1 Ağustos 2006 Salı

TÜM YAKIP YIKMA OLAYLARI ABD'NİN HEDEFİNDE OLAN ÜLKELERDE OLUYOR

(Umran Dergisi)

 

Kapsama alanı içindeki Türkiye'de de bütün tezler çatışma ve kriz üzerine kurulu                        

 

KAFA KARIŞTIRAN OLAYLAR

Şemdinli, Sauna, Atabey, Danıştay ve nihayet Taşkesen olayı. Hepsinin ortak yanı; olaylara bir şekilde asker kökenli kişilerin adının karışması ve olaylar üzerine türlü çeşitli spekülasyonlar yapılması. Son olay, Kara Harp Okulu Komutanı Tümgeneral Reha Taşkesen’in istifasının bir "sevgiliye" dayandırılması. Önce kadın yüzbaşı, sonra teğmen, daha sonra 8-10 sene önce yaverlik dönemindeki eski sevgilide karar kılındı.  O kadar senelik bir olayın konuşma ve resimleri bugünkü görevini nasıl etkiledi ki komutanlığa çağrılıp sorgulandı? Bir de  insanın aklına, "bir kadının bu kadar teknik donanıma nasıl sahip olduğu?" sorusu geliyor.  

Görevinden istifası kamuoyunda büyük tartışmalara sebep olan ve Türkiye'yi "telekulak" tartışmasına sürükleyen   Taşkesen olayının arkasında bir yandan "gönül ilişkisi" olduğu belirtilirken, diğer yandan general,  istifasını, "irtica ile mücadele" ve "dış güçlerin parmağı" gibi gerekçelere dayandıran açıklamalarda bulunuyordu. Olayın, Taşkesen'in KHO komutanlığına getirilmesinde desteği olan ve Genelkurmay Başkanı olacağına kesin gözüyle bakılan  Org. Yaşar Büyükanıt'ın yıpratılmaması  ile de ilgisi olabileceği yorumları yapıldı.

Taşkesen Paşa, bu işi sessiz sedasız kapatma imkanı varken, çıkıp, "telefonlarım dinleniyor" diyerek ve işin içine "irtica" ve "dış güçleri" karıştırarak niye bu kadar gündeme gelmek istedi? Yoksa Paşa'yı sevgiliden  başka dinleyen esrarengiz oluşumlar mı vardı? Derinlerde değişik yapılanmaların bir güç mücadelesi mi idi pek anlaşılamadı.

HUKUK İLE OYNAMANIN KİMSEYE FAYDASI YOKTUR

Danıştay saldırısı"nın iddianamesini tamamlayan Savcı'nın, saldırı ile "baskı ve şiddet kullanarak türbanı topluma  hakim kılmak amacıyla örgüt kurularak"  ve "cumhuriyetin hedef alınarak anayasanın öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya" teşebbüs edildiğini belirtmesi ve iddianamenin mahkemece kabul edilmesi şaşkınlık yarattı. 12 sayfalık iddianamenin 4 sayfası kimlik bilgilerine ayrılmış. Kalan 8 sayfa da "türban"a ve Vakit gazetesine göndermelerde bulunuluyor.

Basit bir "örtü" bu dehşet saçan suç ile nasıl  ilşkilendirildi anlamak zor.   Derin güçlerin her yerde kullanacağı bir kimliğe sahip katil ve ona  yardım eden üç beş kişinin "baskı ve şiddet kullanarak türbanı topluma hakim kılmak" amacı için hareket ettiğine inanmak mümkün mü? Kime hizmet ettikleri  konusunda yeterli araştırma yapılmayıp üstü örtülen bu konuda sadece katil ve yardımcılarının beyanına dayanarak iddianeminin sözü edilen amaca  dayandırılması hiç de inandırıcı değildir. Hukukla pek ilgisi olmayan iddianame ile sanki dağ fare doğurdu.

Konuyu bu cinayetleri yaptıranların asıl amaçlarına yoğunlaştırmak gerekirken, "türban" ve "Anayasal düzeni ortadan kaldırmak" suçunun  işe karıştırılmış olması soruşturmayı hedefinden saptırmaktan ve yargıya yine bir yerlerden müdahale edildiğini intibaı ile toplum vicdanının yaralamaktan başka  bir işe yaramayacaktır.

NEREDEN ÇIKTI BU TERÖR?

Terörün  artış göstermesinin  arkasında, Türkiye’yi ateşin içine çekmek isteyenlerin bir  tezgahı olabilir mi? Niçin İsrail'in saldırganlığının arttığı dönemlerde Türkiye'de de terör tırmanıyor? İsrail'in Filistin ve Lübnan'da çoluk çocuk, sivil asker  demeden her yeri bombalaması ve Türkiye’deki kamuoyunun İsrail’e büyük öfke duymaya başlaması ile birlikte PKK saldırıları da artmaya başladı. Önce Bitlis'te 5 asker mayın ile , sonra Eruh’ta 8 asker pusuya düşürülerek katledildi. Ardından Van’da iki polis teröristler tarafından öldürüldü. Bir hafta içinde kaldırılan  cenazelerinin sayısı 20’ye yaklaştı. Her birinde benzer görüntüler; güçlükle ayakta duran analar babalar, eşler ve çocuklar. Ateş yürekleri yakıyor, gözü yaşlı kalabalıklar kabaran öfkeleriyle teröre lanet yağdırıyor,  cenazeler bütün bir ülkenin moralini, psikolojisini derinden etkiliyor. 

Gazetelerin "İsrail gibi yaparız" diye manşet attığı bir ortamda PKK da eş zamanlı olarak eylemlerini arttırdı. Arkasından Türkiye'nin Kuzey Irak'a girme tartışması başladı ve İsrail'in Filistin'e girmesine benzer bir bağ kurulmaya çalışıldı. Birbirinden uzaktan yakından ilgisi olmayan çok farklı iki konu aynı kefeye konuldu. İsrail,   çoluk çocuk demeden "bize karşı olan herkesi yok edeceğiz" anlayışıyla hareket ederek ortalığı kan gölüne çeviriyor. Açık, şeffaf ve demokratik bir seçimle iş başına gelmiş siyasi bir iktidarı ve onun egemenlik alanını yok sayarak topraklarını işgal ediyor. Kime hizmet ettiği belli olmayan PKK gibi ateist bir örgütü, Filistin'in kurtuluş mücadelesi ile eş tutmak  art niyetli bir mukayesedir. 

Olaylar arttıkça insanın aklına şu sorular geliyor; Terörü tırmandırmak kimin işine yarıyor?  Acaba bazılarınca terörün bitmesi istenmiyor mu? Birilerinin "daha büyüyerek" bir yerlere gelebilmesi adına;  terör örgütünün elini kolunu sallıyarak Türkiye'ye giriş çıkış yapmasına göz mü yumulmuştur? Eski gücüne kavuşması için zaman mı tanınmıştır? Birileri şahinliğni göstersin diye, terörün büyümesine imkan mı tanınmıştır? Bu sorulara verilecek sağlıklı  cevaplar, PKK’nın hangi oyunda taşeronluk yaptığını bize  anlatacaktır. 

Terör, Kürtlerin ve bölge halkının işine mi yarıyor? Tabii ki hayır. Özgürlüklerin artmasına, insan haklarının gelişmesine mi yarıyor? Tabii ki hayır. Kalkınmanın, refahın artmasına, işszliğin azalmasına mı yarıyor? Cevap yine hayır. Peki kimin işine yarar?  Terör, adaleti ve hakça bölüşmeyi istemeyenlerin işine yarar. Özgürlük karşıtlarının işine yarar. Savaş ortamı yaratarak kahraman olmak isteyenlerin işine yarar.  Eğer savaş şartları yoksa, o zaman oluşması için bazı psikolojik harekâtlar planlanır.

Dahası, hergün onlarca çocuk, kadın, günahsız Müslümanı katletmesi nedeniyle Türk kamuoyunun baskısı altında ezilen İsrail’in işine yarar.  İsrail, en azından bize şu sözü söyler: Sizde PKK terörü var, bizde de Filistin terörü. 

TERÖR EN ÇOK BÖLGE HALKINA ZARAR VERMEKTEDİR

Sınır ötesi harekâta yoğunlaşıp da bunu her şeyin çözümü olarak görmek doğru değil. Türkiye bu amaçla Kuzey Irak’a defalarca büyük operasyonlar gerçekleştirdi, ancak arzu edilen netice alınamadı,  terörün kökü kazınamadı. Bir dönem yurt içerisinde barınamayıp, çareyi Irak’ın kuzeyine kaçmakta bulan teröristler, bu defa sayıları daha da artarak ve adeta ellerini, kollarını sallayarak Türkiye'ye geri dönmüşlerdir. Kısacası 1993 yılı ile 2006 yılı arasında terör açısından pek bir fark görülmemektedir. Terörle mücadele adı altında ülkemizi istikrarsızlığa sürüklemek maksadıyla yapılan tüm bu çalışmaların faturasını elbette ki her zaman olduğu gibi bu milletin bağrından çıkan Mehmetçikler ve gözü yaşlı analar ödemektedir.

Asli vazifelerini yapmak yerine, irtica, laiklik, başörtüsü gibi üstlerine vazife olmayan konuları ağızlarında sakız edenler, terörü salt asayiş tedbirleri ile önleyemeyeceklerini bilmelidirler. Silahın yerini siyaset ve diyalog almalıdır. Devlet bu meseleyi silahla çözmeyi denedi. 20 yıl süren savaşın sonucunda 30.000 ölü ve hiç uğruna harcanan 150 milyar dolar. Halbuki 50 milyar dolara bölge ihya edilebilir, teröristin istismar ettiği olumsuz şartlar ortadan kaldırılabilirdi.

Terörün bölge halkının çektiği sıkıntıları dayanılmaz hale getirmesi Kuzey Irak'ın ve dış güçlerin işine gelir. Kuzey Irak'ta milli gelir 10.000 Dolara yaklaşırken Güneydoğu'da 800 dolar işszlik te %70'lere varmıştır. Buradaki sefalete karşılık oradaki değişim güçlü bir çekim merkezi oluşturmaktadır. Türkiye durumu tahlil edip, bu çekim gücü karşısında nasıl direnebileceğini düşünmeli, doğu ve güneydoğuya yönelik politikalar geliştirilmelidir. Aç ve çaresiz insanları, dağa taşa yazılan hamasi sloganlarla durduramazsınız. Hiçbir ideolojik kalıp gelir dengesizlikleri karşısında duramaz. Kuzey Irak'taki değişimin Güneydoğu insanının ruh halini etkilemesi karşısında Türkiye'nin güvenlik tedbirleri dışında yeni tezler geliştirmesi gerekiyor. Umarız bu kez Türkiye'nin siyaset ve bürokrasisi daha akıllı ve basiretli davranır, varsa iç ve dış tezgahları boşa çıkarır ve kanı durduracak, acıları dindirecek  tedbirleri alır.

İSRAİL’İN ASIL HEDEFİ: İRAN VE SURİYE

İsrail’in, Filistin’in ardından dört koldan Lübnan’a saldırmasıyla bölge bir çatışma alanına dönüştü. Savaş çok yakınımızda. Suriye ve İran ateş çemberinin hemen dibinde  duruyor. Özellikle İran’ın savaşa dahil olması bölgede dengelerin değişmesi, taşların bütünüyle yerinden oynaması demektir.  İsrail'in   sınır tanımaz güç kullanması, Filistin ve Lübnan'ın alt yapısını çökerterek, o toplumları dize getirme operasyonlarına baktığınızda, niyetinin kaçırılan askeri kurtarmak olmadığı anlaşılıyor.

İsrail saldırılarının bu kadar şiddetli ve acımasız olmasının sebebi, tıpkı Irak'ta olduğu gibi, bu defa İran ve Suriye'yi  de bölgede askeri bir güç olmaktan çıkarmak amacına yöneliktir. Beşar Esad'ın sarayı üzerinde alçaktan uçuş yaparak gövde gösterisi yapmakta, Lübnan-Suriye karayolunu bombalayarak Suriye’den gelen desteği kesmektedir.  ABD ile birlikte Suriye'yi sıkıştırarak Bölgede İran'ı tek başına bırakmak istemektedir.  Hamas ve Hizbullah üzerinden İran ve Suriye'yi hedef almaktadır.

İSRAİL SAVAŞ VE İNSANLIK SUÇU İŞLİYOR

İsrail, tüm uluslar arası hukuk ve ahlak kurallarını çiğneyerek çaresiz insanları öldürüyor, kin ve nefret tohumları saçarak yakıp yıkıyor. ABD'nin İsrail'e verdiği destek ve dünyanın umursamazlığı, Arap ve İslam dünyasındaki kukla rejimlerin kendi güvenlik kaygılarını öncelemesi İsrail'i pervasız bir terör devleti haline getirmiştir.

Aralarında yaş ortalaması 14 olan çocukların ve yüzlerce kadının bulunduğu  10.000'i aşkın Filistinli İsrail zindanlarında - aynen Guantanamo'da olduğu gibi - sorgusuz sualsiz tutulmaktadır. Kaçırılan bir asker için ayağa kalkan ADB ve Batılı ülkeler, Gazze ve Lübnan'daki katliama ses çıkarmıyorlar. Kimse "İsrail askerinin Filistin topraklarında ne işi  var?" diye sormuyor. İsrail hergün birçok insanı, bakanları, milletvekillerini evlerinden toplayıp götürüyor, ya katlediyor, ya hapsediyor. Buna karşılı Filistinli,  topraklarını işgal eden,  hergün orada katliam yapan İsrail askerlerinden birini alıkoymuş.

Uluslararası hukukun bu kadar çiğnendiği, gücün bu kadar adaletsizce kullanıldığı bir dünyada, bir de zulme uğrayanların kınanması uluslararası sistemin artık çöktüğünün bir işaretidir. İsrail, özgürlüklerini ve yaşama haklarını elinden aldığı insanları terörist diye tanımlayarak saldırılarını bir insan avına dönüştürmüştür. Masum sivillerin bombalanması, çocuk, kadın, yaşli demeden “topyekun imha”ya yönelik saldırılara fütursuzca devam edilmesi, altyapıya yönelik saldırılarla sivil insanların hayatını çekilmez hale getirilmesi insanlık suçu olup, savaş suçu sayılması gerekir.

ABANT'DAN FİLİSTİN NASIL GÖRÜNÜYORDU ACABA?

ABD/İngiltere/İsrail üçlüsü "küreselleşme" kapsamında Dünya'yı yeniden düzenleme  planı çerçevesinde kan içmeye devam ediyor. Filistin, Lübnan, Irak, Afganistan'da hergün yüzlerce Müslümanın kanı akıyor. ABD ve İsrail desteğindeki Kuzey Irak'ta yuvalanan teröristler Türkiye'de askerleri, polisleri katlediyor. Emperyalislerin dünyayı işgal etme planını "kolaylaştırma ve benimsetme" rolünü üstlenenler, "farklı fikirlerin buluşup tartışması" paravanasının arkasında ABD politikalarının kamuoyuna duyurulması ve benimsetilmesi görevini yerine getirmektedirler.  İslam dünyasını kana bulayan ABD ve gayri meşru çocuğu İsrail'i, bu haçlı siyonistlerini imana ve insafa getireceklerini zan ediyorlar.

Toplantıya İsrail'den katılan "siyonist" tarihçi akademisyen Benny Morris, 1947-49 arasında yerlerinden yurtlarından sürülmüş, binlercesi katledilmiş bir milyona yakın Filistinli'nin dramını, "Filistin Filistinlilerden temizlendi" şeklinde tanımlayarak sürgünleri ve bugünkü katliamları savunan bir adam. Buna karşılık, hiçbir Filistinli toplantıda yok. Ülkeleri ablukaya alındığı için çıkıp toplantıya gelememişler. Ama bizim efendilerden protesto anlamında tık yok. "Hoşgörücülük" oynamaya devam ediyorlar.

BOP ÖLDÜ! İNSANLIK ÖLDÜ! YAŞASIN DİRENİŞ...

İslam dünyası suskun, Türkiye suskun, BM suskun, insanlık suskun. Bu katliamlar Gazze ve Lübnan yerine bir hayvanat bahçesine yapılsaydı Batı ayağa kalkar katliamı kınardı. Filistin himayeye muhtaç. BOP ile bölgeye demokrasi ve insan hakları getireceğini söyleyen ABD, şimdi Filistin'i boğuyor. "Çoluk çocuğunuzu açlığa hastalığa mahkum ederek sizi savaşmadan öldüreceğim" diyor. Hamas iktidarını çökertmek için koyulan ambargolara ilk defa Arap bankaları ve kurumları boyun eğdi. Gazze ve Batı Şeria'ya para gönderilmesini engellediler. Daha sonra gıda ve tıbbi yardımların gitmesini engellediler. Arkasından elektrik santrallerini, su depolarını imha ettiler, insanların evlerini başlarına yıktılar.  Bölgedeki kukla rejimler despotik yönetimlerini korumak pahasına bu zulme gerektiği tarzda karşı çıkmıyorlar.   BOP'un eşbaşkanlığına soyunan Türkiye'deki muhteremler ve “usta gazeteci”ler şimdi BOP öldü diyorlar. Kendilerine geçmiş olsun dileklerimizi sunarız. UMRAN Dergisi ta başından beri  BOP'un  şeytan işi olduğunu söylüyordu ama, demekki anlamaları için bir musibet gerekiyormuş.

Filistin halkının kişiliğini lime lime ederek ruhen teslim almak istiyorlar. Ama, onlar öldürdükçe direniş ruhu şahlanıyor. Direnişten Hamas doğdu, Hizbullah doğdu. Düşmanın üstün silah gücü karşısında azim ve inatla direnmeye devam ediyorlar. Bunca zayıflığa ve bitkinliğe rağmen "karşı koyma" ve "meydan okuma" gücünü her zaman diri tutarak, zillet içinde yaşayan bir ümmete direniş ruhunun ne olduğunu gösterdiler. Allah yardımcıları olsun.

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

DOHA SALDIRISI BİR DÖNÜM NOKTASI KAOTİK BİR KIRILMA VE DİPLOMASİNİN ÇÖKÜŞÜ

  Metin Alpaslan   – Umran Dergisi/Ekim 2025-374. Sayı Terör ve işgal devleti İsrail’in 9 Eylül’de uluslararası hukuku ihlal ederek, Doha’da...