(Umran Dergisi)
Son zamanlarda “Kamusal Alan” adı altında bir zırva
başladı. Neymiş efendim.. Devlet kamusal hizmet yürütmekte imiş.. Kişi ise bu
kamusal hizmeti almakta imiş. Ne idüğü belirsiz
bir kara delik gibi büyüyen bir kavram bu kamusal alan. Beylerin
uygulamasına bakıp tarif etmeye çalışırsak; demokrasinin bitip faşizmin
başladığı bir utanç alanı. Devlet şatosunun ön bahçesi, fenafil devlet olan her
yer, panteizm’in devletçesidir de denebilir. Kamuya ait oldugu sanılan ve fakat tamamen devletin asıl sahibi olduğunu iddia
eden kişilerin keyif çattıkları yerlere verilen isim de olabilir. Aslında kamusal alan bilinmeyen bir yerdir.
Devlet için bugün orası yarın burasıdır. Sürekli değişir. Kamu sabit kalsa da
kamusal alan orayı kullanan vatandaşın söz sahibi olamadığı bir yerdir. Özetle, hal-i hazırda türban
takılarak girilmeyecek ortamların genel adıdır. Baş örtüsüyle girilmesinin istenmediği her yer kamusal alandır. Bütün kavramları
tanımlama yetkisini kendilerinde gören
kamusal büyüklerimiz herşeyin en iyisini bildikleri gibi bunu da böyle
takdir buyurmaktadırlar.
Bırakınız üniversiteyi, kışlayı; bu perspektiften bakıldığında
hastahane, postahane, İETT otobüsünün içi bile bu tabire uyuyor ilginçtir.
Savcı mahkemenin inzibatından sorumlu bir kamu görevlisi olarak nasıl ki başörtülü
sanığı mahkeme salonundan çıkarma hakkını kendinde görüyorsa, bu mantıkla
hareket ettiğinizde doktor da hastahanenin düzeninden sorumlu bir kamu
görevlisi olarak hastayı hastahane salonlarından çıkarma hakkını, PTT Müdürü
postahanenin inzibatından sorumlu olduğu için başörtülü vatandaşı postahaneden,
İETT şoförü de kullandığı aracın düzeninden sorumlu olduğu için yolcuyu otobüs
sahanlığından çıkarma hakkını kendinde görecektir. Hele Belediye çay bahçelerine
ne demeli. Çarşı ve Pazar
yerleri, parklar, meydanlar, yollar, piknik alanları, panayırlar.. Onlar da kamusal alan
sayılır. Camiler de öyle. Orda da devlet memurları hizmet veriyor. Oraya da
girilmemesi gerekir. Evet evet kesin çözüm bu. Hatta kamusal alanda oruç da
tutulmasın. Yakında benzer uygulamaları buralarda da görürseniz şaşırmayın. Böyle
giderse bunun sonu gelmez. İlerde aynen Tunus’ta
olduğu gibi sokaklar, kaldırımlar da kamusal alan kapsamına girecektir. O kadar
da olmaz demeyin. Olmaz denen birçok şey
şimdi bal gibi oluyor.
“KAMUSAL ALAN”
GENİŞLEDİKÇE ÖZGÜLÜK ALANI DARALIYOR
Müslüman
hanımların aslında dînî kimliği olan, ama belli çevrelerce ısrarla siyasi bir
kimlik gibi gösterilen başörtüsü (diğer bir adı da ‘türban’ oluyor) yasağı, "kamusal alan” yutturmacasıyla giderek
genişletilmeye çalışılıyor. Halkın topluca bulunduğu her yer "kamusal
alan" sayılacağı için, bu uyduruk yasağı yavaş yavaş her yerde uygulama
saçmalığı ortaya çıkacaktır.
Kamusal alana başörtüsü ile girilemezin sizce makul bir
anlamı ve mantığı var mı? Bunun sakıncası ne olabilir sorusuna akıllı biri
makul bir cevap verebilir mi? İrticaymış, siyasi simgeymiş gibi saçma
gerekçeler derken bu zokayı topluma yutturdular. Bu yasağın muhatapları geri çekildikçe
yasakçılar daha çok cesaretlenerek alanı genişletiyorlar. Bir zamanlar bizim
memlekette Sürmeli adında arkası kuvvetli bir zorba vardı. Bu zorbanın elinde
sınırları “şimalen su arkı, cenuben yol,
garben filan yer, şarken falan yer”
gibi eski terimlerle ifade edilen
bir tapu vardı. Bu zorba arazisinin çevresinde ne kadar gücünün yettiği adamın
arazisi varsa hepsini bu tapu ile ele geçirdi. Çünkü civarda işine gelen hangi
yol veya su arkı varsa, işte bu benim tapumda tarif edilen su arkıdır diyerek
alanını oraya kadar genişletiyordu. Bu adamın belasından korkanlar da mecburen
kaderlerine razı oluyor, bir şey yapamıyorlardı. Sürmeli bu zorba taktiğiyle
çok geniş ve değerli arazilerin sahibi oldu. Ne zaman ki Sürmeli Ağa bir gün
kafasını sert bir kayaya çarptı, işte o zaman durdu. Türkiye’de ki kamusal alan
meselesi de aynen Sürmeli’nin zorbalığına benzemektedir. Karşısındakiler geri
çekildikçe alanı genişletiyorlar. Türkiye’nin de Müslüman halkı geri
çekildikçe, taviz verdikçe canavarın iştahını kabartmakta, canavar doymak
bilmez bir iştah ile her gün değişik bir yerden saldırmakta, ortamı
germektedir. Duracakları yer ise taa ki
dişli bir direnişe muhatap oldukları nokta olacaktır.
Laikçi bir köşe yazarı çıkıp, “Bir
taraftan Atatürk çağdaşlık derken, diğer taraftan başörtüsünü her yere sokmaya
çalışıyoruz” diyebiliyor. Ancak zeka özürlü bir kimse çağdaşlık ile başı açık gezme arasında bir
ilişki kurabilir. Ya da ancak küfrü gözünü karartmış ise bu saçmalığa devam
edebilir. Atatürk; “Köylü memleketin
efendisidir” demişti. O efendilerin tarladaki eşleri eğer başörtülüyse
efendiliklerini iptal mi edeceksiniz? Tapu davası için mahkemeye geldiğinde
duruşma salonundan mı çıkaracaksınız?
KAMUSAL ALANIN NERESİNDEN TUTALIM
Kamu, halkın bütünü, amme demektir. Kamusal alan da halka açık her yerdir. Bu durumda "kamusal alan" olmayan yer var mıdır, söyler misiniz? İnsan evinden dışarıya adımını attığı andan itibaren kamusal alan başlar. Halk kendisinin kullanması için hizmete açılmış alanlara nasıl sokulmaz. Böyle bir “paranoya”nın tartışılması bile abesle iştigaldir. Olayın neresinden tutarsanız tutun lime lime dökülmektedir. Yarın başörtülü anne oğlunu kamusal alan diye Askerlik Şubesine göndermek istemediği, kamusal alan diye Vergi Dairesine gitmeyerek vergisini vermediği zaman ne yapacaksınız. Şayet biz her şeyi süngüyle hallederiz diyorsanız o zaman Saddam rejiminden ne farkınız kalır. Sizler kamu personeli ve kamu araçlarıyla tamamen kamusal alanda zor kullanarak kurban derisi toplarken, devlet okullarında zarf dağıtarak fitre, zekat toplamaya çalışırken çağdaşlığınızın, laikçiliğinizin kamusal alanını neresinden tutuyordunuz? İşinize geldiği zaman dini ritüelleri kullanıyorken ne derece inandırıcı olabilirsiniz?
Kamu hizmeti verme veya almayı, bir resmi kurumda çalışma veya
bir resmi kurumla çalışma şeklinde anlarsak çok vahim sonuçlara varırız. Kamu
kurumu niteliğindeki meslek teşekkülü mensubu doktor, avukat, mühendis vs.
kimselerin verdiği hizmet kamu hizmeti mi, özel hizmet mi ? Bunların hizmet verdiği
büro ve muayenehaneleri kamusal alan mı, özel alan mı ? Daha ötesi; kamu kurumu
niteliğinde meslek teşekkülleri olan
TOBB, İTO, v.b. üyelerinin veya Bakkallar Odasına kayıtlı bir bakkalın hizmeti
kamusal mı, özel mi ? Görüldüğü gibi kamusal alan-özel alan, kamu hizmeti
veren-kamu hizmeti alan ayırımları ile sağlıklı bir yere varmak mümkün
değildir. Hele hele en temel hak ve özgürlüklerin subjektif, başı sonu belli
olmayan, çekildikçe sünen kavramlara bağlı olarak sınırlandırılması akıl alır
gibi değil.
Devlet, halka hizmet için var
olduğuna göre, kamu alanından halkı dışlayabilir mi?
Bu alanları, halka yasaklayabilir mi? Bu alanlarda, halktan bir kısmını ayırıp,
"ben size hizmet vermiyorum" diyebilir mi? Böyle "saçma"
bir düşünce, hangi sistemde, hangi devlet yönetiminde mevcut? Bir Müslümana ben senin kıyafetini siyasi
buluyorum deyip ona sen şu şu yerlerde bu inancını yaşayamazsın, okumak istesen
de yaşayamazsın, çalışmak istesen de yaşayamazsın, sadece bu alanlar dışında
yaşamak zorundasın demek ne kadar doğru bir davranışdır? Bu nasıl bir
anlayışdır? Dinin
emirlerinin geçerli olmadığı bir alan söz konusu olamaz. Bu
ilkellik Türkiye gibi bir ülkeye yakışıyor mu? İnsanlık şimdiye kadar çok
ayrımcılık gördü, deri renginden, ırkından, cinsinden, dininden dolayı çok acı
çekti. Ama hiç bir ayrımcılık böyle
“çağdaşlık “ iddiasıyla yapılmamış ve aynı zamanda bu kadar insafsız olmamıştı.
Savunma,
engellenemeyecek bir haktır. Yargıtay Ceza Dairesi Başkanı sanığı salondan
dışarı çıkartmakla öncelikle sanığın savunma hakkını ortadan kaldırmıştır.
Hukuken kabul edilemez olan bu eylem suçtur. Sizin, mahkeme kalemlerini,
koridorlarını kamusal alan olmaktan çıkarma yetkiniz mi var? Sizin uygun
gördüğünüz yerler, sizin bir sözünüzle kamusal alan oluyor veya olmuyor öyle
mi? Yüz binlerce davalı, davacı, sanık, tanık durumunda örtülü kadın vatandaş var.
Bunları ne yapacaksınız? Hukuku mu durduracaksınız? Böylesine keyfi, böylesine
sübjektif bir ayrımı, bir yüksek mahkeme yargıcı yapınca o ülkede hukuka nasıl
güveneceksiniz?
Madem ki başörtüsüyle kamu alanına girilmiyor; başörtülüleri cezaevlerine de
almayın. Karakollara şikayet için de gelmesinler. Hastanelere hasta olarak da
kabul etmeyin. Biraz daha devam edelim: Evlendirme Daireleri kamusal alan değil
mi? Bir zamanlar düğününü ordu evinde yapan genç teğmenin başörtülü annesini,
teyzesini, halasını içeri sokmamış, sokak ortasında bekletmiştiniz; öyleyse
Evlendirme Dairelerine de almayın, başörtülüler medeni nikah da yapamasınlar.
Vergi dairesine gidip vergi yatıramasınlar. Herhangi bir resmi dairede iş takip
edemesinler. Valilik, Kaymakamlık binalarına giremesinler. Devlete ait
bankalara giremesinler. Devlet tiyatrolarına gidemesinler. Hatta hatta oy
kullanmak için seçim sandıklarının kurulduğu kamusal alana da giremesinler.
Biraz daha ileri gidelim. Diyelim ki, Açık öğretimde
okuyorsunuz ve televizyondan dersleri takip ediyorsunuz. Bu anlayışa göre
kamusal alan içindesiniz ve türban takamazsınız. Yakında, açık öğretim
fakültesi dersleri yayınlanmadan önce, ekranda şöyle bir yazı belirebilir: “Ders başladığı andan itibaren kamusal alana
girdiniz, siyasal simgelerinizi çıkarınız”. Bunun
sonu yok ki. En iyisi kamusal alan
kavramı bütün ülke sathına yayın, başörtülü milyonlarca kadını da sınır dışı
edin mesele kökünden hal olsun.
Kimsenin bu kadarını yüreği
yetmediği için, yetkiyi eline geçiren her kimse, kendine göre “makul” görünen
bir sınır koyuyor yasaklamaya; işine geldiği gibi bir tarif yapıyor, sonra da
ona kargaların bile güldüğü hukuki izahlar getirmeye çalışıyor. Nitekim, 4.
Daire Başkanı’nın tutarlılığı da ancak bir yere kadar sürüyor. İkinci adımda o
da kendi kendisiyle çelişmek zorunda kalmış. Şu söylediğine bakın: Başörtülüler
Adliyenin kalemine girerlermiş de, duruşma salonuna giremezlermiş! Öp babanın
elini.
BU
BASKILAR NEYİ AMAÇLIYOR
İkna odalarıyla başlayan süreç, 23
Nisan ve Cumhuriyet Resepsiyonlarına, oradan mahkemelere taşınıyor, halka
saygısızlık yapılıyor, millet incitiliyor, kalbi kırılıyor. Resmen ayırımcılık
yapılıyor.
Olayları izlediğiniz zaman, bunun
mevzii ve kişisel olmaktan ziyade, bir
zincirin parçası olduğu izlenimine kapılıyorsunuz. Cumhurbaşkanlığı’ndan YÖK’e,
Genelkurmay’dan Yargı’ya uzanan ve “Başörtüsü”nü (ya da türbanı) merkezde tutan
bir olaylar zinciri var.
Ve bu zincir, giderek “Kamusal
Alan”ı genişletiyor. Kamusal alan bahanesiyle devletin hakimiyet alanı
genişletilmek isteniyor. Özellikle inanç sahiplerinin dini sembolleri hayatın
hemen hemen her alanında kullanmaları engellenmeye çalışılıyor. Devletin sivil
ve özel alanlarıı tamamen kuşatarak bireysel özgürlükleri vicdanlara hapsetmek
istediğini görüyoruz. Dine ait ne varsa onun karşısında
duran, onu tasfiye etmeye çalışan, dindar vatandaşının haklarını hiçe sayan
doğmatik laikçiler özgürlükleri kısmaya devam ediyor.
Türkiye’nin kanayan yarası haline gelen başörtüsü sorunu, güç odakları
tarafından siyasi bir kaos oluşmasına zemin hazırlamak amacıyla malzeme olarak
kullanılmak isteniyor, ipler geriliyor.
Acaba ordu göreve diyenlerin değirmenine su mu
taşınıyor?
JAKOBEN
BÜROKRASİNİN OYUNUNA GELMEK
Kimileri hâlâ, meselenin kamusal
alanın sınırlarını yanlış çizmekten kaynaklandığını düşünüyor Hala
‘kamusal-özel’ ikilemine sıkışmış bir biçimde tartışmayı sürdürüyorlar. Türban
kamusal alan ile bağdaştırılamazmış da,
ancak kamu hizmeti ile bağdaştırılabilirmiş gibi abuk sabuk tartışmalar
yapılıyor.
Bir ülkenin yüksek yargı
organlarında ideolojik ve hukuk tanımaz bir zihniyet hakim ise, bireysel hak ve
özgürlüklerin temeli olan din özgürlüğü kamusal alan gibi zırvalarla
daraltılıyorsa, totaliter bir hukuk mantığı geçerli ise, siz neyi
tartışacaksınız Allah aşkına. Neymiş efendim.. Kamu hizmeti alanların değil,
ancak kamu hizmeti verenlerin kılık kıyafetlerinin yasal olarak
düzenlenebilirmiş. İnsan hakları ilkeleriyle hiçbir şekilde bağdaşmayan bu tür
yasakçı anlayışları tartışmak , tartışmaya açmak, tartışmada taraf olmak bu
çağdışı anlayışın bundan sonra daha
büyük çaplı ihlallerine prim vermektir. Hak ve özgürlükler sadedinde
“Kamusal alan” gibi bir kavramın bizatihi kendisi hukuka aykırıdır. Baş
örtüsü siyasal bir simge addedilerek
takanın savunma yapması, mahkeme salonuna girmesi engelleniyorsa, o zaman şöyle
bir sonuca ulaşıyoruz. Siyasal simge kullananlar savunma
hakkı yapamazlar. Peki doğrudan siyasal fikirleri savunan ve bu fikirleri
dolayısıyla mahkemeye çıkmak zorunda olanlar ne olacak? Yargıtay Başkanı'nın
akıl yürütmesiyle gidersek, siyasi suçtan mahkemeye düşmüş hiç kimsenin mahkeme
salonuna sokulmaması gerekiyor.
Mahkemenin ciddiyeti ile
bağdaşmayan kıyafetleri sayarken bikini ile türbanı aynı kefeye koyuyorlar. Ayrıca,
kendi annesinin de başörtüsü taktığını ancak bunu siyasal simge olarak
yapmadığını, geleneksel olarak yaptığını söyleyerek masasının baş köşesine annesinin
başörtülü resmini koyanlara şu soruyu sorabiliriz: Türban ve bikini aynı
şeylerse neden masanızın baş köşesine annenizin bikinili fotoğrafını
koymuyorsunuz? Böyle bir davranışa en başta sizin anneniz karşı çıkardı herhalde.
SON SÖZ
Türkiye, halkı Müslüman olan bir
ülkenin adıdır. Jakoben bürokrasinin ısrarla ve akıl almaz bir biçimde göz ardı
ettiği husus budur. Bu çirkin ve komik uygulamaları yapanlar, başörtülü veya
başörtüsüz herkese hizmet etmekle yükümlüdürler. Onların verdikleri vergilerle
maaş almaktadırlar. Cumhurbaşkanı, hanımı başörtülü olan milletvekillerinin de
oylarını alarak seçilmiştir. Seçilirken sadece eşlerinin başı açık olanların oyları
geçerli deseydi ya!..
Egemenler her gün
yeni bir baskı ile Müslümanları test ediyorlar. Sistemin “İslami
kimlik” noktasında kabul edilemez uygulamaları her vesile ile eleştirilmeli ve karşı tavır
konulmalıdır. Sorunu Müslümanlar üzerinden
değil sistemin çarpıklığı
üzerinden tartışmalıyız. Bazı müslümanların
hergün değiştiklerini ispat etmeye gayret ettikleri, gittikçe “muhafazakar
demokrat” bir çizgiye girdikleri bir ortamda bizlere düşen görev tevhidi tavrımızı
sergilemektir. Yoksa onursuzca bizleri aralarına almalarını dilenmek
değildir.
Hak
ve özgürlüklerinize kavuşmak istiyorsanız ben size bir “kamusal anahtar”
vereyim. Bu beylere “haddinizi ve sınırlarınız bilin” demek.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder