(Umran Dergisi)
Eylül ayı, hem 11 eylül
saldırılarının, hem de 12 Eylül ihtilalinin
yıldönümü olması yönüyle, hem dünya hem de Tükiye açısından siyasi
tartışma ve analizlerin yoğunlaştığı bir ay olarak geçti. Diğer
taraftan, Lübnan'a asker gitsin mi gitmesin mi tartışmaları devam ederken,
İsmailağa Camiindeki menfur cinayet ve Diyarbakır'da çoğu çocuk 11 masum vatandaşın ölümüne sebep olan
bombalama olayı bir anda Türkiye'nin
gündemine bomba gibi düştü. Bir de
buna cumhur'un başının, her zaman olduğu gibi ülke insanına hiçbir
fayda getirmeyen kısır ve toplumu ayrıştırıcı beyanatlarını eklerseniz,
koskocaman ülke bir ay boyunca kendisine hiçbir fayda getirmeyecek
tartışmalarla bir ayını heba edip gitti.
Cumhurbaşkanı
Sezer, önce yeni eğitim yılının başlaması nedeniyle yayınladığı mesajda,, daha sonra ODTÜ'nün
açılış töreninde yaptığı konuşmada "Eğitimin,
kesinlikle devlet denetiminde ve gözetiminde, Atatürkçü düşünceden ve laiklik
temelinden ödün verilmeden yürütülmesi gerektiğini" vurguladıktan
sonra, "Bu bağlamda, dogmalarla ve boş inançlarla çocukları ve gençleri
etkileme amacı güden okulların ve kursların varlıklarını sürdürmeleri
engellenmeli " diyor.
Cumhurbaşkanının, dogma ve boş
inançlara karşı çıkan birisi olarak, 'kesinlik'
ifadesiyle pekiştirdiği yukarıdaki ifadesinden, kendisinin de hayat felsefesi
içerisinde sorgulamaya ve tartışmaya bile yanaşmadığı doğmaları var olduğunu
görüyoruz. Zaten Sezer’in de temel
sorunu benimsediği laikliğinin “doğmatik
bir laiklik” olmasından kaynaklanıyor “Dogmalar
engellenmeli” diyen Sezer öncelikle kendi “dogmatik” laiklik anlayışını
gözden geçirmelidir. Laik kutsal alanları olan Cumhurbaşkanı, sadece kendi
dogmalarını seslendirmektedir. Kendi felsefi görüşünü ve kişisel inançlarını
laiklik olarak sunmaktadır.
Hele konu İslam ise, Sezer'in laik
duyarlılığı hemen öne çıkıyor. İslam dinine boş inanç ve dogma demenin ve
açıkça düşmanlık ilan etmenin PAPA'nın yaptığı hakaretden bir farkı var mı?
İlgili kelimelere yüklenen anlam görmezden gelinmeyecek, kabul edilmeyecek
kadar ağır ve tahrik edicidir. İnançsız bir neslin yetistirilmesi icin elinden geleni yapanlar,
bu ülkenini çocuklarının dinini kimden öğreneceği hakkında da görüşlerini
söylemeli, ya da mertçe ortaya çıkıp açıkça dine karşı olduklarını
söylemelidirler. Gençliğin bugün içine
düştüğü ahlaksızlık ve yozlaşmanın baş mimarları, geleceği karartılan bugünün
neslini hayali irtica yaygaralarıyla uçuruma süsrüklüyorlar.
Sezer, ‘boş inanç ve dogma amacı
güden’ kursların yanında okullardan da söz ediyor. 28 Şubat sürecinde müfredat ve potansiyel
olarak imam hatip okullarının içi boşaltıldı. Kur'an Kurslarına olmadık
yasaklar getirildi. Daha şimdiden Diyanet
camilere imam bulmakta zorlanıyor. Böyle gidrse aynı şeflik devrinde
olduğu gibi millet cenazesini yıkatacak imam bulamayacak. Daha ne istiyorsunuz.
Eğer amacınız dini tamamen toplum hayatının dışına atmaksa buna sizin yedi
sülalenizin gücü yetmez.
Çankaya Köşkün'de Kur'an okutma,
iftar verme gibi önceki yıllarda yapılan uygulamaları kaldıran Sezer, Papa ile
ağız birliği etmişcesine tam da Ramazan başlatken kutlama mesajı yayınlamak
yerine, milletin varlık sebebi olan değer yargılarını, bir tehdit algılaması olarak görmek
alışkanlığına devam etmektedir.
Cumhurbaşkanı'nın tespit ettiği
hukuka aykırı bir hal varsa bunu yargıya
intikal ettirir. Yapılması gereken 'irtica mesajları' yayınlayarak
dindar insanları rencide etmek değil, yasal olan neyse onu yapmaktır.
Cumhurbaşkanı'na
İslami değerleri bir tehdit olarak değil, bir zenginlik olarak kabul
etmek yaraşır. Cumhurbaşkanı'nın belli bir inancı hedef alarak konuşma yapması
ülkemiz adına büyük bir talihsizliktir.
REKTÖR BEY'İN İRTİCAYA SABRI KALMAMIŞ ???
ODTÜ Rektörü yeni eğitim ve öğretim yılının açılışında yaptığı
konuşmasında, irticai akımların tırmanışta olduğunu iddia ederken, "Çağdaş kıyafetleri nedeniyle çağdaş kadınlarımıza
fiziksel saldırıda bulunulabilmektedir."diyor.
Pes doğrusu, "Kamusal alan mimar"
ıyla beraber başörtülülere yaptıkları zulümleri göz ardı ederek, yavuz hırsız
misali bir de dindarları suçlu göstermeye çalışıyorlar.
Cumhurbaşkanının da katıldığı törende irtica
vurgusu ağır basan mesajlar veren ODTÜ Rektörü, "Cumhuriyet'e yürekten
bağlı çoğunluğun demokrasiye ve toplum barışına saygısı nedeni ile gösterdiği
ölçülü tepkiler maalesef kökten dinci çevreleri cesaretlendirmektedir. Ancak bu
olgun davranışımız yılgınlık veya umursamazlık olarak yorumlamamalı, hiç
kimse sabrımızın sınırını zorlamaya kalkışmamalıdır." tehdidinde
bulunuyor. Rektör Akbulut, kökten dinci
grupların şeriat özlemlerini gerçekleştirme yolunda engel tanımaz hale
geldiklerini iddia ederek, Bölücü ve irticai çevrelerin öğretim üyelerini
karalamak için sistemli bir çaba sarf ettklerini, devlet üniversitelerinin
başarılarını gölgelemek çabasında olduğunu ileri sürüyor.
Hangi başarıları gölgelendi bu ilimsiz profların. Cüppeleriyla Meclise baskın yapar gibi girerek CHP kürsüsünden tehditler savuranların okulları acaba dünya sıralamasında kaçıncıdır. Ve hangi önemli buluşa öncülük etmişlerdir. Denklik vermeyip küçük gördükleri üniversiteler bile kendilerinden onlarca sıra öndedir. Ödenek de ve para harcamada dünyada ilk sıralara yerleşen bu üniversiteler neden başarı sıralamasında ilk 500 de yoklar? Kendi dogma ve boş inançlarını bırakıp niçin ilim ve irfan ile uğraşmazlar? Önce şu gölgeleme işi nasıl oluyor bir izah et.seniz.. Bilimsel çalışmalar yaptınız da,araştırma-geliştirme faaliyetinde bulundunuz da, irticai çevreler başarılarınızı mı gölgeledi? Şu yüzsüzlüğe, utanmazlığa bakın.ayıptır, bilimde sıfır,araştırma-geliştirmede sıfır.durumda olanlar, bu ayıptan nasıl kurtulacaklarını düşünecek yerde, kalkmışlar çağdaş eğitimden bahsediyor, başkalrına çamur atarak ayıplarını örtmek istiyorlar. Sanki yeni buluşları gözleri kamaştırıyorda, dünyada ses getiren bilimsel çalışmalar yapıyorlarda bunları irtica engelliyor.
İlimden, irfandan, teknolojiden uzak sadece bir çöplük olan laikçi kafalarında ilim sadır olamayacağına göre kürsülerden ancak irtica teraneleri edebiliyorlar. Başka bir birikimleri yok. Bir çoğunun tez çalışmaları alıntı mı, çalıntı mı belli değil.
KAÇIN
İRTİCA GELİYOR!!!!
Türkiye'de ihtiyaç hissedildiğinde gündeme sokulan
'irtica' argümanı, son günlerde yeniden makbul bir araç haline geldi. İrtica
senaryoları teker teker yeniden sahneye konuluyor.
Deniz Baykal çıkıyor, “İlkokul öncesi çocuklara, bir kültür
çatışmasına sürükleyecek eğitim veriliyor ve bunlar Milli Eğitim'in himayesinde
veriliyor.” diyerek sanki sistemli bir 'irtica' hareketi varmış izlenimi uyandırma gayreti içine
giriyor. Baykal, çocuklara 'dini
bilgiler' verildiği için rejimin yıkılacağından endişe etmekte
Sincan'daki Selahattin Akbilek
Lisesi'nde Müdür okulun bahçesinde ders saatleri içerisinde rock konseri
düzenletir. Öğrencileride buna katılmaya zorunlu tuttar ve
parasını öğrenciden toplamak ister.Bizim irtica ile suçlanan öğretmen buna
karşı çıkar ve şikayet eder.Okul müdürü ile edebiyat öğretmeni arasında aylar
önce meydana gelen kişisel sürtüşme okulların açıldığı ilk gün müdür tarafından
pankartlı “irticaya hayır”
yürüyüşüne dönüştürülür. Müdür bey,
öğretmenin gönderdiği kandil tebrik mesajlarını irtica faaliyeti diye sunuyor.
"İrticaya hayır yazılı pankartları
taşıyan öğrenciler, bu pankartları ellerine verenleri daha önce hiç
görmediklerni ve yürüyüş boyunca tanımadıkları kimselerin de yürüyüşe
katıldığını" söylüyorlar. Tam da irtica mevsimine uygun bir olay. Bu
ve buna benzer provakasyonlara bundan sonra daha sık ratlayacağız. Başlatılan
irtica mevsimi ile kampanyalar sürecek.
Yavaş Yavaş bir 28 Şubat ortamı oluşturulmaya çalışılıyor. Önce İsmailağa cinayeti,
Papa'nın açıklamaları ve Cumhurbaşkanı'nın eğitim yılı dolayısıyla yayınladığı
mesajda kuran kurslarının ve okulların kapatılması ile ilgili açıklaması, 28
Şubat'a girildiğinin mesajı gibiydi.
Gazetelerde ve TV'lerde Tarikatlar ve Cemaatlar konusu işlenmeye
başlandı. Cumhurbakanı seçimine kadar irtica yaygarası ve terör olayları medyanın
gayretiyle büyük ihtimalle devam edecektir.
İÇİMİZDEKİ HAÇLILAR VE PAPA
11 Eylül' saldırılarındandan
sonra Bush'un "Haçlı Seferleri başlamıştır" sözü ile İslam dünyasına
yönelik işgal, işkence ve katliamlar, daha sonra karikatür krizi, Papa'nın sarf ettiği sözler, Haçlı nefreti
genlerine işlemiş olan Batı'nın İslam'a karşı şuur altındaki düşmanlığının dışa
vurmasıdır.
İçimizdeki Müslüman görünümlü Haçlılar
da türlü maskeler altında İslam’a hakarete devam ediyorlar. Atatürkçülük maskesi ve kökten laikçilik
dürtüsüyle milletin değerlerini tahrip etmek için rezil dizi ve programlar
yayınlayanların, İslam'a bakışları Papa'dan çok farklı değildir. Küresel çetelerin
gönüllü veya maaşlı maşaları oldukları için, Haçlı efendilerinin İslam'a bakışları
ne ise onun gereğini yapmaya devam ediyorlar. Bu azınlığın güdümündeki
yayınlarda, İslam karşıtı yoz bir kültür sinsice işleniyor. İtiraz eden
olmadığı için de bu yayınlar sanki normalmiş gibi millete hitap ediyormuş gibi sürüp
gidiyot.
Papa'nın özür dilemesi onun
İslsm ile ilgili kanaatlerini hiçbir şekilde değiştirmez. Papa ve Hıristiyanlar'ın
İslam'la ilgili kanaatlerini değiştirmesinden önce, kendi içimizdeki sinsi
Haçlılığı dengeleyecek yayın ve kültür ikliminin değişmesi gerekmektedir. Bunun
yolu da çok çalışıp güçlü olmaktan geçer.
İSMAİLAĞA CİNAYETİNİN HEDEFİ "İRTİCA KAMPANYALARI" MI,
"CEMAATİ BÖLMEK"Mİ, YOKSA "ÇANKAYA SAVAŞLARI" MI?
İsmail Ağa Cemaati, sekiz yıl
aradan sonra bir saldırıya daha maruz kaldı. Cemaatin önde gelen isimlerinden
Bayram Ali Öztürk, 3 Eylül Pazar günü İsmail Ağa Camii’nde kalbinden
bıçaklanarak öldürüldü. Bayram Hoca, cemaatin kurban verdiği ikinci isim.
Bundan 8 yıl önce Mayıs 1998’de yine İsmail Ağa camiasının önemli isimlerinden Mahmud
Hoca'nın damadı Hızır Ali Muratoğlu katledilmişti. Hızır Hoca’nın katiline ‘akli
dengesi yerinde değil’ raporu verildiği için soruşturma neticelenmemişti. Bu
olaydan yıllar sonra yakalanan katil zanlısı Ufuk Şahin Hantal, "Hızır Hoca'yı, üzerime cinlerini saldığı
için öldürdüm" diyerek kafaları karıştıran bir açıklama yapmıştı.
Bayram Ali Öztürk cinayetinin Katili Mustafa
Erdal, cemaat ya da bir iddiaya göre beraberinde geldiği üç kişi tarafından
linç edildi. Cemaatin önde gelen birine yapılan bu saldırının perde arkası
araştırılacak yerde, medyanın dikkatler daha çok cinayet mahallinin bir cami
olmasına ve katilin linç edilerek öldürülmesine yoğunlaştı.
Peki olaylar, meczupların şahsi galeyanından ibaret basit
bir cinayet olarak görülebilirmiydi? Başka sebepler de olabilir miydi? Hedef
olarak seçilen iki ismin Mahmut Efendi’den sonra cemaati bir arada tutabilecek
kimseler olması kasıtlı bir operasyon ihtimalini güçlendiriyor. Genel kanaat,
bu kadar bilinçli girişimlerin meczup işi olamayacağı yönündedir. Her iki
katilin de etkisiz hale getirilmesi organize bir hareket ihtimalini güçlendiriyor.
Cemaat, en
fazla giyim tarzlarından tanınıyor. Türkiye’deki İslam konulu hemen her yayında
Çarşamba bölgesinde çekilmiş şalvarlı cübbeli erkek, çarşaflı kadın
fotoğrafları görsel malzeme olarak kullanılıyor. Birinci ihtimal; cemaati tahrik ederek sokağa döküp irtica
kampanyalarına alet etmek
İkinci ihtimal; Bayram Ali Öztürk cinayeti ile birlikte İsmail Ağa Cemaati’ne liderlik yapabilecek, cemaati toparlatacak kimse kalmadı. Maksat cemaati bölmek. Çözülmeyi sağlamanın en kolay yolu da camiayı bir arada tutacak isimleri ortadan kaldırıp, camiayı birbirine düşürüp dağıtmak veya birçok küçük kollara ayırmak.
Üçüncü ihtimal; Fener Rum Patrikhanesi’ne çok yakın bir yerde olan İsmail ağa, Patrikhane’nin oradaki varlığına karşı bir denge unsuru olarak görülüyordu. Patrikhanenin orada yeni etnik bir Hıristiyan cemaati oluşturmak isteğiyle bir planı çerçevesinde, bazı taşeron vatandaşlar eliyle toprak ve evler aldığı bilinmektedir. Orada mülk sahibi olan cemaat, Patrikhane için büyük engeldir. Onun için ismailağa cemaatinin Fatih ve bölgesinden bir an önce atılıp sökülmesi istenilmiş olabilir.
Dördüncü ihtimal; Her iki cinayet konjonktürel olarakta birbirine çok benziyor. 28 Şubat, Refah Yol iktidarı zamanında tezgahlandı. Çeşitli olaylarla gündem ısıtıldı, Çarşambadan sakallı cüppeli insanlar toplanıp götürüldü ve o süreç yaşandı. Şimdi AKP iktidarda ve önümüzdeki yıl Cumhurbaşkanlığı seçimi var. Gündem giderek ısınıyor. AKP'den kop(art)malar dahil, o dönemdekilere benzer olaylar yaşanabilir. Süreçler birbirine çok benziyor. Son aylarda teröre verilen 100'e yakın kurban. Halkın tepkisinin Başbakan'a fiili saldırı teşebbüsüne kadar dayanması, askerin uluslararası konularda hükümet ve TBMM'den önce yaptığı açıklamalar, medyenın kendi tezgahladığı oyunu kullanıp toplumu geren kriz şakşakcılığı yapması yeni bir sürecin sinyalleri gibi sanki. 28 şubat andıççıları bu maksatlı yayınları ile mevcut siyasi iktidarın çok yıprandığını ve bu haliyle üzerinde önceden uzlaşma sağlanmadan bir cumhurbaşkanlığı seçimini yapamayacağını anlatmak istiyorlar.
LÜBNAN'DA İSRAİL'İN YAPAMADIĞINI MI YAPTIRACAKLAR?
5 Eylül'de Lübnan'a asker gönderilmesine ilişkin tezkere Meclisten geçti. Mehmetçik Lübnan'a gidecek ama herkes "şimdi ne olacak?" diye endişeli. Türkiye'nin asker katkısı ile Lübnan'da barış ve istikrar sağlanacağı bir hayal. BM gücünün gönderilmesi ile burada barış ve istikrarı sağlamak yerine, Batı yanlısı bir gücü buraya yığarak, daha büyük bir projenin aracına dönüştürmek.
BOP'ni gerçekleştirmek isteyen ABD'nin asıl amacı, küresel üstünlüğünü sürdürebilmesi için enerji kaynaklarını ve İran'ı kontrol etmek. Bu amaçla Afganistan ve Irak'ı işgal eden ABD'nin İran'ı da aşması gerekiyor. Ortadoğu'nun haritaları yeniden değiştirilirken, İran, Suriye ve Lübnan'ın şekillendirilmesi gerekiyor.
ABD'nin İran'a müdahalesinden
önce Hizbullah'ın etkisizleştirilmesi gerekiyordu. Bu hem İsrail'in güvenliği
için önemli hem de ABD'nin İran projesi açısından önemliydi. Fakat İhizbullah
İsrail'i hezimete uğrattı. Bu defa, İsrail
ordusunun başaramadığını gerçekleştirmek için,
bir askeri gücün bölgeye gönderilmesi
ve Hizbullah'ın etkisinin azaltılması gerekiyor. BM gücünün şimdiki rolü bu
olacaktır. ABD'nin İran'a müdahale
etmesi halinde; bu güç daha büyük bir role de soyunabilir.
Bu durumda Türk ordusu, Lübnan'a barış ve
istikrar sağlamak için gidiyor tezi doğru değil. Öne sürülen "Osmanlıcılık
konsepti" ile, "Lübnan bize tarihi mirastır" ifadesiyle; tarihle
bir ilişki kurup, ABD'nin BOP planıyla
örtüştürerek, Türkiye'yi çıkarlarına
alet etmek isteyenler olabilir. Türkiye, bugünkü mevcut ekonomik ve siyasi düzeniyle İslam dünyasında bağımsız ve özgün
bir role soyunacak durumda değildir. Ancak yazılmış rolleri oynayabilir.
Türkiyenin, ABD'nin yanında BOP'a
açıkça taraf olması ABD için çok önemlidir. Çünkü uzun bir süreç olan BOP'un gerçekleştirilmesi
aşamasında ABD, Türkiye'ye büyük roller biçmekte ve yanında görmek istemektedir.
BM nereye gidiyorsa, arkasında ABD, İngiltere-İsrail
troykası vardır. BM, onların elinde bir oyuncaktır. O nedenle, Lübnan’a gitmek
bizim için kesinlikle bir felaket olur. Orada çıkacak bir çatışmada İsrail'e
silah çekilebileceğine, buna izin verileceğine ihtimal yoktur. BM gücünün
yapacağı iş doğrudan doğruya İsrail’i korumaktır. Hizbullah’ı
silahsızlandıracak ve sadece Hizbullah’a karşı vaziyet alacaklardır..
Türkiye oraya, BOP'a alet olmak
yerine, ancak Müslümanların önder ve
öncüsü olarak, İsrail’e karşı savaşmak üzere gidebilir.