1 Ekim 2006 Pazar

İRTİCA GELİYOR(!) MEVSİMİ BAŞLADI...

 (Umran Dergisi)

 

Eylül ayı, hem 11 eylül saldırılarının,  hem de 12 Eylül ihtilalinin yıldönümü olması yönüyle, hem dünya hem de Tükiye açısından  siyasi   tartışma ve analizlerin yoğunlaştığı bir ay olarak geçti. Diğer taraftan, Lübnan'a asker gitsin mi gitmesin mi tartışmaları devam ederken, İsmailağa Camiindeki menfur cinayet ve Diyarbakır'da çoğu çocuk 11  masum vatandaşın ölümüne sebep olan bombalama  olayı bir anda Türkiye'nin gündemine bomba gibi düştü.  Bir de buna  cumhur'un başının,  her zaman olduğu gibi ülke insanına hiçbir fayda getirmeyen kısır ve toplumu ayrıştırıcı beyanatlarını eklerseniz, koskocaman ülke bir ay boyunca kendisine hiçbir fayda getirmeyecek tartışmalarla bir ayını heba edip gitti.

Cumhurbaşkanı Sezer, önce yeni eğitim yılının başlaması nedeniyle yayınladığı mesajda,, daha sonra ODTÜ'nün açılış töreninde yaptığı konuşmada "Eğitimin, kesinlikle devlet denetiminde ve gözetiminde, Atatürkçü düşünceden ve laiklik temelinden ödün verilmeden yürütülmesi gerektiğini" vurguladıktan sonra,  "Bu bağlamda, dogmalarla ve boş inançlarla çocukları ve gençleri etkileme amacı güden okulların ve kursların varlıklarını sürdürmeleri engellenmeli " diyor.

Cumhurbaşkanının, dogma ve boş inançlara karşı çıkan birisi olarak, 'kesinlik' ifadesiyle pekiştirdiği yukarıdaki ifadesinden, kendisinin de hayat felsefesi içerisinde sorgulamaya ve tartışmaya bile yanaşmadığı doğmaları var olduğunu görüyoruz.  Zaten Sezer’in de temel sorunu benimsediği laikliğinin “doğmatik bir laiklik” olmasından kaynaklanıyor “Dogmalar engellenmeli” diyen Sezer öncelikle kendi “dogmatik” laiklik anlayışını gözden geçirmelidir. Laik kutsal alanları olan Cumhurbaşkanı, sadece kendi dogmalarını seslendirmektedir. Kendi felsefi görüşünü ve kişisel inançlarını laiklik olarak sunmaktadır.

Hele konu İslam ise, Sezer'in laik duyarlılığı hemen öne çıkıyor. İslam dinine boş inanç ve dogma demenin ve açıkça düşmanlık ilan etmenin PAPA'nın yaptığı hakaretden bir farkı var mı? İlgili kelimelere yüklenen anlam görmezden gelinmeyecek, kabul edilmeyecek kadar ağır ve tahrik edicidir. İnançsız bir neslin  yetistirilmesi icin elinden geleni yapanlar, bu ülkenini çocuklarının dinini kimden öğreneceği hakkında da görüşlerini söylemeli, ya da mertçe ortaya çıkıp açıkça dine karşı olduklarını söylemelidirler.  Gençliğin bugün içine düştüğü ahlaksızlık ve yozlaşmanın baş mimarları, geleceği karartılan bugünün neslini hayali irtica yaygaralarıyla uçuruma süsrüklüyorlar.

Sezer, ‘boş inanç ve dogma amacı güden’ kursların yanında okullardan da söz ediyor.  28 Şubat sürecinde müfredat ve potansiyel olarak imam hatip okullarının içi boşaltıldı. Kur'an Kurslarına olmadık yasaklar getirildi. Daha şimdiden Diyanet  camilere imam bulmakta zorlanıyor. Böyle gidrse aynı şeflik devrinde olduğu gibi millet cenazesini yıkatacak imam bulamayacak. Daha ne istiyorsunuz. Eğer amacınız dini tamamen toplum hayatının dışına atmaksa buna sizin yedi sülalenizin gücü yetmez.

Çankaya Köşkün'de Kur'an okutma, iftar verme gibi önceki yıllarda yapılan uygulamaları kaldıran Sezer, Papa ile ağız birliği etmişcesine tam da Ramazan başlatken kutlama mesajı yayınlamak yerine, milletin varlık sebebi olan değer yargılarını,  bir tehdit algılaması olarak görmek alışkanlığına devam etmektedir.

Cumhurbaşkanı'nın tespit ettiği hukuka  aykırı bir hal varsa  bunu yargıya  intikal ettirir. Yapılması gereken 'irtica mesajları' yayınlayarak dindar insanları rencide etmek değil, yasal olan neyse onu yapmaktır.

Cumhurbaşkanı'na   İslami değerleri bir tehdit olarak değil, bir zenginlik olarak kabul etmek yaraşır.  Cumhurbaşkanı'nın  belli bir inancı hedef alarak konuşma yapması ülkemiz adına büyük bir talihsizliktir.

REKTÖR BEY'İN İRTİCAYA SABRI KALMAMIŞ ???

ODTÜ Rektörü  yeni eğitim ve öğretim yılının açılışında yaptığı konuşmasında, irticai akımların tırmanışta olduğunu iddia ederken, "Çağdaş kıyafetleri nedeniyle çağdaş kadınlarımıza fiziksel saldırıda bulunulabilmektedir."diyor. Pes doğrusu, "Kamusal alan mimar" ıyla beraber başörtülülere yaptıkları zulümleri göz ardı ederek, yavuz hırsız misali bir de dindarları suçlu göstermeye çalışıyorlar.

Cumhurbaşkanının da katıldığı törende irtica vurgusu ağır basan mesajlar veren ODTÜ Rektörü, "Cumhuriyet'e yürekten bağlı çoğunluğun demokrasiye ve toplum barışına saygısı nedeni ile gösterdiği ölçülü tepkiler maalesef kökten dinci çevreleri cesaretlendirmektedir. Ancak bu olgun davranışımız yılgınlık veya umursamazlık olarak yorumlamamalı, hiç kimse sabrımızın sınırını zorlamaya kalkışmamalıdır." tehdidinde bulunuyor.  Rektör Akbulut, kökten dinci grupların şeriat özlemlerini gerçekleştirme yolunda engel tanımaz hale geldiklerini iddia ederek, Bölücü ve irticai çevrelerin öğretim üyelerini karalamak için sistemli bir çaba sarf ettklerini, devlet üniversitelerinin başarılarını gölgelemek çabasında olduğunu ileri sürüyor.

Hangi başarıları gölgelendi bu ilimsiz profların. Cüppeleriyla Meclise baskın yapar gibi girerek CHP kürsüsünden tehditler savuranların okulları acaba dünya sıralamasında kaçıncıdır. Ve hangi önemli buluşa öncülük etmişlerdir. Denklik vermeyip küçük gördükleri üniversiteler bile kendilerinden onlarca sıra öndedir. Ödenek de ve para harcamada dünyada ilk sıralara yerleşen bu üniversiteler neden başarı sıralamasında ilk 500 de yoklar? Kendi dogma ve boş inançlarını bırakıp niçin ilim ve irfan ile uğraşmazlar?  Önce şu gölgeleme işi nasıl oluyor bir izah et.seniz..  Bilimsel çalışmalar yaptınız da,araştırma-geliştirme faaliyetinde bulundunuz da, irticai çevreler başarılarınızı mı gölgeledi? Şu yüzsüzlüğe, utanmazlığa bakın.ayıptır, bilimde sıfır,araştırma-geliştirmede sıfır.durumda olanlar, bu ayıptan nasıl kurtulacaklarını düşünecek yerde, kalkmışlar çağdaş eğitimden bahsediyor, başkalrına çamur atarak ayıplarını örtmek istiyorlar. Sanki yeni buluşları gözleri kamaştırıyorda, dünyada ses getiren bilimsel çalışmalar yapıyorlarda bunları irtica engelliyor.

İlimden, irfandan, teknolojiden uzak sadece  bir çöplük olan laikçi kafalarında ilim sadır olamayacağına göre  kürsülerden ancak irtica teraneleri edebiliyorlar. Başka bir birikimleri yok. Bir çoğunun tez çalışmaları alıntı mı, çalıntı mı belli değil.

KAÇIN İRTİCA GELİYOR!!!!

Türkiye'de  ihtiyaç hissedildiğinde gündeme sokulan 'irtica' argümanı, son günlerde yeniden makbul bir araç haline geldi. İrtica senaryoları teker teker yeniden sahneye konuluyor. 

Deniz Baykal çıkıyor, “İlkokul öncesi çocuklara, bir kültür çatışmasına sürükleyecek eğitim veriliyor ve bunlar Milli Eğitim'in himayesinde veriliyor.” diyerek sanki sistemli bir 'irtica' hareketi varmış izlenimi uyandırma gayreti içine giriyor.  Baykal, çocuklara 'dini bilgiler' verildiği için rejimin yıkılacağından endişe etmekte

Sincan'daki Selahattin Akbilek Lisesi'nde Müdür okulun bahçesinde ders saatleri içerisinde rock konseri düzenletir.   Öğrencileride buna katılmaya zorunlu tuttar ve parasını öğrenciden toplamak ister.Bizim irtica ile suçlanan öğretmen buna karşı çıkar ve şikayet eder.Okul müdürü ile edebiyat öğretmeni arasında aylar önce meydana gelen kişisel sürtüşme okulların açıldığı ilk gün müdür tarafından pankartlı “irticaya hayır” yürüyüşüne dönüştürülür.  Müdür bey, öğretmenin gönderdiği kandil tebrik mesajlarını irtica faaliyeti diye sunuyor. "İrticaya hayır yazılı pankartları taşıyan öğrenciler, bu pankartları ellerine verenleri daha önce hiç görmediklerni ve yürüyüş boyunca tanımadıkları kimselerin de yürüyüşe katıldığını" söylüyorlar. Tam da irtica mevsimine uygun bir olay. Bu ve buna benzer provakasyonlara bundan sonra daha sık ratlayacağız. Başlatılan irtica mevsimi ile kampanyalar sürecek.

Yavaş Yavaş  bir 28 Şubat ortamı oluşturulmaya  çalışılıyor. Önce İsmailağa cinayeti, Papa'nın açıklamaları ve Cumhurbaşkanı'nın eğitim yılı dolayısıyla yayınladığı mesajda kuran kurslarının ve okulların kapatılması ile ilgili açıklaması, 28 Şubat'a girildiğinin mesajı gibiydi.  Gazetelerde ve TV'lerde Tarikatlar ve Cemaatlar konusu işlenmeye başlandı. Cumhurbakanı seçimine kadar irtica yaygarası ve terör olayları medyanın gayretiyle büyük ihtimalle devam edecektir.

İÇİMİZDEKİ HAÇLILAR VE PAPA

11 Eylül' saldırılarındandan sonra Bush'un "Haçlı Seferleri başlamıştır" sözü ile İslam dünyasına yönelik işgal, işkence ve katliamlar, daha sonra karikatür krizi,  Papa'nın sarf ettiği sözler, Haçlı nefreti genlerine işlemiş olan Batı'nın İslam'a karşı şuur altındaki düşmanlığının dışa vurmasıdır.  

İçimizdeki Müslüman görünümlü Haçlılar da türlü maskeler altında İslam’a hakarete devam ediyorlar.  Atatürkçülük maskesi ve kökten laikçilik dürtüsüyle milletin değerlerini tahrip etmek için rezil dizi ve programlar yayınlayanların, İslam'a bakışları Papa'dan çok farklı değildir. Küresel çetelerin gönüllü veya maaşlı maşaları oldukları için, Haçlı efendilerinin İslam'a bakışları ne ise onun gereğini yapmaya devam ediyorlar. Bu azınlığın güdümündeki yayınlarda, İslam karşıtı yoz bir kültür sinsice işleniyor. İtiraz eden olmadığı için de bu yayınlar sanki normalmiş gibi millete hitap ediyormuş gibi sürüp gidiyot.

Papa'nın özür dilemesi onun İslsm ile ilgili kanaatlerini hiçbir şekilde değiştirmez. Papa ve Hıristiyanlar'ın İslam'la ilgili kanaatlerini değiştirmesinden önce, kendi içimizdeki sinsi Haçlılığı dengeleyecek yayın ve kültür ikliminin değişmesi gerekmektedir. Bunun yolu da çok çalışıp güçlü olmaktan geçer.

İSMAİLAĞA CİNAYETİNİN HEDEFİ "İRTİCA KAMPANYALARI" MI, "CEMAATİ BÖLMEK"Mİ, YOKSA "ÇANKAYA SAVAŞLARI" MI?

İsmail Ağa Cemaati, sekiz yıl aradan sonra bir saldırıya daha maruz kaldı. Cemaatin önde gelen isimlerinden Bayram Ali Öztürk, 3 Eylül Pazar günü İsmail Ağa Camii’nde kalbinden bıçaklanarak öldürüldü. Bayram Hoca, cemaatin kurban verdiği ikinci isim. Bundan 8 yıl önce Mayıs 1998’de yine İsmail Ağa camiasının önemli isimlerinden Mahmud Hoca'nın damadı Hızır Ali Muratoğlu katledilmişti. Hızır Hoca’nın katiline ‘akli dengesi yerinde değil’ raporu verildiği için soruşturma neticelenmemişti. Bu olaydan yıllar sonra yakalanan katil zanlısı Ufuk Şahin Hantal, "Hızır Hoca'yı, üzerime cinlerini saldığı için öldürdüm" diyerek kafaları karıştıran bir açıklama yapmıştı.

Bayram Ali Öztürk cinayetinin Katili Mustafa Erdal, cemaat ya da bir iddiaya göre beraberinde geldiği üç kişi tarafından linç edildi.  Cemaatin önde gelen  birine yapılan bu saldırının perde arkası araştırılacak yerde, medyanın dikkatler daha çok cinayet mahallinin bir cami olmasına ve katilin linç edilerek öldürülmesine yoğunlaştı.

Peki olaylar,  meczupların şahsi galeyanından ibaret basit bir cinayet olarak görülebilirmiydi? Başka sebepler de olabilir miydi? Hedef olarak seçilen iki ismin Mahmut Efendi’den sonra cemaati bir arada tutabilecek kimseler olması kasıtlı bir operasyon ihtimalini güçlendiriyor. Genel kanaat, bu kadar bilinçli girişimlerin meczup işi olamayacağı yönündedir. Her iki katilin de etkisiz hale getirilmesi organize bir hareket ihtimalini güçlendiriyor.

Cemaat, en fazla giyim tarzlarından tanınıyor. Türkiye’deki İslam konulu hemen her yayında Çarşamba bölgesinde çekilmiş şalvarlı cübbeli erkek, çarşaflı kadın fotoğrafları görsel malzeme olarak kullanılıyor. Birinci ihtimal; cemaati tahrik ederek sokağa döküp irtica kampanyalarına alet etmek

İkinci ihtimal; Bayram Ali Öztürk cinayeti ile birlikte İsmail Ağa Cemaati’ne liderlik yapabilecek, cemaati toparlatacak kimse kalmadı. Maksat cemaati bölmek. Çözülmeyi sağlamanın en kolay yolu da camiayı bir arada tutacak isimleri ortadan kaldırıp, camiayı birbirine düşürüp dağıtmak veya birçok küçük kollara ayırmak.

Üçüncü ihtimal;  Fener Rum Patrikhanesi’ne çok yakın bir yerde olan İsmail ağa, Patrikhane’nin oradaki varlığına karşı bir denge unsuru olarak görülüyordu.  Patrikhanenin orada yeni etnik bir Hıristiyan cemaati oluşturmak isteğiyle bir planı çerçevesinde, bazı taşeron vatandaşlar eliyle toprak ve evler aldığı bilinmektedir. Orada mülk sahibi olan cemaat,  Patrikhane için büyük engeldir. Onun için ismailağa cemaatinin Fatih ve bölgesinden bir an önce atılıp sökülmesi istenilmiş olabilir.

Dördüncü ihtimal; Her iki cinayet konjonktürel olarakta birbirine çok benziyor. 28 Şubat, Refah Yol iktidarı zamanında tezgahlandı. Çeşitli olaylarla gündem ısıtıldı, Çarşambadan sakallı cüppeli insanlar toplanıp götürüldü ve o süreç yaşandı. Şimdi AKP iktidarda  ve önümüzdeki yıl Cumhurbaşkanlığı seçimi var. Gündem giderek ısınıyor. AKP'den kop(art)malar dahil, o dönemdekilere benzer olaylar yaşanabilir. Süreçler birbirine çok benziyor. Son aylarda teröre verilen 100'e yakın kurban. Halkın tepkisinin Başbakan'a fiili saldırı teşebbüsüne kadar dayanması, askerin uluslararası konularda hükümet ve TBMM'den önce yaptığı açıklamalar,  medyenın kendi tezgahladığı oyunu kullanıp toplumu geren kriz şakşakcılığı yapması yeni bir sürecin sinyalleri gibi sanki.  28 şubat andıççıları  bu maksatlı yayınları ile mevcut siyasi iktidarın çok yıprandığını ve bu haliyle üzerinde önceden uzlaşma sağlanmadan bir cumhurbaşkanlığı seçimini yapamayacağını anlatmak istiyorlar.

LÜBNAN'DA İSRAİL'İN YAPAMADIĞINI MI YAPTIRACAKLAR?

5 Eylül'de Lübnan'a asker gönderilmesine ilişkin tezkere Meclisten geçti. Mehmetçik Lübnan'a gidecek ama herkes "şimdi ne olacak?" diye endişeli. Türkiye'nin asker katkısı ile Lübnan'da barış ve istikrar sağlanacağı bir hayal.  BM gücünün gönderilmesi ile burada barış ve istikrarı sağlamak yerine, Batı yanlısı bir gücü buraya yığarak, daha büyük bir projenin aracına  dönüştürmek.

BOP'ni gerçekleştirmek isteyen  ABD'nin asıl amacı, küresel üstünlüğünü sürdürebilmesi için enerji kaynaklarını  ve İran'ı kontrol etmek.  Bu amaçla Afganistan ve Irak'ı işgal eden  ABD'nin İran'ı da aşması gerekiyor.  Ortadoğu'nun haritaları yeniden değiştirilirken,  İran, Suriye ve Lübnan'ın şekillendirilmesi gerekiyor.

ABD'nin İran'a müdahalesinden önce Hizbullah'ın etkisizleştirilmesi gerekiyordu. Bu hem İsrail'in güvenliği için önemli hem de ABD'nin İran projesi açısından önemliydi. Fakat İhizbullah İsrail'i hezimete uğrattı. Bu defa, İsrail ordusunun başaramadığını gerçekleştirmek için,  bir askeri gücün bölgeye gönderilmesi ve Hizbullah'ın etkisinin azaltılması gerekiyor. BM gücünün şimdiki rolü bu olacaktır.  ABD'nin İran'a müdahale etmesi halinde; bu güç daha büyük bir role de soyunabilir.

Bu durumda Türk ordusu, Lübnan'a barış ve istikrar sağlamak için gidiyor tezi doğru değil. Öne sürülen "Osmanlıcılık konsepti" ile, "Lübnan bize tarihi mirastır" ifadesiyle; tarihle bir ilişki kurup,  ABD'nin BOP planıyla örtüştürerek,  Türkiye'yi çıkarlarına alet etmek isteyenler olabilir. Türkiye, bugünkü mevcut ekonomik ve siyasi  düzeniyle İslam dünyasında bağımsız ve özgün bir role soyunacak durumda değildir. Ancak yazılmış rolleri oynayabilir.

Türkiyenin, ABD'nin yanında BOP'a açıkça taraf olması ABD için çok önemlidir. Çünkü uzun bir süreç olan BOP'un gerçekleştirilmesi aşamasında ABD, Türkiye'ye büyük roller biçmekte ve  yanında görmek istemektedir.

BM nereye gidiyorsa, arkasında ABD, İngiltere-İsrail troykası vardır. BM, onların elinde bir oyuncaktır. O nedenle, Lübnan’a gitmek bizim için kesinlikle bir felaket olur. Orada çıkacak bir çatışmada İsrail'e silah çekilebileceğine, buna izin verileceğine ihtimal yoktur. BM gücünün yapacağı iş doğrudan doğruya İsrail’i korumaktır. Hizbullah’ı silahsızlandıracak ve sadece Hizbullah’a karşı vaziyet alacaklardır.. 

Türkiye oraya, BOP'a alet olmak yerine,  ancak Müslümanların önder ve öncüsü olarak, İsrail’e karşı savaşmak üzere gidebilir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

DOHA SALDIRISI BİR DÖNÜM NOKTASI KAOTİK BİR KIRILMA VE DİPLOMASİNİN ÇÖKÜŞÜ

  Metin Alpaslan   – Umran Dergisi/Ekim 2025-374. Sayı Terör ve işgal devleti İsrail’in 9 Eylül’de uluslararası hukuku ihlal ederek, Doha’da...