1 Şubat 2021 Pazartesi

BİR HUZURSUZ DÜNYA

(Umran Dergisi)

        

Dünya Nereye Gitmektedir…

İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesinden Berlin Duvarı’nın yıkılmasına kadar Batı’da NATO’nun, Doğu’da Varşova Paktı’nın temsil ettiği iki kutuplu bir dünya vardı. Sovyetler Birliği dağılınca, bunu Fukuyama’nın “tarihin sonu” tezi doğrultusunda liberalizmin ve Batı’nın siyasi, ideolojik ve ekonomik zaferi olarak yorumladılar. ABD, dünyanın kaderi üzerinde tek söz sahibi olduğu iddia ve kuruntusuna kapılınca güç dengeleri sarsılmaya başladı.

Amerikan tarihinde İç Savaş (1861-1865) döneminden bu yana en kritik gerilimim yaşandığı 2020 Başkanlık Seçimi, “süper gücün” ciğerlerinden hırıltılar geldiğini gösterdi. Demokrasi ve özgürlükler ülkesi olarak lanse edilen ABD ırkçılık ve işsizlik sorunlarıyla çatırdıyor. ABD’de küreselci beyaz yakalıların desteklediği Biden ile milliyetçi, muhafazakar ve geleneksel zenginlerin desteğini alan Trump arasındaki çekişmenin kutuplaşmayı arttıracağı kesin. Irkçıların silahları ile sokaklarda kol gezdiği ülkede kutuplaşma geri dönülmez bir noktaya taşınabilir. Önümüzdeki zamanada ABD’de köklü değişim ve dönüşümlerin olacağı görülüyor. Yaşadığı bu gerilimin, son yıllarda dünyadaki siyasi hegemonyasını zaten yitirmiş olan ABD’nin, ekonomik hegemonyasının da bitişine neden olması çok muhtemel. ABD artık herkesin üzerinde baskı kurabilecek bir ülke değil. ABD’nin gerilemesi ve çöküşünü önlemek için, hem Çin ve Rusya’nın çevrelenmesi, hem de Ortadoğu’daki Avrasya ana geçiş merkez hattının kesilmesi gerekiyordu. İşte bu nedenle İslam beldelerini cehenneme çevirdiler.

ABD’nin mutlak hakim olduğunu düşündüğü dünya düzeninin uzun soluklu olamayacağı belliydi. Soğuk savaş döneminde oluşturulan kapitalist ve komünist iki bloklu dünyada modernite bir müddet daha hayatiyetini devam ettirme imkânı bulmuştu. Ne var ki, İkinci Dünya Savaşı’ndan kalan kural, usul ve kurumlara göre işleyen liberal düzenin, dünyada gittikçe yoğunlaşan jeopolitik ve ideolojik gerilimler sonucunda sürdürülebilirliği sorgulanmaya başlamıştı.

Yaşadığımız pandemi süreci egemen güçlerin güdümündeki küresel dünya sisteminin ne kadar kırılgan olduğunu ve güçlü bir bağışıklık sistemine sahip olmadığını göstermiştir. Dünya, Büyük Buhrandan beri yaşanan en büyük ekonomik krizin eşiğindedir. 2008 krizini önceden tahmin eden kriz kâhini Nouriel Roubini, “Covid-19’un küresel ekonomiye verdiği şok etkisi, 2008 küresel finansal krizinden ve hatta (1929) Büyük Buhrandan daha hızlı ve daha şiddetli[1] diyor. Mevcut sistemin tüm askeri ve ekonomik imkânlarına rağmen mali ve ekonomik olarak çökebileceği görülmüştür. ABD ve Avrupa ülkelerinin kendi vatandaşlarını ‘salgına’ karşı koruyamaması ve yaşlılarını ölüme terk edişi, Batı dünyasının dünya liderliğini hak etmediğini göstermiştir.

Artık günümüzde dünya büyük güçler arasında bir rekabete sahne olmaktadır. Özellikle 1990-2020 yılları arasında, yenidünya düzeni olarak vaat edilen her şey alt üst olmuştur. İkinci Dünya savaşının güçler dengesine göre kurulmuş olan dünya düzeni, büyük bir değişimin ve yeni bir biçimlenişin arifesinde bulunuyor. Dünya düzeninde kâğıtlar yeniden karılmakta, dengeler değişmekte, saflar yeniden belirlenmektedir.

Dünya, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin kendi çıkarlarına göre karar veren beş üyesinin tahakkümü altındadır. Küresel statükoya hizmet eden kurumlar BM, Dünya Sağlık Örgütü, Dünya Bankası, IMF, OECD gibi kuruluşlar bugüne kadar pisliği halının altına süpürerek statükoyu korumaya çalıştılar. Dünyanın birçok yerinde meydana gelen krizleri çözme imkân ve kabiliyeti olmayan ömrünü tamamlamış BM teşkilatının ve ayrıcalıklı ülkelerin istekleri doğrultusunda dünyayı yönlendiren Güvenlik Konseyi’nin yapısının değiştirilmesi zorunlu hale gelmiştir. Fakat bu yönde herhangi bir gelişme gözlenmemekte pansuman tedbirlerle idare-i maslahata devam etmektedirler.

Her güç odağı dünyayı kendi menfaati istikametine doğru çekmeye çalışmaktadır. Bunun için terör örgütleri, vekalet savaşları, bölgesel güçler devreye sokulmaktadır. Küresel ekonomide süregelen durgunluk, yatırımların azalması, genişleyen borç yükü ile birlikte mevcut uluslararası para politikaları artık ulusal ekonomileri küresel pazarların güçlü aktörlerine karşı koruyamamaktadır. İnsanların kimliklerini yok sayan, yerel kültürleri yok eden, eşitsizlik ile sosyal dışlanmanın birbirini besleyerek çözümsüz bir kısır döngüye dönüştüğü, bir gecede milyarder olan insanlara karşı karnını zor doyuran arasındaki uçurumun giderek açıldığı bu kaotik şartlarda küresel sürdürülebilir bir düzen söz konusu olamazdı.

Bir devlet kapitalizmi olan Sovyet sisteminin çöküşünü gören insanlık küresel kapitalizmin çöküşüne de şahit olacaktır. Çünkü çöküş devletlerarası bir mücadeleden ziyade sistemik bir çöküştür. Sorun büyüktür, temeldedir ve sistemseldir. Sovyetler Birliği’nde başlayan ve adım adım Avrupa ve ABD’yi de içerecek olan bir çöküş serisi başlamıştır. Çünkü çevreyi tahrip eden, insan emeğini sömüren sanayi kapitalizmi artık sürdürülebilir değildir.

Dünya Isınıyor…

Yenidünya düzeni ve küresel liderlik konusunda dünyada bir kapışma vardır. Küresel ticaret ve teknolojik gelişme Batı’dan Doğu’ya kaydıkça gerginlik tırmanmakta, istikrarsız bir dünyaya doğru toplumları itmektedir. Yeni küresel sistem inşası için Batı ve Asya arasında bir kapışma ve şiddetli bir jeopolitik türbülans söz konusudur.  Dünyanın neresine bakarsanız bakın, en doğusundan en batısına kadar hem ideolojiler, hem jeopolitik hatlar hem de ekonomik yapılar itibariyle küresel bir karmaşa olduğu görülmektedir.

Çin, “alternatif küreselleşme girişimi olarak İpek Yolu Projesini ileri sürüyor. Bir Kuşak Bir Yol Projesine bağlı mega projeleri, 5G, silah ve nükleer teknolojilerini geliştirip, ekonomik kapasitesini artırdıkça, ABD kendi hegemonyasını kaybedeceğini düşünüyor. Teknoloji,  yatırım ve finans konusunda ABD ve Çin arasındaki ekonomik, siyasi ve askeri mücadele yeni bir soğuk savaşın sinyallerini veriyor. Hegemonya yarışında diğer bir konu da hâkim paranın nasıl olacağı konusudur. Halen dünya üzerinde rezerv para olan ABD dolarının hakimiyetni kırmak için, Çin dijital para alternatifleri üzerine çalışmakta, diğer ülkelerle birlikte yeni bir para sistemi arayışı içine girmektedir.

Ayrıca, bilgiye hükmeden ve yönlendiren bir yapay zekâ savaşı başlatılmış bulunmaktadır. Hakimiyeti sadece konvansiyonel silahlarla ve ekonomik güç ile değil, beyinleri kontrol ederek de gerçekleştirmek istiyorlarr. Zi­hinleri kontrol edenin, dünyayı da kontrol edeceği için,  siber casusluk ve siber sabotaj konuları öne çıkmış durumdadır. Ülkeler ve mega-şirketler siber yöntemlerle oluşturulan tekno-çatışma ve finansal oyunlarla ve yaptırımlarla ellerini güçlendirme yarışında olduğu için büyük bir kaotik ortamın beklenebileceğini görmemiz gerekiyor.

Kaos Çağına Giriyoruz…

Bilim ve teknolojide bu kadar ilerlenmesine rağmen, 21. yüzyılda geldiğimiz medeniyet ortamında insanoğlu iç huzuru bulamamış ve bunalımdadır. Bugün dünyadaki yedi milyar insandan sadece bir kaç milyonu rahat yaşayabilmekte, tüm dünyayı ise 25-50 bin arasındaki Firavunlaşmış elitler yönetmektedir. Dünyanın büyük bölümünde yoksulluk artıyor, zengin ülkeler ayrıcalıklarını kaybetmemek için her yolu deniyor ve bu nedenle jeostratejik çapta da fay hatlarını oynatıyorlar.

Oldukça sorunlu ve kırılgan olan küresel sistem bir kaos döneminden geçmektedir. Çünkü sadece kendisinin kazanan olduğu bir anlayışla hareket eden egemenler yoksulluğa, eşitsizliğe ve umutsuzluğa yol açan ihmalkâr politikalar izlemekte, milyonlar acı çekmeye devam etmektedir. 2008’de patlayan finans kaosu, aşırı liberal sistem uygulamalarından ve piyasa mekanizmasındaki aç gözlülük ve ahlaksızlıktan kaynaklanmıştı. Küreselleşme süreciyle birlikte toplumun en üstüyle en altı arasındaki servet uçurum giderek derinleşmektedir. Dünya Bankası verilerine göre, bugün 3 milyar insan günde 2$ altında bir gelir ile yoksulluk, 1,5 milyar insan ise günde 1 $ altında gelir ile açlık sınırında yaşamaktadır.  Küresel servetin yüzde 82'lik bölümü en zengin yüzde 1'lik kesimin cebine gitmektedir.[2] Gelir paylaşımdaki adaletsizlik ve sömürü sorunu, küresel kapitalist sistemin en büyük açmazlarıdır.

Yönetici eliti tarafından suiistimal edilmiş yoksul ve çaresiz insanların varlığı, harap olmuş sosyo-ekonomik ortam, baskılar nedeniyle siyasal olarak kendini ifade edememe, sermayeye alan açmak için doğal kaynakların tahrip edilmesi, iklim krizi, yönetici kesimin adaletsiz uygulamaları, sağlık hizmetlerinde eşitsizlik, iş güvensizliği, kitlesel gösterileri tetiklemektedir. Dünyadaki militarist, ırkçı ve şiddet yanlısı hükûmetler ve işgalci güçler onur, eşitlik ve devlet şiddetinin son bulmasını talep eden göstericileri kontrol altına almak için silahlarına, gaz kapsüllerine ve coplarına sarılmayı sürdürdükleri müddetçe kaybedecek çok şeyi olmayan kızgın ve öfkeli kalabalıkları kendilerine zulmedenlere karşı başkaldırmaya devam edecektir.

Küresel finans oligarşisi ve tekno-oligarşi dünya üzerindeki iktidarlarını yürütebilmek için artık sürdürülemez olan sistemi şimdi değiştirmek istiyorlar. Bunun için hegemon bir yapıya ihtiyaç olduğu için kaostan beslenerek bunu gerçekleştirmeye çalışıyorlar. Ekonomiler batmış, ülkeler parçalanmış, milyonlarca insan ölmüş, yerinden yurdundan olmuş umurlarında bile değil.

Teknoloji yarışı, ülkeler arası çıkar çatışmaları ve artan gerilimler nedeniyle toplumsal dönüşüm ve çözülmeler olağanüstü hızlanmış durumda. Günden güne artan bu gerilim bir kaos işaretidir. Dünya artık çok kutuplu bir görüntü vermeye başlamıştır. Dünyadaki ülkeler arası güç mücadelesi, askeri sorunlar, ekonomik zorluklar, salgın hastalıklar, güçlüden yana işleyen dünya düzeni, ticari rekabet, uluslararası sermaye hareketleri ve pazar çatışmaları, boyutları büyümüş sorunlar olarak sürüyor. Emperyalist ülkeler dünyayı paylaşma mücadelesi verirken dünyanın büyük bölümünde insanların yoksulluğu ve sömürülmesi de artıyor. 

Dünya hızla bir ‘kaos çağına’ doğru ilerlemektedir. 2020 Eylül ayında Alman Deutsche Bank, dünyanın artık küreselleşme çağından kaos çağına geçtiğini doğrulayan bir çalışma yayınladı. Çalışma, küresel üretim durumunu dünyadaki ekolojik değişim ile ilgili endişeler, teknolojik devrim, mevcut ve gelecek nesiller arasındaki rekabetin sertleşmesi ile ilişkilendirerek 1980'den bu yana devam eden küreselleşme çağının yerini 'karışıklık çağına' bıraktığını vurguluyor.[3] Sadece öldürmeye programlanmış özel ordular, terörist milis güçleri, yeni geliştirilen kitle imha silahları, siber dünyada insanların kafalarındaki fikirleri, bilgileri manuple, algılarını değiştiren ölümcül araçlar ve sonunun nereye varacağı bilinmeyen yapay zekâ devrimi. Çağdaş dünyanın kırılganlığını gösteren en korkutucu delil, Covid-19 virüsü ile mücadelede görülen çaresizlik ve baş edilmediği takdirde dünyayı bekleyen panik ve kaostur.

İnsanlık Bir Medeniyet Krizi Yaşıyor…

Bu haz ve hız çağında, dijital çağın baş döndürücü teknolojik gelişmeleri içinde sanal dünyada insan kayboluyor. İnsan, arzu ve taleplerinin, zevkinin kölesi oldu, çıkar elde etmede ahlâki bir ölçüsü kalmadı. İnsanın yaradılış, inanç, ahlâk, ilke, sevgi, sorumluluk, adalet ve merhamet bağlamında anlam dünyası altüst oldu. Hızlı dejenerasyon ve tüm değer yargılarının alt üst olması ile beraber kanaat, bereket, nasip gibi kavramlar hayatımızdan çıktı, insan nefsinin kulu haline geldi. Modern insan araçlara sahip oldukça amaçlarını yitirmeye başladı. Araçları amaçların önüne geçirince araçların insana hükmetmesi, insanı köleleştirmesi kaçınılmaz oldu.

Sanayi atıkları ile toprak ve su kirletildi. Suni gübrelerle, genetik oynamalarla gıdaların dengesi bozuldu. İklimler değişiyor. Ya kuraklık oluyor ya da yaz ortasında büyük sel felâketleri yaşanıyor. Çevre kirliliğinin aşırı boyutlara ulaşması ile doğal beslenme kaynaklarımız daralıyor, kıtlık artıyor. Geçim sıkıntısı büyük kitleleri vuruyor. Bunun sonucunda on milyonlarca insan göç yollarına düşmek zorunda kalıyor. Yoksulluk ve işsizlik baskısı altındaki kitleler dünyanın geri kalmış bölgelerinden, zengin ülkelere doğru yoğun bir mülteci akını başlatmış. Meksika’dan ABD’ye, Türkiye ve Akdeniz üzerinden AB’ye yönelen insan göçünü, ölümü göze alan insanların çaresizlik içeresindeki umuda yolculuklarını seyrediyoruz.  

“Toynbee'den Sorokin'e, Spengler'den Quigley'e kadar bütün me­deniyet tarihçileri Batı medeniyetinin 'kriz' aşamasında olduğunu dü­şünmektedirler. Matematik, fizik ve diğer pozitif bilimlerdeki gelişme­lerden de ilham alan dünya-sistem tahlilcileri, aynı şekilde, kapitalist medeniyetin bir çatallaşma noktasına doğru ilerlemekte olduğu fikrin­dedirler. Krizin en belirgin göstergesi, kaos ve belirsizlik gibi kavramla­rın bütün bilgi alanlarını istila etmiş olmasıdır. Kapitalist medeniyetin genişleme aracı olan şirketler, insanoğlu için araçları amaç haline getir­diklerinden, krizin aşılabilmesine katkıda bulunmak şöyle dursun, onu koyulaştırmaktan başka işe yaramamaktadırlar.”[4]

Dünya tarihin en büyük medeniyet krizlerinden birini yaşıyor. Bugüne kadar dayattıkları modern düşünce artık bu post modern dünyada bir çözüm üretmiyor.

Bir Revizyonun Arifesindeyiz…

Eko-sistem, piyasalar, nüfus, pandemi gibi başlıklar üzerinden bakıldığında kapitalizmin mevcut haliyle sürdürülebilir olmadığı görülmektedir. Bu gerçeğin farkında olan küresel güçler kapitalizmi revizyon planı uygulamaya çalışmakta, devlet kapitalizminden bir nevi sermaye diktatörlüğü olan şirket kapitalizmine geçiş planı uygulamaktadırlar. Robotik üretime geçilmesi,  tarım ve tohum tekelleri, devletin para basma tekeline karşı sanal paraların kullanılmaya başlanması, uzaya araç gönderimini artık şirketlerin yapıyor olması, 3D gıda ve 3D organ üretimi, "savaş sektörünün" güvenlik şirketlerine bırakılması bunu göstermektedir. Hangi şirketler bunlar diyorsanız eğer, Fortune Dergisinin her yıl yayınladığı listelere bakın. Listeye giren bu şirketlerin dünyanın pek çok ülkesinin milli gelirini katlayacak servete sahip olduklarını göreceksiniz.

İnsanoğlu bu insani hiç bir değer taşımayan sistem karşısında insani bir alternatif oluşturamadığı için, kendini birkaç defa allayıp pullayıp yenileme imkânı bulmuş olan neoliberal dünya düzeni, yeniden farklı bir maskeyle kendini pazarlamaya çalışmaktadır. McKinsey Global Institute, ‘Küresel ekonomik düzenin yakın bir şekilde yeniden yapılandırılmasını düşünmek zorundayız’ diyor. Neoliberal küreselleşmeciliğin en önemli yayın organlarından biri olan Financial Times’ın 29 Aralık 2020 tarihinde, Yayın Kurulu tarafından kaleme alınan yazı genel hatlarıyla, ‘Harcamalar ve yaşam koşulları arasındaki büyük fark sistemimizin varlığını tehdit ediyor. Kapitalizmi terk etmemeliyiz, reforme etmeliyiz’ diyor. Anlaşılan o ki, kapitalizmin revizyonu merkezi akıl tarafından planlanmaktadır. İnsanları köle haline getiren sistemin devamı ve tahtlarını bırakmamak için siber savaş, ekonomik yaptırım, medya manuplasyonu, siyasi suikast, terör saldırıları ve nükleer şantaj gibi her türlü kaotik Bizans oyununa başvurarak kapitalizmin ömrünü uzatmaya çalışmaktadır.

Azınlığın çoğunluğu kontrol ettiği bir düzen isteyen egemenler insanları koyun sürüsü haline getirmek için - Covid-19 salgını gibi - kriz projeleri üzerinde sürekli çalışı­yorlar. Küresel kapitalizm içinde bulunduğu yapısal krizi restore etmek için bir darbeye ihtiyacı vardı. Covid-19, halkın dikkatini, ekonomik kötü yönetimden ve servet bölünmesinin feci sonuçlarından kaçırıp, inşa edilmek istenen “Yeni Kapitalizm” için zemin oluşturdular. Tüm yapıların yıkımını ve yeni formda yeniden doğuşunu simgeleyen “Great Reset”in (Büyük Sıfırlama)nın başlaması için pandemiyi bir katalizör olarak kullandılar. Önce dünyayı kilitlediler. İnsanlar ölürken, işlerinden güçlerinden olup aç kalırken, virüsün sahipleri milyarlarca doları istifleyip daha zengin oldular. Bill Gates yıllardır bunun için çalışıyordu. Daha fazla kilitlenme, tekno-elite daha çok servet kazandırdı. On milyonlarca kişi, firma ve küçük işletme iflasla karşı karşıya kalırken, Amazon, Microsoft ve Facebook gibi şirketlere uzaktan çalışma devrimi ile  milyarlarca dolar kazandı. Pandeminin başlangıcından bu yana yüzde 50 genişlediler.

Time dergisi, 2-9 Kasım 2020 sayısında ‘The Great Reset’ başlığı ile “Büyük Reset”i kapağına taşıdı. Kapak görselinde yeniden inşa edilen bir dünya ve yerleştirilen son parçada da küresel güçler tarafından kontrol altına alınmak istenen Akdeniz olduğu görüldü. Sürekli olarak kapitalizmin yeniden tanımlanmasına vurgu yapan makalelere yer verilen bu sayıda, ‘Büyük Reset’ fikrinin fikir babası ve Davos’un patronu Klaus Schwab’ın Daha iyi bir ekonomi mümkün. Ama bunu yapmak için Kapitalizmi yeniden hayalimizde canlandırmalıyız’ diyor. Yani endüstri devrimi ile başlayan kapitalizm devriminin artık yeni bir karşılığının bulunması gerektiğini söylüyor.[5]

Nasıl Bir Dünya Bizi Bekliyor…

Tek kutuplu neoliberal küreselleşme düzeni arkasında birçok işgal, parçalanmış ülke, iç savaş, insanın sömürülmesi ve çevrenin acımasızca tahribini bırakarak sonlandı. Neo-liberalizmin ve küreselleşmenin bırakın insanlığın sorunlarını çözmesini, ekonomik dengesizlikleri daha da körüklediği görüldü.

Koronavirüs denen bir bilinmezle hayatı değiştirdiler. Şimdi insanlığın önüne daha faklı senaryolar koyacaklardır. Yaşanan kaos yeni dengelerin ve ittifakların oluşmasında belirleyici olacaktır. Yaşanan salgın nedeniyle devlet, siyaset, ekonomi, hukuk, çalışma hayatı üzerinde büyük değişiklikler olacak, dünya yeniden şekillenecektir. Bir tarafta başını Çin’in, diğer tarafta ABD'nin çektiği bloklar arasında, ekonomik ve siyasi çatışmaların başlayacağı, uluslararası güç yapısının değiştiği, refahın ve özgürlüğün daha az olduğu bir düzen geliyor. Bundan sonra Güç-Çıkar ilişkisi daha da derinleşecek, daha parçalı, daha çekişmeli, daha kırılgan bir dünya ile karşı karşıya kalacağız. Ekonomik olarak sert, zor, çetin bir dönem bizi bekliyor.

Ayrıca, gelecekte her anımızın kontrol edildiği ve gözetlendiği dijital bir dünya bizi bekliyor. Yeni düzen toplumun nasıl kontrol edilebileceği üzerine kurgulanıyor. ABD ve Çin’in kurduğu bu gözetleme sistemleri, George Orwell’in 1984 romanındaki “Big Brother”ı hatırlatıyor.  Google, Facebook, Amazon gibi devlerin hakkımızda bilgi toplaması, depolaması, polis ve İstihbarat örgütleri ile paylaşması günümüzün “Big Brother”ı olacaktır.

Dünkü faşist rejimlerin oluşturduğu korku iklimini bugün serbest piyasa maskesi altında Facebook, Google, Apple, Twitter ve Microsoft yapıyor.  Küresel elitin kontrolü altındaki dijital iletişim teknolojisinin imkânlarıyla bir Firavunlar dönemine girilmektedir. Teknolojik gözetleme sistemleri ile insanların her an gözetlenmesi ve ceza alma korkusuyla yaşaması özgürlüğe ve mahrem hayata darbe vuracaktır. İnsanlar görünmez bir düşmandan korunmak için bir güce sığınma ihtiyacı duyduğu için, artık insanlar modern diktatörlerin dijital tasmalarını boyunlarına kendi elleriyle geçirecekler. İnsanlığı efendilerine itaat etmeye ayarlanmış mankurtlaştırılmış robotlara dönüştürecekler.

Çip takmayanların, HES kodu olmayanların devlet dairesinden hizmet alamadığı, hastaneye, okula gidemediği, sosyal ortamlara giremediği bir dünyada yaşayacağız. Salgın, savaş ve çevre felaketlerinin sebep olacağı kargaşa nedeniyle güvenliğin çok önemli hale geldiği bu çağda daha kapalı, daha otoriter ve baskıcı sistemler öne çıkacak.

Küresel Eğilimler ve Türkiye…

Bölgemizde yaşanan çatışmalara baktığımızda en temel özelliğin bölgenin sahip olduğu kültürel yapı, doğal kaynaklar ve enerji kaynakları olduğu ve bu nedenle AB, ABD, Rusya ve Çin gibi küresel güçlerin çıkarlarının alanı olduğudur. Jeopolitik teorilerin hemen hemen tamamı bu bölgeye hâkim olan gücün tüm dünyaya hükmedeceği üzerine kurgulanmıştır. Huntigton’un medeniyetler çatışması tezinin de temel kurgu bölgesi yine bu bölgedir. Yine Brzezinski’nin  “Büyük Satranç Tahtası” adlı çalışması da bu bölgeye yöneliktir.

Türkiye sahip olduğu yetişmiş insan kaynağı ve tarihten gelen birikimiyle bölgede lider konumunda olabilecek önemli bir ülkedir. Bölgede olabilecek herhangi bir değişiklik, yeni bir yapılanma ve herhangi bir sorunun çözümü Türkiye’siz olamaz. Doğu Akdeniz’de adeta Haçlı Donanması ile karşı karşıyayız. Ermenistan-Azerbaycan çatışmasıyla Rusya ile Türkiye’yi karşı karşıya getirme çabası var.

Türkiye artık eskisi gibi Batılıların her istediğini yapan bir ülke değil, emperyalistlerin hesaplarını bozmaya başladı. S-400 sistemine bu kadar aşırı tepki vermelerinin sebebi budur. Türkiye kendisini koruyamaz olsun, savunmada her daim onlara muhtaç olsun istiyorlar. Türkiye’yi iç ve dış badirelere aynı anda müdahale etmek mecburiyetinde bırakarak “küresel güç merkezi”nin isteklerine karşı çıkmasın, ona itaat etsin istiyorlar.

Dünyadaki İslam Karşıtlığı ve İslam Dünyası…

Dünyadaki hakim güçler iktidarlarını devam ettirmek için her zaman kendilerine bir “düşman’ ilan ederler. İslam dünyasında Baasçılık, Kemalist ulusçuluk gibi Batıcı projelerin çökmesi sonucunda İslami söylemin siyasi, sosyal ve entelektüel bazda yeniden yükselmesi Batılıları ve yerli işbirlikçilerini korkuttu.  Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle NATO yeni düşman olarak İslam’ı hedef tahtasına koydu.  Bosna katliamı, Cezayir askeri darbesi ve Ermenilerin Karabağ'ı işgal etmesi gibi olaylara bu bağlamda bakmak gerekiyor. ABD’deki 11 Eylül saldırıları da bu bağlamda bir dönüm noktası oldu. Ondan sonra Afganistan ve Irak'ın işgal edildi, daha sonra Suriye, Irak, Yemen, Libya, Keşmir’de Müslümanların yaşadığı acı, baskı ve ölümler peş peşe gelmeye başladı.

Bu yetmiyormuş gibi, İran’ın mezhebi bir taassupla Suriye’den Irak’a, Lübnan’dan Yemen’e kadar gerçekleştirdiği vahşet ve katliamlar işin tuzu biberi oldu. Emperyalistlerin kölesi Suudi yönetimi de, İslâm dünyasını kan gölüne çevirmekten çekinmeyen Şii ve Fars elitler kadar alçakça eylemlerde bulundu. Acıdır ki Mısır, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri İsrail merkezli emperyalist politikalara payanda oldu. Bunlar Haçlı-Siyonist ortaklığın Müslüman kılıklı yardakçıları olarak tarihe kara bir leke olarak geçeceklerdir. İsrail’in bu kadar pervasız zulüm ve işgallerine devam etmesinin sebebi İslam dünyasının kendi içindeki bu zillet halidir.

“Terörle mücadele” adı altında,  İslam’ın terörle özdeşleştirildiği, “Müslümanların şeytanlaştırıldığı” sinsi bir stratejiyle İslâm dünyasında başlayan uyanışa darbe vurma yoluna gittiler. İslamofobik saldırılar küresel bir eğilim haline gelmiş, sözde bir “İslam tehdidi” kasten bir güvenlik meselesi haline getirilmiştir.

İslam ve Müslümanlar etrafında kopartılan bütün bu gürültünün ve patırtının sebebi çok kültürlülüğün iflas etmesi ve koronavirüs salgını sırasında derinleşen ekonomik krize karşı gelişen protestolar karşısında gittikçe otoriterleşen bir Avrupanın ortaya çıkmaya başlamasıdır. Şimdi, İslam düşmanlığı üzerinden daha otoriter, daha ırkçı, farklı kültürlere tahammülü olmayan bir Avrupa dizayn ediliyor. Aşırı sağcı partiler yükseliştedir. Avrupalı politikacıların, medyanın ve elitlerin dili Müslümanlara yönelik sert, ayrımcı ve ırkçı söylemlerle doludur. Müslümanların dini özgürlükleri gün geçtikçe kısıtlanmakta, Müslüman karşıtı ayrımcı yasal düzenlemeler yapılmakta, sokaklarda daha fazla sözlü ve fiziksel şiddette maruz kalmakta, İslami kuruluşlar sudan sebeplerle kapatılmaktadır.

Uluslararası sistemde artan belirsizlik, eşitsizlikk ve ilkesizliğin iyileştirilmesi, güvenliğin sağlanması ve kaosun önüne geçilmesi için herhangi bir adım atmayan semperyalist sistem dikkatleri kendi üzerinden uzaklaştırmak için kurban olarak maalesef sahipsiz olan Müslümanları seçmiştir.

Çözüm Nedir?

Tıkanma noktasına gelen ve ekseninden oynayamaya başlamış olan dünya büyük bir hesaplaşmaya hazırlanmaktadır. Kaosun eşiğine doğru sürüklenen dünya büyük gelişmelere gebedir. Küresel güç sıralanmasını şekillendirecek olan bu büyük kapışmaya hazır olmayanlar ayaklar altında ezilecektir.

Bizlerin böyle kaotik bir ortamda zihinsel hijyenimizi koruyarak düşünmemiz gerekiyor. Her an her şey olabilir. Değişen durumlara göre kendi senaryomuzu yazmak, uzun soluklu okumalar yapmak zorundayız. Bizi nelerin beklediğini önceden görmemiz gerekmektedir. Bir mücadele ekseni kim tarafından tasarlanıp ayarlanıyorsa kazananı da o olur. Yeni bir dünya kurulurken bizim de üzerimize düşen tarihî yükümlülük üzerinde bütün yönleriyle, derinlemesine kafa yormamız gerekiyor.

Şu an dünyada yaşanan kriz bize neoliberal kapitalizmin alternatifini düşünmek için bir şans veriyor.  Gelmekte olan devletsiz diktatörlüğü durdurabilmek için önce ona karşı koyacak bir inancı ve ondan kaynaklanan fikri ortaya koymak gerekmektedir. Kitleleri, gerçekliği olan, insanlığa ebedi bir yol haritası sunan, vahiy çizgisinin ışığı altındaki bir inanç ve fikir örgütler.

Gelecek kuşaklara olan sorumluluğumuzu da unutmayarak, şimdiden bir ortak akıl oluşturmak, koordinasyon içinde çalışmanın temellerini atmak gerekiyor. Halihazırda yürüyen çalışmaların çoğu, çok iyi niyetli olmasına rağmen bir akıl ortaklığının değil tam tersine herkesin kendi küçük dünyasına, kendi gündemine odaklandığı bir durumu tarif ediyor. Günlük sığ politik tartışmalar ve taraflaşmalar arasında sıkışan, önüne konulan gündeme sadece muhalefet eden, kendisi gündem belirleyemeyen, bilinci kilitlenmiş, sorgulama yeteneğini kaybetmiş, özgün bir fikri ve verimli bir pratiği olmayan herkes kaybedecektir.

Yeni umutların, yeni beklentilerin doğduğu bu dönemde, sorgulayan, araştıran, düşünen, Deccaller'in tuzaklarına düşmeyen Müslümanların pozisyon alması icap etmektedir. Mevcut düzenin çıkmazda olduğu bir dünyada insanı ve toplumu korumak için artık İslam dışında bir alternatif bulunmamaktadır. Kapitalizmin amentüsü olan sınırsız ihtiyaçlar algısı yerine, ihtiyaçların sınırlı olduğu ve doğru kullanıldığı takdirde Rabbimizin bahşettiği kaynakların herkese yeteceği anlayışına dayalı daha dayanıklı ve daha insani yeni bir ekonomik düzenin ve toplumun inşa edilmesi gerekmektedir.

Şeytaniler, insanların uyanmasını önlemek için ellerinden gelen her şeyi yapıyor. Evangelist Hıristiyanlar "Tanrı'yı Kıyamete Zorlamak" ve "Son"un gelmesini çabuklaştırarak Mesih'i bekliyor. Şiiler 12. İmamı, bir kısım Sünni cemaat ve tarikatlar da Mehdi'yi bekliyor. Hepsi Armagedon Sava­şını ve Cennet Krallığında yeniden doğumu umut ediyor.

Bizim ise hayat sermayesi sona ermeden bu seraptan yeni bir dünya kurma arayışına uyanmamız gerekiyor. Bu arınma sürecinde var olma yolunda, insan ne kadar erken uyanırsa o kadar hızlı ilerler. İnsan düzelirse dünya da düzelir.

İnşallah İslam’ın merhamet iklimi, iyice bunalan ve kurtuluş arayan insanoğlunu kula kul olmadan özgürlüğünü elde etme yolculuğunda bu kaostan kurtaracaktır. Çözüm tevhidi nizama uymak, dinimizin çizdiği rotaya uymak ve insani değerleri yeniden hayata geçirmektir.

Rahmetli Muhammed Ebu Zehra üstadın dediği gibi;

Müslümanlar sahip oldukları kaynakları fark edip bunları kullanmaya başladıklarında yeryüzünün medar-ı iftiharı bir güç haline gelirler. Bu güç karşısında düşmanlar titrer; her bir beyanlarının etkisiyle uykuları kaçar.



[1] https://www.project-syndicate.org/ A Greater Depression? Mar 24, 2020 Nouriel Roubini

[2] Credit Suisse, Global wealth databook 2019

[3] Deutsche BankResearch, GlobalStrategy, Long-Term Asset Return Study, 8 September 2020

[4] XXI YİRMİBİRİNCİ YÜZYILDA TÜRKİYE,  Mustafa Özel, XXI. Yüzyılda İslam Dünyası ve Türkiye, Milletlerarası Tartışmalı İlmî Toplantı, 28-30 Mart 2003, İstanbul)

[5] https://www.veryansintv.com/time-dergisinin-kasim-surprizi-great-resetin-mavi-vatan-ile-ne-ilgisi-var

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

DOHA SALDIRISI BİR DÖNÜM NOKTASI KAOTİK BİR KIRILMA VE DİPLOMASİNİN ÇÖKÜŞÜ

  Metin Alpaslan   – Umran Dergisi/Ekim 2025-374. Sayı Terör ve işgal devleti İsrail’in 9 Eylül’de uluslararası hukuku ihlal ederek, Doha’da...