(Umran Dergisi)
Bugün dünya yeni gelişmelere ve büyük dönüşümlere gebedir. Bu durum, Joseph Schumpeter’in “yaratıcı yıkım” ve Rosa Lüksemburg’un “düzeltici savaş” teorilerinin sanki yeniden canlandığına işaret ediyor. SSCB dağıldı, komünizm yıkıldı, Soğuk Savaş bitti, ABD geriliyor, Çin yükseliyor, Brexit’den ve pandemi sürecinde yaşananlardan sonra Avrupa Birliği çöküş sinyalleri veriyor. Pandemi sonrasında derinleşecek sosyo-politik ve ekonomik öfke tırmanışı, küresel ölçekte insan hareketliliğine, siyasi çalkalanma ve dönüşümlerine sebep olacak.
Sıcak çatışmalar, vekâlet savaşları, bölgesel istikrarsızlıklar, terörist ağların yayılması, Covid-19 ile başlayan küresel sağlıkla ilgili sorunlar, siber dünyadaki gelişmeler, iklim değişikliği gibi meselelerle boğuşan dünyada bu sancılı düzen daha devam edecek gibi gözüküyor. Büyük güçler çatışmalarını ve güç mücadelelerini çeşitli yerel ve bölgesel kriz alanlarında sürdürmeye devam etmektedirler. Yenidünya düzeni böyle riskli bir ortamda şekillenmektedir. Mevcut uluslararası kurumlar meseleleri adil bir şekilde çözmek yerine, büyük güçlerin rekabetine hizmet eder şekilde yürütmektedirler. İsrail Gazze’de taş taş üstünde bırakmazken BM Güvenlik Konseyinde bu zulmü durduracak bir kararın alınmasını ABD veto edebilmektedir. Suriye’de Esed rejiminin zulmünün durdurulması için alınacak herhangi bir kararı Rusya veto edebilmektedir. Emperyal güçler, kendi aralarında bir güç mücadelesi içinde olsalar da, söz konusu yer yakıp yıktıkları İslam beldeleri olduğunda, döktükleri kan Müslüman kanı olduğunda, söz konusu Türkiye olduğunda, tek bir blok olarak hemen birleşmekte ve güç birliği yapabilmektedirler.
İslamofobi, soğuk savaşın bitmesiyle beraber kangren gibi yayılmış, özellikle esrarengiz 11 Eylül 2001 tezgâhı ile İslam, korkulması gereken bir terör dini haline getirilmiştir. Bir yandan kendi laboratuvarlarında ürettikleri terör örgütlerini sahaya sürüp kullanırken, bir yandan da İslam’ı ve Müslümanı suçlamaya, karalamaya devam ediyor, İslam karşıtlığını, İslam düşmanlığını biteviye tahrik ediyorlar. Bu yetmiyormuş gibi şimdi de başta Almanya olmak üzere bütün Avrupa’da Türkofobi’ye yöneldiler
Yaşadığımız coğrafyada oynanan oyunlar Matruşka gibi… Kutu içinde kutu, iç içe geçmiş, sayısı belirsiz kutular şeklindedir. Yeni uluslararası düzeni kim şekillendirecek sorusunun cevabını yaşanılan gelişmeler verecek.
Türkiye’nin Görünümü: Fırsatlar ve Zorluklar
Türkiye, tarih boyunca uygarlıklarının kesiştiği, üç kıtanın tam
ortasında Anadolu’da bulunan, Nazım Hikmet’in deyişiyle ‘Asya’dan Akdeniz’e bir
kısrak başı gibi uzanan’ güzel bir memleket. Hem bir Orta Doğu ülkesi, hem
Balkanlar üzerinden bir Avrupa ülkesi, hem de Kafkaslar üzerinden bir Avrasya
ülkesidir. NATO üyesi, Avrupa Konseyi ve AGİT kurucusu, AB’ye girmek için can
atan yüzü batıya dönük bir ülke. Avrasya enerji koridorunun kilit ülkesi konumunda
olmakla jeostratejik önemi artan, kimlik ve bölgesel güç olarak jeopolitik
değeri yüksek bir ülkedir. Napolyon, “eğer dünya bir devlet olsaydı başkenti
İstanbul olurdu”[1]
demişti.
ABD Dışişleri Bakanlığının 1946 tarihli Belgesinde: “Türkiye’yi kontrol eden, Akdeniz’den Hindistan’a tüm bölgeyi kontrol eder.”[2] ifadesi kullanılıyor. Tarih boyunca bu coğrafyada hakim olanlar güçlü olmak zorunda kalmışlardır.
Çin’in, Amerikan hegemonyasını kırmak için planladığı, Çin’i en kısa yoldan Avrupa’ya ulaştıran Bir Kuşak Bir Yol (Orta Kuşak) projesinin en merkezi yerinde vazgeçilmez bir güzergâh üzerinde bulunuyoruz. Orta Kuşağın Trabzon üzerinden Karadeniz’e, Mersin üzerinden de Akdeniz’e açılması da mümkündür. Orta Kuşak Türkiye’yi Güney Kafkasya- Türkistan üzerinden küresel üretimin yeni merkezi olan Asya-Pasifik’e ulaştırdığı gibi, aynı zamanda Türkiye, Kuşak Yol İnisiyatifi içinde bir ileri üretim ve lojistik merkezi haline de gelebilir. Ulaştırma Bakanı Adil Karaismailoğlu; "Çin'den Avrupa'ya uzanan 3 büyük ticaret yolu göz önüne alındığında bir konteyner, Türkiye üzerinden 7 bin kilometre yol alarak 10-15 günde, Rusya Kuzey Ticaret yolu üzerinden 10 bin kilometre mesafe kat ederek 15-20 günde, Süveyş üzerinden 20 bin kilometre seyrederek 45-60 günde Avrupa'ya ulaşıyor. Dünya ticaretinde zaman kavramının önemi düşünüldüğünde ülkemiz konumu itibarıyla avantajlı bir durumda bulunmaktadır.” diyor.
Diğer taraftan Türkiye, son yüzyılda kendisine zorla giydirilen deli gömlekleri ile içine itildiği Batıcı cenderede çırpınan bir ülke. Batı’nın Müslüman Türk düşmanlığı had safhada olduğu halde Batılılaşma ülküsünü ısrarla sürdüren laikçi cumhuriyet kafası ve hiç değişmiyor. Hala, “Türkiye’nin yüzü Batı’ya dönüktür” mottosu ile yönünü çizen Türkiye, ABD’den, AB’den, NATO’dan yediği kazıklara rağmen maalesef bu takıntısından vaz geçmiyor.
Türkiye’de siyaset kurumu kirlenmiş ve toplum nazarında çok ağır bir itibar kaybına uğramıştır. Güvenilirlik anketlerinde siyaset ve siyasi kurumlar yerlerde sürünmektedir. Türkiye’de siyaset, bir kamu hizmetinden ziyade, maddi manevi gücü artırma aygıtı gibi görülmektedir. Bir taraf diğerine 128 milyar doları ne yaptın diye soruyor, bu taraf diğerine 650 milyon lirayı ne yaptın diye soruyor. Garip ülkem. Tencere dibin kara senin ki benden kara misali bir bataklık adeta. Çözüm üreten yok. Bu fukaralığın, işsizliğin, dinsiz sapkınlığın, soygun düzeninin üstesinden nasıl geleceğiz. Bir şey söyleyen yok. Varsa yoksa herkes birbirinin kirli çamaşırlarını faş etmekle meşgul. İktidar da muhalefet de Kürt sorununu derinliğine tartışmak yerine Kürt oylarına yönelik bir mücadele yürütüyorlar. Konu hükümet kanadı ile muhalefet cephesi arasında HDP’nin kapatılıp kapatılmaması üzerinden konuşuluyor durumda. Bu gidişe dur denilmediği takdirde Türkiye’yi karanlık bir gelecek beklemektedir. Kendi içinde güçlü olan bir Türkiye’nin, ancak dünyada da güçlü olabileceğini unutmayalım.
Başta gençlik olmak üzere Türkiye'nin gözü dışarıdadır. Yetişmiş insan
dışarı kaçıyor. İnsan kaynağı konusunda en önemli çözüm eğitimdir. Ancak
eğitim sistemi her gelen bakanla değiştirilerek kalbura döndürülmüştür.
Türkiye'de ortalama eğitim süresi 7,6 sene. OECD ülkelerinin sürelerinin
neredeyse yarısına denk geliyor. Yetişkinlerde üniversitesi diploması olanların
oranı Türkiye'de yüzde 15, İspanya'da yüzde 32, Güney Kore'de ise yüzde 42.
Türkiye'de bir milyon nüfusa 173 araştırmacı düşüyor. Almanya'da bir milyona
bin 700 araştırmacı; Güney Kore'de ise 1000 araştırmacı düşüyor.
Değişen dünyada Türkiye’nin ciddi adımlar atması gerekirken, Türkiye’nin
enerjisini içerde tüketmeye yönelik bir konuma gelmesinin anlamı nedir? Sedat
Peker gibi sosyal medyayda milyonlarca izleyeni ve Türkiye’de sempatizan bir
kitlesi olan birinin devlet karşıtı bir duruma düşürülmesi manidardır.
Peker’in, Türkiye’ye karşı her türlü faaliyetin tezgâhlandığı, Türkiye düşmanı
Dahlan’nın operasyon merkezi Birleşik Arap Emirlikleri (BAE’den sesinin
yükselmesi çok düşündürücü olup, olayın sıradan bir durum olmadığını
göstermektedir. İşin arka planında ne vardır bilemiyoruz. Burada üzerinde
durulması gereken husus, Türkiye’nin başına nasıl bir çorap örüldüğü
konusudur. Devlete karşı bir eylemde
olmayacağını ısrarla söyleyen bir insanın ikinci bir Rıza Zarrab olayına benzer
bir duruma getirilmesine kimler sebep olmuştur. Söz konusu edilen uyuşturucu
yüklü gemi, bazı cinayetler, rüşvetle, yat limanına çökmek vs. gibi kirli
ilişkilere devlet mensuplarının adının karışması çok can sıkıcı bir durumdur. Bu
insanları kim kaşıyor, kim tahrik edip “Dubai Masası” denen şer merkezinin
kucağına atıyor. Yurtdışında olduğu bilindiği halde 50 polisle ailesinin
yaşadığı evi kadın polis bulundurmadan basmak kimin eseri. Gezi parkındaki
göstericilerin çadırlarını yakıp ortamı kızıştıranlara benziyor. Yeraltı dünyasına mensup bir kişiyle
siyasilerin bu kadar içli dışlı olması nasıl izah edilebilir. Arka planda
karmaşık bir istihbarat operasyonu var gibi gözüküyor. Türkiye ile ilişkileri
en kötü durumda olan bir ülkeden bu yayınların yapılması olayın basit şey
olmadığını gösteriyor. Böyle bir insanın tahrik edilerek intikam hissiyle
hareket etmesine sebep olmak, Türk Devletini uyuşturucu işine bulaşık gibi
göstermek, devlet içi, parti içi çekişmeleri uluslararası bir kumpasa alet etmek,
işi bu noktaya getirmek anlaşılır ve kabul edilebilir bir durum değildir.
Adaletin bir an önce harekete geçip, temiz toplum adına meselenin üzerine
gitmesi gerekmektedir.
Diğer taraftan, Gaziantep'te camide toplanarak ramazan ayı boyunca itikafta
bulunacaklarını belirten kişilerin amaçlarının, ibadet değil provokasyon
olduğunu belirten emniyet, bu kişileri kolluk kuvvetlerinin biber gazı
müdahalesiyle camilerden çıkartma görüntüleri toplumda infiale sebep olmuştur.
Bunun üzerine, Emniyet Genel Müdürlüğünün, eylemler sırasında polislerin
görüntülerinin veya seslerinin kaydedilmesini yasaklayan bir genelge
yayınlaması tepkiyle karşılandı. "Özel hayatın gizliliğinin
ihlali” gerekçe gösterilen genelgede, polisleri kaydeden kişilerin
engellenmesi ve haklarında adli işlem yapılması gerektiği belirtildi. Halkın
haber alma verme özgürlüğünü kısıtlayan ve polise dokunulmazlık getiren bu
genelge hukukçulara göre anayasaya aykırıdır ve hukuki değildir. Polisin
uyguladığı şiddete son vermek yerine, vatandaşın bunu görüntülemesini,
gazetecilerin bunu yayımlamasını engellemeye çalışmak, Türkiye’de hala
özgürlükler konusunda epey yol alması gerektiğini gösteriyor.
Türkiye’nin birçok problemle uğraştığı sıkıntılı böyle bir dönemde,
yanlış ve haksız uygulamalara karşı en küçük bir eleştiri veya serzenişe hemen
tepki ve savunma refleksi gösteriliyor. Bu ülkede “kral çıplak” diyebilen
insanlara ihtiyaç vardır. Sapla saman birbirine karıştırılıyor. Meseleleri olgular üzerinden değerlendirmek
yerine, algılar ve duygular üzerinden değerlendiriyoruz. Ya “müzmin muhalif” ya
da “fanatik taraftar” oluyoruz
Şunu unutmayalım; Türkiye’nin uluslararası sahada hak ve menfaatlerini koruması, bağımsız politika izleyebilme kabiliyetini artırması dünya egemenlerini endişelendirmektedir. Bu nedenle, Türkiye'de siyasi, ekonomik ve toplumsal kırılganlıklara oynuyorlar. Ve maalesef içerideki bazı mahfillerden de destek alabiliyorlar. 17 Aralık’tan hemen önce ABD Ankara Büyükelçisi Ricciardone birçok ülkenin Avrupa ülkeleri büyükelçilerine verdiği yemekte şöyle demişti: “Türkiye liderlerine söyledik. Dinlemediler. Şimdi bir imparatorluğun çöküşünü izleyeceksiniz.” Ve bu söylemin en ciddi hamlesinin 15 Temmuz darbe girişimi olduğunu gördük.
Ekonomi güçlü olursa, devlet de güçlü olur…
Ekonomik zaviyeden ülkemize baktığımızda, Türkiye’nin şu anda finans-oligarşisinin bir nevi rehinesi durumunda olduğunu görüyoruz. Rahip Brunson sürecinde görüldüğü gibi Türkiye’de istedikleri anda finansal kriz çıkarabilecek durumdadırlar. Tefeci faizi ile borçlanan bir ülke haline gelmiş durumdayız. Borçları tekrar yüksek faizli borçlarla ödüyoruz. Dış borçlanma belirli bir noktayı geçince sadece yoksulluk değil egemenlik sorunları da yaratmaya başlar. Osmanlı İmparatorluğun son 200 yılı çok sayıda finansal dersle doludur. Tarih’ten ders çıkarmak gerekir. Üretimden kopuk rant ekonomisi ve dış borç bağımlılığı sonucunda saplanılan ekonomik kriz nedeniyle, rehine haline gelmiş Türkiye'de, artık bağımsız bir Türkiye politikası konuşmak zorlaşmaktadır. Türkiye ekonomik olarak güçsüzleştikçe başına çeşitli tuzaklar örülmekte, ayırımcı muamelelere maruz kalmaktadır. Türkiye'nin bağımsız bir siyaset uygulayabilmesi için sıkışmış durumdaki ekonomisinin bir tehdit unsuru olarak kullanılabilir olmaktan çıkarılması gerekmektedir. Askeri güç caydırıcılığı, askeri kapasitenin ekonomik imkânlar ölçüsünde arttırılmasıyla ancak mümkün hale gelir.
Enflasyon %8’lerden 30’lara çıkmıştır. Vatandaşı çıldırtacak bir mekanizma devrededir. Fahiş fiyatlardan dolayı alım gücü düşen vatandaşın pazarda canı yanıyor. OECD’nin ülkeleri arasındaki gıda fiyatı araştırmasında OECD ülkelerinin ortalaması yüzde 1,8 iken Türkiye'de oranlar yüzde 20'lerde seyrediyor. Aynı zamanda ahlaki bir sorun olan bu duruma devlet acil tedbir almadığı takdirde, ne yazık ki sonuçları 2023 Haziran seçimlerine yansıyacaktır.
Son 10 Yıllık dönemde Türk Lirası karşısında Euro % 351, Amerikan Doları ise % 423 oranında değer kazanmıştır. Ülkemiz gelir dağılımı adaletsizliğinde Avrupa’da Sırbistan’dan sonra ikinci sırada yer alıyor. Türkiye gibi dört mevsim bir ülkenin geleneksel tarımda dış açık vermesi anlaşılabilir bir durum değildir.
2009 yılından sonra IMF'siz idare etmemizin nedeni global likidite fazlasıydı. Ancak 2008 sonrası gelen yabancı kaynaklar inşaata betona harcanarak israf edilmiştir. Bütçe dengesi bozuktur. Devletin gelirleri giderlerini karşılamıyor. MB rezervleri erimiştir. Cari açık 60 milyar dolardır. Finansman ihtiyacı büyüktür. Kişi başı milli gelir giderek azalmakta, işsizlik artmaktadır. Türkiye'nin tarımda ve sanayide var olan üretim potansiyeli etkin kullanılmamaktadır. Ekonominin içinde bulunduğu sıkıntılı durumdan israfın önlenmesiyle ve kaynakların etkin ve iyi hazırlanmış plan ve programlarla kısa zamanda çıkılabilir.
Adalet sistemimize güvenmedikleri için yeterli yabancı yatırım gelmemektedir. Ayyuka çıkmış yolsuzluk iddiaları Türkiye gibi ümmetin ümidi bir ülkeye yakışmamaktadır. Bugünkü yaşadığımız kriz sistemsel bir krizdir. Ülkemizin kapitalist merkeze ve neoliberalizme kayıtsız bağlanmasının sonucudur. Bu teslimiyet devam ettiği sürece de bugünkü iktisadi krizden çıkış mümkün değildir. Artık kendi kendimize anlatı pazarlamayı bırakıp, bizi değerlerimizle ayakta tutacak yapısal/sistemsel reformları yapmak gerekiyor. Bu coğrafyada huzurlu yaşamak için ileri teknolojilerini üretebilen, üretim bazlı, adil, rekabetçi bir ekonomiye sahip olmak önem taşımaktadır.
Değişen Dünya Güç Dengeleri Ve Türkiye…
Genel olarak dünya konjonktürüne baktığımızda gördüğümüz manzara, uluslararası ilişkilerde değişen dinamikler sonucunda dünya dengeleri değişmekte, yeni yaklaşımlar, yeni dengeler ortaya çıkmaktadır. Soğuk Savaş döneminde taraflar Amerika’ya veya Sovyetlere bakarak pozisyon alırdı. Eskinin iki kutuplu dünyası yıkıldı ve yerine çok kutuplu bir dünya kuruldu, yeni güç odakları ortaya çıktı. Dünya, ticaret, yatırım ve teknoloji alanlarında gerçekleşecek yeni nesil bir soğuk savaşla karşı karşıya kalacak gibi görünüyor. Yeni soğuk savaşın bir cephesi Avrupa olup, tarafları ABD ile Rusya, diğer cephesi ise Güney Çin Denizi olup tarafları ABD ile Çin’dir. ABD, dünyanın yeni süper gücü Çin’in yükselişini durduramazsa, küresel hegemonyayı Çin’e kaptıracağını hesaplıyor, Çin’i çevrelemek amacıyla büyük gayret gösteriyor.
Uluslararası siyaset değişen şatlara göre şekillenen karmaşık ilişkiler şeklinde devam etme tabiatına sahiptir. Meselâ, Rusya, bir taraftan NATO üyesi olan Türkiye’yi kendi yanına çekecek adımlar atarken diğer taraftan Suriye’de, Libya’da, Ermenistan ve Ukrayna’da Türkiye karşıtı icraatlar da bulunabiliyor. Güya Suriye’yi koruyan Rusya, İsrail’in Suriye’yi bombalamasına asla ses çıkarmıyor. Ama bölgede bulunan Türkiye askeri unsurlarına her vesileyle zarar vermeyi sürdürüyor. Suud ve Körfez ülkelerinin Katar'a yönelik baskısına karşı Türkiye ve İran ortak tutum alırken, Suriye'de, Karabağ'da karşı saflara düştüler. Türkiye, Yemen'de Suud'a daha yakın, İran'a daha mesafeli konumda duruyor. Suudi Arabistan ve BAE’nin kuklası haline gelen Mısır bir anda Doğu Akdeniz'de tersine bir manevra yaparak Türkiye'nin tezine uygun bir pozisyon alıyor. Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi(GKRY)’nin Doğu Akdeniz'de uygulamaya çalıştıkları tüm planlar baş aşağı oluyor.
Türkiye’nin uluslararası ilişkilerde “denge” oluşturan bölgesel güçlü bir aktör olarak ortaya çıkması, S400 alımı, nükleer enerji ve boru hatları yatırımlarıyla Rusya ile yeni bir aks oluşturması Batı’da endişelere sebep olmuştur. Türkiye, kapasite artıran bir ülke yolunda ilerledikçe üzerinde oynanan oyunlarda artmakta, bölgesel güç mücadelesinde Türkiye’nin etkisi azaltılmak istenmektedir. Bir taraftan Türkiye’yi iç meselelerle meşgul ederken, bir taraftan da Doğu Akdeniz’de tansiyonu düşürmek yerine Yunanistan’ı kışkırtarak yangına körükle gidiyorlar. Ta ki Türkiye geri adım attırıp arama ve sondaj gemilerini geri çekmesine kadar durmadılar.
Rusya, emperyalist ruhunun yeniden canlanması ile genişlemeci ve yayılmacı politikalar izliyor. Deli Petro’nun izinden gidiyor. Sovyetler zamanında kendi kontrolündeki toprakları geri almaya yönelik bir politika izliyor. Çeçenistan’ı kanla susturdu. Gürcistan’ı böldü, Kırım’ı haksız bir şekilde ilhak ettiği yetmedi, şimdide Ukrayna’nın Donbas bölgesine göz koymuş, oradaki ayrılıkçıları destekliyor. Rusya ile Ukrayna arasındaki gerilim, Rusya’yı ABD, İngiltere, Türkiye ve Avrupa Birliği’ni karşı karşıya getirmiştir.
Türkiye’yi çevreleyen bölgelerdeki kaos, Türkiye’yi adeta bir ateş
çemberi içine almıştır. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, “En küçük bir sendelemede, en
ufak bir zafiyette bize üzerinde yaşadığımız şu vatan topraklarını bile çok
göreceklerini biliyoruz." demesi boşuna değil.
Türkiye yurtiçinde, Suriye’de ve Irak’ta terör örgütleriyle amansız bir
mücadele yürütmektedir. Yunanistan Lozan Antlaşması şartlarını ihlal etmekte ve
ABD, Avrupa, İsrail ve Körfez ülkelerinden destek görmektedir. Suudi Arabistan,
BAE ve Mısır İsrail'in ve Yunanistan’ın doğal müttefiki haline dönüşmüş
durumdadır.
Tarih, kültür ve inanç değerleri bakımından bizim bulunmamız gereken alanlarda başkaları at koşturmakta ve bize karşı kullanmaktadır. Yakın çevremizde yaşanan alt üst oluşlar nedeniyle dış politika ve güvenlikte tehdit algısı yükselen, AB ve ABD ile gerginlik yaşayan ve sürekli sıkıştırılan Türkiye diplomaside yalnızlaşmayla yüz yüze kaldı. Uluslararası planda sorunlu olmadığımız ülke neredeyse kalmadı.
Binlerce yıllık kökleri ve büyük bir devlet geleneğine sahip olan Türkiye’nin tekrar bölgesel caydırıcılığı yüksek bir konuma gelmesi, şer güçlerin tuzaklarına çomak sokması, oldubittilere hayır demesi Türkiye’yi küresel dayatmaların hedefi haline getirmiştir. Bölgenin Türkiye'siz şekillenemeyeceğini anladıkları için Türkiye içinde siyasi ve ekonomik istikrarsızlık çıkarmak, ihtilaflar kaşımak için ellerinden geleni yapıyorlar. Türkiye ne zaman derlenip toparlansa, haklarının peşine düşse, ya ekonomik operasyona maruz bırakılıyor ya da toplumsal fay hatları tetikleniyor. Zayıf düşmüş Türkiye ile pazarlığın daha kolay olacağını düşünmektedirler. Artık iç siyasette olup bitenleri, dışarıdaki niyetlerle paralel okumamız gerekiyor.
Türkiye-önceki profili olan-sürekli idare edilmesi gereken bir yarı-ortak pozisyonundan çıkıp, kendi çıkarlarını korumaya başlayıp, kendi rotasını çizmeye karar verdiğinde büyük bir dirençle karşılaşıyor. Türkiye’nin önü açıldığı oranda, Türkiye’nin önüne yeni imkânlar çıktığı oranda yeni tuzaklar örülüyor. “Ne ol, ne de öl” deniyor. Türkiye’nin çevresinde yıllar sürebilecek istikrarsızlıklara ve insani krizlere hazırlıklı/güçlü olması gerekmektedir.
Transatlantik İlişkiler, NATO Çatlağı ve Türkiye…
Biden, Trump’ın bozduğu transatlantik ittifakı yeniden güçlendirmeye çalışmaktadır. Avrupa’nın NATO’ya sadakatini düzeltip AB’yle ilişkileri onarmayı hedeflemektedir. Böylece Çin-Rus eksenini kuşatmak, Avrupa’nın merkez ülkeleri olan Almanya ve Fransa’nın, Çin ve Rusya ile ilişkilerini kırmak, Atlantik ile Asya arasında sıkışan Avrupa ülkelerini denetim altına almak istiyor. Yani ABD, NATO’YU kullanarak küresel liderliğini ve etkisini yeniden canlandırmayı hedefliyor.
'NATO 2030' stratejisiyle 'Çin ve Rusya ile büyük güç rekabetine' odaklanan ABD, Rus gazını Almanya'ya sevk edecek olan Kuzey Akım 2'yi de yaptırımlar kapsamına alacağını ilan edince itaatkâr Almanya’nın direnişiyle karşılaştı. Fransız ordusunun üst düzey subaylarının yer aldığı 'Cercle de Réflexion Interarmées', adlı düşünce kuruluşu NATO Genel Sekreteri Stoltenberg'e 'NATO 2030' planlarını protesto eden bir açık mektup gönderdi. Mektupta ABD'nin NATO’nun varlığını sürdürmek için “Rus düşmanlığı yaratıldığını, Atlantik İttifakının Çin ile ABD arasında cereyan eden dünya hegemonyası mücadelesine alet edildiğini” belirtiyorlar.
Bize gelince, bırakın müttefikliği NATO giderek Türkiye için bir tehdit unsuru olmaya başlamıştır. Fransa Cumhurbaşkanı Macron, Libya’da Hafter’i destekleyerek, GKRY ile askeri ittifak yaparak Türkiye’nin karşısında yerini alıyor. Hiçbir yerde bizimle ortak hareket etmeyen, Doğu Akdeniz politikasında Türkiye’nin karşısında yer alan NATO’dan fiilii ve teorik olarak kopmuş durumdayız. Muhtemelen yakın zamanda GKRY’ni ilk fırsatta üye yapıp Türkiye’yi daha da köşeye sıkıştırmaya çalışacaklardır. ABD, Fransa ve İngiltere NATO bayrağı altında kendi küresel çıkar alanlarında farklı yapılanmalara yönelmişlerdir.
Hatırlanacağı üzere, 2017 yılında Norveç’teki NATO tatbikatlarında Atatürk’ü ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı “düşman hedefi” sınıfında gösterdiler. Türk subayları orayı protesto ederek terk etmişti. Bu basit bir hata değildi. Tam tersine NATO’da Türkiye’nin nasıl görüldüğünün açık bir resmiydi. FETÖ’cü subayları yetiştiren ve NATO görevlerine özel olarak yerleştiren ve 15 Temmuz 2016’da harekete geçiren de NATO idi. Yurtdışındaki görevlerde bulunan ve darbe girişiminden sonra Türkiye’ye dönmeyen çok sayıda FETÖ’cü o günden beri NATO koruması altında Atlantik başkentlerinde yaşamaktadırlar. Bütün bunlara rağmen, bizim 15 Temmuzda başat rol oynayan NATO’dan bu kadar beklenti içine girmemiz anlaşılmaz bir durumdur.
Bir Paradoks: Müttefik Görünümlü Düşmanlar…
ABD merkezli düşünce kuruluşu CSIS’ın (Stratejik ve Uluslararası Çalışmalar Merkezi) “Büyük Akdeniz Üzerinde ABD Çıkarlarını Güvence Altına Almak” başlıklı 16 Aralık 2020 tarihli raporunda; ABD, Türkiye’yi “gri ülke”, Yunanistan’ı ise İsrail gibi “beyaz ülke” olarak işaretliyor.[3] Bunun anlamı şudur: “Türkiye, orta riskli, çıpa devlet olmayan, NATO üyesi ama düşman Rusya ile politik, askeri ve ekonomik ilişki içinde bir ülkedir.” Yunanistan ise risksiz, çıpa(yani güvenlikli), NATO ve AB üyesi ülkedir.
ABD, Yunanistan’ı silahlandırırken, bize Patriot vermeyerek hem yalnız bırakmış hem de S-400’leri aldığımız için Türkiye’yi CATSA yaptırımları olarak bilinen ABD’nin düşmanlarına uyguladığı yaptırımların kapsamına almıştır. Proje ortağı olduğumuz ve parasını ödediğimiz F-35 uçaklarımızı vermediği gibi bizi hukuksuz olarak programdan çıkarmıştır. Ayrıca bölgemizde Türkiye’ye karşı düşmanca planlarını uygulamaya, FETÖ’yü ve PKK/YPG’yi Türkiye’ye karşı kullanmaya devam ediyor. YPG’ye helikopter ve ağır silah eğitimi verdiği söylenmektedir. Bütün bunları kime karşı yapmaktadır acaba?
ABD Kongresi işi gücü bırakmış, Türkiye konusunda birbiri ardına mektup yağdırmakla meşguldür. Biden’ın 20 Ocak’ta Başkanlık görevine başlamasından bu yana, Kongre’den yönetime Türkiye ile ilişkiler konusunda beş mektup yazıldı.
ABD Denizcilik Enstitüsünün 2018 yılında yayınladığı “Donanma Taktikleri ve Deniz Harekâtı” adlı kitabın ‘Ege Savaşı’ başlıklı bölümde; Yunanistan ve Türkiye’nin Ege’de karşı karşıya gelmesi haline ABD Donanmasına ait 6. Filonun Türkiye’ye karşı Yunanistan tarafında yer almak suretiyle Girit Adasının kuzeyinde Türk donanması ile angaje olması ve Türk yerleşim yerleri olan İzmir, Çeşme, Kuşadası ve Bodrum’un hedef alınması yer almaktadır.[4] Yunanistan’a destek veren bazı AB üyesi ülkeler ve ABD bir askeri çatışma halinde Yunanistan tarafında yer almak şeklinde pozisyonlarını belirlemişler ve askeri hazırlıklarını bu yönde gerçekleştirmektedirler.
ABD Yunanistan ile askeri antlaşmalar yapmak suretiyle Türkiye’yi
kuşatırcasına sınırımıza 30 km uzaklıktaki Dedeağaç’ta dev bir Amerikan üssü
kurmuştur. Türkiye’ye karşı hasmane bir adım daha atarak hem Rum Yönetimine
uyguladığı silah ambargosunu kaldırmış, hem de GKRY ile yaptığı askeri antlaşma
ile acil durumlar için Amerikan askerinin konuşlandırılmasına izin verilmesini
kabul etmiştir.
Biden'ın seçim kampanyası sırasında "Cumhurbaşkanımızı eleştirmesi, Erdoğan'a karşı muhalefete destek vermeliyiz" demesi, Dışişleri Bakanı Blinken'in Türkiye'den 'sözde müttefik' diye söz etmesi, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de hak ve menfaatleri için attığı adımları Fransa ile beraber baltalamaya çalışması, Yunanistan ve İsrail ile birlikte Türkiye’ye karşı ittifaklar kurması, Halk Bankası davasını devam ettirmesi, Suriye’de ve Irak’ta PKK’ya destek vermesi, bize karşı aldıkları düşmanca tavırlarının göstergesidir. Sözde Ermeni soykırımı konusunda siyasi düşmanlıkla yaptığı, hiçbir hukuki geçerliliği ve haklılığı bulunmayan açıklamasıyla niyeti hakkında her türlü tereddüdü ortadan kaldırmıştır.
Avrupa Birliği, Türkiye’yi Kıbrıs’ta işgalci olarak suçlamakta, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin adadan derhal çekilmesini talep etmektedir. Türk askerinin Kıbrıs'tan çekilmesi Türkiye'nin caydırıcılığının ortadan kaldırılması, güneyden kuşatılması ve Doğu Akdeniz'de karaya sıkıştırılması anlamına gelir. Türkiye’nin Libya ve Suriye’deki etkinliğinden kaygılanan Fransa, AB’nin YPG/PKK’yı terör örgütü listesinden çıkarmasını, sözde Ermeni soykırımının tanınmasını talep etmektedir.
Bütün oyuncular sanki Türkiye'nin kazanmaması üzerine ittifak etmiş görünüyorlar. Hedefleri, bölgedeki çatışmaları devam ettirerek, meseleleri içinden çıkılmaz hale getirmek, sorunları uzatarak tarafları ‘bu çatışma bitsin de nasıl biterse bitsin’ noktasına getirip kendi çözümlerini dayatmaktır. ABD dış politikasını önde gelen isimlerinden ve CFR’nin başkanı olan Richard Haass ‘Yeni Amerika-Dış Politika İçeride Başlar’ adlı kitabında; “Biz ne Esad yönetimini istiyoruz, ne de onların yerine geçecek İslamcıları. Bu savaşı pat durumunda bırakalım ve evrensel değerleri değil, kendi çıkarlarımızı kollayalım” diyor.[5] ABD’nin Irak’a, Arap Bahar’ına ve Suriye’ye uyguladığı ahlaksız siyaset bu söyleme uygun olarak uygulandı.
ABD nükleer caydırıcılığında önemli bir rol üstlenen, ABD’ye sağladığı lojistik altyapı ve Rusya ve Ortadoğu’ya yakınlığı ile İncirlik, NATO’nun en kritik ayaklarından birini oluşturuyor. Kürecik Radarının gizlenen asli görevi İran’dan atılacak balistik veya diğer füzelere karşı İsrail’i korumaktır.. Suriye’den dahi İsrail’e yönelen füze ve roket tehditleri yine Küreciğin iz aktarması ile önlenebilmektedir. İncirlik ve Küreciğin kapatılması gündeme getirilmeli, Türkiye düşmanlarını Türkiye topraklarından korunmasına son verilmelidir.
Türkiye Yeni Bir Oyun Kurucu Olarak Kuşatmayı Yarmalı…
Uluslararası ilişkilerin yükselen bir gücü ve aktörü olarak Türkiye, çok zorlu bir coğrafyada varlığını sürdürmek zorundadır. O nedenle, yarının okumasını yeni jeopolitik yaklaşımlar ve jeostratejijk bakış açısına göre yapmalıyız. Küresel güçlerin şeytanca oyun oynadığı bu bölgede akılcı politikalarla faklı yollarla etki yapmamız gerekiyor.
Türkiye, sıkışık bir durumda kimseye muhtaç olmamak için ulusal güvenlik
ve savunma sistemlerinin yerli üretimlerine yönelik başlatmış olduğu
seferberlik hareketini kısa sürede katlayarak artırmalıdır. Bunun için öncelikle
insan sermayesine yatırım yapmalıdır. Her
seviyede gereken insan kaynağının yetiştirileceği programlar geliştirilmelidir.
Buna paralel olarak, yurtdışında bu alandaki kuruluşlarda çalışan vatansever bilim
insanlarının ve teknisyenlerin ülkeye dönüşleri ve sürece katılımları sağlanmalıdır.
Dünyada İslam karşıtı hareketlerde bir artış beklenmektedir. Bu nedenle İslam İşbirliği Teşkilatı ve diğer uluslararası kuruluşlarda İslam karşıtı hareketlerle mücadeleye öncülük ederek ümmetin umudu olmayı sürdürmelidir. Şu an güçlüden yana işleyen uluslararası hukuk karşısında Türkiye öncülüğünde İslam Dünyası bir adalet enternasyonali kurmalıdır. Bu yaklaşım, kendi coğrafyasında BM'ye alternatif olabilecek, bölgesel sorunlarda etkili işbirliği yapılarının doğmasını teşvik edecektir. İslam coğrafyasında, birçok bölgeyi içine alan entegre yapılarla oluşturduğu barış havzası, uzun vadede BM'de gerçekleşecek bir yapı değişikliğine ön hazırlığı olacaktır.
ABD, Rusya, İsrail ve Avrupa’nın Türkiye ve bölge ülkelerine baskıları tamamen bölge içi anlaşmazlıklardan güç almakta, bölgedeki bu zaafı bir silah olarak kullanmaktadırlar. Ortadoğu’da cirit atan tüm devletler bu bölgedeki huzursuzluktan beslenmektedir. İsrail artık hiçbir gelecek endişesi taşımıyor. Çünkü bölgedeki bitmez kavgalardan faydalanarak bölge ülkeleri ile anlaşmalar yapmakta, Suriye ve Irak’ın paramparça olmasından beslenmektedir. İsrail’in Kudüs’ü Başkent ilan etmesi, Golan Tepelerini ilhak etmesi, Batı Şeria’da uluslararası hukuka aykırı yeni yerleşim alanları açması, katliamlar yapması, Gazze’deki ablukaları kaldırmaması bu rahatlığından dolayıdır. Bu nedenle, Türkiye son günlerde sorunlu olduğu ülkelerle girdiği diyalog politikasına devam etmeli, İsrail’i yalnızlaştırmalıdır.
Yeni yüzyıla daha büyük bir güç olarak girmek isteyen Türkiye, Kafkasya’dan Çin sınırına, Akdeniz’den Afrika’ya bütün bu alanlarda dünyanın en güçlü ülkeleri ile boy ölçüşen adımlar atarak bir güç ilanı yapmıştır. Ege’de ve Doğu Akdeniz’de Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin hakkaniyete, hukuka, adalete sığmayan dayatmalarına, tehditlerine, yıldırma çabalarına boyun eğmeyerek cevap vermiştir. Ağır siyasi ve ekonomik bedeli olmasına rağmen, bölgede Türkiye dahil edilmeden oyun kurulamayacağını gösterdi.
Ülke içinde bekleyen sayısız sorunlarımız var. Tüm enerjimizi kendi ülkemize vermek, gençlerimize, eğitime, teknolojiye ve istihdama odaklanmalıyız. Üretim kapasitemizi artırarak ticaret savaşlarına hazır hale gelmeliyiz ki kimse bizi döviz kuru ile terbiye etmesin, araç gereç sevkiyatını durdurmakla bizi savunmasız bırakmasın. Eğer Türkiye, bölgesel ve küresel düzeyde etkin, İslam dünyasına umut aşılayan, sahada ve masada güçlü bir ülke olmak istiyorsa, önce kendi içinde güçlü olmak zorundadır. Kendi içimizde ekonomiyi güçlendirmeden, hukuku, siyaseti, bilim ve teknolojiyi geliştirmeden çevremizde bir etki oluşturamayız. Dünyada güçlü olmanın, sözü dinlenir olmanın ve haklı olmanın yolu ekonomik, sosyo-kültürel ve bilim-teknolojide gelişmiş bir ülke olmaktan geçmektedir.
Bugün bölgede ve dünyada İran ve Çin hariç Türkiye’ye eşdeğer nitelikte "devlet tecrübesi" olan bir güç yoktur. Türkiye bu bölgede akrabalık ilişkileri olan, kültür ve inanç ortaklıkları olan bir ülke olarak bölgede çok daha fazla avantajları durumdadır. Bölge bizim güçlü olmamıza bakıyor. Geniş perspektili vizyona ihtiyaç var. Stratejiyi doğru okumadan politika yaparsanız tarih önünde yargılanırsınız. Yanlış politikanın kaynağı, yanlı veya başkasının hizmetinde olmaktır.
Ülkemizin, milletimizin ve çocuklarımızın geleceğinin karartılmasına, vatanımızın katledilmesine ilgisiz ve tepkisiz kalamayız. Böyle bir kayıtsızlık, Türkiye’nin düşmanlık, kavga ve çatışma ortamına sürüklenerek tükenip yok olmasına sebep olacaktır. Bizim gücümüz dayanışmamızdır. Dayanışmayı masaya, sahaya ve gönüllerimize yaygınlaştırmamız gerekiyor. Yeni bir dünya düzeni kuruluyor. Bu süreçte Türkiye kendi değişim ve dönüşümünü küresel boyutta tarihi tecrübelerinden yararlanarak ekonomik, askeri ve siyasi bir oyun kurucu olma stratejisi üzerine kurmalıdır. Bu da proje bazında planlı ve programlı olmayı gerekli kılar. Stratejik hedef koymadan nereye gideceğinizi bilemezsiniz. Günlük politikalarla büyük hedeflere ulaşılamaz.
Kim ne derse desin biz sağlam ve kararlı duruşumuzu göstereceğiz. Ya kendi değerlerimiz ile yaşayacak, ya da küresel egemenlerin dayattığı kimliksiz toplum senaryolarının kurbanı olarak çöküşe doğru yol alacağız.
[1] https://www.aa.com.tr/tr/turkiye/arap-dunyasinda-yeni-turkiye-firtinasi/242321
[2] https://penceretv.com/yazarlar/r-oner-ozkan/abd-disisleri-belgesi-turkiyeyi-kontrol-eden-akdenizden-hindistana-tum-592
[4]
https://www.yenisafak.com/dunya/6-filo-turkiyeye-saldiracak-3453933
[5] https://www.perspektif.online/yeni-turkiye-hikayesi-icin-bir-perspektif-degisimi-onerisi/
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder