(Umran Dergisi)
Ülkemiz belki de tarihinin en hareketli günlerini yaşıyor. Stratejik bir kavşakta bulunan Türkiye, Suriye'de
etkili iki küresel güç olan ABD ve Rusya ile iki mutabakat metnine imza attı. Barış
Pınarı Harekâtı ile aynı zamana denk gelen Trump’ın mektubu, ABD Başkan
Yardımcısı Mike Pence ve Dışişleri Bakanı Mike Pompeo'nun Ankara ziyareti, PKK/YPG'nin
Barış Pınarı Harekâtı bölgesinden çekilmesi için verilen 120 saatlik
süre ve hemen ardından Soçi Zirvesi ve YPG’nin 150 saat içinde güvenli
bölge dışına çekilmesi konusunda Rusya ile sağlanan mutabakat.
Türkiye'nin ABD ve Rusya ile imzaladığı mutabakatlar ile Suriye
sınırındaki denklemde yeni bir dönem başladı. Bu mutabakatlara temkinli olarak
bakmak gerekiyor. Çünkü bu mutabakatlar nedeniyle Barış Pınarı Harekâtı
tamamlanamadı. PKK/YPG yok olmadı, teslim alınamadı. Türkiye’nin İdlib’deki
gibi burada da 12 kontrol noktası kurma hedefi de gerçekleştirilemediği gibi
arzu edilen güvenli bölge haritası da bu mutabakatlar ile hükmünü yitirdi.
Hesapta 32 km derinlikli 480 km’lik güvenli bölge kurulduktan sonra M-4
karayolunun altına inilecek ve 2 milyon sığınmacı tüm bu bölgelere taşınacaktı.
Bu harita geçersiz kılındığına göre sığınmacılarla ilgili planlar da hayal
oldu. Gelinen noktada, doğrudan TSK’nın kontrolündeki120 kilometrelik alanın
daha fazla genişlemesi söz konusu olmayacaktır.
ABD teröristleri belli bir bölgede toplayarak verdiği ağır silahlarla onları eğitmeye devam edecek, kendisine hizmet edecek bir Özel Kuvvetlere dönüştürüp boş durmayacaktır. Dün de bugün de yarın da ABD, YPG'yi asla bırakmayacaktır. Rus askerler de PYD'li teröristler ile Suriye’nin muhtelif bölgelerinde beraber fotoğraflanıyor, hiçbir çekince göstermeden Türkiye’nin gözünün içine baka baka karşılıklı bayrak değiş tokuşunda bulunabiliyorlar. ABD Suriye’nin kuzeyini rejime ve Rus nüfuzuna adeta hediye ediyor, onun bıraktığı her boşluğu Rusya, ağır bir bedel ödemeden dolduruyor. Münbiç bir gün içinde ABD tarafından Rusya’ya teslim edildi. ABD’nin Suriye topraklarından - petrol bölgeleri hariç - çekilmesinin ardından Rusya’nın desteği ile Suriye rejimi PYD/PKK’nın kontrolü altında bulunan bölgeleri geri aldı. Böylece Rusya Suriye’deki oyunun en büyük aktörü olarak, ABD güçleri ile karşı karşıya gelmeden önemli bir kazanım elde etti.
Her iki küresel güç de YPG’nin korunmasında anlaşmış görünüyor ve attıkları
tüm adımlarda Türkiye’ye karşı geniş bir cephe oluşturma amaçları var. Her
ikisi de “Türkiye’nin güvenlik kaygılarını anlıyoruz” diyor
ama her türlü melaneti yapmaya devam ediyor. ABD bugüne kadar Suriye
konusuna Türkiye’ye verdiği sözlerin hiçbirini tutmadı. Rusya ise Suriye’de
önceliği hep Şam rejimine verdi. Her ikisi de YPG’yi terör örgütü olarak görmediklerini
söylüyorlar.
ABD, Rusya, Suriye hepsi PKK/YPG/PYD/SDG ile anlaşıyor, kendi menfaatlerinin
kesiştiği her noktada uzlaşabiliyorlar. Esas hedefleri Türkiye’yi
zayıflatmaktır. Bu nedenle, sözde stratejik müttefik ABD, Türkiye gibi bir
ülkeyi bırakıp terör örgütü ile işbirliği yapabilmektedir. NATO’yu neredeyse
taarruza davet ettiği ezeli rakibi Rusya ile NATO üyesi Türkiye’ye karşı
işbirliği yapabilmektedir. Diğer taraftan Avrupa Birliği Türkiye’yi yaptırım
uygulamakla tehdit ediyor. Türkiye kontrollerinden çıktığı için bölgede
taşeronlara ihtiyaç duyuyorlar. Bütün aktörler Türkiye karşısında birleşmekte
tereddüt etmiyor, Türkiye üzerinde uluslararası bir baskı oluşturuyorlar.
Türkiye'ye "Rolüne
Razı Ol Ve Büyük İddialar Taşıma" Denilmektedir
Dünyanın düzen ve gidişatını tek başına vereceği kararlarla belirlemeyi
amaçlayan küresel güçler, dünya üzerindeki politik iktidarını yürütebilmek için
bir yandan saldırı ve işgallerini sürdürürken, diğer yandan YPG ve DEAŞ gibi terör
örgütler icat ettiler. Ekonomik yaptırımlar, siyasi baskılar olmak üzere sessiz
ve derinden istihbarat operasyonları ile sömürü politikalarına teslim olmayan
ülkelerin içişlerine müdahale etmekte, şantaj ve tehditlerle birçok ülkenin
yönetimlerini devirmekte ve rejimlerini yok etmektedir.
Bu emperyalist devletler, kendi aralarında bir güç mücadelesi içinde
olsalar da, İslam ve Türkiye söz konusu olduğunda bir blok olarak
birleşip güç birliği yapabilmektedirler. Türkiye karşıtı tavırlarının
sebebi ise işgal ve sömürü politikalarını sorgulayan, suçlayan ve
teslimiyetçiliği reddeden Başkan Erdoğan’ın politikalarıdır.
ABD öncülüğündeki güç odaklarının gönüllü taşeronları olan S. Arabistan,
Mısır ve Birleşik Arap Emirliği gibi kukla devletçikler Trump’ın Kudüs’ü
İsrail’in başkenti ilan etmesi, terör örgütleriyle işbirliği yaparak Ortadoğu’yu
yeniden şekillendirmeye çalışması ve Golan Tepelerindeki İsrail işgalini
meşrulaştırma gibi bir dizi ihanet girişimine karşı çıkarmazken, Alem-i İslam’a
sahip çıkan Başkan Erdoğan’a karşı düşmanca bir duruş sergilemektedirler. Mısır,
Suudi ve BAE’de Türkiye karşıtlığı had safhadadır. Çünkü efendileri ABD, Akdeniz’de Türkiye’nin oyun kurmasını,
Müslüman ülkeleri yanına alıp emperyalist hegemonyanın karşısına
dikilmesini istemiyorlar. Rusya’nın da bu oyuna hiçbir zaman hayır
demediğini görüyoruz.
YPG/PKK Kullanışlı Maşa
Bir Örgüt
Bir gün ABD’nin kucağında, bir gün Rusya’nın, diğer bir gün Esed’in
kucağında maşa olarak kullanılıyorlar. Kürtleri temsil etmeleri asla mümkün
olmayan bir örgütün Kürtler adına böyle bir taşeronluk görevine soyunması kabul
edilebilir bir durum değildir. Tarihi açıdan bakıldığında Kürtlerin anlaşmaya
çalıştıkları rejimler tarafından zulümlere maruz kaldıklarını, sırtlarından
bıçaklandıklarını, ihanetler ile dolu bir tarihe sahip olduklarını yanlış
hesapların kurbanı olduklarını görürüz.
Trump’ın başkanlık standartlarına uymayan çirkin mektubunda bir bölge lideri olarak tanımladığı terörist Mazlum Kobani’yi, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı ile eşit bir konuma koyması ve kendisine bir meşruiyet bahşetmesi ve “YPG/PKK benim için Türkiye’den daha önemlidir” küstahlığını göstermesi, Kürt kartını bir manivela gibi kullanarak bölgede hâkimiyetini artırıp daha fazla söz sahibi olmak içindir.
Türkiye’nin Kürt kartını bu emperyalistlerin elinden alması gerekmektedir. Kürt meselesini çözmüş ve Kürtleri yanına almış olan bir Türkiye, gerek bölgesel planda gerekse de uluslararası arenada daha etkili olma hedefini gerçekleştirecektir. Suriye'nin kuzeyini ve Kuzey Irak'ı kontrol altına alacak, güçlü bir bölgesel devlet haline gelecektir. Türkiye'de yüzyıllarca birlikte yaşayan farklı unsurları bir arada tutan harç İslam’dır. Türkler ve Kürtler ile diğer etnik unsurları bir arada tutabileceğimiz tek kapsayıcı unsur İslâm'dır. Olaya sadece güvenlik açısından yaklaşmak konuyu bugüne kadar çözmemiştir. Olaya sosyolojik boyutuyla bakmak en doğru yoldur.
Türkiye’nin Bu
Çemberden Çıkması Gerekiyor
Türkiye çok büyük bir mücadelenin merkezinde yer alan bir ülke olup küresel
güçlerin ilgi ve etki alanı içindedir. Büyük Ortadoğu Projesi(BOP) ve Ilımlı
İslam’ın uygulanmaya konmak istediği bir zemin üzerinde duruyor. BOP’un amacı; Ortadoğu’nun parçalanması, Irak
ve Suriye’nin bölünmesi, yeni devletçikler oluşması, petrol ve doğal
kaynakların ele geçirilmesi, yeni devletlerin emperyal devletlerin kontrolünde
ve yanında yer almasıydı. ABD eski Dışişleri Bakanı Kissinger 2014'te, Amerikan
NBR Radyosuna verdiği ropörtajda '1919-1920'de
kurulan ulusal sınırlar yıkılmalıdır.' diye konuşmuştu. ABD Dışişleri eski
Bakanı Condoleezza Rice, daha Ulusal Güvenlik Danışmanı iken 7
Ağustos 2003’te BOP kapsamında, 22 ülkenin rejimi ile sınırlarının
değişeceğini belirtmişti.
Birinci Dünya Savaşı sırasında, Sykes-Picot gizli anlaşmasıyla, Osmanlıyı
parçalayan ve topraklarını paylaşan Batılı sömürgeci emperyalist devletlerin, o
gizli planı farklı şekilde bugün de sürdürmekte olduklarına şahit oluyoruz.
Tıpkı Filistin’de Yahudilere toprak vermeyerek İsrail’ devletinin kuruluşunu engelleyen
Sultan Abdülhamit’i hal ettikleri gibi bugün de, önlerinde engel olarak
gördükleri direnç noktalarını yok etmek istiyorlar. Türkiye gibi ülkelerin
küresel güç ve blokların çıkarları bakımından ufalanması gerektiğini
düşünüyorlar. Bunlar diyor ki: “Eğer
küreselleşme istediğimiz şekilde olacaksa ekonomik parçalar, siyasi parçalar
ufak olmalıdır.” Yani, bize
direnimlesin ki, kolay paylaşılabilelim. Onun için Türkiye’nin nefesini
daraltacak, Türkiye’yi sürekli bir kriz ortamında tutacak kavgalar her zaman
devam etmelidir.
Ülkesini terk eden Suriyelilerin yüzde 55’ini barındıran, her bir
Suriyeli için ayda 200 dolar harcayan, Suriye içinde de rejime karşı kurduğu
Milli Suriye Ordusu’na ayda 400 dolar maaş veren, içeride ve dışarıda
teröristlere karşı devamlı harekât düzenleyen ülkemizin bu düşük yoğunluktaki
savaşta çok büyük paralar harcamaktadır. Bu da açığın vergilerle kapatılmasına
yol açıyor. 2020 yılı bütçesinde 600 milyar liralık vergi gelirlerinin 785
milyar liraya çıkarılması hedefleniyor.
Borç ve faiz sarmalına mahkûm edilmiş bir Türkiye, el kapısında para dilenecek haldedir. Gittikçe
artan sorunlu krediler endişeleri büyütüyor. Tüketici hayat pahalılığında
kıvranıyor. Enflasyonla yüksek seyreden faizler reel sektörün belini
kırıyor. Ekonomiye ilişkin endişelerin, sosyal ve siyasi dengeleri etkileme
ihtimali artıyor.
Haksız yere işinden olanlar, işten atılanlar, iş bulamayan sayıları
giderek artıp milyonları bulan işsizler ordusu. Genç işsiz oranı yüzde yirmi
beşi de geçmiş, ülke diplomalı işsizlerle doludur. Tarımda kendine yetmezliği
nedeniyle gıda ithalatçısı bir ülke durumuna düşmüştür. Enerji açığı ve krize
sürüklenen ekonomisi zafiyet alametleridir. Siyasi ve ahlaki çürüme devlet ve
toplum hayatımızı bir kanser gibi sarmıştır. Yozlaşma kültürü başta gençlik
olmak üzere her alanda kök salmıştır.
Rüşvet, yolsuzluk, vurgun, talan ve kanunsuzluklar Türkiye’nin gündeminden
hiç düşmemiştir. İnsanların karnı doymazsa, yüzü gülmezse, yarını güven içinde
olmazsa, adalete güvenini yitirmişse, inandığı gibi yaşayamıyorsa ne birlik
olur, ne dirlik olur, ne dini dava kalır, ne de milli dava.
Güç Meselesi
ABD Jeolojik Araştırmalar Merkezi verilerine göre, Doğu Akdeniz'in “Levant” adı
verilen bölümünde yaklaşık 3.5 trilyon metreküp doğalgaz ve 1.7
milyar varil civarında petrol rezervi var.
ABD, AB ülkeleri, İsrail, darbeci Sisi, Kıbrıs Rum Kesimi,
Yunanistan, küresel emperyal petrol şirketleri hep beraber bölgeye
çullanmış vaziyettedir. Bölge ülkelerinin başına ne getirdiler bir bakın: Suriye,
Yemen ve Libya'yı “iç savaşa” mahkûm ettiler. Irak’ta, İran’da,
Lübnan'da ayaklanmalar var. Türkiye'yi terör ile uğraştırıyorlar. Bölgedeki
zengin enerji kaynakları üzerindeki sömürü projelerini gerçekleştirmek için
“Parçala, böl ve yut” politikalarıyla bölgeyi istikrarsızlaştırıp iç savaşlara
sürüklüyorlar. Kukla yönetimler, işbirlikçi diktatörler kendi saltanatlarını
koruyabilmek için teslimiyetçi bir ruh içinde emperyalistlerin değirmenine su
taşımakta ülkelerinin sömürülmesine de göz yummaktadırlar. Bu ahmak
diktatörler ve yönetimler sayesinde İsrail, tarihin en konforlu ve cüretkâr
dönemini yaşamakta her gün Müslüman katletmeye devam etmektedir.
Türkiye, bütün bu gerçekleri nazari dikkate alarak yeni politikalar
üretmeli ve yeni hamleler başlatmalıdır. Türkiye, artık ABD ile Rusya
arasındaki gel-git’lerden sıyrılıp yeni bir yol haritası çizmek durumundadır.
Önce bu oyun kurgusuna hayır demesi gerekiyor. Bir planınız yoksa başkalarının
planının parçası olursunuz.
Amerika binlerce kilometre ötelerden bu topraklarla alakalı bir
anlaşmanın altına imza atabilmesi sadece sahip olduğu güçle izah edilebilir. Türkiye
Müslümanlarının anlaması gereken husus, bu güç mücadelesinin hiçbir zaman sona
ermeyeceği meselesidir.
Müslümanların başlarını iki ellerinin arasına alıp düşünmelerini
gerektiriyor. İslam coğrafyası neden kan revan içinde, sürekli bir çatışma
ortamında acı çekiyor? Barış dini olan İslam adına bu kadar terör örgütü nasıl
kurulabiliyor? Batılı İstihbarat teşkilatlarının aleti nasıl ola biliniyor?
Akan kanı durdurmak ve gözyaşlarını dindirmek için ne yapmak gerekiyor?
Müstekbirlerin zulmü altında inim inim inleyen Müslümanlar topraklarını daha
güvenlikli hale nasıl getirebiliriz? Bu insanlar niçin yaşadıkları ülkeleri
terk edip ölüm pahasına Batılı emperyalistlerin ülkelerine mülteci olarak akın
ediyorlar. Alçaklığın, vahşetin,
rezilliğin her türlüsünü yaşayan İslam dünyasının uyanması için ne
yapmak gerekiyor? Kur’an’ın güçlü ışığına rağmen zilletten niçin kurtulamıyor?
Rahmetli Muhammed Ebu Zehra’nın 60 küsur yıl önce yayınlamış olduğu “İslam
Birliği” kitabındaki şu cümleler sanki bugünleri görüyormuş gibi yazılmıştır;
“Müslümanların yapması
gereken; tüm insanlığın
iyiliği adına insanlar üzerindeki
şahitlik görevini yerine getirmek üzere din kardeşleriyle bir araya gelmektir. Müslümanlar gerçek
bir birlik oluşturmazlarsa
İslâm düşmanları tarafından paramparça edilirler. Gerçek bir birlik tesis
edemezlerse, hiçbir şeye güç yetiremeyen, kendisine en ufak bir faydası
olmayan, sadece başkalarının kullandığı birer araç haline gelmiş, toprağı, suyu
ve tüm zenginlikleri düşmanlarının eline geçmiş kokuşmuş cesetlere dönüşmeleri
kaçınılmazdır!”
Bugünkü ümmetin durumu, Allah’ın cömertçe verdiği nimetlerini har vurup,
harman savurup, hesapsız kitapsız bir şekilde israf ederek yaşamanın, gücümüzü
kendi ellerimizle şeytana teslim etmenin sonucudur. Büyük şeytan öncülüğündeki
güç odaklarının kuşatması altındaki İslam coğrafyası, iliklerine kadar
sömürüldüğü gibi bu coğrafyada kan, gözyaşı ve işgaller bir insanlık faciası olarak
yaşanmaya devam etmektedir.
Genel olarak Müslümanlar; ülke ve dünya meselelerine vahyin ölçüleri
içinde nasıl yaklaşılması gerektiğinin bilgi ve bilincinden yoksun
bulunmaktadırlar. Kendilerini sağcı, muhafazakâr, milliyetçi, devleti kutsal
sayan, iktidardan yana statükocu kimliklerle ifade etmekte, sorgulamadan, tezat
ve aykırılıkları görmeden, kendilerinden birileri hükümet olduğu için sistemi
korumakta ve sistemin standartları içinde ehlileşmiş bulunmaktadırlar. Müslümanlar,
içerisinde yaşadıkları sistemi İslam toplumuna dönüştürmeyi başaramıyor, taklide
dayalı bir kültürle, zihinsel/kültürel/sosyal/siyasal bir dönüşüm, yenilenme ve
değişim gerçekleştiremiyorlar.
Bir ülkenin kültürü, sanatı, sineması, mimarisi, müziği, eğitim sistemi, insan kalitesi, sosyal sermayesi, tarihi birikimi, kültürel zenginliği, bilim ve teknoloji kapasitesi ve kendini anlatabilme yeteneğinin toplamı o toplumu etkileme gücünü göstermektedir. Bu unsurları bir araya getiren bir ülke, insanlar için bir cazibe merkezi haline gelir. Takip edilen, konuşulan, saygı duyulan bir ülke haline gelir. tüm bunların başarılabilmesi için Türkiye’nin kendiyle hesaplaşması ve geçmişiyle yüzleşmesini gerekmektedir. 90 sene zorla beyinlerimize zerk ettikleri pagan tapınma ritüellerinin yeniden hortlatılması kültürel caydırıcı gücün henüz elde edilmediğini göstermektedir. 17 yıllık bir hükümet sonucunda okullardaki 10 Kasım törenlerinde çocukların Atatürk’e secde ettirilmesi bunun en bariz örneğidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder