1 Aralık 2003 Pazartesi

BAŞLATMAYIN KAMUSAL ALANINIZA!!!

(Umran Dergisi)


Son zamanlarda  Kamusal Alan” adı altında bir zırva başladı. Neymiş efendim.. Devlet kamusal hizmet yürütmekte imiş.. Kişi ise bu kamusal hizmeti almakta imiş. Ne idüğü belirsiz  bir kara delik gibi büyüyen bir kavram bu kamusal alan. Beylerin uygulamasına bakıp tarif etmeye çalışırsak; demokrasinin bitip faşizmin başladığı bir utanç alanı. Devlet şatosunun ön bahçesi, fenafil devlet olan her yer, panteizm’in devletçesidir de denebilir. Kamuya ait oldugu sanılan ve fakat  tamamen devletin asıl sahibi olduğunu iddia eden kişilerin keyif çattıkları yerlere verilen isim de olabilir.   Aslında kamusal alan bilinmeyen bir yerdir. Devlet için bugün orası yarın burasıdır. Sürekli değişir. Kamu sabit kalsa da kamusal alan orayı kullanan vatandaşın söz sahibi olamadığı bir yerdir. Özetle, hal-i hazırda türban takılarak girilmeyecek ortamların genel adıdır. Baş örtüsüyle girilmesinin istenmediği her yer kamusal alandır. Bütün kavramları tanımlama yetkisini kendilerinde gören  kamusal büyüklerimiz herşeyin en iyisini bildikleri gibi bunu da böyle takdir buyurmaktadırlar.

Bırakınız üniversiteyi, kışlayı; bu perspektiften bakıldığında hastahane, postahane, İETT otobüsünün içi bile bu tabire uyuyor ilginçtir. Savcı mahkemenin inzibatından sorumlu bir kamu görevlisi olarak nasıl ki başörtülü sanığı mahkeme salonundan çıkarma hakkını kendinde görüyorsa, bu mantıkla hareket ettiğinizde doktor da hastahanenin düzeninden sorumlu bir kamu görevlisi olarak hastayı hastahane salonlarından çıkarma hakkını, PTT Müdürü postahanenin inzibatından sorumlu olduğu için başörtülü vatandaşı postahaneden, İETT şoförü de kullandığı aracın düzeninden sorumlu olduğu için yolcuyu otobüs sahanlığından çıkarma hakkını kendinde görecektir. Hele Belediye çay bahçelerine ne demeli. Çarşı ve Pazar yerleri, parklar, meydanlar, yollar, piknik alanları, panayırlar.. Onlar da kamusal alan sayılır. Camiler de öyle. Orda da devlet memurları hizmet veriyor. Oraya da girilmemesi gerekir. Evet evet kesin çözüm bu. Hatta kamusal alanda oruç da tutulmasın. Yakında benzer uygulamaları buralarda da görürseniz şaşırmayın. Böyle giderse bunun sonu gelmez. İlerde aynen Tunus’ta olduğu gibi sokaklar, kaldırımlar da kamusal alan kapsamına girecektir. O kadar da olmaz demeyin. Olmaz denen birçok şey  şimdi bal gibi oluyor.

“KAMUSAL ALAN” GENİŞLEDİKÇE ÖZGÜLÜK ALANI DARALIYOR

Müslüman hanımların aslında dînî kimliği olan, ama belli çevrelerce ısrarla siyasi bir kimlik gibi gösterilen başörtüsü (diğer bir adı da  ‘türban’ oluyor) yasağı,  "kamusal alan” yutturmacasıyla giderek genişletilmeye çalışılıyor. Halkın topluca bulunduğu her yer "kamusal alan" sayılacağı için, bu uyduruk yasağı yavaş yavaş her yerde uygulama saçmalığı ortaya çıkacaktır.                         

Kamusal alana başörtüsü ile girilemezin sizce makul bir anlamı ve mantığı var mı? Bunun sakıncası ne olabilir sorusuna akıllı biri makul bir cevap verebilir mi? İrticaymış, siyasi simgeymiş gibi saçma gerekçeler derken bu zokayı topluma yutturdular.  Bu yasağın muhatapları geri çekildikçe yasakçılar daha çok cesaretlenerek alanı genişletiyorlar. Bir zamanlar bizim memlekette Sürmeli adında arkası kuvvetli bir zorba vardı. Bu zorbanın elinde sınırları “şimalen su arkı, cenuben yol, garben filan yer, şarken falan yer  gibi eski  terimlerle ifade edilen bir tapu vardı. Bu zorba arazisinin çevresinde ne kadar gücünün yettiği adamın arazisi varsa hepsini bu tapu ile ele geçirdi. Çünkü civarda işine gelen hangi yol veya su arkı varsa, işte bu benim tapumda tarif edilen su arkıdır diyerek alanını oraya kadar genişletiyordu. Bu adamın belasından korkanlar da mecburen kaderlerine razı oluyor, bir şey yapamıyorlardı. Sürmeli bu zorba taktiğiyle çok geniş ve değerli arazilerin sahibi oldu. Ne zaman ki Sürmeli Ağa bir gün kafasını sert bir kayaya çarptı, işte o zaman durdu. Türkiye’de ki kamusal alan meselesi de aynen Sürmeli’nin zorbalığına benzemektedir. Karşısındakiler geri çekildikçe alanı genişletiyorlar. Türkiye’nin de Müslüman halkı geri çekildikçe, taviz verdikçe canavarın iştahını kabartmakta, canavar doymak bilmez bir iştah ile her gün değişik bir yerden saldırmakta, ortamı germektedir. Duracakları yer ise  taa ki dişli bir direnişe muhatap oldukları nokta olacaktır.

Laikçi bir köşe yazarı çıkıp, “Bir taraftan Atatürk çağdaşlık derken, diğer taraftan başörtüsünü her yere sokmaya çalışıyoruz” diyebiliyor. Ancak zeka özürlü bir kimse  çağdaşlık ile başı açık gezme arasında bir ilişki kurabilir. Ya da ancak küfrü gözünü karartmış ise bu saçmalığa devam edebilir. Atatürk; “Köylü memleketin efendisidir” demişti. O efendilerin tarladaki eşleri eğer başörtülüyse efendiliklerini iptal mi edeceksiniz? Tapu davası için mahkemeye geldiğinde duruşma salonundan mı çıkaracaksınız? 

KAMUSAL ALANIN NERESİNDEN TUTALIM

Kamu, halkın bütünü, amme demektir. Kamusal alan da halka açık her yerdir. Bu durumda "kamusal alan" olmayan yer var mıdır, söyler misiniz? İnsan evinden dışarıya adımını attığı andan itibaren kamusal alan başlar. Halk kendisinin kullanması için hizmete açılmış alanlara nasıl sokulmaz. Böyle bir “paranoya”nın tartışılması bile abesle iştigaldir. Olayın neresinden tutarsanız tutun lime lime dökülmektedir. Yarın başörtülü anne oğlunu kamusal alan diye Askerlik Şubesine göndermek istemediği,  kamusal alan diye Vergi Dairesine gitmeyerek vergisini vermediği zaman ne yapacaksınız. Şayet biz her şeyi süngüyle hallederiz diyorsanız o zaman Saddam rejiminden ne farkınız kalır. Sizler kamu personeli ve kamu araçlarıyla tamamen kamusal alanda zor kullanarak kurban derisi toplarken, devlet okullarında zarf dağıtarak fitre, zekat toplamaya çalışırken  çağdaşlığınızın, laikçiliğinizin kamusal alanını neresinden tutuyordunuz? İşinize geldiği zaman dini ritüelleri kullanıyorken ne derece inandırıcı olabilirsiniz?

Kamu  hizmeti verme veya almayı, bir resmi kurumda çalışma veya bir resmi kurumla çalışma şeklinde anlarsak çok vahim sonuçlara varırız. Kamu kurumu niteliğindeki meslek teşekkülü mensubu doktor, avukat, mühendis vs. kimselerin verdiği hizmet kamu hizmeti mi, özel hizmet mi ? Bunların hizmet verdiği büro ve muayenehaneleri kamusal alan mı, özel alan mı ? Daha ötesi; kamu kurumu niteliğinde  meslek teşekkülleri olan TOBB, İTO, v.b. üyelerinin veya Bakkallar Odasına kayıtlı bir bakkalın hizmeti kamusal mı, özel mi ? Görüldüğü gibi kamusal alan-özel alan, kamu hizmeti veren-kamu hizmeti alan ayırımları ile sağlıklı bir yere varmak mümkün değildir. Hele hele en temel hak ve özgürlüklerin subjektif, başı sonu belli olmayan, çekildikçe sünen kavramlara bağlı olarak sınırlandırılması akıl alır gibi değil.

Devlet, halka hizmet için var olduğuna göre, kamu alanından halkı dışlayabilir mi?
Bu alanları, halka yasaklayabilir mi? Bu alanlarda, halktan bir kısmını ayırıp, "ben size hizmet vermiyorum" diyebilir mi? Böyle "saçma" bir düşünce, hangi sistemde, hangi devlet yönetiminde mevcut?
  Bir Müslümana ben senin kıyafetini siyasi buluyorum deyip ona sen şu şu yerlerde bu inancını yaşayamazsın, okumak istesen de yaşayamazsın, çalışmak istesen de yaşayamazsın, sadece bu alanlar dışında yaşamak zorundasın demek ne kadar doğru bir davranışdır? Bu nasıl bir anlayışdır? Dinin emirlerinin geçerli olmadığı bir alan söz konusu olamaz. Bu ilkellik Türkiye gibi bir ülkeye yakışıyor mu? İnsanlık şimdiye kadar çok ayrımcılık gördü, deri renginden, ırkından, cinsinden, dininden dolayı çok acı çekti.  Ama hiç bir ayrımcılık böyle “çağdaşlık “ iddiasıyla yapılmamış ve aynı zamanda bu kadar insafsız olmamıştı.  

Savunma, engellenemeyecek bir haktır. Yargıtay Ceza Dairesi Başkanı sanığı salondan dışarı çıkartmakla öncelikle sanığın savunma hakkını ortadan kaldırmıştır. Hukuken kabul edilemez olan bu eylem suçtur. Sizin, mahkeme kalemlerini, koridorlarını kamusal alan olmaktan çıkarma yetkiniz mi var? Sizin uygun gördüğünüz yerler, sizin bir sözünüzle kamusal alan oluyor veya olmuyor öyle mi? Yüz binlerce davalı, davacı, sanık, tanık durumunda örtülü kadın vatandaş var. Bunları ne yapacaksınız? Hukuku mu durduracaksınız? Böylesine keyfi, böylesine sübjektif bir ayrımı, bir yüksek mahkeme yargıcı yapınca o ülkede hukuka nasıl güveneceksiniz?

Madem ki başörtüsüyle kamu alanına girilmiyor; başörtülüleri cezaevlerine de almayın. Karakollara şikayet için de gelmesinler. Hastanelere hasta olarak da kabul etmeyin. Biraz daha devam edelim: Evlendirme Daireleri kamusal alan değil mi? Bir zamanlar düğününü ordu evinde yapan genç teğmenin başörtülü annesini, teyzesini, halasını içeri sokmamış, sokak ortasında bekletmiştiniz; öyleyse Evlendirme Dairelerine de almayın, başörtülüler medeni nikah da yapamasınlar. Vergi dairesine gidip vergi yatıramasınlar. Herhangi bir resmi dairede iş takip edemesinler. Valilik, Kaymakamlık binalarına giremesinler. Devlete ait bankalara giremesinler. Devlet tiyatrolarına gidemesinler. Hatta hatta oy kullanmak için seçim sandıklarının kurulduğu kamusal alana da giremesinler. Biraz daha ileri gidelim. Diyelim ki, Açık öğretimde okuyorsunuz ve televizyondan dersleri takip ediyorsunuz. Bu anlayışa göre kamusal alan içindesiniz ve türban takamazsınız. Yakında, açık öğretim fakültesi dersleri yayınlanmadan önce, ekranda şöyle bir yazı belirebilir: “Ders başladığı andan itibaren kamusal alana girdiniz, siyasal simgelerinizi çıkarınız”. Bunun sonu yok ki. En iyisi  kamusal alan kavramı bütün ülke sathına yayın, başörtülü milyonlarca kadını da sınır dışı edin  mesele kökünden hal olsun.

Kimsenin bu kadarını yüreği yetmediği için, yetkiyi eline geçiren her kimse, kendine göre “makul” görünen bir sınır koyuyor yasaklamaya; işine geldiği gibi bir tarif yapıyor, sonra da ona kargaların bile güldüğü hukuki izahlar getirmeye çalışıyor. Nitekim, 4. Daire Başkanı’nın tutarlılığı da ancak bir yere kadar sürüyor. İkinci adımda o da kendi kendisiyle çelişmek zorunda kalmış. Şu söylediğine bakın: Başörtülüler Adliyenin kalemine girerlermiş de, duruşma salonuna giremezlermiş! Öp babanın elini.

BU BASKILAR NEYİ AMAÇLIYOR

İkna odalarıyla başlayan süreç, 23 Nisan ve Cumhuriyet Resepsiyonlarına, oradan mahkemelere taşınıyor, halka saygısızlık yapılıyor, millet incitiliyor, kalbi kırılıyor. Resmen ayırımcılık yapılıyor.

Olayları izlediğiniz zaman, bunun mevzii ve  kişisel olmaktan ziyade, bir zincirin parçası olduğu izlenimine kapılıyorsunuz. Cumhurbaşkanlığı’ndan YÖK’e, Genelkurmay’dan Yargı’ya uzanan ve “Başörtüsü”nü (ya da türbanı) merkezde tutan bir olaylar zinciri var.

Ve bu zincir, giderek “Kamusal Alan”ı genişletiyor. Kamusal alan bahanesiyle devletin hakimiyet alanı genişletilmek isteniyor. Özellikle inanç sahiplerinin dini sembolleri hayatın hemen hemen her alanında kullanmaları engellenmeye çalışılıyor. Devletin sivil ve özel alanlarıı tamamen kuşatarak bireysel özgürlükleri vicdanlara hapsetmek istediğini görüyoruz. Dine ait ne varsa onun karşısında duran, onu tasfiye etmeye çalışan, dindar vatandaşının haklarını hiçe sayan doğmatik laikçiler özgürlükleri kısmaya devam ediyor. Türkiye’nin kanayan yarası haline gelen başörtüsü sorunu, güç odakları tarafından siyasi bir kaos oluşmasına zemin hazırlamak amacıyla malzeme olarak kullanılmak isteniyor, ipler geriliyor.  Acaba ordu göreve diyenlerin değirmenine su mu taşınıyor?

JAKOBEN BÜROKRASİNİN OYUNUNA GELMEK

Kimileri hâlâ, meselenin kamusal alanın sınırlarını yanlış çizmekten kaynaklandığını düşünüyor Hala ‘kamusal-özel’ ikilemine sıkışmış bir biçimde tartışmayı sürdürüyorlar. Türban kamusal alan ile bağdaştırılamazmış da,  ancak kamu hizmeti ile bağdaştırılabilirmiş gibi abuk sabuk tartışmalar yapılıyor.

Bir ülkenin yüksek yargı organlarında ideolojik ve hukuk tanımaz bir zihniyet hakim ise, bireysel hak ve özgürlüklerin temeli olan din özgürlüğü kamusal alan gibi zırvalarla daraltılıyorsa, totaliter bir hukuk mantığı geçerli ise, siz neyi tartışacaksınız Allah aşkına. Neymiş efendim.. Kamu hizmeti alanların değil, ancak kamu hizmeti verenlerin kılık kıyafetlerinin yasal olarak düzenlenebilirmiş. İnsan hakları ilkeleriyle hiçbir şekilde bağdaşmayan bu tür yasakçı anlayışları tartışmak , tartışmaya açmak, tartışmada taraf olmak bu çağdışı anlayışın bundan sonra daha  büyük çaplı ihlallerine prim vermektir. Hak ve özgürlükler sadedinde “Kamusal alan” gibi bir kavramın bizatihi kendisi hukuka aykırıdır. Baş örtüsü  siyasal bir simge addedilerek takanın savunma yapması, mahkeme salonuna girmesi engelleniyorsa, o zaman şöyle bir sonuca ulaşıyoruz. Siyasal simge kullananlar savunma hakkı yapamazlar. Peki doğrudan siyasal fikirleri savunan ve bu fikirleri dolayısıyla mahkemeye çıkmak zorunda olanlar ne olacak? Yargıtay Başkanı'nın akıl yürütmesiyle gidersek, siyasi suçtan mahkemeye düşmüş hiç kimsenin mahkeme salonuna sokulmaması gerekiyor.

Mahkemenin ciddiyeti ile bağdaşmayan kıyafetleri sayarken bikini ile türbanı aynı kefeye koyuyorlar. Ayrıca, kendi annesinin de başörtüsü taktığını ancak bunu siyasal simge olarak yapmadığını, geleneksel olarak yaptığını söyleyerek masasının baş köşesine annesinin başörtülü resmini koyanlara şu  soruyu sorabiliriz: Türban ve bikini aynı şeylerse neden masanızın baş köşesine annenizin bikinili fotoğrafını koymuyorsunuz? Böyle bir davranışa en başta sizin anneniz karşı çıkardı herhalde.

SON SÖZ

Türkiye, halkı Müslüman olan bir ülkenin adıdır. Jakoben bürokrasinin ısrarla ve akıl almaz bir biçimde göz ardı ettiği husus budur. Bu çirkin ve komik uygulamaları yapanlar, başörtülü veya başörtüsüz herkese hizmet etmekle yükümlüdürler. Onların verdikleri vergilerle maaş almaktadırlar. Cumhurbaşkanı, hanımı başörtülü olan milletvekillerinin de oylarını  alarak seçilmiştir. Seçilirken  sadece eşlerinin başı açık olanların oyları geçerli deseydi ya!..

Egemenler her gün yeni bir baskı ile Müslümanları test ediyorlar.  Sistemin “İslami kimlik”  noktasında kabul edilemez uygulamaları  her vesile ile eleştirilmeli ve karşı tavır konulmalıdır. Sorunu Müslümanlar üzerinden  değil sistemin çarpıklığı  üzerinden tartışmalıyız. Bazı müslümanların hergün değiştiklerini ispat etmeye gayret ettikleri, gittikçe “muhafazakar demokrat” bir çizgiye girdikleri bir ortamda bizlere düşen görev tevhidi  tavrımızı  sergilemektir. Yoksa onursuzca bizleri aralarına almalarını dilenmek değildir.

Hak ve özgürlüklerinize kavuşmak istiyorsanız ben size bir “kamusal anahtar” vereyim. Bu beylere “haddinizi ve sınırlarınız bilin” demek.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

DOHA SALDIRISI BİR DÖNÜM NOKTASI KAOTİK BİR KIRILMA VE DİPLOMASİNİN ÇÖKÜŞÜ

  Metin Alpaslan   – Umran Dergisi/Ekim 2025-374. Sayı Terör ve işgal devleti İsrail’in 9 Eylül’de uluslararası hukuku ihlal ederek, Doha’da...