1 Aralık 2005 Perşembe

KİME KIZALIM? AİHM SOYTARILARINA MI, YOKSA BİZİM MÜSLÜMANLARIMIZA MI?

(Umran Dergisi)


                                                             Güya denizden korkup kıyıya sığındılar

                                                                                   Kurttan kaçmak isterken ayıya sığındılar

                                                                                   Dövdü öz amcaları anavatanlarında

                                                                                   Gittiler dini bozuk dayıya sığındılar

                                                                                                                Abdurrahim Karakoç

 

Bilindiği üzere, AİHM Büyük Dairesi, Leyla Şahin'in başörtüsü yasağı ile ilgili açtığı davada, yasağın Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine aykırı olmadığına karar verdi. Bunun üzerine laikçi takım televizyonlarda, gazetelerde “tüm yollar kapandı” çığlıkları atmaya başladılar. AİHM'nin kararını tepe tepe kullanmaya başladılar. Bundan sonra bu kararı kullanarak yasakçılığın tadını çıkaracaklar. Ali Topuz sevincinden göbek atıyor, verdiği demeçte, "Artık konu kesin bir hükme bağlanmıştır. Bundan sonra benzer davalar açılamaz" ve devam ederek, "Böyle bir kararın Türk milletine, Atatürk'ü andığımız 10 Kasım günü ulaşması, çağdaşlığa, laik Cumhuriyet'e inanmış vatandaşlarımız için bir müjde, bir hediyedir" diyor.

Cumhurbaşkanı Sezer, kararın bağlayıcı olduğunu belirterek, "Konu hiç kuşkusuz hukuken kapandı" diyor. YÖK Başkanı Teziç, AİHM'nin kararının iç hukukta bağlayıcı özelliği bulunduğunu belirterek, "Kararın uluslararası planda olması, Türkiye'nin bundan böyle aksi yönde bir düzenleme yapma olanağını da ortadan kaldırıyor" diye ahkam kesiyor.

Görüldüğü üzere, AİHM’nin aldığı kararla İslam’a ve Müslümanlara düşman olanların  ellerine koz verilmiştir. Büyük Daire, otoritelerin laikliği muhafaza edebilmesi için  türban yasağının gerekli olduğunu belirtiyor ve gerekliliği şu iddialara dayandırıyor, "Türbanın Türkiye'de politik anlamda sorun oluşturduğunu ve toplumu gerdiğini", "Toplumu inananlar-inanmayanlar diye ikiye bölerek kamplaşmalar yarattığını" ve "Dini kurallara dayalı bir toplum isteyenlerin kullandığı siyasi bir sembol olduğunu" iddia ediyor. T.C. Anayasa Mahkemesi de kendi yasak gerekçesinde ne diyordu, "Üniversitelerde türban takılmasının Cumhuriyetin temel ilkeleriyle bağdaşmadığı"  ileri sürüyordu. Her iki kurumun anlayışında da başörtüsü diğerlerine karşı bir tehdit algılaması olarak görülüyor, dolayısıyla dışlanıyor ve yok sayılıyor.

İBRET ALMAYA NİYETİ OLANLARA

Bu davanın kefere mahkemesinde reddedilmesinden dolayı, ortaya çıkan  önemli boyuttaki sonuçlar nedeniyle, bazı hususlara yeniden temas etmek, bazı noktaları yeniden hatırlatmak zarureti hasıl olmuştur. Belki ibret alınır diye.

Daha önce söylemiş idik, yine söyleyelim. Batı'nın hak ve hukuk anlayışında Müslümanlara yer yoktur. Müslüman kimliği onların nezdinde “tehlike” işaretiyle tanımlanır.  Yarsistler, Bahailer ile ilgili konular her sene insan hakları izleme raporlarında genişçe yer alırken, Müslümanlarla ilgili hak ihlallerine hemen hemen hiç yer verilmez. En son yayınlanan 151 sahifelik AB İlerleme Raporunda, başörtüsü yasağına tek bir satır dahi ayrılmamıştır. Sih'lerin türbanına onay veren, Yahudi öğrencinin Cumartesi günü imtihana girmeme hakkını onaylayan, askere gitmeyi reddeden Yahova Şahidini haklı bulan AİHM, derslere sakallı geldiği gerekçesi ile Kocaeli Üniversitesinden uzaklaştırılan Mehmet Tığ'ın başvurusunu ret etmişti.

Bazı kimseler Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 8. maddesi şunu diyormuş, 9. maddesi bunu diyormuş gibi yaklaşımlarla AİHM'nin aldığı kararın yanlışlığını savunurken  yine işin özünü kaçırıyorlar. Hükümün gerekçelerinin mantıksızlığından, pespayeliğinden bahsetmenin hiçbir anlamı yoktur. AİHM'nin ve Büyük Dairenin son müracaat mercii olduğunu biliyordunuz. Konuyu buralara taşıdıktan sonra, çıkan kararlara itiraz etmenin bir faydası yoktur.

AİHM, kendisinden beklenen bir karar vermiştir. Mağduriyetleri göz ardı etmiş , Türkiye'nin özel şartlarına atıfta bulunarak, olaya, "siyasi olarak nasıl bir sonuç çıkacak" gözüyle bakmıştır. Burada asıl sorun, sizin duruşunuzun tutarlı olup olmadığı hususudur. Eğer o mahkemenin meşruiyetini kabul ediyorsanız, vereceği kararları da kabul etmek durumundasınız. Vazoyu kırdıktan sonra, bunun nasıl kırıldığını irdelemenin fazlaca bir anlamı yoktur. Hep söyledik tekrar söyleyelim; davayı AİHM'ne götürmek yanlış idi. Çünkü konu AİHM'nin kararıyla çözülecek bir konu değildi. Avrupa'nın bütün üniversitelerinde başörtüsü serbest iken, sizlerin AİHM'nin kapısın çalıp onlardan içtihat etmelerini istemeniz olacak iş değildi. Adamlar kendi ülkelerinde olmayan yasağı Türkiye'ye gelince savunuyorlar. Kendi ülkelerinde olan serbestliği bizim ülkenin özel şartları muvacehesinde yok sayıyorlar. Belli ki yasak "siyasi" idi ve çözümü de siyasi olacaktı.

Burada mesele AİHŞ’nin şu maddesi, bu maddesi  meselesi değildir. Bilinmesi gereken birinci nokta, İslam'a ve Müslümanlara karşı çarpık ve önyargılı bakan sömürge mahkemesi kılıklı bir heyetin,  hak arama mercii olarak kabul edilmesidir. Örtünme gibi İslami bir meselenin, İslamı bilmeyen, yaşamayan, İslami hassasiyetleri anlamayan ve üstelik ona karşı önyargılı bir mahkemeye götürülmesi   kabul edilebilir bir durum değildi. İkinci önemli nokta, hakkınızı ararken kullandığınız argümanlar ve üslup meselesi idi. Tamamen dini olan bir meselede İslami argümanların terk edilerek, mahkemeyi meşrulaştıracak esaslar çerçevesinde geliştirilen bir üslubun kullanılması da sorunlu bir yaklaşımdı.

Mahkeme dini bir hükmü yargılamaktadır. Halbuki mahkemelerin din üzerinde hüküm sahibi olma hakkı olmadığı gibi, dini vecibelerin ne olup olmadığını da bir mahkeme tayin edemez. Başörtüsü dini bir vecibe olduğuna göre, AİHM kararının da bir anlamı olamaz. Mahkeme ancak bir olaya ilişkin karar verebilir. Yoksa inancı yargılayamaz. Başörtüsü hukuki bir konu değildir. Allah'ın Kur'an mesajıyla bildirdiği apaçık bir  emridir.  Dolayısıyla ulemaya sorulacak bir tarafı da yoktur.

Meseleyi  çözmesi gerekenlerin, çözüm yerine işi ulema zeminine çekip laikçilere yeni kozlar vermelerine de gerek yoktur.  AİHM, kararını AKP hükümetinin savunması doğrultusunda vermiştir. Orada T.C. Devletinin uygulamalarının yanlışlığını adam gibi söylemek yerine, pasif davranarak yasağın devamından yana savunma yapanlar, zamanında halktan oy isterken başörtüsü "namus meselemizdir" demişlerdi. Bu sözleri kendilerine hatırlatıldığında da AKP'nin bir bakanı pişkin pişkin, "ne yapalım, öyle demezseniz halk oy vermezdi" diyebiliyor. AİHM'nin Türk yargıcı Rıza Türmen, 18 Mayıs'ta AKP hükümeti tarafından hazırlanan ek savunma ile ilgili olarak, hükümetin Büyük Daire duruşmasında 9 dakika savunma yaparak, 4.Dairenin aldığı bir önceki kararın tekrarını talep ettiğini belirtiyor. Türmen, "Hükümet isteseydi mahkemeye bazı ek bilgiler vererek tezlerini güçlendirebilirdi. Bunu tercih etmediler." diyor

Buradan farklı bir sonuç çıkmayacağını basiret sahibi herkes bilebilirdi. AB'nin insan hak ve özgürlüklerini savunması, sadece kendi çıkarlarıyla bağlantılı bir politikadır. Gerçekte  böyle bir samimi anlayışları yoktur. Türban kararına yön veren politikaları da, Türkiye oligarşisi ile İslam karşıtlığı noktasında aynı ortak paydada buluşmaları ve hegemonik güçlerin bugün   İslamı bir tehdit olarak görmesi nedeniyledir. Çünkü Rabbimiz buyuruyor ki, "...Kafirler, ellerinden gelse sizi dininizden döndürünceye kadar sizinle savaşa devam edeceklerdir..." (Bakara: 217). Buna göre AİHM, aslında temelde kendi ilkeleri ile çelişkili bir karar almamış, bilakis kendi meşruiyet zemini çerçevesinde bir hüküm vermiştir. Asıl kendisiyle çelişenler, AİHM’den başörtüsünün serbest bırakılması yönünde karar çıkmasını bekleyenlerdir. Onlarda layık oldukları bir tavırla müşerref olmuşlardır. Maalesef, AİHM’i meşru kılan gerekçeler ile başörtüsünü meşru kılan kaynağın farkını görememişlerdir.

Bunların düzenlerinde ne inançlara , ne de diğer haklara özgürlükler olmayacaktır. Bu, başlı başına bir sistem sorunudur. Despotik egemenlerin olduğu yerde insan hak ve hürriyetlerinden bahsetmek abesle iştigaldir. Hele mazlum milletlerin kanı ve emeği üzerinden servet üretmiş olan sömürgecilerden medet beklemek, yasağı böyle gülünç yollarla aşmaya çalışmak sadece mağdurların daha çok aşağılanmasına sebep olmaktan öte bir işe yaramayacaktır.

AZ KALDI, AB SAYESİNDE YASAĞI ÇÖZECEĞİZ (!)

Kendi ülkelerinde mahrum edildikleri hak ve özgürlüklerini AB'nin kanatları altında doya doya yaşayacaklarını zanneden Müslümanlar şunu bilmelidirler ki, Avrupa hiçbir zaman Müslüman kimlikli bir Türkiye istemez. Avrupa İslami değerlerin en aza indirildiği bir Türkiye'yi istiyor. İslami kimliğinden soyulmuş bir kimlikle gittiğiniz zaman ancak sizi kabul edecektir. Müslüman kimliğine düşmanlık besleyenlerin egemenlik sahalarında hak ve adaleti bulamazsınız. Yüce Allah, "Siz ey iman edenler, sizden olmayan kişileri can yoldaşı edinmeyin. Onlar sizleri yoldan çıkarmak için ellerinden gelen hiçbir çabayı esirgemezler ve sizi sıkıntıda görmekten hoşlanırlar. Şiddetli öfke ağızlarından taşmaktadır; kalplerinde sakladıkları ise daha da kötüdür. Biz bununla ilgili işaretleri  sizin için işte böylesine açık ve anlaşılır kıldık, eğer aklınızı kullanırsanız" (Al-i İmran, 118) buyuruyor.

Üstelik gitmek istediğiniz yer, bir cennet değildir. Tarihte helak olmuş toplumların tefessüh etmiş halini yaşayan, kutsalı kalmamış, cinsel sapkınlıkların had safhaya vardığı, maddeyi ilah edinmiş bir toplum. Kendi ülkenizde bulamadığınızı orada hiç  bulamazsınız. Sizi   tenezzül buyurup  kabul ederlerse dahi biliniz ki, size tanınacak  hak ve özgürlükler,  ancak zımni statüsünde olacak, gay ve lezbiyenlere tanınan haklardan daha ileri boyutlarda olmayan haklar olacaktır.

Orhan Pamuk, Zina Cezası, v.s. gibi konularda aslan kesilen, sözde demokrasiyi savunan AB, binlerce mazlumun eğitim hakkının gasp edilmesini haklı buluyor. “Türkiye'deki aşırı siyasi hareketlerin kendi dini sembollerini ve dini kurallara dayalı bir toplum dayatma isteklerinin göz ardı edilmemesi” herzesini yumurtluyor.

Dünya'da ve Türkiye'de İslâm’a karşı yürütülen sindirme politikaları çerçevesinde uygulanan başörtüsü yasağı Avrupa'nın merhameti ile çözülecek bir konu değildir. AİHM'nin bu haliyle ortaçağ mahkemelerinden farkı yoktur. Onlarda "dünya dönüyor" diyen Galile'yi mahkum etmişlerdi. Leyla Şahin davası 1998'de başlamıştı. Yedi yıl süren bir dava müspet sonuçlansa bile bu kadar gecikmiş bir adalet ne işe yarayacak. Binlerce mağdura olan olmuş bir kere. 

Tarihin seyrine bir bakın, peygamberlerin mücadelelerine bakın, Allah'ın Resulü’nün mücadelesine bakın ve Mekke müşriklerinin İslam geliştikçe ortaya koydukları tavırlara bakın. O zaman, bu tarz yaklaşımların her zaman var olacağını daha iyi anlarsınız. Bu olaya öyle "çifte standart" falan demenizin de fazla bir anlamı yoktur. Küfür her zaman tek milletdir ve davranışı da kendi mantığı içerisinde tutarlıdır. Asıl sorun bizim Müslümanlarımızın davranışlarındaki tutarsızlıktadır. Onların iki yüzlüklerini ve çelişkilerini eleştirirsek bundan vazgeçeceklerini ummak gibi bir safdillilik bizim mücadele azmimizi darbelemekten başka bir işe yaramaz. Yüce Kitabımız, ancak hak gelirse batıl'ın zail olacağını söylüyor. Hak batıl kavgasının kıyamete kadar süreceğini unutmayarak, batıl iptal edilinceye kadar başkalarının değil kendi gücümüzle hak mücadelesine devam etmek gerekiyor.

NE OLDU ŞİMDİ?

Bu kararın muhtevası, Türkiye'de sanki inanç özgürlüğü konusunda hiçbir engel bulunmadığını, başörtüsü ile ilgili hiçbir sorunun yaşanmadığını göstermektedir. Her yer güllük gülistan sanki.

Ayrıca karar, benzer nitelikli davalar bakımından "referans" olma niteliği taşıyor. Bu karar, hem Türkiye'den yapılacak müracaatlar, hem de Avrupa'dan yapılacak benzer davalarda örnek olarak alınacak. Türkiye devleti aleyhine açılan  100 civarında benzer davaya da emsal olacak ve davaları mağdur aleyhine etkileyecektir. Ayrıca, sadece AİHM değil, Avrupa'daki diğer yargı organları da önlerine gelen benzer dosyaları bu kararı dikkate alarak karara bağlayacaklardır.

Daha önce de belirttiğimiz gibi, bu kararla, resmi ideoloji dinin üstünde bir konumda tutulmuştur. Eğitim hakkı iptal edilmiştir. Bürokrasinin dini vecibeler konusunda karar verebileceği kabul edilmiştir. Ceberut devlet anlayışı karşısındaki özgürlük mücadelesinde bir cephe kaybedilmiştir. Sayenizde başörtüsü uluslararası düzeyde siyasallaştırılmış ve devletin din alanına yönelik menfi müdahalelerinin önünü açıcı bir içtihat oluşmuştur.

Olayı hukuken bitirdiniz. Geçmiş olsun.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

DOHA SALDIRISI BİR DÖNÜM NOKTASI KAOTİK BİR KIRILMA VE DİPLOMASİNİN ÇÖKÜŞÜ

  Metin Alpaslan   – Umran Dergisi/Ekim 2025-374. Sayı Terör ve işgal devleti İsrail’in 9 Eylül’de uluslararası hukuku ihlal ederek, Doha’da...