ve tarikatlar da Mehdi'yi bekliyor. Hepsi Armagedon Savaşını ve Cennet
Krallığında yeniden doğumu umut ediyor.
Bizim ise hayat
sermayesi sona ermeden bu seraptan yeni bir dünya kurma arayışına uyanmamız
gerekiyor. Bu arınma sürecinde var olma yolunda, insan ne kadar erken uyanırsa
o kadar hızlı ilerler. İnsan düzelirse dünya da düzelir.
İnşallah İslam’ın
merhamet iklimi, iyice bunalan ve kurtuluş arayan insanoğlunu kula kul olmadan
özgürlüğünü elde etme yolculuğunda bu kaostan kurtaracaktır. Çözüm tevhidi
nizama uymak, dinimizin çizdiği rotaya uymak ve insani değerleri yeniden hayata
geçirmektir.
Rahmetli Muhammed Ebu
Zehra üstadın dediği gibi;
Müslümanlar sahip oldukları kaynakları fark edip bunları kullanmaya başladıklarında yeryüzünün medar-ı iftiharı bir güç haline gelirler. Bu güç karşısında düşmanlar titrer; her bir beyanlarının etkisiyle uykuları kaçar.
[1] https://www.project-syndicate.org/
A Greater Depression? Mar 24, 2020 Nouriel Roubini
[2] Credit
Suisse, Global wealth databook 2019
[3] Deutsche
BankResearch, GlobalStrategy, Long-Term Asset Return Study, 8 September 2020
[4] XXI YİRMİBİRİNCİ YÜZYILDA TÜRKİYE, Mustafa Özel, XXI. Yüzyılda İslam Dünyası ve Türkiye, Milletlerarası Tartışmalı İlmî Toplantı, 28-30 Mart 2003, İstanbul)
[5] https://www.veryansintv.com/time-dergisinin-kasim-surprizi-great-resetin-mavi-vatan-ile-ne-ilgisi-var