1 Nisan 2019 Pazartesi

SEÇİMLER DÜNYANIN SONU DEĞİLDİR

(Umran Dergisi)

 

“Unutmayın ki sonsuz iktidar yoktur. Her iktidar geçicidir ve herkes, er veya geç, önce milletin ve nihayet Allah’ın önünde hesap verecektir.”        Aliya İzzetbegoviç 

 

Rabbimiz referansımız İslam’dır diyen bir ekibe Türkiye’de her iki kişiden birinin desteğini verdi, siyasi güç verdi, tek başına kanun yapma yetkisi verdi. Ekonomik güç olarak devlet bütçesini emirlerine verdi ve neredeyse medya tamamınındın destek gücü verdi. İnancımızın hayata hakim kılınması için İslami camianın hemen hemen tümü desteğini verdi.

Buna karşılık Allah’ın hükümlerini dışlayan laik, seküler, liberal-kapitalist sistem tüm kaide, kural, kurum ve kuruluşlarıyla yaşamaya ve hayatımızı tanzim etmeye devam etti.  Değerlerimize ve inancımıza yabancı olan bir düzenin parçası olan kadrolar devlet imkânlarından nemalanmayı, bürokraside yer tutmayı, tebliğ, davet, irşad vazifelerinden daha önemli gördü. Davanın iktidarı için yola koyulması gerekenler nefislerinin iktidarına, İslam düzeni yerine, muhafazakâr demokrasiye, ehven-i şerre razı oldu.

Ehil ve emin kadrolar yetiştiremedik. Davayı koruma ve öne çıkarmak yerine kendi konumumuzu korumaya çalıştık. Kahvehanelerden, gecekondulardan uzak durup, meclis koridorlarına, belediye binalarına, ihale salonlarına, lüks otellerin  salonlarına kapanıp bize umutla bakanlardan koptuk. Takva, ilim ve hizmet yerine para, makam, nutuk atma ve önemli bağlantılara sahip olma gibi özelliklere önem verdik.

İlahi kaynaktan gelmeyen bir değerler manzumesine boyun eğdik. Harama ve yanlışlara karşı etkin bir mücadele vermek yerine düzene teslim olduk. Kur’an ve sünnetin hayata hakim olmasını sağlayacak talepler geliştiremedik, projeler üretemedik. Bugün zamanı değil diye diye kendi değerlerimizi ve iddialarımızı yerle bir ettik. Yapılan ikazlar dikkate almadık. Müslümanlar olarak vazifelerimizi ve sorumluluklarımızı reisin sırtına havale ederek ona da haksızlık ettik.

Bu seçimlerin sonucuna baktığımızda halkın % 52 destek ile cumhur ittifakına hala bir umutla baktığını ama ‘şakam yok ha, ayağını denk al’ uyarısında bulunduğunu görüyoruz.  Nitekim, Başkan Erdoğan, "Bu seçimde arzu ettiğimiz neticeleri alamadığımız yerlerdeki sonucun tek sebebini,  gönüllere yeterince girememiş olmamız olarak görüyorum" değerlendirmesinde bulunduktan sonra şunları söylüyor, "Buna rağmen eksikliklerimiz varsa, bunları düzeltmek, boynumuzun borcudur. Bunu halkımızda, milletimizde arayamayız. Yine kendimizde arayacağız. Yarın sabahtan itibaren eksiklerimizi tespit ve telafi etmenin çalışmalarına başlıyoruz" diye konuşması olanların farkında olduğunu göstermektedir.

Şüphesiz siyaset büyüklerimiz gerekli değerlendirmeleri yapacak ve alınan sonuçtan geleceğe yönelik dersler çıkaracaktır.  Emin ve ehil aday seçimindeki isabetsizlikten başlamak üzere, gençlik kesiminin muhalif duruşu, teşkilatın taleplerinin n ne kadar dikkate alındığı, bazı Belediye Başkanlarının görevden alınma şekli, Kürtler ile ilgili sert söylemlerin alınan sonuçlara etki eden faktörler olduğunun tespit ve tahlilini yapacaklardır.

Buradan ayrıca parlamento dışı faaliyet gösteren İslami kuruluşların da 16 yıllık iktidarın ve belediyelerdeki 24 yıllık tecrübenin bir muhasebesini yapıp, buradan ders çıkarmasını, ehliyet-liyakat sahibi insanlarımızın kendine yol bulduğu, şuursuz-istikrarsız-çizgisiz- mefkûresiz insanların dışlandığı, popülist politikalar ve söylemlerin prim yapmadığı, bizim biz olarak kalmamız gerektiğini anlamasını umut ediyoruz.

Yeni Zelanda Saldırısı - Fobik Haçlı Terörü Müslümanları Vuruyor…

Alçakça bir saldırı sonucu 50 masum ve savunmasız Müslümanın Cuma namazında kalleşçe ve vahşice katledildiği Yeni Zelanda’daki terör saldırısı karşısında Dünyanın önde gelen ülkelerinin ve Batı’nın sanki yapılan alelade bir olaymış gibi takındığı tavır da en az saldırı kadar alçakçadır.

Yeni Zelanda gibi terör olaylarının yaşanmadığı Küresel Barış İndeksi ’ne göre dünyanın en huzurlu ikinci ülkesi konumunda olan, güvenli zannedilen bir ülkede dahi Müslümanlara huzur olmadığı mesajını vermek isteyenler bu terör olayını organize ettiler.

SSCB’ni dağılmasıyla NATO’yu lağıv etmek yerine İslam hedef seçilerek, uydurma bir cihatçı terör bahanesiyle, Avrupa’da ve Amerika’da Müslümanlara karşı ırkçı söylemler, tacizler ve saldırılar giderek artıyor. Kendi güvenlik kuruluşları aşırı sağ tehlikesini göz ardı ederek mülteciler ve Müslüman sığınmacılar üzerinde yoğunlaşıyorlar. Son 15-20 yıllık seçim sonuçları Batı’da aşırı sağın giderek güçlendiğini gösteriyor. Yeni Zelanda Başbakanı Jacinde Ardern’in tereddüt etmeden olayın başında belirtiği “aşırı sağcı terör eylemi” ifadesine rağmen Batı olaya kör ve sağır olmaya devam ederek terör kelimesini kullanmadığı gibi terörist yerine “silahlı kişi” ifadesini kullandı. Batı kendi topraklarındaki herhangi bir terör saldırısında ortalığı ayağa kaldırırken, Yeni Zelanda’daki katliama maalesef gerekli tepkiyi vermedi.

Fransa’da 12 kişinin öldüğü Charlie Hebdo dergisine saldıranlara “Müslüman teröristler” diyen Batı medyası katliam yapan bu caniye “melek çocuk” deme alçaklığını gösterdi. Fransa’daki saldırının ardından dünya liderleri -Türkiye’nin Başbakanı dahil - yürüyüş yapmış terörü lanetlemişlerdi. Buna karşılık Müslümanın kanı onların nezdinde ucuz olduğu için, kimse liderlere bir çağrı yapıp bu haçlı terörünü lanetlemeye gitmediği gibi doğru dürüst bir kınama bile yapmadılar.

Gerçek Hristiyanlıktan uzaklaşmış bencil seküler bir Avrupa var karşımızda. Kendi kutsallarını öldüren Avrupa, ötekininin kutsallarına nasıl saygı gösterecektir. İslamofobiya, artık bir İslam düşmanlığına dönüşmüş, Son yıllarda Avrupa’da 297 cami saldırıya uğramış. Batı her zaman kendisini özne, İslam dünyasını ise nesne olarak gördüğü için problem devam etmektedir.

Teröristin katliamı gerçekleştirirken kayda aldığı görüntüleri Playstation oyunu gibi Facebook’tan canlı yayınlaması, insanın kanını donduruyor. Bu vahşet, sömürgeci Batı’nın barbar haçlı tarihinin ve karakterinin özeti gibidir. Batı bugünkü dünya hakimiyetini fikirleriyle, değerleriyle veya dinlerinin üstünlüğü ile değil, acımasızca zor kullanarak elde etti. Batının bütün tezleri çatışma üzerine kuruludur. Dünyadaki 9 büyük katliamın Japonya hariç tamamı Avrupa’da gerçekleşmiştir. İnsan hakları karneleri çok zayıftır. Engizisyon işkenceleri ile milyonlarca kendi insanını katletmiş sırf büyücü avı ile 900 bin kadını öldürmüşlerdir.

Haçlı seferlerinde 4 milyon kişiyi öldüren, Amerika kıtasında 100 milyon Kızılderili’yi öldüren, yüzyıllar boyunca 180 milyon Afrikalıyı Amerika'ya taşıyan ve 35 milyon Afrikalının ölümüne sebep olan, Vietnam’da 4 milyon kişiyi öldüren, 1. ve 2. Dünya Savaşlarında 70 milyon kişinin ölümüne sebep olanlar Müslümanlar değil, Batı’nın zorbalıklarıydı. Çıkarcı, ayrımcı ve çifte standartlı Batı uygarlığı dünyayı talan ederek, soyarak, kitlesel imha uygulayarak ortaya çıkmıştır.

Daha yakın zamanlarda ABD ve onun maşası PTD/YPG Deyrizor’un Bagoz bölgesinde sizi tahliye edeceğiz diye kamplara topladığı 300’den fazla sivili katletmiş ve hala bazıları ölmemiş insanları canlı canlı kepçelerle çukurlara doldurmuştur. Cesetlerin arasında ne yapacağını bilmez şekilde çaresizce oturan kadın ve çocukların görüntüsü insan olanın yüreğini parçalayan görüntülerdi. Bu bölgede bir ay içinde 6 bin kişinin katledildiği haberleri Müslümanlara karşı tam bir soykırım uygulandığını göstermektedir.

Cemil Meriç üstadımız ne diyor; “İslam’la Hıristiyan, Haçlı seferlerinden beri tez’le antitezdir. Bütün Kur’an’ları yaksak, bütün camileri yıksak, Batı insanının gözünde Haçlı seferlerinin yalınkılıç ve tekbir getiren cündileriyiz. Avrupa materyalizmine rağmen Hıristiyan’dır. Hıristiyanlık, Doğu ismi anılır anılmaz şahlanıverir. İşçisi de, Marksist’i de, Hıristiyan’dır Avrupalının. Durup dururken Hıristiyan değildir belki. Ama Hıristiyan bir devletle Müslüman bir devlet arasında bir tercih yapmak gerekince saf kan Hıristiyan’dır.” diyor. Tarih boyunca Haçlı terörü hep var oldu. kendinden olmayanı yok etme fikri onlarda ezeli olarak vardır. Kudüs, Endülüs, Bosna ve Balkanlarda sahipsiz kalan Müslümanları katletmeleri Ermeni vahşeti bunun en bariz delilleridir. 

Yeni Zelanda olayı bize gösterdi ki, Müslüman ve Hıristiyan dünya arasındaki kırılgan fay hatları, kıyamete kadar devam edecek. Dünyadaki Müslümanların yaşadığı sorunlar dini farklılıktan kaynaklanan bir terör sorununa dönüştürülmek isteniyor. Müslümanları “kötü öteki”, “öcü” olarak göstererek, tahrik ederek,  terörize ederek çatıştırmak istiyorlar.

Teröristin Manifestosu ve Türkiye’nin Hedef Haline Getirilmesi…

Ortadoğu, Afrika ve Asya kıtasında yeniden bir aktör haline gelen, dünyadaki mazlum halkların ve Müslümanların uyanışına vesile olan Türkiye’ye bir mesaj veriyorlar.

Artık Türkiye’nin güvenliğinin sınırlarından veya yakın coğrafyadan değil Yeni Zelanda’ya kadar uzanan bir Haçlı zihniyetinden geldiğini görmek gerekiyor.

Silahının üzerine Haçlı tarihini sığdıran bu caniyi sadece cinnet geçirmiş bir sapık olarak görmek yanıltıcı olur. Cinayeti soğukkanlılıkla işleyen caninin çalıştığı spor şirketinin yetkilileri, caninin akli dengesizlik veya ideolojik aşırılık şeklinde görüntü vermediğini açıkladılar. Bu katilin para, eğitim ve psikolojik destek olmadan birçok ülkeyi gezerek bilgi toplaması mümkün değildir. Bu olay münferit bir eylem olmayıp, iyi planlanmış ve Türkiye’yi hedef alan boyutları olan istihbarat örgütlerinin işi olduğunu görmek gerekiyor

Adalet ve merhamet duygularını yitirmiş bir dünyada, yaşanan zulüm ve haksızlıklara karşı,  ancak İslam’ın bir kurtuluş reçetesi sunabileceğini biliyorlar. İslam’ın, dünyaya yeni bir nefes, yeni bir ruh verecek değerlere sahip olduğunu biliyorlar. Müslüman bir Türkiye’nin İslam dünyasını ayağa kaldıracak, mazlumların umudu yegâne ülke olduğunu biliyorlar. Türkiye’ye diz çöktürdüklerinde tüm İslam dünyasına da diz çöktüreceklerine inanıyor ve işte bu yüzden Türkiye’yi hedef tahtasına oturtuyorlar, “en iyi Türk ölü Türk’tür” diyorlar. 15 Temmuz kalkışmasında parmağı olan eski CIA istasyon şefi Graham Fuller, “İslamsız Dünya”  kitabında Vehhabilerle ortak çalıştıklarını, Şiileri kullandıklarını yazıyor, Sünniliğin küresel hedefleri önündeki tek engel olduğunu beyan ederek “Sünni iktidarların yıkılması Sünniliğin kalesi olan Türkiye’nin yıkılması ile mümkündür” diyor.   

Saldırgan terörist 74 sayfalık manifestosunda Ayasofya vurgusu yapıyor, İstanbul’un fethine yönelik intikam söylemleri kullanıyor,  “Erdoğan en kadim düşmanımız olan Türklerin, düşmanlarımızın lideridir” diyor. Silahlara, şarjörlere “Turkofagos” (Türk Yiyici) ifadesini kazıyor, Viyana kuşatmasını ve Osmanlı’ya karşı savaşmış komutanların-kralların isimlerini yazıyor,  Murad Hüdavendigâr’ı şehit eden Sırp Miloş Obiliç’in ismini yazıyor.  Yani Batı dünyasının şuur altına hitap ederek  bin yıllık bir hesaplaşmayı dile getiriyor..  

Avrupa Parlamentosu’nun Aldığı Karar…

AP'de ‘Türkiye Raporu’ ile ilgili yapılan oylamada, Türkiye'nin AB sürecinin askıya alınması yanında ayrıca PKK'nın Avrupa terör örgütü listesinden çıkartılması,  Kıbrıs'tan Türk askerini çekilmesi, Ayasofya'nın kesinlikle camiye çevrilmeyip müze statüsünün korunması, Mersin'de inşa edilecek Akkuyu nükleer güç santralinin inşa planlarının durdurulması, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ile tam, geçerli ve ayrım yapmadan iş birliği yapması, ihraç edilen FETÖ'cü hâkim ve savcıların işten atılmasının hukukun bağımsızlığı ve tarafsızlığına tehdit oluşturduğu belirtiliyor.

Türkiye’yi bir sömürge ülkesi olarak görüp küstahça taleplerde bulunuyorlar. Bizimkiler ise nerdeyse bizi AB’ye alın diye yalvar yakar olacaklar. Adamlar olmaz diyor biz “ne olur bizi alın” diye yalvarıyoruz. Türkiye’nin kendi tezleri çerçevesinde bir toplumsal dönüşüm yaşaması, kendi istikametini belirleme, kendi yapısal özelliklerine uygun bir toplumsal dönüşümü gerçekleştirme yolunda adımlar atması gerekirken, bu koca ülkeyi gavurun karşısında bu kadar alçaltmak insanın onuruna dokunuyor. Sıkıntılarımızın baş müsebbibi ve üreticisi olan Batı dünyasını kurtuluş mercii olarak görmek ne yaman bir çelişkidir.

Umran’ın Eylül 2003 sayısında şunları demişiz; “AB müktesebatı İslami prensiplerin ve Müslümanların beklentileriyle örtüşmemektedir. AB’ne girmek İslami iddialarımızı olumsuz etkileyecektir. Özellikle hukuki düzenlemelerden çıkacak ve katlanılacak sonuçlara ilişkin öngörüsüzlük ve vurdumduymazlık ürkütücü boyuttadır. Eğer İslam Türkiye’nin ‘olmazsa olmaz’ıysa ve yeniden diriliş ve yükseliş İslam ile olacaksa, AB’ne girmekle oluşacak kimlik erozyonu İslami hüviyetimizi yaralayacak ve aşındıracaktır.” Bu söylediklerimizin ışığında 16 yıl sonra bugün yaşadığımız topluma baktığımızda maalesef dediğimizin çıktığını görüyoruz. Birlikte yaşama, demokrasi, çoğulculuk gibi süslü laflar, Toplumsal Cinsiyet Eşitliği gibi düzenlemeler, İstanbul Sözleşmesi vs. gibi uygulamalar sonucunda ailenin çatırdadığı, ahlaki bakımdan tefessüh etmiş bir toplum olgusuyla karşı karşıya olduğumuzu görüyoruz.

Bu müstekbirlerin fıtrat dışı değerlerine gönül rızasıyla itaat eden Müslümanlar; hem bu dünyada, hem de ahirette zilletle baş başa kalacaklarını bilmelidirler. Ömer Hayyam; “Celladına âşık olmuşsa bir millet, İster ezan, ister çan dinlet, İtiraz etmiyorsa sürü gibi illet, Müstahaktır ona her türlü zillet!” diyor.  Müslüman oldukları halde bu dünyada izzeti Allah’ın, Peygamberinin ve Müminlerin yanında değil, dini hayatın dışına atmış seküler bir havzada arayanlar, iflah olmazlar. Rabbimiz buyuruyor: “Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hristiyanlar da asla senden razı olmayacaklardır. De ki: Doğru yol, ancak Allah'ın yoludur. Sana gelen ilimden sonra onların arzularına uyacak olursan, andolsun ki, Allah'tan sana ne bir dost ne de bir yardımcı vardır.” (Bakara/120)  

Kudüs Elden Çıkmak Üzere…

İsrail, Mescid-i Aksa’da terör havası estiriyor, olur olmaz sebeplerle hem Gazze’de ve hem de Batı Şeria’da bahaneler çıkartarak devlet terörü estirip Filistinlilerin evlerini yıkarak göçe zorlamaktadırlar. Filistin’de bir insanlık suçu işlenmekte ve ABD’nin İsrail’e arka çıkmasıyla da bu suç sürüp gitmektedir.

İsrail polisi,  Kubbetü’s Sahra Camii’ne baskın düzenleyerek Kudüs Şeriat Mahkemesi Reisi ve Kudüs İslami Vakıflar Reisi Şeyh Vasıf el Bekri ile Mescid-i Aksa Vakfı Müdürü Şeyh Ömer el Kisvani’yi içeridekileri darp etmiştir. Mescidin kapıları kapatılmış, pis postallarıyla kirlettikleri mabetlerimizde Müslüman yöneticiler hakarete maruz kalmıştır.

İsrail zindanlarında 7 bin esir var. Bunların 300’ü çocuk, 60 civarında kadın, 6 milletvekili, bin 700 hasta tutuklu var. Gazze’de kuşatılmış bir halk ölüme terk edilmiş durumdadır. İsrail zindanlarında, 75 esirin işkence, 60 esirin sağlık ihmali, 8  kişinin gardiyanlar tarafından copla dövülmesi ve 75 esirin de zindanda idam edilerek 224 Filistinli şehit olmuştur.

Dünyada şeytanın imparatorluğunu kuranlar ne yazık ki isimleri İslam ülkesi olan ülkelerin desteğiyle bunu yaptılar. İslam ülkelerini yöneten aşağılık diktatörler saltanatlarını kaybetmemek adına sessizliklerini sürdürdükleri sürece, bunun hesabını veremeyeceklerdir. Bir kısmı Batı’nın kucağına oturmuş ona uşaklık etmekte diğer yarısı kan ve ateş içinde yangın yeri. Zulüm ve haksızlıklara sadece Türkiye direniyor.

Ezanı Islıklamak…

İstanbul'da 8 Mart’ta düzenlenen Feminist Gece Yürüyüşünde ezanı ıslıklama olayı damgasını vurdu. Organizatörler ıslıkların yolu kesen polisi protesto etmek için çalındığını, o esnada ezan okunduğunu, ezanı protesto amaçlarının olmadığını söylüyorlar ama ezan sesi duyulunca ıslıkların kesilmesi gerektiğini bilmeleri gerekirdi. 

Bir an için kitlenin hemen kontrol edilmesinin zor olduğunu veya gerçekten bazı kendini bilmezlerin bunu kasıtlı olarak yaptıklarını farz edelim. Ancak burada üzerinde durulmayan ve en az ezanı ıslıklamak kadar vahim bir konu yürüyenlerin taşıdıkları afişler ve sloganlarıdır. ‘Fahişeyim feministim’ , ‘Bedenimi satarım’‘Namusu mu kirletmeden duramam’, ‘Yılın En Sürtüğü’ gibi ve burada yazmaya hicap ettiğimiz afişlerle yürüyenlerin helal, haram, mukaddesat gibi bir hassasiyetlerinin bulunmadığı, içinde yaşadığın toplumun değerlerine saygı göstermediğini görüyoruz.

Organizatörlerin de bu afişleri engellememiş olması bu türedilerin derdinin kadın hakları filan olmadığını göstermektedir. Ailenin göz ardı edildiği, her tür cinsel sapkınlığın, iğrenç pankartlarla haykırıldığı, kadını da aşağılayan, söylemlerin havada uçuştuğu, toplumun birliğine ve dirliğine kasteden yüzkarası sloganların mevcudiyeti bu provokatif yürüyüşte ezan ıslıklanması kadar ürperticidir.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

DOHA SALDIRISI BİR DÖNÜM NOKTASI KAOTİK BİR KIRILMA VE DİPLOMASİNİN ÇÖKÜŞÜ

  Metin Alpaslan   – Umran Dergisi/Ekim 2025-374. Sayı Terör ve işgal devleti İsrail’in 9 Eylül’de uluslararası hukuku ihlal ederek, Doha’da...