(Umran Dergisi)
“Allah’a davet eden, salih amel işleyen ve ‘Muhakkak ki
ben Müslümanlardanım’ diyenden daha güzel sözlü kim olabilir?” (Fussilet
41/33)
Hayatın gidişatı iki eksende akar, gece-gündüz,
aydınlık-karanlık, iyi-kötü, güzel-çirkin, kâr-zarar şeklinde zıtlıklar üzerine
kuruludur. Genel olarak Kur’âni tablolarda insanlar sevap ehli-günah ehli,
mümin-kâfir şeklinde iki sınıf olarak anlatılır ve ahiret hayatı da
Cennet-Cehennem, mükâfat-mücazat olarak iki boyutlu tavsif edilir. Ancak
56/Vâkı’a Suresi’nde bildirildiği üzere kıyamet koptuğu zaman insanlar mertebe
mertebe ayrılacaklar, üçüncüsü “Sâbikûn” olarak adlandırılan üç sınıfa(fırka)
bölüneceklerdir.
Mekke döneminde Allah’a şirk koşan ve Kur’ân’ı yalanlayan
müşriklerin, “Biz öldükten, toprak ve kemik yığını hâline geldikten
sonra mı, biz mi bir daha diriltilecekmişiz?” (Vakıa 47) sualine cevap
sadedinde kıyametin anlatılmasıyla başlayan Vakıa Suresi, “Kıyamet
koptuğu zaman, onun vukuunda hiçbir yalan yoktur. O, (kimini)alçaltıcı
(kimini)yükselticidir. Yer şiddetle sarsıldığı, dağlar parçalandığı, dağılıp
toz duman hâline geldiği. Ve sizler üç sınıf olduğunuz zaman.” (Vâkı’a
1-7) cevabıyla şüphecilerin iddialarını çürütürken, aynı zamanda bize ahiret
hayatına geçildiği zaman insanların üç sınıfa ayrılacağını da haber
vermektedir. “…Ve sizler de üç sınıf olduğunuz zaman; İşte o
“Ashâb-ı meymene”(kitabı sağdan verilenler) ne mutludurlar, “Ashâb-ı meş’eme”(kitabı
soldan verilenler) ne mutsuz ve uğursuzdurlar. (İman ve amelde) yarışıp öne
geçenler de öne geçmiş öncülerdir. (Sâbikûn)” (Vâkı’a 8-10).
Üçüncü fırka olan Sâbikûnlar, “önde olanlar, öncüler” yüce
bir makam olarak anlatılmakta, rableri katındaki değerleri beyan edilmekte,
nimetlerin en büyüğü ve en kıymetlisi olan, Allah’a yaklaşma(mukarrabûn) ve
onun nezdinde gözde olanlar olarak tarif edilmektedir. “İşte onlar en çok
gözde olanlardırlar (Allah’a yaklaştırılanlardır), Naim (nimet) cennetlerindedirler.” (Vâkı’a
11-12). İlk insandan itibaren kıyamet gününe kadar bütün insanlar bu üç
grup içinde mütalaa edileceklerdir.[1]
O üç sınıfın vasıfları şöyle beyan edilmektedir:
Birinci sınıf, “Ashâb-ı meymene”: Hak’kı
bulmada isabet etmiş olan, hürmet makamında bulunan uğurlu, mutlu cennet
ehli kimseler. (Ashâb-ı yemin)
İkinci sınıf, “Ashâb-ı meş’eme”: Hak’tan
uzak yaşamış, alçak yerde bulunan, değersiz, uğursuz cehennem ehli
kimseler. (Ashâb-ı şimâl)
Üçüncü sınıf, “Es-Sâbikûn” = Hayırlarda yarışıp
ileri geçenler, Allah’ın hoşnutluğunu kazananlar, önde olanlar, öncüler.
Dünya hayatında hata yapıp günah işledikten sonra kendisini
düzelten, dürüst ve faziletli bir hayat yaşayan, ancak doğru ve faydalı işlerde
fazla önde olmayan “Ashâb-ı yemin” toplumun ortalama direğidir. ‘Sâbikûn”
ise toplumun öncüleridir. Kur’ân-ı Kerim’e göre insanların dünyada yaptıkları
işlere göre ahirette derece farkları büyük olacaktır. “Baksana,
biz insanların kimini kiminden nasıl üstün kılmışızdır! Elbette ki ahiret,
derece ve üstünlük farkları bakımından daha büyüktür.” (İsra 21)
Fâtır Suresi’nde de bu sınıflandırma şöyle ifade ediliyor: “Sonra Biz kitabı kullarımızdan seçkinlerine miras kıldık. Onlardan kimi nefsine zulmedicidir, kimi de ortadadır. Kimi ise Allah’ın izniyle hayırlara koşandır(sâbikûn). İşte büyük fazilet budur.” (Fâtır 32)
İleri Geçenler (Önde Koşanlar)
Sâbikûn kavram olarak, birinin ilerisine, önüne
geçmek, galip gelmek, üstün olmak anlamındaki “sebeka” fiilinin ismi faili olan
sâbık, öne geçen, üstün ve galip gelen demektir. Kur’ân’da iki ayette tekil
şekli, 5 ayette de çoğul şekli (sâbikîn, sâbikûn ve sâbıkât) geçmektedir.[2]
Davada önden gidenler, öncü olanlar, hayırda yarışanlar,
Rabbimiz tarafından övülmüş, pek çok ayette öncü kimseler “sâbikûn” olarak
nitelendirilmiştir. “Ve de yarışarak öne geçenlere (andolsun).” (Nâzi’ât
4) denilerek onların üzerine yemin edilmektedir. Mü’minûn Sûresi’nde de
“sâbikûn” şöyle tanıtılmıştır: “Onlar ki; Rablerinin korkusundan
titrerler ve onlar ki, Rablerinin ayetlerine iman ederler ve onlar ki,
Rablerine ortak koşmazlar. Verdiklerini Rablerinin huzuruna dönecekler diye
kalpleri korku ile ürpererek verirler. İşte onlar hayır işlerinde yarış ederler
ve onlar hayır için önde giderler (sâbikûn)” (Mü’minûn 57-61).
Sâbikûn, mukarrabûn (Allah’a yaklaştırılmış) olanlardır. Bunlar hakka
kullukta iman ve itaatte, hayır yarışlarında en öne geçenlerdir. İlahi mesajı
her şeyin üstünde tutan (muttaki), varlığını Allah’a adamış müminlerdir.
Kur’ân’ın bildirdiği sâbikûn içinde, peygamberler, sıddıklar
şehitler, Ashâb-ı Kehf, Havariler, Yâsîn Suresi’ndeki şehrin en uzak
noktasından gelen adam, Hz. Musa’nın davetine icabet eden Firavun’un
sihirbazları ve Hz. Peygamber’e zor zamanda tabi olan ashâbın seçkinleri
öncülüğü hak eden insanlar yer alırlar. Bunların sayılarının az olduğunu
yine Kur’ân haber vermektedir. Bunların çoğu önceki ümmetlerden, az bir kısmı
da sonraki ümmetlerden olacaktır (Vâkı’a 39-40).
Rabbimiz, Muhacir ve Ensâr’dan İslâm'a girmekte ilk öne
geçenleri, ilk iman edenleri, zorluklarına rağmen hicreti ilk tercih edenleri
sıkıntılara katlanan kullarını (sâbikûndan oldukları için) över, onlardan razı
olduğunu bildirir: “Muhacirlerden ve Ensar’dan (İslâm’a girmekte)
ilk öne geçenler ile bunlara güzelce tabi olanlar… Allah onlardan razı
olmuştur, onlar da ondan razı olmuşlardır. (Allah) onlara, altlarından ırmaklar
akan, içinde ebedi kalacakları cennetler hazırlamıştır. İşte büyük kurtuluş
budur” (Tevbe 100). Bu öncüler, İslâm’ın ilk yıllarında büyük
meşakkatlere katlanmışlar, canlarını ve mallarını Allah yolunda feda etmişler
ve böylece çok yüksek rütbelere erişmişlerdir.
Sâbikûn, Allah’ın himâyesine aldığı, sevip beğendiği has kullarıdır. Peygamber Efendimiz (s.) de öncüleri, ‘insanlar hakkında hükmederken kendileri ve kendi aileleri için hüküm veriyormuş gibi davranan kişiler’ olarak tarif etmiş, kıyamette Allah’ın gölgesine koşan kimseler olduklarını açıklamıştır. İşte asıl peygamber vârisi olanlar bunlardır. Sâbikûn, hiçbir dünyalığın, mal, makam ve mevkiinin Allah’a ibadetten, İslâmî çalışmalardan, direniş ve mücadeleden alıkoyamadığı Müslümanlardır. Onlar boş işlerden ve boş sözlerden uzak duran müminlerdir. Onların hayatlarında gaflet, tembellik, uyuşukluk, bıkkınlık, yorgunluk, boş zaman yoktur. Onlar zulme karşı seslerini yükseltmekten kaçınmayan, güce boyun eğmeyen, hayatlarını hedefleri için seferber etmiş, fedakârlıkta sınır tanımayan, merhametli, vefakâr ve mücadeleci kimseler olduğu için, Allah onları yüceltmiş, yükseltmiş ve yakınlığına layık görmüştür.
Modern Cahiliye ve Şuur Diriliği
Şartları ve kuralları egemenler tarafından belirlenen
Müslümanların nesne olduğu vahşileşmiş bir dünyada yaşıyoruz. Günümüz
dünyasında İslâmî değerler, küresel egemenler tarafından bir tehlike olarak
görülmekte, bu nedenle engellemeye ve boğulmaya çalışılmaktadır. Dört bir
yandan bir kuşatılmışlık hali yaşanmaktadır. Güçlünün daha da güçlendiği,
zayıfların insanca yaşam imkânı bulamadığı, adalet çizgisinden uzaklaşmış zalim
bir dünya ile karşı karşıyayız. Zulmün yaygınlaştığı zayıf ülkelerin güçlüler
karşısında, fakirlerin zenginler karşısında sesinin kısıldığı bir dünya bu.
Bulaşıcı bir hastalık gibi yayılan sekülarizm ve
bireyselleşme ile dünyanın büyüsüne kapılan Müslümanlar kendilerini öncü mümin
kılacak değerlerden uzaklaştılar. Günümüz İslâm toplumlarında dünyevileşme
aşırı derecede arttığından zayıf ve kişiliksiz bir toplum oluşmuştur. Uğruna
mücadele edilen değerler ihmal edildi, idealler unutuldu, hedeflerden sapıldı.
Şuurun kaybedildiği, ihlasın yitirildiği, eminliğin yok olduğu, zihinsel
sapmanın had safhada olduğu adeta bir fetret dönemi yaşanıyor.
Daha konforlu bir hayat hayalleri kurarken İslâmî hedef ve
idealler unutuldu. Rahat ve konforundan taviz vermeyen, sorumluluk
almayan, fedakârlık göstermeyen, bedel ödemeyen “muhafazakâr demokrasinin” pençesinde
din ile dünya arasında arafta kalan, bir karmaşa içinde gelgitler yaşayan bir
insan unsuru var. İnsanlar üzerinde örneklik oluşturabilecek bir İslâmî kimlik
inşa edemedik. Modern ya da geleneksel hurafelerin iğdiş ettiği, isteklerinin,
tutkularının, hırslarının esiri olmuş, zaaflarının ve korkularının etkisiyle
gerçeği gizleyen, iktidar hırsıyla sistemin putlarına teslim olan,
makamını-mevkiini kaybetmekten korkan, malını kaybetme endişesi taşıyan bir
insan topluluğu ile karşı karşıyayız. Öncülüğe talip olan, yükün altına giren,
fedakâr, cesur, hak ve hakikat yolunda koşan dava adamları çok az
bulunmaktadır. Bireysel ibadetlerle (nüsûk) yetinen, mevcut gidişata boyun
eğen, sağa sola yaptığı üç-beş kuruş yardım/infak ile, haftada bir gittiği ders
grubunda bir iki sayfa meal okumayla yetinen, sorumluluklarını yerine getirmek
yerine her şeyi bir kurtarıcıya havale eden bir Müslüman profili var.
Dünyaya hâkim olan güçler, bu gayri insani ve fıtrat dışı
sistemin devamı için her türlü şeytani projeyi acımasızca uygularken, hiçbir
plan programı olmayanların eleştirileriyle bu düzen değişmez. İçinde bulunulan
şartlar Müslümanlara önemli sorumluluklar yüklemektedir. Bu durum Müslümanlar
için bir iman sınavıdır. Sımsıkı sarılmamız gereken Allah’ın kitabı ve Resûlü’nün
örnekliği önümüzde rehber olarak bulunmaktadır. İnancımızın gerektirdiği
sorumlulukları yerine getirmek zorundayız. “Allah kimseye
taşıyabileceğinden fazlasını yüklemez” (A’râf 42). Allah rızası
gözetilerek ortaya konulan her çaba ve fedakârlığın hem Allah katında bir
karşılığı, hem de dünyanın imar ve ıslahında mutlaka bir katkısı vardır. “Hayatın
ve ölümün hangimizin daha güzel ameller yapacağımız noktasında imtihan olmamız
için yaratıldığının.” (Mülk 2) şuuru içinde takvayı kuşanarak, tevhid
yolunda cehd ve gayret göstererek, Allah rızasını kazanmak için fedakârlık
yarışı içinde olmak gerekiyor.
Zaman, gaflet içinde olunacak, çekişmelerle geçirilecek, boş
durulacak bir zaman değildir. Kendimiz için, ailemiz, çevremiz, Müslümanlar ve
tüm insanlığın iyilik ve hayrı için seferber olma zamanıdır. “Kim zerre
kadar hayır işlemişse onu görür, kim de zerre kadar şer (kötülük) işlemişse onu
görür.” (Zelzele 7-8) ayeti mucibince bir gün huzur-u ilahide hesaba
çekileceğimiz unutmayalım.
Rahman’ın Has Kulları Olabilmek…
Yüce Allah, Furkân Suresi’nde Rahman’ın has kullarının
vasıflarını şöyle anlatıyor. “Rahman’ın has kulları yeryüzünde vakarla
yürüyen, cahiller onlara laf attığı zaman, ‘selam’ deyip geçen kullardır.
Gecelerini rablerine secde ederek, huzurunda durarak geçirirler. ‘Ey
Rabbimiz’ derler. ‘Bizi cehennem azabından uzak tut; çünkü onun azabı
tükenmeyen bir acıdır.’ Yine o iyi kullar, harcama yaptıkları zaman ne saçıp
savururlar ne de cimrilik ederler. Onlar, Allah ile birlikte başka bir tanrıya
tapmazlar; haksız yere, Allah’ın dokunulmaz kıldığı insan hayatına kıymazlar,
zina etmezler. Yine o iyi kullar, asılsız şeylere şahitlik etmezler; boş ve
manasız davranışlarla karşılaştıklarında onurluca çekip giderler. Kendilerine
rablerinin ayetleri hatırlatıldığında o ayetler karşısında körler ve sağırlar
gibi bilinçsizce davranmazlar. Onlar, ‘Ey Rabbimiz, derler, bize mutluluk
getirecek eşler ve çocuklar bahşet; bizi muttakilere önder yap!’ İşte bunlar,
zorluklara katlanmalarının karşılığı olarak cennet konağıyla ödüllendirilecek,
orada sağlık ve esenlik dilekleriyle karşılanacaklar.” (Furkân 63-76)
Ömür dediğin doğumla ölüm arası bir süredir. Önemli olan bu
süreyi Allah için harcamaktır. Öbür dünyada hesap vereceğini bilerek hak
yemeden, kul hakkını çiğnemeden, bugün Allah için ne yaptım diye kendini
sorgulayan, alnını akıyla bu yolculuğu tamamlayan bir Müslüman olmaktır. Üstat
Necip Fazıl; “Gözünü açıyorsun “doğdu” diyorlar. Gözünü kapıyorsun “öldü”
diyorlar. Bu göz kırpışa “ömür” diyorlar,” diyerek ömrün, bir göz kırpma kadar
kısa olduğuna işaret eder. Esas olanın, bu kısacık sürenin, nasıl güzel
bir şekilde Allah rızasına uygun yaşanacağın sorusuna cevap vermektir. Geriye
dönüp baktığımızda, her şeyin boş olduğunu, yalnızca yapılan iyilik ve
güzelliklerin elimizde kaldığını görürüz.
Allah’ın kitabı kıyamete kadar hükmünü icra edeceğine göre
“öncülük etme” görevi hâlâ devam etmektedir. Yaşadığımız bugünkü süreçte, hak
ve hakikatin yeniden galebe çalması için, ilkeli, onurlu ve tavizsiz bir tevhid
mücadelesinin ön saflarında çaba gösteren, bedel ödemeye hazır “sâbikûn”dan
olan şahsiyetlere büyük ihtiyaç vardır. Tevhidi bir hayatın kaim olması için
varlığını ve hayatını tehlikeye atıp kendilerini siper edenler, “Ben varım”
diyerek ileri atılan, Allah’ın davasında tereddüt göstermeyen yiğit
serdengeçtilere ihtiyaç vardır. Hayatın tamamını yeniden inşa edecek bir büyük
okumayı gerçekleştirmek için “Ben bir Müslümanım” diyen herkes içinde yaşadığı
dünyaya inancı, değerleri ve ilkeleri istikametinde gücü yettiği kadar müdahil
olmalıdır. Hepimizin sağlam, kararlı ve kimlikli bir duruş sergilememiz, güzel
örneklikler oluşturmamız, aktif ve tebliğci olmamız gerekiyor. Sâbikûn’ların
siyasi, sosyal, kültürel hedefleri ve idealleri vardır. Bireysel olarak İslâm’ı
yaşamakla yetinmez, bu hedefleri bütün bir hayata geçirmek için canla başla
çalışır. Allah’ın davası için mücadele ederler.
Kur’an’da, “Allah, içinizden, iman edip de salih
ameller işleyenlere, kendilerinden önce geçenleri egemen kıldığı gibi onları da
yeryüzünde mutlaka egemen kılacağına, onlar için hoşnut ve razı olduğu
dinlerini iyice yerleştireceğine, yaşadıkları korkularının ardından kendilerini
mutlaka emniyete kavuşturacağına dair vaatte bulunmuştur.” (Nûr
55) denilmektedir. Biz yeter ki o vaade layık Müslümanlar olalım.
Sâbikûn kişiler geçmişte vardı şimdi de vardır, gelecekte de
olacaktır. Bu kimseler, Fâtır Suresi’nde bildirildiği üzere Allah’ın kitabının
varisleri olacaktır. Kur'ân'ı rehber edinen ve Kur'ân'da “usve-i hasene” (Ahzab
21) olarak tanımlanan Peygamber (s.a.v.) örnekliğini layıkıyla yerine
getirebilen müminler, en önde koşarak öncülük edenler, cennetin en güzel
yerlerinde nimetler içinde yaşayacaklardır. Vahyî mirasa sahip çıkanlar cennete
varis olacaklardır. Onlar dünyada iken imanı, salih ameli, fazileti ve Allah’ın
dinine hizmeti tercih ettikleri için, Allah-u Teâlâ da onları ahirette öne
geçirip huzuruna alacaktır. Dünyada Allah'a en yakın olan ahirette de en yakın
olacaktır. Onlar “Sâbikûn” ve “Mukarrabûn” arasına girmeye hak
kazanacaktır.
Hacc Suresi 40'ta buyurulan, “Allah kendisine yardım
edenlere muhakkak surette yardım eder. Hiç şüphesiz Allah güçlüdür, galiptir.” ayetine
icabet ederek niyaz ediyoruz. Rabbimiz bizleri sevip seçtiği, görevlendirdiği
hayırda önden giden öncülerden ”sâbikûn” kullarından eylesin. Rabbimiz
ayaklarımızı sabit kılsın inşallah.
[1] Mevdudi, Tefhimu'l Kur'ân Kur'ân'ın Anlamı ve
Tefsiri, İnsan Yayınları, İstanbul, 1996, cilt: VI, 93.
[2] Uluslararası İslâm ve Model İnsan Sempozyumu Bildiri Kitabı, Kahramanmaraş Büyükşehir Belediyesi Yayınları, 2018, s.4.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder