Bugünlerde cevabını aradığımız en temel sorulardan biri de doların değerinin neden düştüğü.
Ekonomi ile ilgili yazılar yazan bir köşe yazarı bazen yazısını “Burası Türkiye abicim” diye bitiriyor. Evet gerçekten burası Türkiye abicim. Bazen Türkiye’de olan biteni anlamakta insan zorlanıyor. Herhalde şöyle dense pek yanlış olmaz; Türkiye’ye ne oluyorsa dolara da o oluyor. Türkiye’yi iyi anlamadan, sadece günlük politikalara bakarak olan biteni izah etmek mümkün değildir. Devenin “nerem düzgün ki” demesi gibi, Türkiye’nin de neresi düzgün ki doların gidişatı da düzgün olsun.
Bilindiği üzere uzun süredir dünya genelinde doların değeri zaten düşüyordu. Ama tam tersine dünya’da doların değeri düşerken Türkiye’de yükseliyordu. Dolara benzer ters işleyişi benzin fiyatlarında da gözlemlemek mümkün. Mesela, bütün dünyada dolar kuru arttıkça ve petrol fiyatları yükseldikçe benzine zam yapılır. Şayet kur geriler ve petrol fiyatları düşerse, benzin fiyatlarının da düşmesi gerekir. Ama görüyoruz ki bu sistem Türkiye’de işlemiyor, benzin fiyatlarında her hangi bir indirim yapılmıyor. Dolar 1,5 milyon liranın altına düştü, petrol fiyatları ise son altı ayda dünyada en düşük seviyesinde. Altı ay önce Türkiye’de 96 sent olan benzin bugün 1,24 dolar seviyesine yükseldi. Türkiye dünyanın en pahalı benzinini tüketiyor durumdadır. Özetle, Türkiye’de ekonomi çok hassas dengeler üzerine kurulduğu ve manuplasyonlara açık olduğu için en ufak bir konjonkturel dalgalanmada dünyanın tersine gelişmeler her zaman Türkiye’de olabilmektedir.
Türkiye’nin getirildiği noktaya baktığımızda görülen manzara durumu anlamamıza yardımcı olacaktır. Çöken finans sistemi, üretmeyen reel sektör, gelir dağılımındaki korkunç adaletsizlik, her gün binlerin eklendiği işsizler ordusu, intihar girişimleri, bunalım geçiren insanlar, sönen umutlar ve bu haliyle toplum pimi çekilmiş bomba gibi sanki. Bu iç karartan manzaraya karşılık, çarpık sistem yakın zamana kadar teselli ekonomisi ile işi idare etmeye, günü kurtarmaya çalışmıştır. Ama hasta kanser olduğundan, hastalık bütün vücudu sardığından, aşı tedavileri bir işe yaramamıştır.
Tabii ki, bu sıkıntılar bir yıllık, iki yıllık sıkıntılar olmayıp, yılların birikimidir. Çözüm ise problemin kaynağına neşter vurmaktan geçer. Kriz aşısı artık çözüm değildir. Her şeyin karmakarışık olduğu bir ortamda aşıyı da kolay bulamazsınız zaten. IMF kredileri , ABD’nin vereceği bir milyar hibe gibi el parasıyla da kangren hale gelen krizi aşmak mümkün değildir.
Sistemin siyasete müdahaleleri nedeniyle güçlü hükümetlerin
kurulamadığı ülkemizde zorlama koalisyonlarla geçen son 11 yıllık dönemde 9
ayrı hükümet ve 240 bakan görev yapmış olup, yanlış yönetimlerin ve baskıcı
uygulamaların maliyeti 450 milyar doları bulmuştur. İrtica paranoyası ile
toplum sindirilip susturulurken, sermaye renk ayırımına tabi tutulmuş, boykot
listeleri yayınlanmış, fakat bu arada da Türkiye’nin kaynakları tüketilmiştir.
Usulsüz ve yandaş ihalelerine 80 milyar dolar, PKK ile mücadeleye 100 milyar dolar, banka hortumlama ve görev zararlarına 40 milyar dolar, borç faizine 270 milyar dolar gitmiştir. Ayrıca borçlanmaya da 154 milyar dolar gitmiştir. Bu muazzam servet uçup giderken fobileri ile uğraşan Türkiye bugün ABD’den 1 milyar dolar hibe alacak diye kırk takla atmaktadır.
Gelelim doların durumuna.
Yıllardır Dolarizasyon politikası ile ABD’ye sıfır faizli kredi açan Türkiye’de bütçe açıkları nedeniyle Türk Liras’ının değeri düşmüş ve TL’de sıfırlar artmıştır. TL’nin değeri düştükçe dolara dönen vatandaşın elinde milyarlarca dolar birikmiştir. ABD Hazine bakanlığı verilerine göre Türkiye’de tedavülde yaklaşık 10 milyar dolar bulunuyor. Buna karşılık, Türkiye’de tedavüldeki TL’nin(diğer bir ifadeyle emisyon hacminin) dolar karşılığı 5,5 milyar doların biraz altındadır,
ABD Dünya parası yaptığı dolar ile veresiye yaşamaktadır. Sürekli karşılığı olmayan çek kesmektedir. Karşılığını üretmeden piyasaya sürdüğü dolar ile her türlü ihtiyacını karşılamaktadır. Tüm dünyada tedavülde bulunan 650 milyar ABD Dolarının üçte biri Amerika’da, üçte ikisi ise Amerika dışında işlem görmektedir. Borsa, IMF ve Dünya Bankası gibi kuruluşları vasıtasıyla da her türlü manuplasyonu yapabilmektedir.
Dolar-Euro kapışmasını da göz ardı etmemek lazım. ABD parasını Euro’ya karşı bilinçli olarak devalue etmiştir. Böylece, ürettiği malları ucuza satıyor, ihracatını artırmış oluyor. Bütçe açıkları astronomik rakamlara ulaşan ABD bir kısım açıklarını böylece kapatmış olacaktır. Diğer taraftan, petrol fiyatlarını 20 dolarlar civarında tutmak isteyen, dünyanın en çok petrol tüketen ülkesi ABD, Euro ile işlem yapan ülkeleri petrolü daha pahalı kullanma durumunda bırakmıştır.
Türkiye’nin Durumu...
2003 Bütçe kalemleri incelendiğinde ülkemizin içinde bulunduğu durum ve dışa bağımlılığın boyutları daha net anlaşılacaktır. Bütçenin gelir kalemleri yaklaşık 101 katrilyon, gider kalemleri ise yaklaşık 147 katrilyon civarındadır. Arada 46 katrilyonluk bir açık bulunmaktadır. Bu da yaklaşık 30 milyar dolara tekabul etmektedir. Bu açığın sebebi ise toplam 65,5 katrilyon liralık borç faizi ödemeleridir. Görüldüğü üzere sadece faizler bütçe gelirlerinin %65’ini alıp götürmektedir. Sayın Maliye Bakanımızın açıklamasına göre Devletin olağan giderleri 80 katrilyon TL’dir. Gelirleri ise 101 katrilyon TL’dir. Aradaki 21 katrilyonluk artı degere karşılık 65,5 katrilyonluk sadece faizden oluşan borç nasıl ödenecektir.
Büyük bir açığın olduğu aritmetik olarak ortadadır. Devlet giderlerinin gelirlerinden fazla olması, yani bütçenin açık vermesi durumunda, bu açığın bir şekilde kapanması gerekmektedir. Borçlanma yoluyla kapatılan bu açıkların bedeli ise faizdir. Bu sorunu ciddi bir şekilde yaşayan ülkemiz öyle bir duruma gelmiştir ki, faizini ödemek için daha yüksek oranlarda faizlerle borçlanma zorunda kalmaktadır. Devletin topladığı vergilerin tamamı iç borç ödemesine gitmektedir. 1990 yılında iç borçlar GSMH’nin %6’sı iken, bu rakam şimdilerde %50’nin üzerine çıkmıştır. Dış borç ise yeni borç bulunarak ödenmekte, ödemelerin çoğu borç faizine gitmekte, ana para ödemeleri yerinde saymaktadır. Türkiye, kazandığından çok daha fazla para harcayan ve açığını sürekli aşırı borçlanarak kapatan bir ülke konumundadır. Üstelik giderlerdeki artış hızı gelirlerden daha çok olmakta ve fark da giderek artmaktadır.
Türkiye rant ekonomisine tutulduğu için, doğrudan yatırımın değil, sıcak paranın peşinde dolaşıp durmuştur. Devlet en büyük borçludur. Para kaynağı ise bankalardır. Piyasada dolaşan hazine bono ve tahvillerinin % 45’i bankaların elindedir. Bunlar dışarıdan para getirerek devlete satıyorlar. Devlet yakın zamanlara kadar iç borçlanmaya %80-100 faiz ödedi. Bu rakamlar dünya ölçeğine göre inanilmaz yüksek rakamlardı. Şimdilerde %53’ler dolayında bulunan Merkez Bankası faizleri de dünya standartlarına göre bir hayli yüksektir.
Spekulatorler için Türkiye verimli bir alandır. Spekulatorler yurdışında yıllarca kazanamadıkları paraları Türkiye’de çok kısa sürede kazanabilmektedirler. ABD’de bir yılda elde ettiği geliri Türkiye’de 7 günde kazanabilmektedir. Spekulatorin Türkiye’de nasıl vahşice para kazandığını Ankara Ticaret Odası bir araştırma yaptırarak rakamsal olarak açıkladı. Burada birçok rakamla kafaları fazla karıştırmadan şunu söyleyebiliriz; Spekulator, Türkiye’de 1.000.000 doları faizde değerlendirerek 18 ayda 2.578.000 dolara çıkarabiliyorken, aynı geliri Japonya’da 75 yılda, AB ülkelerinde 47 yılda, ABD’de ise 45 yılda kazanabilmektedir.
Ne oldu da dolar düştü...
Bir ülkede cari işlem açığı arttıkça bu açığı kapatmak için dış finansman kaynaklarından sermaye girişi artar. Artan döviz arzı o ülkenin parasının değerini yükseltir. Diğer bir ifadeyle arz fazlası nedeniyle dövizin değeri düşer.
Diğer sebepleri de şöyle sıralayabiliriz;
- Ekonomideki kısmi iyileşmeler ile piyasalarda oluşan güven
ortamı,
- IMF ile yapılan 4.üncü gözden geçirmenin olumlu
sonuçlanması ve ilk parti 700 milyon
dolar kredinin serbest bırakılması. Yine aynı görüşmeler
çerçevesinde, önümüzdeki üç yıl içerisinde IMF’den 16 milyar dolarlık bir
kaynağın aktarılacak olması,
- IMF ile yapılacak 5.nci gözden geçirmenin olumlu bir hava
içinde başlamış olması,
- Irak savaşının sona ermesi ile savaş riskinin bitmesi,
- Vergi barışı ve normal vergi ödemeleri nedeniyle meydana
gelen likid TL ihtiyacının döviz satışlarını artırması,
- Hazinenin başarılı biçimde itfa tutarlarının üzerinde
borçlanması,
- Döviz piyasasında yaşanan talep azalması
- Reel faizlerin diğer ülkelere göre yüksek oluşu nedeniyle, yatırımcıların TL enstrumanlarına yönelmesi.
Biraz Dikkat
Doların düşüşünü ekonomi düzlüğe çıkıyor şeklinde yorumlamak yanıltıcı olabildiği gibi, yeni bir krizin habercisi de olabilir. Dolar üzerinden ihracat yapan binlerce ihracatçı gelirlerinin azalması nedeniyle şimdiden sızlanmaya başladı bile.
Ayrıca Türk Lirasının dolar karşısında değer kazanmasıyla birlikte ithalat- ucuzladığından-artmakta, ihracat ise azalmaktadır. Bu da cari işlem açığını artırmaktadır. Şu günlerde ithalat neredeyse ihracatın iki katına düşmüştür. İhracatın ithalatı karşılama oranının %50’lere kadar düşmesi ekonomi için tehlikeli bir gelişmedir.
DOLARİZASYON NOTLARI
Ülkelerin kendi para birimlerini kullanmaktan tamamen vazgeçmeleri ve yasal ödeme aracı olarak istikrarlı bir para birimini, çoğunlukla da ABD dolarını, kabul etmeleridir.
Sermaye hareketliliğinin yüksek olduğu bir dünyada döviz kuru bağımlılıklarının spekülatif hücumlara davetiye çıkardığı ve yalnızca en uç döviz kuru tercihlerinin-para kurulu düzenlemesinde olduğu gibi sıkı bir bağımlı döviz kuru uygulaması ya da serbest dalgalanma- uygulanabilir olduğu görüşü ortaya çıktı. Dolarizasyon taraftarları, her iki alternatifi de eleştirmektedirler. Onlara göre serbest dalgalanma, bir çok gelişmekte olan ülke için uygulanabilir olmaktan uzaktır. Çünkü, otoritelerin döviz kurundaki değişmeleri engellemeleri halinde serbest dalgalanma ya aşırı döviz kuru oynaklığı ya da fiili bir yumuşak bağımlı döviz kuru (de facto soft peg) ile sonuçlanmaktadır. Bu arada, para kurulu uygulamalarının bile, maliyeti yüksek spekülatif hücumlara karşı koymada yetersiz kaldığı gerçeği ortaya çıkmıştır.
Para biriminin ulusal bir sembol olması devalüasyon riskinin ortadan kaldırılmasının beklenen bir faydası, ülkenin risk priminin düşürülmesi ve dolayısıyla hem kamu borçlarının maliyetinin azalması, hem de artan yatırım ve hızlı büyüme ile sonuçlanacak daha düşük faiz oranları olacaktır.
Dolar ağırlıklı menkul kıymetlere uygulanan faiz oranları, gelişmiş ülkelerin borçlarına uygulanan oranları aşmıştır. Bu durum gelişmekte olan ülkeler üzerinde daha fazla hükümranlık riski ya da borçların zamanında ödenememesi riskini yansıtmaktadır.
Hükümranlık riski, sürdürülemez bir mali durum ya da siyasi kargaşa sonucu ortaya çıkabilir.
Yalnızca faiz oranlarının dikkate alınması, çok dar bir perspektif sağlar.
Spekülatif hücumlar ve döviz krizleri, sadece bunların ortaya çıkmasının risk primlerini artırmasından değil; aynı zamanda bunların ulusal ekonomi için korkunç sonuçlara yol açması nedeniyle de maliyetlidir.
Bununla birlikte, bu şekilde kredi teminine ilişkin olarak, şimdiye kadar yaşanan tecrübeler, ihtiyaç olduğu zaman bunların çok kullanışlı olmadığını göstermektedir. Çünkü, ciddi bir kriz yaşamış bir ülkede yabancı bankalar risklerini düşürmede bir çok seçeneğe sahip olabilirler.
Halihazırda yurtiçi mal ve finans piyasalarında ne kadar
fazla ABD doları kullanılırsa, ulusal parayı elde tutmanın avantajı da o kadar
küçük olacaktır. Halihazırda aşırı
ölçüde dolarlaşmış bir ekonomi için, senyoraj geliri dışında kalan ulusal para
stokunun satın alım maliyeti de küçük olacaktır
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder