(Umran Dergisi)
“Unutmayın ki sonsuz iktidar yoktur. Her
iktidar geçicidir ve herkes, er veya geç, önce milletin ve nihayet Allah’ın
önünde hesap verecektir.” Aliya
İzzetbegoviç
Rabbimiz referansımız İslam’dır diyen bir ekibe
Türkiye’de her iki kişiden birinin desteğini verdi, siyasi güç verdi, tek
başına kanun yapma yetkisi verdi. Ekonomik güç olarak devlet bütçesini
emirlerine verdi ve neredeyse medya tamamınındın destek gücü verdi. İnancımızın
hayata hakim kılınması için İslami camianın hemen hemen tümü desteğini verdi.
Buna karşılık Allah’ın hükümlerini dışlayan laik,
seküler, liberal-kapitalist sistem tüm kaide, kural, kurum ve kuruluşlarıyla
yaşamaya ve hayatımızı tanzim etmeye devam etti. Değerlerimize ve
inancımıza yabancı olan bir düzenin parçası olan kadrolar devlet imkânlarından
nemalanmayı, bürokraside yer tutmayı, tebliğ, davet, irşad vazifelerinden daha
önemli gördü. Davanın iktidarı için yola koyulması gerekenler nefislerinin
iktidarına, İslam düzeni yerine, muhafazakâr demokrasiye, ehven-i şerre razı
oldu.
Ehil ve emin kadrolar yetiştiremedik. Davayı koruma
ve öne çıkarmak yerine kendi konumumuzu korumaya çalıştık. Kahvehanelerden,
gecekondulardan uzak durup, meclis koridorlarına, belediye binalarına, ihale
salonlarına, lüks otellerin salonlarına kapanıp bize umutla
bakanlardan koptuk. Takva, ilim ve hizmet yerine para, makam, nutuk atma ve
önemli bağlantılara sahip olma gibi özelliklere önem verdik.
İlahi kaynaktan gelmeyen bir değerler manzumesine
boyun eğdik. Harama ve yanlışlara karşı etkin bir mücadele vermek yerine düzene
teslim olduk. Kur’an ve sünnetin hayata hakim olmasını sağlayacak talepler
geliştiremedik, projeler üretemedik. Bugün zamanı değil diye diye kendi
değerlerimizi ve iddialarımızı yerle bir ettik. Yapılan ikazlar dikkate
almadık. Müslümanlar olarak vazifelerimizi ve sorumluluklarımızı reisin sırtına
havale ederek ona da haksızlık ettik.
Bu seçimlerin sonucuna baktığımızda halkın % 52
destek ile cumhur ittifakına hala bir umutla baktığını ama ‘şakam yok ha, ayağını
denk al’ uyarısında bulunduğunu görüyoruz. Nitekim, Başkan Erdoğan,
"Bu seçimde arzu ettiğimiz neticeleri alamadığımız yerlerdeki sonucun
tek sebebini, gönüllere yeterince girememiş olmamız olarak görüyorum"
değerlendirmesinde bulunduktan sonra şunları söylüyor, "Buna rağmen
eksikliklerimiz varsa, bunları düzeltmek, boynumuzun borcudur. Bunu halkımızda,
milletimizde arayamayız. Yine kendimizde arayacağız. Yarın sabahtan itibaren
eksiklerimizi tespit ve telafi etmenin çalışmalarına başlıyoruz" diye
konuşması olanların farkında olduğunu göstermektedir.
Şüphesiz siyaset büyüklerimiz gerekli
değerlendirmeleri yapacak ve alınan sonuçtan geleceğe yönelik dersler
çıkaracaktır. Emin ve ehil aday seçimindeki isabetsizlikten başlamak
üzere, gençlik kesiminin muhalif duruşu, teşkilatın taleplerinin n ne kadar
dikkate alındığı, bazı Belediye Başkanlarının görevden alınma şekli, Kürtler
ile ilgili sert söylemlerin alınan sonuçlara etki eden faktörler olduğunun
tespit ve tahlilini yapacaklardır.
Buradan ayrıca parlamento dışı faaliyet gösteren
İslami kuruluşların da 16 yıllık iktidarın ve belediyelerdeki 24 yıllık
tecrübenin bir muhasebesini yapıp, buradan ders çıkarmasını, ehliyet-liyakat
sahibi insanlarımızın kendine yol bulduğu, şuursuz-istikrarsız-çizgisiz- mefkûresiz
insanların dışlandığı, popülist politikalar ve söylemlerin prim yapmadığı,
bizim biz olarak kalmamız gerektiğini anlamasını umut ediyoruz.
Yeni Zelanda Saldırısı - Fobik
Haçlı Terörü Müslümanları Vuruyor…
Alçakça bir saldırı sonucu 50 masum ve savunmasız
Müslümanın Cuma namazında kalleşçe ve vahşice katledildiği Yeni Zelanda’daki
terör saldırısı karşısında Dünyanın önde gelen ülkelerinin ve Batı’nın sanki
yapılan alelade bir olaymış gibi takındığı tavır da en az saldırı kadar
alçakçadır.
Yeni Zelanda gibi terör olaylarının yaşanmadığı
Küresel Barış İndeksi ’ne göre dünyanın en huzurlu ikinci ülkesi konumunda
olan, güvenli zannedilen bir ülkede dahi Müslümanlara huzur olmadığı mesajını
vermek isteyenler bu terör olayını organize ettiler.
SSCB’ni dağılmasıyla NATO’yu lağıv etmek yerine
İslam hedef seçilerek, uydurma bir cihatçı terör bahanesiyle, Avrupa’da ve
Amerika’da Müslümanlara karşı ırkçı söylemler, tacizler ve saldırılar giderek
artıyor. Kendi güvenlik kuruluşları aşırı sağ tehlikesini göz ardı ederek
mülteciler ve Müslüman sığınmacılar üzerinde yoğunlaşıyorlar. Son 15-20 yıllık
seçim sonuçları Batı’da aşırı sağın giderek güçlendiğini gösteriyor. Yeni
Zelanda Başbakanı Jacinde Ardern’in tereddüt etmeden olayın başında belirtiği
“aşırı sağcı terör eylemi” ifadesine rağmen Batı olaya kör ve sağır olmaya
devam ederek terör kelimesini kullanmadığı gibi terörist yerine “silahlı kişi”
ifadesini kullandı. Batı kendi topraklarındaki herhangi bir terör saldırısında
ortalığı ayağa kaldırırken, Yeni Zelanda’daki katliama maalesef gerekli tepkiyi
vermedi.
Fransa’da 12 kişinin öldüğü Charlie Hebdo dergisine
saldıranlara “Müslüman teröristler” diyen Batı medyası katliam yapan bu caniye
“melek çocuk” deme alçaklığını gösterdi. Fransa’daki saldırının ardından dünya
liderleri -Türkiye’nin Başbakanı dahil - yürüyüş yapmış terörü lanetlemişlerdi.
Buna karşılık Müslümanın kanı onların nezdinde ucuz olduğu için, kimse
liderlere bir çağrı yapıp bu haçlı terörünü lanetlemeye gitmediği gibi doğru
dürüst bir kınama bile yapmadılar.
Gerçek Hristiyanlıktan uzaklaşmış bencil seküler bir
Avrupa var karşımızda. Kendi kutsallarını öldüren Avrupa, ötekininin
kutsallarına nasıl saygı gösterecektir. İslamofobiya, artık bir İslam
düşmanlığına dönüşmüş, Son yıllarda Avrupa’da 297 cami saldırıya
uğramış. Batı her zaman kendisini özne, İslam dünyasını ise nesne olarak
gördüğü için problem devam etmektedir.
Teröristin katliamı gerçekleştirirken kayda aldığı
görüntüleri Playstation oyunu gibi Facebook’tan canlı yayınlaması, insanın
kanını donduruyor. Bu vahşet, sömürgeci Batı’nın barbar haçlı tarihinin ve
karakterinin özeti gibidir. Batı bugünkü dünya hakimiyetini fikirleriyle,
değerleriyle veya dinlerinin üstünlüğü ile değil, acımasızca zor kullanarak
elde etti. Batının bütün tezleri çatışma üzerine kuruludur. Dünyadaki 9
büyük katliamın Japonya hariç tamamı Avrupa’da gerçekleşmiştir. İnsan hakları
karneleri çok zayıftır. Engizisyon işkenceleri ile milyonlarca kendi insanını
katletmiş sırf büyücü avı ile 900 bin kadını öldürmüşlerdir.
Haçlı seferlerinde 4 milyon kişiyi öldüren, Amerika
kıtasında 100 milyon Kızılderili’yi öldüren, yüzyıllar boyunca 180 milyon
Afrikalıyı Amerika'ya taşıyan ve 35 milyon Afrikalının ölümüne sebep olan,
Vietnam’da 4 milyon kişiyi öldüren, 1. ve 2. Dünya Savaşlarında 70 milyon
kişinin ölümüne sebep olanlar Müslümanlar değil, Batı’nın zorbalıklarıydı.
Çıkarcı, ayrımcı ve çifte standartlı Batı uygarlığı dünyayı talan ederek,
soyarak, kitlesel imha uygulayarak ortaya çıkmıştır.
Daha yakın zamanlarda ABD ve onun maşası PTD/YPG
Deyrizor’un Bagoz bölgesinde sizi tahliye edeceğiz diye kamplara topladığı
300’den fazla sivili katletmiş ve hala bazıları ölmemiş insanları canlı canlı
kepçelerle çukurlara doldurmuştur. Cesetlerin arasında ne yapacağını bilmez
şekilde çaresizce oturan kadın ve çocukların görüntüsü insan olanın yüreğini
parçalayan görüntülerdi. Bu bölgede bir ay içinde 6 bin kişinin katledildiği
haberleri Müslümanlara karşı tam bir soykırım uygulandığını göstermektedir.
Cemil Meriç üstadımız ne diyor; “İslam’la
Hıristiyan, Haçlı seferlerinden beri tez’le antitezdir. Bütün Kur’an’ları
yaksak, bütün camileri yıksak, Batı insanının gözünde Haçlı seferlerinin
yalınkılıç ve tekbir getiren cündileriyiz. Avrupa materyalizmine rağmen
Hıristiyan’dır. Hıristiyanlık, Doğu ismi anılır anılmaz şahlanıverir. İşçisi
de, Marksist’i de, Hıristiyan’dır Avrupalının. Durup dururken Hıristiyan
değildir belki. Ama Hıristiyan bir devletle Müslüman bir devlet arasında bir
tercih yapmak gerekince saf kan Hıristiyan’dır.” diyor. Tarih boyunca Haçlı
terörü hep var oldu. kendinden olmayanı yok etme fikri onlarda ezeli olarak
vardır. Kudüs, Endülüs, Bosna ve Balkanlarda sahipsiz kalan Müslümanları
katletmeleri Ermeni vahşeti bunun en bariz delilleridir.
Yeni Zelanda olayı bize gösterdi ki, Müslüman
ve Hıristiyan dünya arasındaki kırılgan fay hatları, kıyamete kadar devam
edecek. Dünyadaki Müslümanların yaşadığı sorunlar dini farklılıktan
kaynaklanan bir terör sorununa dönüştürülmek isteniyor. Müslümanları “kötü
öteki”, “öcü” olarak göstererek, tahrik ederek, terörize ederek
çatıştırmak istiyorlar.
Teröristin Manifestosu ve Türkiye’nin
Hedef Haline Getirilmesi…
Ortadoğu, Afrika ve Asya kıtasında yeniden bir aktör
haline gelen, dünyadaki mazlum halkların ve Müslümanların
uyanışına vesile olan Türkiye’ye bir mesaj veriyorlar.
Artık Türkiye’nin güvenliğinin sınırlarından veya
yakın coğrafyadan değil Yeni Zelanda’ya kadar uzanan bir Haçlı zihniyetinden
geldiğini görmek gerekiyor.
Silahının üzerine Haçlı tarihini sığdıran bu caniyi
sadece cinnet geçirmiş bir sapık olarak görmek yanıltıcı olur. Cinayeti
soğukkanlılıkla işleyen caninin çalıştığı spor şirketinin yetkilileri, caninin
akli dengesizlik veya ideolojik aşırılık şeklinde görüntü vermediğini
açıkladılar. Bu katilin para, eğitim ve psikolojik destek olmadan birçok ülkeyi
gezerek bilgi toplaması mümkün değildir. Bu olay münferit bir eylem
olmayıp, iyi planlanmış ve Türkiye’yi hedef alan boyutları olan istihbarat
örgütlerinin işi olduğunu görmek gerekiyor
Adalet ve merhamet duygularını yitirmiş bir dünyada,
yaşanan zulüm ve haksızlıklara karşı, ancak İslam’ın bir kurtuluş
reçetesi sunabileceğini biliyorlar. İslam’ın, dünyaya yeni bir nefes, yeni bir
ruh verecek değerlere sahip olduğunu biliyorlar. Müslüman bir Türkiye’nin İslam
dünyasını ayağa kaldıracak, mazlumların umudu yegâne ülke olduğunu biliyorlar.
Türkiye’ye diz çöktürdüklerinde tüm İslam dünyasına da diz çöktüreceklerine
inanıyor ve işte bu yüzden Türkiye’yi hedef tahtasına oturtuyorlar, “en iyi
Türk ölü Türk’tür” diyorlar. 15 Temmuz kalkışmasında parmağı olan eski CIA
istasyon şefi Graham Fuller, “İslamsız Dünya” kitabında
Vehhabilerle ortak çalıştıklarını, Şiileri kullandıklarını yazıyor, Sünniliğin
küresel hedefleri önündeki tek engel olduğunu beyan ederek “Sünni
iktidarların yıkılması Sünniliğin kalesi olan Türkiye’nin yıkılması ile
mümkündür” diyor.
Saldırgan terörist 74 sayfalık manifestosunda
Ayasofya vurgusu yapıyor, İstanbul’un fethine yönelik intikam söylemleri
kullanıyor, “Erdoğan en kadim düşmanımız olan Türklerin,
düşmanlarımızın lideridir” diyor. Silahlara, şarjörlere “Turkofagos”
(Türk Yiyici) ifadesini kazıyor, Viyana kuşatmasını ve Osmanlı’ya karşı
savaşmış komutanların-kralların isimlerini yazıyor, Murad
Hüdavendigâr’ı şehit eden Sırp Miloş Obiliç’in ismini yazıyor. Yani
Batı dünyasının şuur altına hitap ederek bin yıllık bir hesaplaşmayı
dile getiriyor..
Avrupa Parlamentosu’nun Aldığı Karar…
AP'de ‘Türkiye Raporu’ ile ilgili yapılan oylamada,
Türkiye'nin AB sürecinin askıya alınması yanında ayrıca PKK'nın Avrupa
terör örgütü listesinden çıkartılması, Kıbrıs'tan Türk askerini
çekilmesi, Ayasofya'nın kesinlikle camiye çevrilmeyip müze statüsünün
korunması, Mersin'de inşa edilecek Akkuyu nükleer güç santralinin inşa
planlarının durdurulması, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ile tam, geçerli
ve ayrım yapmadan iş birliği yapması, ihraç edilen FETÖ'cü hâkim ve savcıların
işten atılmasının hukukun bağımsızlığı ve tarafsızlığına tehdit
oluşturduğu belirtiliyor.
Türkiye’yi bir sömürge ülkesi olarak görüp küstahça
taleplerde bulunuyorlar. Bizimkiler ise nerdeyse bizi AB’ye alın diye yalvar
yakar olacaklar. Adamlar olmaz diyor biz “ne olur bizi alın” diye
yalvarıyoruz. Türkiye’nin kendi tezleri çerçevesinde bir toplumsal dönüşüm
yaşaması, kendi istikametini belirleme, kendi yapısal özelliklerine uygun bir
toplumsal dönüşümü gerçekleştirme yolunda adımlar atması gerekirken, bu koca
ülkeyi gavurun karşısında bu kadar alçaltmak insanın onuruna dokunuyor.
Sıkıntılarımızın baş müsebbibi ve üreticisi olan Batı dünyasını kurtuluş mercii
olarak görmek ne yaman bir çelişkidir.
Umran’ın Eylül 2003 sayısında şunları demişiz; “AB
müktesebatı İslami prensiplerin ve Müslümanların beklentileriyle
örtüşmemektedir. AB’ne girmek İslami iddialarımızı olumsuz etkileyecektir.
Özellikle hukuki düzenlemelerden çıkacak ve katlanılacak sonuçlara ilişkin
öngörüsüzlük ve vurdumduymazlık ürkütücü boyuttadır. Eğer İslam Türkiye’nin
‘olmazsa olmaz’ıysa ve yeniden diriliş ve yükseliş İslam ile olacaksa, AB’ne
girmekle oluşacak kimlik erozyonu İslami hüviyetimizi yaralayacak ve
aşındıracaktır.” Bu söylediklerimizin ışığında 16 yıl sonra bugün
yaşadığımız topluma baktığımızda maalesef dediğimizin çıktığını görüyoruz.
Birlikte yaşama, demokrasi, çoğulculuk gibi süslü laflar, Toplumsal Cinsiyet
Eşitliği gibi düzenlemeler, İstanbul Sözleşmesi vs. gibi uygulamalar sonucunda
ailenin çatırdadığı, ahlaki bakımdan tefessüh etmiş bir toplum olgusuyla karşı
karşıya olduğumuzu görüyoruz.
Bu müstekbirlerin fıtrat dışı değerlerine gönül
rızasıyla itaat eden Müslümanlar; hem bu dünyada, hem de ahirette zilletle baş
başa kalacaklarını bilmelidirler. Ömer Hayyam; “Celladına âşık
olmuşsa bir millet, İster ezan, ister çan dinlet, İtiraz etmiyorsa sürü gibi
illet, Müstahaktır ona her türlü zillet!” diyor. Müslüman
oldukları halde bu dünyada izzeti Allah’ın, Peygamberinin ve Müminlerin yanında
değil, dini hayatın dışına atmış seküler bir havzada arayanlar, iflah olmazlar.
Rabbimiz buyuruyor: “Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hristiyanlar da asla
senden razı olmayacaklardır. De ki: Doğru yol, ancak Allah'ın yoludur. Sana
gelen ilimden sonra onların arzularına uyacak olursan, andolsun ki, Allah'tan
sana ne bir dost ne de bir yardımcı vardır.” (Bakara/120)
Kudüs Elden Çıkmak Üzere…
İsrail, Mescid-i Aksa’da terör havası
estiriyor, olur olmaz sebeplerle hem Gazze’de ve hem de Batı Şeria’da
bahaneler çıkartarak devlet terörü estirip Filistinlilerin evlerini yıkarak
göçe zorlamaktadırlar. Filistin’de bir insanlık suçu işlenmekte ve ABD’nin
İsrail’e arka çıkmasıyla da bu suç sürüp gitmektedir.
İsrail polisi, Kubbetü’s Sahra Camii’ne
baskın düzenleyerek Kudüs Şeriat Mahkemesi Reisi ve Kudüs İslami Vakıflar Reisi
Şeyh Vasıf el Bekri ile Mescid-i Aksa Vakfı Müdürü Şeyh Ömer el Kisvani’yi
içeridekileri darp etmiştir. Mescidin kapıları kapatılmış, pis postallarıyla
kirlettikleri mabetlerimizde Müslüman yöneticiler hakarete maruz kalmıştır.
İsrail zindanlarında 7 bin esir var. Bunların 300’ü
çocuk, 60 civarında kadın, 6 milletvekili, bin 700 hasta tutuklu var. Gazze’de
kuşatılmış bir halk ölüme terk edilmiş durumdadır. İsrail zindanlarında,
75 esirin işkence, 60 esirin sağlık ihmali, 8 kişinin gardiyanlar
tarafından copla dövülmesi ve 75 esirin de zindanda idam edilerek 224
Filistinli şehit olmuştur.
Dünyada şeytanın imparatorluğunu kuranlar ne yazık
ki isimleri İslam ülkesi olan ülkelerin desteğiyle bunu yaptılar. İslam
ülkelerini yöneten aşağılık diktatörler saltanatlarını kaybetmemek adına
sessizliklerini sürdürdükleri sürece, bunun hesabını veremeyeceklerdir. Bir
kısmı Batı’nın kucağına oturmuş ona uşaklık etmekte diğer yarısı kan ve ateş
içinde yangın yeri. Zulüm ve haksızlıklara sadece Türkiye direniyor.
Ezanı Islıklamak…
İstanbul'da 8 Mart’ta düzenlenen Feminist Gece
Yürüyüşünde ezanı ıslıklama olayı damgasını vurdu. Organizatörler
ıslıkların yolu kesen polisi protesto etmek için çalındığını, o esnada ezan
okunduğunu, ezanı protesto amaçlarının olmadığını söylüyorlar ama ezan sesi
duyulunca ıslıkların kesilmesi gerektiğini bilmeleri gerekirdi.
Bir an için kitlenin hemen kontrol edilmesinin zor
olduğunu veya gerçekten bazı kendini bilmezlerin bunu kasıtlı olarak
yaptıklarını farz edelim. Ancak burada üzerinde durulmayan ve en az ezanı
ıslıklamak kadar vahim bir konu yürüyenlerin taşıdıkları afişler ve
sloganlarıdır. ‘Fahişeyim feministim’ , ‘Bedenimi satarım’, ‘Namusu
mu kirletmeden duramam’, ‘Yılın En Sürtüğü’ gibi ve burada yazmaya
hicap ettiğimiz afişlerle yürüyenlerin helal, haram, mukaddesat gibi bir
hassasiyetlerinin bulunmadığı, içinde yaşadığın toplumun değerlerine saygı
göstermediğini görüyoruz.
Organizatörlerin de bu afişleri engellememiş
olması bu türedilerin derdinin kadın hakları filan olmadığını
göstermektedir. Ailenin göz ardı edildiği, her tür cinsel sapkınlığın,
iğrenç pankartlarla haykırıldığı, kadını da aşağılayan, söylemlerin
havada uçuştuğu, toplumun birliğine ve dirliğine kasteden yüzkarası sloganların
mevcudiyeti bu provokatif yürüyüşte ezan ıslıklanması kadar ürperticidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder