(Umran Dergisi)
Dünya’da Değişim/Çöküş Hızlanıyor...
Kendisini bir “Ekonomik Tetikçi” olarak tarif eden John Perkins, “Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları” adlı kitabının giriş bölümünde şunlar söylüyor: “Dünya Bankası, ABD Ulusal Kalkınma Ajansı(USAID) ve diğer yabancı yardım kuruluşlarından büyük şirketlerin kasalarına ve gezegenimizin doğal kaynaklarını kontrol eden birkaç varlıklı ailenin ceplerine para aktarırlar. Kullandıkları araçlar arsında sahte finansal raporlar, hileli seçimler, rüşvet, zorbalık, seks ve cinayet bulunmaktadır. Oynadıkları oyun imparatorluklar kadar eski olmasına rağmen, günümüzdeki küreselleşme sürecinde yeni ve korkutucu bir boyuta ulaşmıştır.”
Modern dünya, güçlülerin karşısında zayıfları koruyup kollamak yerine onları sömürmek ve köleleştirmek için çeşitli araçlar geliştirmiştir. Bunlar IMF, Dünya Bankası ve BM gibi uluslararası kurumlar ile büyük şirketler gibi araçlardır. IMF’ye borcu olmayan bir ülke, emperyaller tarafından terörize edilerek yıkıma sürüklenir. Eğer emperyaller bir ülkeyi borçlandırılarak köleleştirememişse, önce kültürel kölelik maddesi uygularlar, o olmazsa siyasi olarak kuşatırlar, o da tutmazsa sansasyonel yalanlarla askeri işgale baş vururlar.
Şu an dünyanın kahir ekseriyeti adeta “Sefiller”i oynuyor. Ve tarihi
gelişime baktığımız zaman, her sefil dönemin sonunda ya bir devrim ya da büyük
sosyal patlamalar olmuştur. Stanford Üniversitesi’nden tarihçi Walter Scheidel,
2017’de yayınlanan Büyük Dengeleyici (The Great Leveler) adlı eserinde, tarih
boyunca eşitsizliğin yalnızca ‘Dengelemenin Dört Atlısı’ndan biri tarafından ortadan
kaldırıldığını, bunların: devletin çöküşü, savaş ve onu izleyen göç, devrim ve salgın
hastalık olduğunu söylüyor.[1] Tarihten
bu yana türlü kılıklı Firavunlarla, Nemrutlarla korkutulan, türlü isimli
rejimlerle sindirilen insanlık, bugünde virüs, ekonomik kriz ve savaşlarla
korkutularak yönetilmeye çalışılıyor.
Çöplerden yiyecek toplayan, böbreğini satan, varını yoğunu bankalara, tefeciler kaptıran, tenekeden barakalarda, naylondan barınaklarda yaşayan, yiyeceği ekmeği, içecek suyu olmayan, soğukta çamurda yalınayak gezen çocukların olduğu bir dünya. Diğer tarafta ise Covid-19 salgın sürecinde serveti 540 milyar dolar daha artan dünyanın en zengin 10 kişisi. Bunları içinde Amazon ve Facebook’un sahipleri de var. Büyüklüğü 80-85 trilyon dolar olan dünya ekonomisinin içinde ABD-Avrupa-Japonya-Çin ekonomilerin toplam büyüklüğü yaklaşık 70 trilyon dolardır. Geri kalan kısmı paylaşmakta olan diğer ülkeler henüz 2008'in travmasını atlatamadan 2020 ekonomik krizi ile karşı karşıya kalmışlardır. Küresel ekonomi aşırı borçluluk ve varlık balonları sebebiyle son derece kırılgan bir yapıdadır.
Bretton Woods sisteminin 1973’te çökmesiyle Altın'a bağlı basılan dolar artık karşılıksız basılıyordu. Ve ABD, kağıttan dolar ile kurduğu bir imparatorluk ile her yere hükmediyordu. Ancak bir balon oluşuyordu ve ABD bu balonun bir gün patlayacağını, işlerin böyle gitmeyeceğini biliyordu. Yeni bir oyuna, yeni bir kurguya geçmek gerekiyordu. Bunun için korona virüs salgını başlatıldı. ABD’de patlak veren ve dünyaya yayılan 2008 finans krizi aslında 1990’lardan beri dünyada yaygın bir biçimde uygulanan neoliberalizmin kriziydi. Neo-liberalizm son krizini pandemiyle birlikte yaşamaya başladı. Küresel salgın, neoliberal modelin zayıflıklarını, adaletsizliklerini, aslında bir halt olmadığını ifşa etti. Şimdi tarihin en büyük krizi olarak yorumlanan 2020 ekonomik krizi, IMF tahminlerine göre Büyük Buhran’dan bu yana küresel ekonominin en büyük daralmasına yol açacaktır. Büyük Buhran'da ekonomilerin birkaç yıl içinde gördüğü zarar şu an birkaç ay içinde gerçekleşmiştir.
Diğer taraftan, ABD’de derin bir kutuplaşma ve toplumsal bölünme içten
içe devam ediyor. Amerikan imparatorluğunun sona erdiğini ve küresel bir güç
olma niteliğini kaybetmeye başladığını kendi yazarları söylüyor. Berlin
Amerikan Akademisinin eski başkanı olan tarih profesörü Michael Steinberg, “Amerikan felaketi her geçen gün daha da
kötüye gidiyor gibi görünüyor, ancak Portland'daki olaylar faşizm için bir tür
stratejik deney olarak beni özellikle endişelendirdi.” diye yazıyor.[2] Irkçı
hayallerle şeytanlaştırılan şehirlerin, çöküş alanları haline geldiğini söylüyor
ve Hitler’in “Reichtang Yangını”na benzetiyor. Artık dünyanın en büyük askeri,
politik ve ekonomik gücünün yıldızları dökülmekte, dikişleri sökülmektedir. ABD’nin
orta kesimlerinde yoğunlaşan çiftçi, işçi ve esnaf kitlesi, müesses nizama
başkaldırmaya başladı. Aynı şekilde Amerika’nın doğu ve batı kıyılarındaki
büyük şehirlerde yaşayan özellikle işsiz veya işten çıkartılan genç kesimler de
isyanları oynuyor. Patlamaya hazır bir bombaya benzeyen öfkeli kitlelerin
varlığını, iç çatışmaları başkanlık seçimi sürecinde gördük. Silah satışında %
800’ü aşan oranlarda artış yaşanan Amerika hiçbir seçimde böylesi bir iç savaş
atmosferi yaşamadı. Biden’in yemin töreninin olduğu günlerde Washington’u 30
bin asker ile koruma altına aldılar.
İnsanlığın yaşadığı bunalım, bilim ve teknolojiyi acımasız bir şekilde kullanıp hegemonya mücadelesi verilmesinin, insanı tağutlaştırma ve firavunlaştırma azgınlığının, şımarıklığının, dünyaya hâkim olma, dünyanın efendisi olma sapkınlığının ürünüdür. Doymak bilmeyen isteklerin, açgözlülüğün, kendisi dışındaki coğrafyaları hukuksuz bir şekilde işgal etmenin, ekonomik yağmaların, zulmün ve tiranlığın ürünüdür.
Bu şeytani sistem, yemeye niyetlendiği ülkenin önce zihinlerini kirletip
kültürel olarak işgal edip, kendi kültürüne ve tarihine yabancılaştırıp mankurtlaştırdıktan
sonra; her türlü şeytani oyun ile talan
ve yağma ederek harap etmektedir. Hükmetme ve sömürü politikalarına teslim
olmayan ülkelerin içişlerine müdahale ediliyor, birçok ülkenin yönetimleri
şantaj ve tehditlerle devriliyor, dirlik ve düzenleri yok ediliyor. Bu
ülkelerin büyük çoğunluğunun İslam coğrafyasında olması dikkati çekmektedir.
Dünyanın umut bağladığı ABD ve Avrupa’da medeni hayatın çökmesi,
insandaki vahşi bencilliğin ortaya çıkması karşısında, Ay’a veya Mars’a
gitmenin bir hiçe dönüştüğünü görüyoruz. Yaşanan mülteci krizi Batı’nın
korkularını açığa çıkarırken, ne kadar kötü bir insanlık sınavı verdiklerini de
gözler önüne sermiştir. Denizlerde ölüme terk edilen çaresiz insanlar, sınırı
geçmeyi başaran mültecilere reva görülen işkence ve kötü muamele aynı zamanda
Batı’nın insanlık dışı karanlık yüzünü gösteren bir turnusol görevi görmüştür.
Hele bir de bu insanların Müslüman olması İslam karşıtı Batı’nın gaddarlığını
bir kat daha artırmıştır. Bugün insanlık adına kötü sınav veren Batı’nın acilen
kendisiyle yüzleşmesi gerekmektedir.
Salgın korkusu nedeniyle, dünya şu anda küresel ekonomide ‘kendi kendine yeterli olma’ da diyebileceğimiz kökten bir değişime evriliyor. Bu sarsıntıların uluslararası politika, ekonomi ve güç dengelerine nasıl etki edeceği ve koronavirüs sonrası dünyanın nasıl şekilleneceği ile ilgili olarak, Princeton Üniversitesi uluslararası ilişkiler profesörü John Ikenberry; “korona sonrası dünyada popülist ve milliyetçi yönelimin daha muhtemel seçenek olduğuna inandığını” ifade ediyor. 1929 ekonomik krizindeki çöküş sırasında bu eğilimin güçlendiğini söylüyor. Bu çöküşle birlikte hiçbir devletin tek başına ayağa kalkamayacağını belirtirken, bir anlamda,” Şehir Devletleri” modeline işaret ediyor.
London School of Economics öğretim üyelerinden Branco Milanovic, toplumsal çözülmenin sanıldığı kadar uzak olmayacağı ihtimalini dile getirdikten sonra devamla: “Umudunu, işini ve mal varlığını kaybedenler, kendilerinden daha iyi durumda olanlara karşı düşman kesilebilecektir. Hâlihazırda Amerikalıların %30’unun hiçbir mal varlığı bulunmuyor. Bu krizden dolayı insanlar parasız, işsiz kaldıkça ve sağlık hizmetine erişemediği müddetçe, birçok kimse umudunu yitirip öfkelenecektir. Neticede, İtalya’da mahkûmların hapishaneden kaçması veya 2005 New Orleans’taki Katrina Kasırgası’ndan sonra gördüğümüz yağmalama vakaları gibi durumlar daha yaygın bir hal alacaktır. Ayaklanma veya kamu malına zarar gibi durumları bastırmak için devletlerin orduyu veya paramiliter birlikleri devreye sokması halinde, toplumlar da yavaş yavaş parçalanmaya başlayacaktır. Gelişmiş toplumlar, iktisat politikasının en önemli rolünün bu olağanüstü baskı altında sosyal bağları güçlü tutmak olduğunun bilincine varmalı; ekonominin ve bilhassa finansal piyasaların servetinin bu gerçeği ört bas etmesine izin vermemelidir.”[3] diyor.
Eşitsizlikleri artıran Neoliberal Kapitalizm yeniden derlenip
toparlanamayacak kadar yozlaşınca, küresel elit artık farklı bir oyun planı
düşünmeye başladı. Yeni düzen için; küresel ısınma, iklim değişikliği, su ve
gıda sıkıntısı yanında, Covid-19 salgının her yere yayılması, ülkelerin
kendilerini kapatması, ekonomilerin krize girmesi, sürekli korku ve endişe
aşılanması, olağanüstü hal tedbirleri, sokağa çıkma yasakları ile beraber sokak
hareketlerinin başlaması, toplumsal gerginliğin artması gerekiyordu. Dünyaya
format atmak için gerekli teknolojik alt yapı, yapay zeka, çip takma, 5G,
biyoteknoloji, robotik teknolojiler, dijital ticaret sistemi, sanal para,
nesnelerin interneti de artık mevcuttu.
İnsanları köle haline getirecek “Great Reset” (Büyük Sıfırlama) faşizmi için gerekli şartları hazırlamak ve yeni bir kapitalizm düzeni için uygun bir ortam oluşturmak gerekiyordu. Her gün binlerce kişiyi öldüren her yere yayılmış bir salgın, aşırı eşitsizlik ve fakirlik, çürüyen altyapı, ırkçılık ve yabancı düşmanlığı; küresel mülteci krizi ve dünyanın pek çok yerinde artan otoriterlik ortamı ile özgürlüklerin kısıtlanması bu ortamı oluşturuyordu
Küresel Savaşın Cepheleri…
Yeni uluslararası düzeni kim şekillendirecek sorusu dünyadaki güç odaklarını kıyasıya bir mücadeleye sokmuş, bugüne kadar alışılagelmiş dengeleri değiştirmiştir. Görünüşte yan yana gelmesi mümkün olmayan devletler beraber hareket edebilmekte veya tam tersi de olabilmektedir. Herkes bu mücadelede kendi çıkarlarına dönük rol kapma yarışındadır. Rusya'nın Çin ve Türkiye ile birlikte hareket etmesini istemeyen New York Times gazetesi yayın kurulu yayınladığı bir yorumunda, ABD’yi “Rusya ile daha sağlam bir ilişki kurmaya ve böylece Çin’den uzaklaşmaya” davet edebilmektedir. Özellikle Fransa her yerde Türkiye’nin karşısına çıkmakta, Ermenistan, Suriye, Kıbrıs Rum Kesimi, Yunanistan ve Libya’dan Sahra Altı’na kadar her yerde faaliyet içinde bulunmaktadır. Afrika ise kısmen Türkiye’nin etki alanı içinde olmakla beraber, halen yarı yarıya Çin’in çalışma alanıdır.
Çin ile Avrupa arasındaki ulaşım koridorunun merkezinde (Bakü-Tiflis-Kars demiryolu) bulunan Azerbaycan, Çin için önemli bir transit ortak olduğu için, Çin Uluslararası Radyosu, “Çin, Azerbaycan’ın başkenti Bakü’yü lojistik merkez yapıyor” açıklamasını yayınlıyor. Çin, Azerbaycan ve Türkiye olmaksızın, “Bir Kuşak Bir Yol” projesinin hayata geçemeyeceğini biliyor. Bu nedenle iki ülkeye yatırım yapmaya çalışıyor. Ermenistan ile Azerbaycan arasındaki Karabağ mücadelesi, Çin’in Kuşak Yol projesi ile doğrudan ilgili ki, ABD ve Rusya, Kafkasya üzerinden Çin’e engelleme yapmaya çalışıyor.[4]
Soğuk Savaş’tan, Sovyetlerin dağılmasıyla galip güç olarak çıkan ABD, liberal ekonomi Dünyası’nın oluşturduğu yeni imkânlarla dünyayı yönlendirmeye çalışan bir ülke oldu. Bu tek kutuplu düzenin teknolojik ilerlemeye dayalı liberal dünyasına bu defa ekonomik bir dev olan Çin rakip olarak çıktı. Ekonomik, politik ve hatta askeri alanda uluslararası bir aktör olarak hareket etmeye başlayan Çin’in ortaya çıkışı ile güç dengeleri ve dünyadaki finansal hareketin seyri değişti. Çin teknolojik, ekonomik ve bilimsel dinamiğiyle güçlenirken, tek dünya lideri rehaveti içindeki ABD ve Rusya zayıflamaya başladı.
Avrupa Birliği ise çatlama ve muhtemelen çöküşün eşiğinde. İngiltere BREXIT
ile Avrupa Birliği’ne sırtını döndükten sonra 50 büyük patronla yeniden
kurgulanan dünyanın büyük aktörlerinden biri olan Çin’i ziyaret ederek irtibatı
artırdı. Onlar için Kuşak Yol Projesi, Pekin’i Londra’ya bağlayan önemli bir projeydi.
İngiltere Genel Kurmay Başkanı Nick Carter, Covid-19 salgınının neden olduğu ekonomik kriz ve dünyadaki mevcut belirsizlik ve kargaşa ortamının yakın bir zamanda geniş çaplı çatışmaların artabileceğini belirterek, "Şu anda dünya endişe içerisinde ve belirsiz bir gidişatta yaşıyoruz. Küresel rekabet oldukça yüksek ve sahip olduğumuz risk oldukça büyük. Bunun yanında her geçen gün artan tansiyon yeni bir dünya savaşı riskini de artırıyor." ifadelerini kullanıyor.[5]
Öte yandan AB, uluslararası rolünü güçlendirecek adımlar atıyor.
Fransa’nın Hürmüz Boğazı'ndaki deniz seyrüsefer güvenliğini sağlamayı amaçlayan
girişimine destek veriyorlar. Kıbrıs çevresinde yapılan petrol ve doğalgaz
arama çalışmaları nedeniyle Türk şirketlerine ve Türk yetkililerine yaptırım
uygulamaya hazırlanıyorlar. Fransa'nın
eski Şam Büyükelçisi Michel Duclos, Les Echos gazetesine verdiği röportajda,
ABD'nin artık ‘dünya polisi’ rolünü oynamayacağını, Avrupalıların ise iklim
değişikliği, uluslararası ticaret ve terörle mücadele gibi konularda çok
kutuplu işbirliğine dönmeyi umduklarını ve Çin'e karşı ABD ile güçlerini
birleştirmek istediklerini dedikten sonra, “Bugün Rusya, Türkiye ve AB
arasında ABD’nin Ortadoğu ve Kuzey Afrika'da bıraktığı boşluğu doldurmak için
adeta bir yarış yaşanıyor gibi görünüyor” diyor.[6]
AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, Joe Biden'a “ilişkilerde yeni
sayfa açalım” mesajı gönderip, "küresel ittifakın omurgası olacak yeni bir
transatlantik ortaklık" kurmaya hazır olduklarını söylüyor. Leyen,
Washington ile yeni ortaklığın tüm alanları kapsamasını istiyor.[7] Alman
Gizli Servisi BND eski Başkanı Gerhard Schindler şunları söylüyor:
“Anlamsız gibi görünen yeni bir dünyaya ilerliyoruz. Huawei'in Avrupa için
hazırladığı ve birçok ülkenin kabul ettiği 5G teknolojisi o kadar ileri
seviyede ki Pekin'e bilgi gönderen 'arka kapılar' olup olmadığını anlamak
imkansız. Bir kriz anında 'İletişim ağınızı keseriz' tehdidinin, kararlarınızı
etkileyeceğini düşünmek zor değil. Eğer Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri
ortak hareket etmediği takdirde Çin dünyaya hükmeder.” diyor.[8] Akabinde
Amerika’nın da baskısıyla Çin’in Avrupa’da 5G’den dışlandığını görüyoruz.
ABD Çin’in ekonomik yayılmasını çevrelemek ve sınırlandırmak için çeşitli
adımlar atarken, buna karşı Çin’de agresif bir strateji uygulamakta, iki ülke
arasında başlayacak yeni bir soğuk savaşın sinyallerini vermektedir. Büyük
teknoloji firmaları ve silah üreticileri tarafından yönlendirilen ABD, karşılıklı
restleşmelerle ilerleyen Ticaret Savaşı’nın yanı sıra Çin’e Teknoloji Savaşı,
Siber Savaş, Uzay Savaşı gibi alanlarda meydan okumaktadır. Bütün bunlar ‘‘Yeni
Soğuk Savaş’’ habercisi olan konulardır.
ABD, Çin’in Pasifik’teki yayılmasını ve bölgedeki müttefiklerine yönelik
tehdidini engellemek üzere bir taraftan diğer bölgelerdeki kuvvetleri pasifik
bölgesine kaydırmaya çalışırken, Japonya, Avusturalya ve Hindistan triosu ile
birlikte yeni bir “Asya NATO”su oluşturmaya da çalışıyor.
Dünya Ortadoğu ve Akdeniz’de Şekillenir…
Akdeniz, ticari olarak Doğu ve Batı'yı birbirine bağlayan, Asya, Avrupa ve Afrika kıtalarının kesiştiği önemli bir bölgedir. Cebelitarık ve Süveyş Kanalı ile okyanusları birleştiren bir noktadadır. Akdeniz, petrol ve doğalgaz rezervleri ile de iştahları kabartmaktadır. Stratejik araştırma kuruluşlarının nerdeyse tamamı Büyük Sıfırlama'da Akdeniz'i ilk sıraya koyuyor. Küresel güçler Akdeniz’de söz sahibi olmak için her adımı atıyor.
Ortadoğu merkezli İslam coğrafyasının jeopolitik dizaynı ile ilgili olarak, Müslümanların iradesi dışında pek çok düzenleme yapılıyor, taşlar döşeniyor. Mısır’da Sisi darbesini tezgâhlayanların en büyük hedefi, Ortadoğu’nun ve Akdeniz’in çok önemli ülkesi Mısır’ın, Türkiye ilişkisini bozmaktı. Ne yazık ki, Sisi gibi bir kuklayı istedikleri gibi yönlendirerek bunda başarılı oldular.
Kırk yılını Orta Doğu'da geçirmiş olan ABD’li eski diplomat Martin Indyk,
Wall Street Journal'da yayımlanan makalesinde, ABD’yi bu bölgeye neyin
çektiğini ifşa eden şu ifadeleri kullanıyor; “Yahudiliğin, Hristiyanlığın ve
İslam’ın beşiği olan, büyük petrol rezervlerinin bulunduğu ve hırslı güçler ile
yerleşik güçler arasındaki büyük rekabet oyununun ekseni olan Ortadoğu’ya
sırtımızı dönemeyiz”[9]
Bilindiği üzere, ne zaman iki kutuplu denge, yerini tek kutuplu bir
dünyaya bıraktı, komünizm bir tehlike olmaktan çıktı, yerine “İslâm tehlikesi”
kondu. İslam düşmanlığını, Müslümanların dirilişini,
uyanışını, dünya ekonomisindeki ve siyasetindeki ağırlıklarının artışını
engellemek adına, kendi laboratuvarlarında ürettikleri terör
örgütlerini hem sahaya sürüp kullandılar, hem de İslam’ı ve Müslümanı
suçlamaya, karalamaya devam ettiler. Radikal İslam kavramı Müslümanları yok
etmenin bir aracı olarak üretilip piyasaya sürüldü. Teslimiyet, huzur, barışı
ifade eden İslam, “İslamofobiya”ya dönüştürüldü. Müslümanlar kendilerinden
korkulacak, yeryüzünden sürülmesi gereken haşereler gibi görüldü. Müslümanların
imhası sadedinde, insanlığın ne ürettiği kadim sayısız mimari eser, şehir,
kütüphane harap edildi. Ne Bağdat kaldı ne Şam. Sadece fiziksel travma değil,
zihinsel ve ruhsal travmalar da yapılarak, bir daha uzun süre kendine gelemeyeceği,
toparlanamayacağı bir sürece sokuldu.
Etnik ve mezhebi ayrımcılığı, terörist yapılanmaları destekleyerek, bölgeyi
istikrarsızlaştırıp, bir güvensizlik ortamı oluşturdular. Çünkü Ortadoğu’da
olanlar, Ortadoğu’yla sınırlı kalmıyor, Post Amerikan Dünya Ortadoğu’da
şekilleniyordu. Bölgenin enerji kaynakları,
jeopolitik güç mücadelesi, denizlerde seyrüsefer serbestisi, yeni
küresel düzenin askeri bloklaşması, ticaret savaşları, terör eylemleri gibi
konularla bölgemizde suları ısındırıyor, rekabeti kızıştırıyorlar.
Güç odaklarının kuşatması altındaki İslam coğrafyası, iliklerine kadar
sömürüldüğü gibi bu coğrafyada onların kışkırtmalarıyla başlayan kan, gözyaşı
ve işgaller kısacası bir insanlık faciası hâlâ yaşanmaya devam etmektedir. Bu
ihanetin suç ortakları ise yereldeki işbirlikçi örgütler ve İslam ülkelerindeki
kukla yönetimler ve o yönetimlerin başında bulunan diktatörlerdir. Trump’ın
Kudüs’ü İsrail’in başkenti ilan etmesi, Suriye’de terör örgütleriyle işbirliği
yaparak Ortadoğu’yu yeniden sömürü politikaları doğrultusunda şekillendirmeye
çalışması ve Golan Tepelerini İsrail’e peşkeş çekme gibi bir dizi ihanet
girişimine Arap ülkelerindeki kukla yönetimler ses çıkarmazken, Alem-i İslam’a
sahip çıkan Erdoğan’ın şahsında Türkiye’ye karşı bir duruş sergilemektedirler.
Türkiye’nin Durumu…
Dünyanın geleceğini şekillendirecek olan bölgemizde emperyalistlere karşı irade koyan, “Hayır” diyebilen tek ülke Türkiye’dir. Doğu Akdeniz'de bize karşı oluşturulan cephelerin arkasında, bizi Güneydoğu’dan, Ege ve Akdeniz'den kuşatarak ana karaya hapsetmek, yeni dünya düzenin oluşumunda bizi dizginlemek isteyen küresel güçler var. Jeopolitik nüfuz sahamız daraltılarak bölgenin enerji kaynaklarından faydalanmamız engellenmek isteniyor. Bölgede oyun kurucu olması, milli menfaatlerini koruması, kan gölüne çevrilen bölgenin barış ve istikrara kavuşmasında rol oynaması, Türkiye’yi emperyalistlerin hedefi haline getiriyor.
ABD’nin önemli düşünce kuruluşlarından CSIS'in 2018 yılındaki bir raporunda,
"Washington, Kıbrıs adasından Türkiye'yi kuşatmalı. Bunun için Kıbrıs'a
asker çıkarılmalı. Türkiye'ye karşı Doğu Akdeniz'de
İsrail-Yunanistan-Kıbrıs-Mısır oluşumunun desteklenmesi ulusal güvenlik
açısından çok önemli" deniliyor.
Rum tarafı bir taraftan Türk askerinin Kıbrıs’tan çıkmasını talep ederken
diğer taraftan önüne gelene askeri üs açma izni veriyor. Fransa ve ABD,
Türkiye’ye karşı stratejik bir denge oluşturmak amacıyla Yunanistan ve Rum
Yönetimine bir yandan silah yardımı yapıp, politik destek verirken, bir yandan
da bölgedeki varlıklarını artırıp askeri üsler kuruyorlar. Küresel hegemonya
tarafından dünyanın şekillendirildiği böyle bir dönemde, Türkiye, kendi
çıkarlarını koruması, işgal ve sömürü politikalarını sorgulaması,
teslimiyetçiliği reddetmesi, kendi rotasını çizmeye karar vermesi nedeniyle
büyük bir dirençle karşılaşıyor. Biden, yayınlanan bir videosunda "Erdoğan'ı devirmek için
muhalefete destek vermeliyiz" sözü ile bunu net olarak ifade
ediyor.
ABD ve emperyalist devletlerin ‘Türkiye karşıtı tavırları, Akdeniz'deki gerginlik, Suriye ve Irak’taki çatışmalar, Libya'daki savaş, Kafkaslar'daki çatışmanın hepsi onlardan bağımsız adım atan Türkiye’nin uyguladığı yeni dış politika nedeniyledir. Giderek etkisini artıran bir Türkiye’nin ortaya çıkışı, Orta Asya, Orta Doğu, Doğu Akdeniz, Hazar, Trans-Kafkas, hatta Afrika’da boy göstermesi, Ortadoğu’da birçok olaya müdahil olması, ‘Bende varım’ demesi, ABD ve NATO ekseni dışında bağımsız politikalar yürütmesi, Türkiye'nin alışılagelmiş rotasından başka bir yöne gitmesi kavga nedeni olmaktadır.
Almanya Dışişleri Bakanı Heiko Maas ve Fransız mevkidaşı Jean-Yves Le
Drian, Fransız Le Monde, Alman Die Welt ve Amerikan Washington Post
gazetesinde yayınladıkları ortak makalede, AB-ABD ilişkilerine
değinerek, ABD’nin yeni Başkanı seçilen Joe Biden'ı Ankara'ya karşı Trump
döneminde kötüleşen 'transatlantik Birliği’ni güçlendirmeye çağırıyorlar.
"Türkiye'nin Doğu Akdeniz'de ve başka yerlerde büyük sorunlar oluşturan
davranışları karşısında ortak bir çizgi belirlememiz gerekecek, ‘onarılması
gereken çok şey var" ifadelerini kullanıyorlar.[10]
Ayrıca, Türkiye ile işbirliği yapan ülkeler de cezalandırılıyor. ABD’nin
taşeronları olan Suudi Arabistan, Mısır ve Birleşik Arap Emirlikleri ile Rusya
ve Fransa, Libya’da iç savaşı başlatan işbirlikçi General Halife Hafter’a her
türlü desteği veriyorlar. Sudan’da Ömer el Beşir döneminde restore etmek üzere
Türkiye’ye tahsis edilen Sevakin adasındaki çalışmalar durduruldu. Türkiye,
restorasyon çalışmalarının ardından Mekke ve Medine’nin karşısında yer alan
stratejik konumdaki Sevakin adasına üs kurmayı planlıyordu.
Dışarıda bu gelişmeler olurken, bir yandan da içerideki ezikler “Ne işimiz var orada” repliği ile küresel güçlerin ekmeğine yağ sürüyorlar. Türkiye’yi İhvancı dış politika yapmakla itham ederek emperyalistlerin ağzıyla konuşuyor, Türkiye’yi yalnızlaştırarak geri adım atmasını istiyorlar. Yakın zamanda yayınlanan Brookings Enstitüsü’nün “Yeni Bir Türkiye İçin Yeni ABD Politikaları” adlı raporunda aynen şunlar yazılıyor: “Trump, ‘Türkiye Ekonomisini tamamen yok etmek’ tehdidinde bulunarak Brunson’ın serbest bırakılmasını sağladı. Tehdit kısmen işe yaradı çünkü Trump, bunu gerçekleştirmenin istikrarsızlaştırıcı sonuçlarını uygulayacağını gerçekten gösterdi. Biden yönetimi ise Türkiye ekonomisini uçurumdan aşağıya itmek ve karşılaşacakları mali sıkıntı konusunda daha çok endişelendirecek.”[11] Yani Türkiye’yi güçsüzleştirmek için büyük şeytan yeni tuzaklar ve ayırımcı muameleler ile Türkiye’nin karşısına çıkacak demek istiyorlar.
Yeni Bir Düzen İçin Dönüşüme Hazır Olmak…
Bütün kırılma anları, aynı zamanda yeniden kurulma zamanlarıdır. Bugün
dünya yeni gelişmelere gebe olup, egemenlik savaşları devam etmekte, her şey
çok hızlı gelişip değişmektedir. Dünyada mevcut dengeler sarsılırken yeni
dengeler kurulmaktadır. Büyük değişimin dışında hiçbir devlet kalamaz.
Türkiye Libya’dan Körfeze kadar karşısında oluşan şer blokunun idraki içinde
bir stratejik vizyon çizerek hareket etmek mecburiyetindedir. İki kıtanın
köprüsü konumunda olan Anadolu, Avrasya
coğrafyasının en kritik bölgesini teşkil etmekte, medeniyetlerin konup
yeşerdiği bir alandır. Bu nedenle, tarih boyunca bu coğrafyanın hâkimleri güçlü
ve dinamik olmak zorunda kalmışlardır.
Hızla değişen dünyada, değişmeyecek tek şey her ülkenin kendi başının
çaresine bakacağı gerçeğidir. Kendi başının çaresine bakmak demek, yeterince
güçlü olmak demektir. Büyük hedefleri olan ülkeler yeni dünyada kendi
pozisyonlarını alırlarken, bizim de yarına ve büyük siyasete bakarak, doğru bir
kurgu ile yol almamız gerekmektedir. Her şeyden önce ecdadımızdan ilham alarak,
büyük bir devlet olmaya dair özgüvenimizi yeniden kazanmalıyız. Bu milletin bir
"imparatorluk" tarihi ve misyonu vardır. Cumhurbaşkanı Erdoğan "asırlık
uyanış" derken tam da buna işaret etmektedir. Bu coğrafyada huzurlu
yaşamak için, Türkiye yürüttüğü sınırlarını aşma siyasetine devam etmek, ileri
teknoloji üretmek, güçlü ve rekabetçi bir ekonomiye sahip olmak
mecburiyetindedir. Dünyada sözünüz kapasitesiniz ölçüsünde dinlenir ve
kapasiteniz ölçüsünde kazançlı çıkarsınız. Eğer kapasiteniz yeterli değilse sözünüz
kimseye geçmez ve basit istekleriniz bile gerçekleşmez.
Bu da stratejik anlamda planlı ve programlı olmayı gerekli kılar. Hedef
koymadan, nereye gideceğinizi bilmeden yola çıkarsanız hangi yoldan giderseniz
gidin sonuç alamazsınız. Türkiye bir oyun kurucu olarak kendi değişim ve
dönüşümünü tarihi tecrübelerinden ve stratejik gerçeklikten de yararlanarak küresel
boyutta güçlü bir ekonomi, askeri ve siyasi strateji üzerine kurmalıdır.
Günlük politikalarla, mevcudu konuşarak vakit geçirmekle büyük hedeflere
ulaşılamaz. Sonuçlara takılıp kalmak yerine sebepler odaklanmak gerekiyor.
Meşhur bir söz vardır ya; “Geri zekâlı insanlar şahısları konuşur, Orta
zekâlılar olayları konuşur, Yüksek zekâlılar fikirleri konuşur”. Evet,
fikirleri konuşmamız ve dirilişimizin temel hareket noktası olan kendi
fikirlerimizi üretmemiz gerekiyor. Gün hesap günüdür. O nedenle hesaplar ona
göre yapılmalıdır.
Çözüm Değerlerimizle Var Olmaktır…
Yaşadığımız dünya beklenmedik baş döndürücü gelişmelere sahne olmakta, teknoloji
ve iletişim hayal gücünü zorlayan bir hızla gelişmektedir. Batı merkezli
seküler kavramlar ve gayri insani ideolojiler üzerine inşa edilmiş bu modernist
çağda insanoğlu, derin anlam krizleri ve vahim çaresizlikleri ile karşı
karşıyadır. Kendi değerleri ile Batı’nın dikte ettiği hayat arasında sıkışmış
olan Müslümanlar için, kendi değerleriyle var olmak hayati konu hâline
gelmiştir. Yaşanan süreç, toplumların
ancak değerleriyle varlıklarını sürdürebileceğini, değerlerini kaybedenlerin
geleceklerini de kaybettiğini göstermiştir. Bir toplumu ya da düşünceyi ortadan
kaldırmanın, bir coğrafyayı sömürülür hale getirmenin yolunun onu değerlerinden
koparmakla gerçekleştiği görülmüştür.
Müslümanlar için değerleriyle var olmanın yegâne yolu, hayatı ve dünyayı ahlâk
ve hukuk temelinde İslam’ın değerleriyle inşa etmekten geçmektedir. Zira vahyi
yok sayan bir paradigmanın egemen olduğu dünyada insanlık içinde yaşadığı
krizden çıkamayacaktır. Güçlülerin haklı sayıldığı, zayıfların ezildiği bugünkü
dünyada, adalet ve merhamet toplumu inşa etmek mümkün değildir. Müslümanların kendi
değerleriyle var olmaları ve insanlığın huzur bulacağı bir dünyanın kurulması
için öncelikle, vahyin ışığında hayata ve insana dair sağlam bir karakter,
sağlam bir şahsiyet ve yüksek bir ahlak inşa etmek gerekmektedir. Hakkın,
mazlumun, merhametin, insani değerlerin yanında; zulmün, haksızlığın,
sömürünün, ise karşısında insanca ve Müslümanca durmak gerekmektedir.
İslam’ın insanı ihya, toplumu inşa eden ve medeniyet kuran değerlerinin Mehmed
Akif merhumun deyimiyle ‘Asrın idrakine’ sunulması gerekmektedir. Gittiğimiz
her yerde, ilk gördüğümüz boş araziye devasa camiler dikiyoruz. Camiye, imam
hatip okuluna harcadığımız para kadar fikir gerektiren projelere para
harcamıyoruz. Yeniden şekillenen dünyaya Müslümanlar Kur’an müfredatı ile müdahil
olamadıkları zaman, değerlerini yaşamaları da zor olacaktır. Hırsızlığın,
yoksulluğun, rüşvetin, torpilin, açlık ve sefaletin olmadığı, İslam ahlakının
yaşandığı bir toplum inşa edilmediği sürece, istediğiniz kadar bina yapın, istediğiniz
kadar yardım yapın, istediğiniz kadar meal, tefsir okuyun her şey bir temenni
olarak kalacak, toplumu çökerten fahşa ve münkerin önüne geçilemeyecektir.
Kendi fikir ve düşünce sistematiğimizi kurmak, ilmî müktesebatı ve temel
kaynakları oluşturmak, bilgiye sahip olma ve onu ahlaka dönüştürme noktasında, ilmi
müktesebatta dünya ile arazımızdaki mesafeyi kapatmak, yaşadığımız çağı bütün
boyutlarıyla bilmek zorundayız. Ülkeleri işgal edip bu işgale itiraz edenleri
terörist ilan eden, topraklarına bombalar yağdıran küresel emperyalizmi
felsefi, ekonomik, siyasal ve sosyolojik olarak idrak edemeyenler, dünya
konjonktürünü doğru anlamaz, doğru izah edemezler.
Müslümamlar, değerleriyle yaşayacağı bir dünyayı inşa etmek için gerekli
olan insan gücü, ekonomik potansiyel, jeostratejik konum gibi önemli imkânlara
sahiptir. Eksiklik “Bende varım” deme eksikliği, şuur ve özgüven eksikliğidir. İslam
coğrafyasında yaşanan ırk, kavim, din, mezhep ayrışmaları ve kavgaları, kültürel
ve iktisadi emperyalizmi, bunların mimarlarını iyice bellememiz gerekiyor.
Kur’an ölçülerinde büyük inkılâbı yaşamak, yaygınlaştırmak, şirke, zulme,
ifsada karşı tevhid ve adaleti ikame etme mücadelesi vermemiz gerekiyor. Emperyalist
politikalara karşı ümmet bilincinin pekiştirilerek, Müslümanların tek vücut
olması gerekiyor.
Kabe’deki putları kırmayı Mekke’yi fetheden ordunun gücü başarmıştı. Ancak o günkü Müslümanlar fethi gerçekleştirinceye kadar çok büyük bedeller ödemişlerdi. Bugünün Müslümanları da müstekbirlere karşı durdukça, bedel ödemeyi göze aldıkça daha da büyüyecek ve güçleneceklerdir. Müslümanlar güçlendikçe, insanlık kurtuluşun Allah’ın dinine sarılmaktan geçtiğini görecektir. Bu çağlar üstü değerler insan hayatına hakim olmaya başladığında müstekbirlerin ölümü develerin ölümü gibi olacaktır. Dipdiri sandığınız bir anda, aniden yıkılıp gideceklerdir. Allah’ın izniyle…
[1] Walter
Scheidel, The Great Leveler: Violence and the History of Inequality from the
Stone Age to the Twenty-First Century. Princeton University Press, 2017;
http://press.princeton.edu/titles/10921.html
[2] Roger
Cohen, “American Catastrophe Through German Eyes” New York Times, 24 Temmuz
2020
[3] https://fikirturu.com/ekonomi/pandeminin-ardindaki-asil-tehlike-toplumsal-cokus/
[4] https://www.yenicaggazetesi.com.tr/abd-ve-rusyanin-karabag-paralelligi-57145yy.htm
[5] https://tr.euronews.com/2020/11/08/ingiltere-genelkurmay-baskan-boyle-devam-ederse-3-dunya-savas-c-kabilir
[6] Menal
Nahas, “Post Amerikan Dünya Ortadoğu’da şekilleniyor” başlıklı makale, Suudi
Arabistan Şarku’l Avsat Türkçe internet gazetesi, 26 Ocak 2020
[7] https://tr.euronews.com/2020/11/10/ab-komisyonu-baskan-leyen-den-joe-biden-a-transatlantik-iliskide-yeni-sayfa-acalım-cagrısı
[8] https://www.takvim.com.tr/yazarlar/ergundiler/2020/10/28/alman-hesabi
[9] Martin
Indyk, “The Middle East Isn’t Worth It Anymore” The Wall Street Journal, 17
Ocak 2020
[10] https://www.dw.com/tr/alman ve fransız
dışişleri bakanlaıı Biden’a seslendi/a-55624940
[11] https://m5dergi.com/one-cikan/brookings-enstitu-turkiye-raporu-yeni-bir-turkiye-icin-yeni-abd-politikalari-tam-metin/
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder