(Umran Dergisi)
Bundan tam 13 yıl önce
Umran dergisinin 2005 Temmuz sayısında şunlar yazmışız;
“Ülkemizdeki; işsizlik,
geçim sıkıntısı, iletişim kopukluğu, sosyal bağlılık ve dayanışma ruhunun yok
olması, sosyal çözülme nedeniyle aile içinde diyalog, sohbet ve dertleşmenin
ortadan kalkması, kuşaklar arası çatışma ile oluşan güven bunalımı, yolsuzluklar,
adam kayırma, adaletsizlik gibi olumsuzluklar ve bunların sonucunda oluşan
endişe, sıkıntı ve stres gençliğimizi ümitsizliğe ve bunalıma sürüklemiştir.
Gelir tabakaları
arasında ki derin uçurumlar; bir yanda pazar artıklarından, çöp bidonlarından
yiyecek toplayan insanların feryadı, bir yanda mutlu bir azınlığın israf ve
ahlak dışı lüks yaşantıları ne yazık ki bu sosyal çürümenin ana sebeplerinden
biridir. İç karartan ekonomik sıkıntılar ve buhranlı bir sosyal ve siyasal
yapı sonucunda ümitsiz bir gençlik doğmuştur.
Sağ, sol, İslamcı tüm
kesimlerin şikâyetçi olduğu kültürel yozlaşma giderek bir krize dönüşmüş
durumdadır. Gün geçtikçe dejenerasyon artmakta, sorumsuz ve duyarsız
gençlik anlamsız, davasız, sorumsuz bir toplum meydana getirmektedir. Zihinlerin
tutsak edilerek, gençliğe "Kendini kurtar, kendi başının çaresine
bak" anlayışının dayatıldığını görmekteyiz. Ülkesinde
geleceğini göremeyen eğitimli gençler, bireysel kurtuluş adına yurtdışına
yöneliyorlar. Devletine ve ülkesine güveni sarsılmış gençliğin %75’i artık
bu ülkede yaşamak istemiyor” demişiz.
Türkiye’yi terk
edenlerin sayısında ürkütücü artış
Bugüne baktığımızda yukarıda yazdıklarımızın neredeyse aynen devam ettiğini görüyoruz. Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) yayımladığı son ‘Uluslararası Göç İstatistikleri’ raporuna göre 2017’de Türkiye’den göç eden kişi sayısı bir önceki yıla kıyasla yüzde 42,5 artış göstererek 253 bin 640 kişiyi bulmuş. Ve maalesef Türkiye’den göç eden nüfusun neredeyse yarısını 30 yaşın altındaki yaş grupları oluşturuyor.
(TÜİK verilerine göre
30 yaş altı Türkiye’den giden göç)
Ülkenin geleceği için çok önemli ve ciddiye alınması gereken bu göç tablosunu Göç uzmanı Prof. Dr. Murat Erdoğan şöyle yorumluyor[1].
“Son on yılda Türkiye’den nitelikli insanlar başka ülkelere göç ediyorlar.
Nitelikli insanların gitmesi çok ciddi bir beyin göçü sıkıntısı demektir. Akın
akın insanların gidiyor olması Türkiye’nin kendi kapasitesini tüketmesi
anlamına gelir. Türkiye’nin temel kaynağı nitelikli insan gücü olmalıdır, maden
kaynakları falan değil. Bütün dünya nitelikli insan arayışındadır.
Bu ülkenin vatandaşlarının bu kadar çok yurt dışına gidiyor olmasını ciddiyetle
düşünmek gerekiyor. Gençlerin neden gittiğini söylemenin net bir verisi yok ama
tahmin edilecek unsurlardan birincisi insanlar Türkiye’de niteliklerine,
vasıflarına, liyakate göre değerlendirildiğini düşünmüyor bu nedenle kariyer
olanağı olmadığını düşünen gençler gidiyor. İkincisi, çatışmalı ve gergin bir
toplum yapımız var. Bu da insanları etkiliyor. Üçüncüsü de hukuka
güvenmiyorlar. Yarın kaygısı yaşanılan bir ülkede kaçış olacaktır. Bu gençleri
kaybetmek oldukça acı.”
Eğer bir ülke
kalkınması için lazım olan beşeri sermayesini beyin göçü ile elden kaçırıyorsa
o ülke kaybediyor demektir. Bilgi çağında kim kapılarını iyi eğitimli beyinlere
açıyorsa kazanan da odur. Bu ülkeye milyonlarca liraya mal olan iyi eğitimli
insanlarımızı ganimet gibi görüp masrafsız bir şekilde ülkelerine kabul etmek
yabancıların işine geliyor. Ülkemizde besleyip büyüttüğümüz, bu ülkenin,
bu coğrafyanın bu ümmetin değerleri, hazineleri ve emanetleri olan bu
insanlar niçin gidip başka ülkelere hizmet etsinler.
Sanayi ve Teknoloji
Bakanı Mustafa Varank, "Yıllardır yetişmiş insan kaynağımızı adeta
bir beyin göçü ile maalesef kaybediyoruz." diyor. Ülkeyi
yıllardır yönetenlerin iş işten geçtikten sonra bu tür problemleri dile
getirmesi ise ayrı bir trajikomik durumdur.
Yarınlarına inanmayan
gençler, ülkeyi terk ediyorlar
Gidenleri suçlamadan
önce neden gittiklerini sorgulamak gerekiyor. Başta üniversiteler
olmak üzere kamuda liyakatin değil kayırmacılığın öne çıkması, liyakat
yerine torpil denen illetin geçerli olması, değersizlere değer veren bir ülke
hak ettiği yere asla gelemez. Adalet kavramı sarsılan bir ülkede ne barış
olur, ne refah, ne de umut kalır.
Hayalleri yok edilmiş,
geleceğini bu ülkede göremeyen, kendilerine yeni bir düzen kuracakları ülkelere
göç eden genç beyinleri görmezden gelemeyiz. Adalet, liyakat, güven, samimiyet,
ehliyet, emanet, adanmışlık, ahlak ve faziletin geri plana itilmesi, bu gibi
kadim değerlerde örnek ve önder şahsiyetler görememesi, ülkenin yaşanır olma
şartlarının ortadan kalkması, geçim endişesi, toplumsal sıkışmışlık, değer
görememe hissi gibi duyguların bu yaşanan göç dalgasında büyük payı var. İnsan
olmanın duruş ile değil kuruş ile ölçüldüğü böyle bir dünyada, parlak
beyinlerimizi kaçırıyoruz ve gidenler bir daha dönmemek üzere gidiyor.
Beyin göçünün en önemli
sebeplerinden biride, gençlerin kendilerini geliştirmeleri için gerekli olan
maddî ve manevî imkânların sınırlı olmasıdır. Ülkemizin Ar-Ge için ayırdığı
bütçeye baktığımızda bunu görmek mümkün. Ülke olarak Ar-Ge için ayrılan
bütçenin Gayri Safi Yurt Yurtiçi Hasıla (GSYH) içindeki payı OECD ortalamasının
yarısı kadardır. Meselâ 2016 yılı için Ar-Ge harcamalarının GSYH’ye oranı
Hindistan’da yüzde 7,5, Çin’de yüzde 6.3, ABD’de yüzde 2.8 iken; Türkiye’de bu
oran yüzde 0.9'dur.
Göçün diğer bir nedeni ise özellikle gençler arasındaki işsizlik oranının
yüksekliğidir. Türkiye, OECD ülkeleri içinde bu oranın en yüksek olduğu
ülkedir. Nitekim TÜİK’in istatistiklerine göre de 15-24 yaş arası
gençlerde işsizlik oranı yüzde 20’dir. [2]
İçeride kalanların durumuna baktığımızda ise son YGS sonuçlarındaki acı tabloyu
görüyoruz. Siyasiler kayıkçı kavgası yaparken ülkenin en önemli meselesi eğitim
yerlerde sürünüyor. Sınavın tek bir testinde bile yüzde 50 başarı
oranı yakalanamamış ve bu yıl ki YGS'de sıfır çekenlerin sayısı geçen yıla
oranla artmış. Geçen yıl 32 bin 983 adayın bir net bile yapmadığı için puanı
hesaplanmamıştı. Bu yıl ise 38 bin 483 aday sıfır çekmiş. Türkçe ile ilgili
gelen 40 sorudan ancak 16’sını yapan, yani okuduğunu dahi anlayamayan bir nesil
ile karşı karşıyayız.
Sosyal Bilimler 20
soruda: 6,0 ortalama,
Fen Bilimleri 20 soruda: 2,8 ortalama,
Temel Matematik 40 soruda: 5,6 ortalama,
Alan Yeterlilik Sınavı'nın matematik 40 sorudan 3,9 ortalama
gibi içler acısı bir
seviye ile teknoloji nasıl üretilecek.
Milyonlarcasının baraj altı kaldığı bu kadar öğrencinin geri zekâlı olması
mümkün değil ama bu sonuçlar ülkemizdeki materyalist muhtevalı eğitim
sisteminin ne halde olduğunu gösteriyor. Egoist bireyi önceleyen, insan-ı
kamil’i yetiştirmekten uzak, varlığını bir yaratılış inancına dayandırmayan,
değerlerin hangi kıstaslara göre verileceği meçhul olan bir eğitim sistemi var.
İslami hassasiyetleri yüksek kadroların elinde olan bir iktidarın bugüne kadar
eğitim müfredatını tümüyle kapsayacak nitelikli bir anlatı ortaya çıkartamaması
da ayrıca hüzün verici bir durum.
Ekonomik cepheden
baktığımızda; Gelen sermaye azalıyor, giden artıyor
Türkiye Odalar ve
Borsalar Birliği bünyesinde faaliyet gösteren TEPAV, ülkeye gelen ve giden
doğrudan yatırımları inceleyen raporunda[3], Türkiye'den yurtdışına giden (ODI ) ve yurtiçine gelen (FDI)
doğrudan yatırımların gidişatını gösteren ODI/FDI oranının ideal olarak düşük
(sıfıra yakın) olması gerekirken haziranda, geçen yılın sonuna göre 3,4 puan
daha yükselerek yüzde 24,8’den yüzde 28,2’ye çıkmış, Temmuz 2018 itibariyle ise
%33 seviyesine ulaşmıştır
TEPAV'ın haziran
raporuna göre, geçen yılın sonu itibarıyla yurtdışından 10 milyar 889 milyon
dolarlık yabancı sermaye Türkiye'ye yatırım için gelmiş, buna karşılık
Türkiye'den 2,7 milyar dolarlık yerli yatırım yurt dışına gitmişti. Bu yılın
haziran sonuna gelindiğinde ise yıllık bazda ülkeye gelen yabancı sermaye
tutarı 10 milyar 704 milyon dolara gerilerken Türkiye'den çıkan yerli sermaye 3
milyar 20 milyon dolara yükselmiş.
Son yıllarda ODI/FDI
oranında meydana gelen bu yükseliş, bir yandan Türkiye’nin doğrudan yatırımlar
için cazibesini kaybetmeye başladığını yurtdışındaki yabancı sermayenin
ülkeye girişinde bir yavaşlama olduğunu gösterirken, diğer yandan yerli
sermayenin yurt dışına kaçışında hızlanma olduğunu göstermektedir.
Ayrıca Merkez
Bankası’nın açıkladığı Ödemeler Dengesi verilerine göre, yabancı yatırımcının
getirdiği sıcak parada görülen önemli düşüşün yanı sıra yerleşiklerin de
yurtdışına götürdükleri paranın hızla arttığı görülüyor.
Türkiye ekonomisinin
bugün içinde bulunduğu yüksek enflasyon, yüksek işsizlik, istihdam maliyetinin
yüksek oluşu ve TL'deki değer kaybı gibi sorunlar nedeniyle,
ülkedeki gidişata güvenemeyen yerli sermaye parasını yurtdışına götürüyor.
Özellikle döviz kurunun patladığı Ağustos ayında yüklü miktarda dövizin yurt
dışına çıkarıldığını bir anlamda dış güçler değil de iç güçlerin krizi
artırdığı görülüyor.
Türkiye’nin
Gençleri mutsuz ve öz değerlerinden uzaklaşma eğiliminde
Türkiye Gençlik STK’ları Platformu’nun 15-30 yaş arası gençleri
anlamak üzere yakın zamanda yaptırdığı bir anket var. GENAR
Araştırma tarafından 8.000 denek kullanılarak yapılan “Türkiye'nin
Gençleri Araştırması” ından elde edilen veriler ürkütücü boyuttadır.
Türkiye’nin gençlerinin “hayatta mutlu olmak için en önemli faktörler”
sorusuna verdikleri cevapta “para” ilk sırada bulunmaktadır.
Sonrasında sırasıyla gelen “statü” ve “güç” gibi cevapları da bunun yanına
eklediğimizde yüzde 46 gibi bir rakama ulaşılması, Türkiye’nin gelecekteki
sosyal dokusunun sıkıntılı olacağını göstermektedir.
Araştırmada bir ailenin
aylık toplam geliri incelendiğinde yaklaşık olarak %89,1’inin 4001 – 4500 TL
gelir düzeyinin altında olduğu görülmektedir. Buna karşılık TÜRK-İŞ’in
açıkladığı dört kişilik bir ailenin Ekim 2018 itibariyle yoksulluk sınırı 6.252
TL olduğuna göre, Türkiye’nin gençlerinin kahir ekseriyetinin yoksulluk sınırının
altında bir gelire sahip olduğu görülmektedir. Gençlerin kendi ekonomik
durumları ile ilgili mutluluk seviyesi ise 5 puan üzerinden 2.90’dır.
Gençlerin %94,4’ü
herhangi bir STK’ya üye olmadığını belirtmiştir. Gençlerin herhangi bir
STK’ya üye olma oranları 3,1. Bunların da %2,5’i aslında STK olmayan
kurumlardır. Gençlerin üye oldukları STK’larda üstlendiği başlıca görevler ise;
ağaç dikimi, kan bağışı adına kan toplama, lise yönetim koordinatörlüğü
şeklinde sıralanmıştır. Bu sonuç, ülkenin meselelerini kendine dert edinmesi,
hayatını büyük hedeflere göre düzenlemesi gereken gençliğimizin ne yazık ki bir
vurdumduymazlık içerisinde olduğunu göstermektedir.
Sistem ile milletin
değerlerinin çatıştığı bir toplum
Böyle bir manzara
ortada iken ülke gündemini meşgul eden tartışılan konulara bir bakın. Andımız
okunsun mu okunmasın mı? 29 Ekim nerede kutlansın? Atatürk ilah mıdır, değil
midir? Baltayla heykel kırmaya çalışan çarşaflılar. İslam adına abuk sabuk
konuşan bir takım soytarılar. Sanki yeniden bir “irtica geliyor” mevsimi
başlatılmak isteniyor. Türkiye ekonomik açıdan biraz zor duruma
düşünce eski düzenin sahipleri rejimin hassasiyetlerini kullanarak bunu nasıl
siyasi bir krize çeviririz hesapları yapıyor gibi gözüküyor.
Cehaletten kaynaklanan
bir kör döğüşü var Türkiye’de. Öfke ve nefret denizinde boğulan
kamplaşmış bir toplum olgusuyla karşı karşıyayız. Tarihi, jeopolitik,
ideolojik, kültürel ve entelektüel birikim ve derinliği olmayan siyasi kadrolar
olayın özünü yakalamakta zayıf kalmışlardır. Avrupa Birliğine gireceğiz diye,
değerlerimizi aşındıran, toplumsal dokuyu çözen, aile müessesesini çatırdatan
İstanbul Antlaşması gibi, yuva yıkan 6284 sayılı kanun gibi rezaletleri,
incelemeden, irdelemeden, sonu nereye varır diye düşünmeden taşıdık bu ülkeye.
Büyümesi ve yatırımları
durmuş bir ülkede, geçmişi de geleceği de satarak, aşırı borçlanarak, kendi öz
kaynaklarımızı savurarak, işsizler ordusunu artırarak bir yere
varamayacağımızı, giderek yoksullaşacağımızı anlamak zorundayız. Artık
yanlışlıklarımızı dış güçlere fatura ederek sorumluluktan kurtulmak yerine,
hatalarımızı görmeye çalışmalıyız. Bu milletin geçmişte de düşmanları vardı,
bugün de var, gelecekte de var olacak. Bizi boğmak için her zaman ellerinden
geleni ardına koymayacaklardır. Bu bir var oluş mücadelesidir.
Bize yapılan her türlü
düşmanlığın Allah’ın izniyle üstesinden gelerek bin yıldır bu topraklarda
yaşıyoruz. Bizler adaletin, merhametin ve hakkaniyetin çocukları olarak yeniden
nasıl bir saadet çağı üretmeliyiz ona bakmalıyız. Kafamızı kumdan çıkarıp yeni
bir ekonomi anlayışı, yeni bir eğitim anlayışı, memleket sevdalısı yeni bir
nesil, yeni bir siyasi anlayış oluşturmamız, yeni fikirler, yeni ufuklar
açmamız gerekiyor. Döviz bozdur kampanyası, enflasyonla mücadele kampanyası
gibi günü kurtaracak kampanyalar yerine üretime, istihdama, teknolojiye,
eğitime, kültüre yönelik yeni projeler üretmemiz gerekiyor. Aksi halde
yarınımız için kaçan fırsatları ülkeyi ter etmek için sıraya giren
gençlerimize, gelecek nesiller anlatmakta güçlük çekeceğiz.
Biz ne zaman kendimize
çeki düzen verirsek, işte o zaman “en gür seda İslam’ın gür sedası olacaktır”.
Allah bize bu coğrafyanın yeniden dirilişini görmeyi nasip edecektir.
İnşallah….
[1] https://www.birgun.net/haber-detay/bir-yilda-253-binden-fazla-kisi-ulkeyi-terk-etti-229439.html
[2] http://platform24.org/yazarlar/3414/beyin-gocunun-onlenemez-yukselisi
[3] http://www.tepav.org.tr/upload/files/1537167772-8.Gelen
Ve Turkiye’den Giden Dogrudan
Yatirimlardaki
Gelismeler Temmuz 2018.pdf
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder